PKK TUSAŞ’a niçin saldırdı?
Ruşen Çakır Ankara’da bulunan TUSAŞ tesislerinde patlamayı, çözüm süreci tartışmalarını, PKK TUSAŞ’a niçin saldırdı yayınında yorumladı.
Dün, Ankara’nın Kahramankazan ilçesinde bulunan Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TUSAŞ) tesisine düzenlenen saldırıda 5 kişi yaşamını yitirdi, 22 kişi yara aldı. Saldırının sorumluluğunu üstlenen bir örgüt henüz açıklanmadı. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya olayın gerçekleştirilme şekli nedeniyle saldırının PKK tarafından yapılma ihtimaline işaret etti.

Ömer Öcalan, İmralı Adası’na gittiğini ve amcası Abdullah Öcalan’ı ziyaret ettiğini açıkladı. Ömer Öcalan, Abdullah Öcalan’ın, “Tecrit devam ediyor. Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” dediği mesajı paylaştı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Çok sert günlerden geçiyoruz, peş peşe çok önemli gelişmeler yaşanıyor ve bunları anlamakta bayağı bir zorlanıyoruz. Ama her yaşanan olay, biraz daha meselelerin aydınlanmasına yol açıyor açıkçası. Öncelikle şunu söylemek lâzım: Devlet Bahçeli’nin bir önceki hafta ve bu salı günü yaptığı konuşmalar ve aslında onun öncesinde Meclis açılışında DEM Partililerin ellerini sıkmasıyla başlayan bir şey var. Buna “süreç” demeye, insanlar, geçen dönemden dolayı, geçen seferki çözüm sürecinin başarısızlığından dolayı çekiniyorlar. Ama bir süreç başladı. Buna ne adı verilebilir? Açıkçası ben, “Bahçeli’nin Öcalan açılımı” demeyi tercih ediyorum. Çünkü burada en kritik aşama, Devlet Bahçeli’nin, MHP’nin, ama aynı zamanda MHP’nin ötesinde de devlet içerisinde bir şeyleri temsil ettiği belli olan, adı da zaten “Devlet” olan Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’dan böyle peş peşe, “teröristbaşı” dese de, onun affına kadar gidebilecek birtakım şeyler söylemesi, onu doğrudan muhâtap alması çok önemli bir gelişmeydi. Birçok kişi bunu önemsizleştirmeye çalıştı. “Bahçeli söyler, önemli değil” dendi. Ya da bu olayın sâdece bir taktik olduğu, DEM Parti’yi kullanmak için olduğu, esas meselenin Erdoğan’ı bir şekilde yeniden seçtirmek olduğu şeklinde olayı hafifletmeye yönelik birtakım çıkışlar oldu. Ama 22 Ekim, yani salı günü yaptığı konuşmada; “Gelsin Meclis kürsüsünden –daha doğrusu DEM Parti grup toplantısında ki o da Meclis kürsüsü sayılır bir anlamıyla– gelsin, konuşsun” demesi gerçekten çok kritikti, çok önemliydi. Onu da insanlar, bâzı kişiler önemsizleştirmeye çalıştılar. Ama bunun, artık bir şeylerin olduğunu, olmakta olduğunu en azından bize gösterdiği kanısındayım.
O gün Mirgün Cabas’ın yaptığı YouTube yayınına konuk oldum. Ve Mirgün’le yaptığımız yayında, esas Fethullah Gülen konuştuk, ama sonda da Bahçeli konuştuk. Orada bana sorduğu bir soruya meâlen şöyle bir cevap verdiğimi hatırlıyorum. Hattâ sonra, bugün sosyal medyada biri o kısmı almış paylaşmış: “Bir bakarsın birdenbire Kürdistan Özgürlük Şâhinleri adıyla, TAK adıyla çıkar, bir yerde bir otogarı bombalar ve işler zora girer” diye bir şeyler söyledim. Ve dün yaşanan böyle bir olay oldu. Kahramankazan’da TUSAŞ’a biri kadın biri erkek iki kişi saldırdılar. Önce taksi şoförünü öldürmüşler, sonra içeride dört kişiyi daha öldürdüler ve kendileri de öldürüldü. Gerek Millî Savunma Bakanı gerek İçişleri Bakanı, bu olayın PKK’yı işâret ettiğini söylediler — ki bunda çok fazla tereddüt olduğu kanısında değilim. Zâten erkek olanın kimliği de galiba saptanmış. Daha önce PKK buna benzer saldırılar yaptığı için bu hiç şaşırtıcı bir şey değil. En son, hatırlanacaktır, bir yıl önce 1 Ekim’de, tam Meclis açılışında, Meclis’in açılışı öncesinde İçişleri Bakanlığı’nı basmaya çalışmışlardı. Ama o saldırı dünkü kadar etkili olmamıştı. Bir yıl sonra yeni bir saldırıyla PKK karşımıza çıktı. Bu, Devlet Bahçeli’nin son konuşmasından bir gün sonra oldu ve sonra öğrendik ki aynı gün Abdullah Öcalan’ın yeğeni, aynı zamanda DEM Parti Şanlıurfa Milletvekili olan Ömer Öcalan, aylar sonra amcasını İmralı’da ziyâret etmiş, iki saat görüşmüşler. Bütün bunların hepsinin peş peşe ve üst üste bindiği bir ortamdayız.
