İhsan Umun yazdı: Trump Uygurlar için bir şans mı?

ABD seçimlerinin sonucu son yarım asırdır devletlerin dış politika ajandasına şekil veriyor. 2024 ABD seçimlerinin sonucu gittikçe gerilmekte olan Çin-ABD ilişkilerine yeni boyut kazandırabilir.

2024 ABD seçimlerinin galibi Donald Trump’ın açıkladığı yeni kabine üyeleri Çin-ABD ilişkileri açısından kilt isimler olarak öne çıkıyor. 

Uygur meselesi bir önceki Trump döneminde Çin ABD küresel güç mücadelesinin insan hakları cephesinde ana tema olarak öne çıkmıştı. Trump yeni yönetiminin Çin’e karşı tutumunu ve Uygur meselesine olan pozisyonunu tahmin etmek için Trump’ın bir önceki başkanlığına bir göz atmak gerekiyor.

Donald Trump’ın ilk başkanlık dönemi (2017-2021) ABD’nin Çin’e yaklaşımında ve özellikle Uygur meselesi ile ilgili olarak önemli bir dönüm noktasıydı. Trump yönetimi, Çin’e karşı giderek sertleşen bir politika izlerken, Uygurlara yönelik kriz de bu geniş çerçevede dikkat çeken bir konu haline geldi.

Tabi Trump dönemi de Çin’in Uygurlara yönelttiği entegrasyon-asimilasyon karışımı politikasının topyekün soykırım politikasına evrildiği bir döneme (2016 toplama kamplarının açılması) denk geliyor. 

Başkan Trump kendisi genellikle insan hakları konularında daha az doğrudan açıklamalar yapmış olsa da, yönetimi özellikle Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O’Brien aracılığıyla, Çin’in Uygurlar’a yönelik uyguladığı baskıları ve soykırım politikasını güçlü bir şekilde kınadı.

2019’da Trump yönetimi, Uygurlara yönelik baskıların sorumlusu olan Çinli yetkililere ve kuruluşlara yaptırım uygulamaya başladı. Bu yaptırımlar arasında Çinli yetkililere seyahat yasağı getirilmesi ve Uygur bölgesindeki insan hakları ihlalleriyle bağlantılı olan şirketlere, özellikle gözetim teknolojileri geliştiren firmalara yönelik kısıtlamalar yer aldı.

Ocak 2021’de, Trump’ın başkanlık döneminin sonlarına doğru, Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Çin’in Uygurlara yönelik uyguladığı politikaları soykırım ve insanlığa karşı suçlar olarak tanımlayan resmi bir açıklama yaptı.

Bu da Kanada, Fransa, Belçika veİngiltere gibi 9 Batı ülkesi parlamentosunun Uygur soykırımını tanımasına yol açtı.

Ekim 2020’de ABD, Uygurlara yönelik kitlesel gözaltı ve zorla çalıştırma politikalarına karışan Çinli şirketlere yaptırım uyguladı. Bu yaptırımlar, belirli Çinli şirketlerin ABD finansal sistemine erişimini kısıtladı.

ABD, Uygur bölgesinde üretilen pamuk ve güneş panelleri gibi ürünlerin zorla çalıştırma ile ilişkili olduğuna ait haberlerin yayımlanmasıyla bu ürünlerin ithalatını da engellemeye yönelik adım attı.

Trump yönetimi, Çin ile olan rekabetin bir parçası olarak Uygur meselesini uluslararası alanda gündeme getirmeye çalıştı. Ancak, Çin ile ekonomik ilişkiler nedeniyle bazı ülkeler, özellikle Avrupa, Çin’e karşı daha temkinli bir tutum sergiledi. ama yine de ABD’nin Çin’e karşı baskılarına kısmen de olsa katılım gösterdi.

Uygur İnsan Hakları Politikası Yasası (Uighur Human Rights Policy Act of 2020), Haziran 2020’de Kongre tarafından kabul edildi ve bu yasa, Uygurlara yönelik baskılarla ilişkili olarak Çinli yetkililere ve şirketlere yaptırım getirilmesini öngördü. Ayrıca, ABD hükümetinin Doğu Türkistan’daki insan hakları durumuna dair rapor hazırlamasını zorunlu kıldı. Ayrıca ABD, Global Magnitsky İnsan Hakları Sorumluluğu Yasası çerçevesinde, dünya genelinde insan hakları ihlalleriyle bağlantılı olan kişilere yaptırım uygulamak için bu yasayı da devreye soktu.