Peki, ne oluyor? Bir kere Devlet Bahçeli’nin açıklamasında çok ciddî bir vurgu vardı. Bir yana DEM Parti’yi ve İmralı’yı koyuyor, diğer yana Selahattin Demirtaş’ı ve PKK’yı, yani Kandil’i koyuyor. Yani tercih yapıyor. Kürt hareketini ikiye bölüyor ya da bölmeye çalışıyor. Dört parça yapmış, ama ikişerli bloklar halinde; Öcalan+DEM Parti, Demirtaş+Kandil gibi ve kendi tercihlerinin Öcalan+DEM Parti’den yana olduğunu söylüyor. Şimdi, Devlet Bahçeli’nin kendi niyeti böyle olabilir. Bu hareketin içerisinde, yani DEM Parti, Demirtaş, Kandil, İmralı arasında birtakım farklılıklar, birtakım farklı bakış açıları falan olabilir; ama bunların hiçbirisi devletle anlaşıp, devletin herhangi bir kanadıyla anlaşıp bir diğerini tasfiyeye girecek değildir. Benim şu âna kadar edindiğim, bütün bu yıllarca anladığım kadarıyla bu hareket böyle bir hareket değil. Devlet bunu yapmak isteyebilir; ama böyle bir kopuşa, devlet lehine, devletle yan yana durup bir diğerini tasfiyeye girişeceklerini kesinlikle düşünmüyorum. Hele hele burada Selahattin Demirtaş’ı Öcalan’ın karşısına koymak da çok gerçekçi değil. Onu daha önce de söylemiştim. Nitekim dün Selahattin Demirtaş, saldırının ardından yaptığı açıklamada net bir şekilde Öcalan’ın öncülüğünde bir sürece işâret etti ve kendisinin de ona katkı vermeye hazır olduğunu söyledi. Yani burada herhangi bir şekilde Demirtaş’ın Öcalan’a karşı, ona rağmen bir şey yapması söz konusu olamaz. İşin ilginç tarafı, Murat Karayılan’ın açıklaması yine dün geldi, örgütün bir yayın organına yaptığı açıklama. O da baştan aşağı Öcalan diyor. Devlet Bahçeli’nin söylediklerini önemsediğini kabul ediyor; fakat orada Devlet Bahçeli’nin dile getirdiği şeyin uygulanamaz olduğunu söylüyor. O ne? Tabiî ki PKK’nın tasfiyesi meselesi. Sonuçta Öcalan hakkında aslında kimsede bir îtiraz yok; ama devlet, Öcalan’ı hareketin bir kısmından koparmaya çalışıyor. Böyle bir olayla karşı karşıyayız.
Peki, bu saldırı nereden çıktı o zaman? Mirgün’le yayında söylediğim gibi, birtakım gelişmeler yaşanıyor ve devlet kendince bir strateji izliyor. Bu stratejinin kendileri tarafından kabul edilmediğinin PKK tarafından îlânı olarak gözüküyor bana. Yani: “Siz bizi dışlayarak, sâdece Öcalan’ı belki de DEM Parti’yi yanınıza alarak bir şey yapamazsınız. Biz varız, bizi muhâtap almanız şart” çıkışı olarak görüyorum. Şimdi, neden TUSAŞ? Bunun birçok nedeni var. Bir kere öncelikle şunu söyleyelim: Gerçekten çok büyük bir stratejik hedef. Tabiî bu kadar büyük bir stratejik hedefe bu kadar rahat saldırabilmiş olmaları da çok ciddî bir istihbârat ve güvenlik zaafını gösteriyor. Yani en son İçişleri Bakanlığı’na bir yıl önce yapılan saldırı nasıl hızlı bir şekilde etkisizleştirildiyse, burada da çok geç kalındı ve çok… nasıl söyleyeyim? “sonuç alıcı” bir saldırı oldu. Burada saldırganların öldürülmesi ya da öldürülmeleri tek başına bir şeye işâret etmiyor. Zâten onlar da herhalde oradan sağ çıkacaklarını düşünmüyorlardı. Bu kadar stratejik bir yere girebilmiş olmaları, saldırabilmiş olmaları başlı başına çok önemli bir husus. Bugün meslektaşım ve arkadaşım Murat Yetkin tam da bu konuyu yazmış. Ben bu yayına girmeden hemen önce gördüm ve şu anda önümde açık, bakıyorum. Yetkin Report’ta yazmış. Onun da söylediği gibi gerçekten bu çok önemli.
“Neden TUSAŞ?” diye sorulacak olursa, tabiî ki bunun stratejik yönü çok önemli; ama bir diğer yönü de özellikle –benim ilk aklıma gelen husus bu oldu– son dönemde gerek Suriye’de gerek Irak’ta, kısmen de Türkiye’de, ama esas olarak Irak ve Suriye’de PKK’ya yönelik olarak yapılan birçok operasyonda, özellikle Millî İstihbârat Teşkîlâtı’nın yaptığı birtakım nokta saldırılarında insansız hava araçları kullanılıyor. Ve bu anlamda da TUSAŞ önemli bir yer. Onların ürettiği İHA’larla mı oluyor, o detayı bilmiyorum. Ama biliyoruz ki bu sivil havacılık anlamında ve askerî havacılık anlamında, uzay konusunda da çalışan Türkiye’nin en stratejik yerlerinden biri en azından veCumhurbaşkanı Erdoğan’ın da en çok titizlendiği yerlerden biri. Kimileri Erdoğan’ın tam Kazan’dayken Kahramankazan’da böyle bir şey olmasıyla, iki “Kazan”dan hareketle falan, bunun sembolik anlamı üzerine şeyler söylüyorlar; o kadar da olduğunu düşünmüyorum, ama tabiî ki bu da ilginç bir benzerlik. Fakat bu aynı zamanda bize şunu da düşündürüyor, benim en azından aklıma geliyor: Şimdi, herhangi bir ülke, Türkiye’ye hasmâne olan herhangi bir ülke –kesinlikle böyle bir şeyi istediğimden değil, ama analitik olarak düşünmeye çalıştığımız zaman– Türkiye’de bir yerleri hedef almak istese herhalde TUSAŞ böyle yerlerden birisi olurdu. Çünkü çok stratejik önemi hâiz bir yer. Ve PKK’nın da böyle bir hedefi seçmiş olması bu anlamda olayın sâdece ülke içi bir mesele olmadığını bana düşündürüyor. Yani birilerinin tâlîmâtıyla TUSAŞ’a saldırdıkları gibi bir komplo teorisi üretecek hâlim yok; ama böyle bir stratejik yere saldırabilme konusu PKK’yı bu anlamda, bütün bölgede iddiası olan güçler anlamında daha önemli kılıyor. Bunu da özellikle vurgulamak lâzım. Ama buradaki esas hedefin, esas amacın şunu söylemek olduğu kanısındayım: “Bizi yok sayamazsınız”.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Şimdi, Öcalan’la aynı gün görüşüldü. Öcalan’ın yeğeni net bir şekilde ne dedi? Yeğeni üzerinden aktarılan, yeğeni bunu söylüyor: “Ben bu olayı durdurabilecek, yani silâhı bıraktırabilecek teorik ve pratik yetkinliğe sâhibim” dedi. Bence de böyle. Yani Öcalan, eğer işi kolaylaştırılırsa bunu yapabilir. Bunu yapabilecek belki de tek kişi. Bunu kabul etmek lâzım. Şimdi bana kızanlar olabilir; ama bunu Devlet Bahçeli de artık kabul ediyor. Bizim yıllardır söylediğimizi Devlet Bahçeli yeni söylüyor. Öcalan bunu yapabilir. Ama Öcalan’ın bunu yapabilmesi için PKK yönetimini bir şekilde iknâ etmesi lâzım. Şöyle bir beklenti varsa kimsede, bence büyük bir yanılgı içerisindeler: “Öcalan’a söyleyeceğiz, Öcalan tâlîmâtı verecek, bunlar da, Kandil’dekiler de silâhları bırakacak”. Böyle bir şey olmayacak, olmadı. Daha önce de olmadı. Daha önce silâh bırakma değil de Türkiye’deki silâhlı güçlerin çekilmesi olayı vardı. Bizler de gazeteci olarak çok yakından tâkip ettik. Kandil’deki basın toplantısını da izledik. Orada Murat Karayılan’ın yaptığı açıklamaları vs… O süreçte de nasıl bir olay yaşandı? Aslında Öcalan’ın bu çağrısına