 Türk-Müslüman dünyasının Uygur meselesindeki Çin yanlısı politikası ve bir nevi AB’nın ABD’nin yaklaşımına tam olarak katılmaması, ABD’nin Çin’e karşı verdiği mesajların etkisini sınırladı.

Trump yönetiminin Çin’e karşı güçlü bir tutumu önemliydi. Ama bu yaklaşım karmaşık bir dış politika stratejisiyle paraleldi. Bu süreçte Uygur meselesi ciddi bir insan hakları meselesi olarak Trump’ın dikkatini gerçekten çekti mi? Ya da Trump Çin’le olan güç mücadelesinde Uygur meselesini bir koz olarak mı kullandı? Yani, gelecekte Trump Çin’le bir anlaşma sağlarsa yine de Uygur meselesine olan ilgisini sürdürür mü? Bu kuşku küresel insan hakları savunucuları arasında ve Uygur diasporasında tartışma konusu olmaya devam etti.

Ayrıca, Çin’le olan ekonomik çıkarları ve daha geniş stratejik hedeflerinden dolayı Uygur meselesiyle ilgilenen insan hakları savunucuları Trump’ın tutarlılığını zaman zaman sorguluyor.

Biden yönetimi Uygur meselesinde Trump yönetiminin yaptığı açıklamaları sürdürdü. 

Biden yönetimi, Uygurlara yönelik baskılarla bağlantılı Çinli yetkililere ve şirketlere yönelik yaptırım uygulamaya devam etti. Bu yaptırımlar, özellikle zorla çalıştırma, gözetim ve toplu gözaltılar gibi insan hakları ihlallerine karışan Çinli yetkilileri hedef aldı. Vize yasakları uygulandı. Ayrıca, Uyghur Forced Labor Prevention Act (Uygur Zorla Çalıştırma Önleme Yasası) 2021 yılı sonunda kabul edildi.

Biden, insan hakları konusundaki güçlü duruşunu sürdürdü. Ama bir yandan Çin ile ticaret ilişkilerini ve küresel tedarik zincirlerini göz önünde bulundurarak denge kurmaya çalıştı. Çin’in Uygurlar üzerindeki baskıları ile ilgili söylemleri genellikle dünya çapındaki insan hakları sorunlarıyla ilişkilendirildi. 

Bu da Biden yönetiminin Uygur politikasının etkisini sınırladı. Ukrayna savaşı ve Ortadoğu’daki gerilimlerden dolayı Çin meselesi ABD ajandasında nispeten ikinci plana atılmış oldu.

Her iki parti Çin ile ilişkilerde farklı önceliklere sahip olsa da, insan hakları ve ekonomik çıkarlar arasındaki dengeyi sağlama konusunda benzer zorluklarla karşılaşıyor.

Biden, Uygur meselesini Çin ile olan stratejik rekabetin bir parçası olarak daha az gördü. Daha çok insan hakları ve küresel etik bağlamında küresel bir mücadelenin bir parçası olarak ele aldı.

Ama tam da bundan dolayı ABD’nın Uygur meselesindeki tutkusu ve motivasyonu Biden döneminde köreldi. Trump döneminde Uygur meselesi ABD’nın Çin’le olan rekabetinde öncül meselelerden biri olarak kalmıştı, bu da Uygur meselesine olan küresel ilgiyi artırmıştı.

Biden döneminde ABD, Ukrayna savaşı ve Ortadoğu’nun bitmek bilmeyen kargaşasına tekrar saplanıp kaldı. Demokrat Parti her ne kadar ticari ilişkileri insan haklarına tercih etmeyeceğini vurgulasa da uluslararası ticaretteki etkisi dolayısıyla Çin’le bir denge bulmaya çabaladı.

Trump dahil Cumhuriyetçi figürler her ne kadar Çin İle olan jeopolitik rekabeti ve ticaret savaşlarını genellikle insan hakları meselelerinin önünde tutsa da Trump yönetimi Uygur meselesini bir nevi ticaret savaşının katalizörü olarak gördü. Bu açıdan real politik bağlamında Uygur meselesi daha çok gündemde kaldı. 