bayağı bir direndiler; ama sonunda kabul ettiler ve ardından ilk bahânede geri çekilmeyi durdurdular ve tekrar bâzı silâhlı güçlerini Türkiye’ye geri yolladılar. Çünkü inanmadılar, güvenmediler. Kime? Devlete. Yani Öcalan’a güveniyor olmalarının, Öcalan’a güvenmelerinin tek başına yetmediğini biliyorlar. Şimdi, Murat Karayılan’ın dün yaptığı açıklamasında da, sorulara verdiği cevapta da çok net bir şekilde bunu söylüyor. “Evet, Öcalan” diyor, ama Öcalan üzerinden kendilerinin de iknâ edilmesi gerektiğini söylüyor. Ve bu anlamda da TUSAŞ saldırısı bunun altını kalın bir şekilde çizmek bana göre.Yani: “Siz Öcalan’ı iknâ edebilirsiniz, Öcalan bize bir şeyler söyleyebilir; ama bizim bir gücümüz var”.
Şu âna kadar şöyle değerlendirmeler yapılıyordu biliyorsunuz, Bahçeli’nin çıkışıyla berâber: “Zâten Türkiye’de PKK saldırıları bitti, Irak’ta da Suriye’de de bayağı bir şekilde zor durumdalar zâten. Neyin meselesini yapıyoruz? PKK’yı o kadar da önemsememek lâzım. Artık bu defter kapandı” diyenler vardı. İşte onlara da, “İşte öyle değil” dediler. Ve şöyle bir şey düşünün: Böyle bir saldırı belli ki uzun bir süredir hazırlanıyordu ve hazırlanılan böyle bir saldırı tam da Bahçeli’nin en son yaptığı kritik konuşmanın bir gün sonrasına denk geldi. Haberleri var mıydı yok muydu bilmiyorum, ama Kandil’dekilerin, Öcalan’ın yeğeninin onu ziyârete gideceğini bilme ihtimallerinin çok yüksek olduğu kanısındayım. Tam da böyle bir güne, Bahçeli’den bir gün sonra ve Ömer Öcalan’ın ziyâretiyle aynı güne denk gelmiş olmasının irâdî bir karar olduğunu düşünüyorum. Yani böyle, birilerine, “Siz hazır olduğunuz zaman bu saldırıyı yapın” denmiş olma ihtimâli bence çok yüksek değil. Zamanlamasının doğrudan Kandil’den belirlendiği kanısındayım. Ve bu anlamda da Kandil eli yükseltiyor. Bir şeylerin yürüdüğü belli. Zâten bugün baktığınız zaman, medyada, sağda solda şöyle şeyler var: Bir süredir Kuzey Suriye’de ve Kuzey Irak’ta süren pazarlıklar olduğu, doğrudan örgüt ile devlet adına birtakım kişilerin görüştüğü iddiaları var — ki en son Amberin Zaman bunu yazdığında yalanlayanlar çok olmuştu; ama görüldüğü kadarıyla Amberin’in söyledikleri doğru. Hattâ orada söylediği en önemli husus, devletin Öcalan’la Kandil’i doğrudan görüştürdüğünü iddia etmişti. O da kuvvetle muhtemel olarak karşımıza çıkıyor. Sürüp giden bir şeyler var ve bu artık Devlet Bahçeli’nin dillendirmesiyle alenîleşti. Alenîleştikten sonra da hızlanıyor. Hızlanırken de birileri çıtayı yükseğe çıkartıyor. O birileri şu aşamada PKK. Bundan sonra nereye doğru evrilir? Çok karışık, zor bir sürecin içerisinde olduğumuz muhakkak.
Bugün 14:00’te bu konuyu gazeteci Eyüp Burç ve CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ile konuşacağım. Akşam da Altan Tan’la, yeni yapmıştık ama bu gelişmeler üzerine yeniden bir değerlendirme yapacağız. Yarın da sürdürüyoruz. Yarın büyük bir ihtimalle Ali Bayramoğlu ile konuşacağız. Bu olay artık temel gündem maddemiz hâline gelmiş durumda. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.