Peki gelelim, Trump’ın yeni kabine üyelerine:

Trump’ın önerdiği yeni dışişleri bakanı Marco Rubio Çin’e karşı sert tutumu ile tanınıyor. Rubio, hem insan hakları hem de jeopolitik çıkarlar açısından Çin’e karşı en Şahin isimlerden biri olabilir. Uygur meselesi, onun Çin politikalarının merkezinde yer alıyor.

Rubio ABD’nın 2021’deki Soykırım Tanımlamasında önemli rol oynayan cumhuriyetçi elitlerden biridir. Haziran 2020’de Trump tarafından yasalaştırılan “Uygur insan hakları”yasasının mimaridir.

2022’de uluslararası bir örgüt olarak kurulan uluslararası Çin’e karşı parlamento üyeleri örgütünün (IPAC) kurucusudur.

Rubio ayrıca Uyghur Forced Labor Prevention Act (Uygur Zorla Çalıştırma Önleme Yasası)’nın Kongre’den geçmesinde çok önemli rol oynayan bir isim. Bu yasa, Uygurların zorla çalıştırılmadığına dair herhangi bir kanıt bulunmaması durumunda, Çin’den gelen ürünlerin ABD’ye ithalatını yasaklamayı öngörüyor.

Rubio, daha önce defalarca ABD’nin yalnızca tek başına değil, aynı zamanda Avrupa Birliği ve Kanada gibi müttefikleriyle birlikte Çin’e karşı bir insan hakları koalisyonu oluşturmasını önerdi; küresel ekonomi üzerindeki etkilerini sınırlamak amacıyla, Çin’in küresel tedarik zincirleri üzerindeki baskısına karşı bir dizi stratejik yasa önerdi.

Rubio, Biden yönetiminin Çin’e yönelik politikalarını sürekli eleştirdi, daha güçlü yaptırımlar ve uluslararası baskı çağrısı yaptı. Özellikle Biden yönetiminin Çin’e karşı daha diplomatik bir yaklaşım sergilemesini eleştirerek, Uygurların durumu için daha hızlı ve sert eylemler yapılması gerektiğini savunmuştu.

Çin yönetimi Ağustos 2020’de Marco Rubio dahil 11 kişiye yaptırım Uygulamıştı.

Trump’ın önerdiği ve Çin’e karşı ikinci kilit isim ise Michael Waltz.

2021’de Uygur meselesinden dolayı Pekin Olimpiyatları’nın boykot edilmesi çağırısında bulunan önemli isimlerden biridir.

Michael Waltz, 2021 yılında kabul edilen Uygur Zorla Çalıştırma Önleme Yasası’nın güçlü bir destekçisidir. 2024’de ABD devlet meclisinde kurulan Uygur grubunun (Uyghur Caucus) üyesidir.

Waltz, Çin’in küresel hegemonya hedeflerini, Çin’in dış politikasını, gizli askeri faaliyetlerini ve Belt and Road Initiative (BRI) gibi stratejik projelerini ABD’nin ulusal güvenliğine karşı ciddi bir tehdit olarak görüyor.

Çin’in Ortadoğu, Afrika ve Güneydoğu Asya gibi bölgelerdeki faaliyetlerini ve bu bölgelerdeki Çin etkisini ABD’nin çıkarlarına karşı doğrudan bir meydan okuma olarak değerlendiriyor.

Trump’ın başbakan yardımcı JD Vance ve CIA direktörü adayı John Ratcliffe gibi isimler de Amerika’nın Çin’e karşı en şahin siyasi figürlerinden sayılabilir.

Cumhuriyetçi Parti genellikle Çin ile rekabeti, ekonomik ilişkileri ve jeopolitik hedefleri ön planda tutarak, insan hakları ihlalleri konusundaki eleştirilerini çoğunlukla ticaret ve stratejik çıkarlar çerçevesinde yapmaktadır. Ama şuan Cumhuriyetçi Parti’nin ekonomik ilişkiler ve jeopolitik hedeflerine Uygur meselesi bir paralellik oluşturmuş durumda.

Cumhuriyetçi adaylar Çin’in Uygurlara yönelik uygulamalarına dair sert eleştirilerde bulundu ve insan hakları ihlallerine karşı yaptırımlar ve yasalar destekledi, ancak bu durum genellikle ekonomik çıkarlar ile jeopolitik dengeyi gözeten bir yaklaşım içinde oldu. Sonuçta Çin’e karşı rekabet ve ticaret savaşında Uygur meselesi bir engel teşkil etmiyordu, aksine cumhuriyetçi parti elitlerinin Çin’e karşı siyasi rekabet ve ticari savaşına Uygun bir insan hakları afişi olarak da  rol oynuyordu.

Trump yönetiminin her ne kadar Çin’e karşı Şahin tutumunu devam edeceği konusunda genel bir kanı olsa da bazı Uygur entelektüeller yine de Trump’a şüpheyle bakıyor. Çin’le ticari bir anlaşma sağlandığı takdirde Trump yönetiminin Uygur meselesini tamamen göz ardı edebileceği uyarısında bulunuyor.

Yıllarca ABD’de ABD-Çin ilişkileri konusunda araştırma yapan tanınan Uygur entelektüel İlshat Hasan bey konu hakkında şöyle diyor:

“ABD dış politikası ABD iç politikasının devamıdır. Trump ABD’yi tekrar güçlendirme sloganıyla seçildi. Uygurlara özgürlük getirmek ya da Çini demokratikleştirmek gibi bir siyasi misyonla iktidara gelmedi. Trump’ın Beyaz Saray’a geri gelme misyonu ABD ekonomisini tekrar canlandırmak. Önceki dört yıla ve yeni kabin adaylarına baktığımızda Uygur meselesinin şu anki uluslararası siyasetteki konumunu muhafaza edebilmesi bile güç olabilir. 

Çünkü Trump Çin’e her ne kadar tehditkâr davransa da Trump’ın siyaset belirleyicileri arasında Çin’le olan adil ticaret anlaşması için insan hakları meselelerini göz arda etmeye hazır bir sürü siyasi figür var. Bu yüzden Uygur mücadelesi gelecek dört yılda büyük sorunlarla karşılaşabilir.”

Trump yeni yönetiminin Ortadoğu ve Ukrayna savaşında ne yapacağı konusunda genel olarak bir bulanıklık ve öngörülemezlik var. Buna nazaran Trump yönetiminin Çin politikasını öngörmek pek zor değil. Ticaret ve teknoloji savaşları tekrar başlayacağa ve ilişkiler gittikçe gerginleşeceğine benziyor. Bu bağlamda Uygur meselesinin ABD’nın dış politikasında tekrar ilgi çekici bir meseleye dönüşebilme potansiyeli bence var.

Dünya solunun Trump’ın insan hakları tutumu üzerinde yoğunlaşan endişesinin tam aksine Trump yönetiminin Uygur meselesine olan ilgisi bu süreçte daha da artabilir. Tabi Uygur meselesini sadece Çin’e karşı bir koz olarak düşündüklerini varsayarsak bu ilgi Çin ile olan bir anlaşmanın akabinde tamamen sona erebilir. Ama ABD iç kamuoyunun Çine karşı tutumu ve Çin’in iç siyasetinin gittikçe radikalleşmesi açısından baktığımızda yakın bir tarihte ABD ve Çin arasındaki gerginliği tamamen yatıştıracak bir anlaşmanın ortaya çıkması da pek olası gözükmüyor.

ABD, Trump yönetiminin Çine odaklanmak için geri çekileceği bölgelerde yaşanacak olan insan hakları ihlalleri ile ilgili meselelerde içe kapanmaya devam edecek gibi gözüküyor. Ama aksine Çin’e karşı mücadelesini güçlendirecek ve destekleyecek meselelerde insan haklarıyla ilgili söylemlerini kendi yönetimi içerisinde daha da güçlendireceğini düşünüyorum. 

Trump Uygur, Tayvan ve Tibet meselesi için bir şans (en azında Çin’deki insan hakları ihlallerine ilgi çekme açısından) olabilir. Aynı zamanda popülist ve pragmatist liderlerde olduğu gibi onlardan gelen şansın her an bir belaya dönüşme ihtimali de var. Trump AB – ABD ilişkileri ve Ukrayna meselesi açısından bir şans olmayabilir, ama dünyanın en katı totaliter rejimi olan Çin’e bir bela olduğu neredeyse kesin gibi.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.