Gürkan Çakıroğlu yazdı: Suriye; Sykes – Picot’a karşı Bahçeli – Öcalan

Ortadoğu’nun modern tarihindeki ilk büyük darbeye sahne olmuştu Suriye 1949 yılında. Tıpkı öncesinde Arap milliyetçiliğinin ilk filizlenişlerine sahne olması gibi. Lakin 1949’la sınırlı kalmadı, ardı arkası kesilmedi askeri müdahalelerin. Düvel-i muazzama bilek güreştiriyordu sanki bu çok sesli ve çok kimlikli topraklarda. Amerika destekli bir darbeyi hemen ardından İngiliz destekli başka bir karşı darbe takip ediyordu. Sovyetlerin sürece dahil olması da fazla uzun sürmedi.

Bu kanlı darbeler dönemi çeyrek asra yakın sürdü ta ki Hafız Esad 1970 yılında iktidarı tek başına eline geçirene kadar. Artık daha kanlı başka bir dönem başlayacaktı. Süper güçler güreşi bırakmış, Sovyetlerin desteklediği ve Amerika’nın onayladığı bir ittifak kurulmuş, Hafız Esad önderliğinde Baas Rejimi tahkim edilmişti. Suriye’nin dahili meseleleri artık tamamen dış güçlerin harici meselelerine göre şekillenecekti. Esad’ın misyonu, iktidarı karşılığında İsrail’in güvenliğini sağlamaktı; siyonizmin bölgedeki Truva atıydı artık Suriye.

Öyle kirli bir rejimdi ki bu, teoride İsrail karşıtlığını dilinden düşürmüyor lakin pratikte İsrail’e hizmet etmekten başka bir şey yapmıyordu. 1967’de içerdeki Esad-Cedid rekabetinde öne geçmek için Golan Tepeleri’nin kaybına neden olan Esad, 1975’de ise Lübnan’a müdahale edecek ve hem Lübnan’a hem de Filistin direnişine ağır yaralar verecekti. İsrail’in güvenliği için Kissenger Planı’nı tatbik etmek Hafız Esad’a düşmüştü.

İnsan haklarının “kutsal koruyucusu” Batı’nın 1982’de on binlerce insanın göz göre göre öldürüldüğü Hama Katliamı’na kayıtsızlığının ardında yatan şer ekseni işte bu idi. Esad rejimi onlar için gerekliydi, kendi halkını yok etmesinin bir önemi yoktu. Dünya sadece onlar için dönüyordu. Sednaya ve benzeri ölüm ve işkence yuvalarında ne yapıldığı onların hiçbir zaman umurunda olmadı. Bu sebeple bugün akıttıkları timsah gözyaşlarının veya kestikleri insan hakları pozlarının Ortadoğu halkları nezdinde bir kıymeti yok. Zira Hafız Esad dün ne ise Binyamin Netanyahu bugün o, Baas Partisi dün ne ise Likud bugün o.

Günümüze gelecek olursak, Arap Baharı ile başlayan iç isyanda Suriye halkı büyük bedeller ödeyerek; halkın rızasını aramayan, onlara zorla ve zorbalıkla hükmeden zalim bir diktatörlüğün prangalarını kırdı. 13 yıldır “direnen” rejim 13 günde düştü. Ordusu halkı değil iktidarı koruyan rejim 8 Aralık 2024’te yıkıldı.

Peki şimdi ne olacak? İslami bir rejim mi gelecek yoksa laik bir yapı mı olacak gibi kıymeti kendinden menkul sorulardan ziyade hak, hakikat ve halk temelli bir düzen inşa edilebilecek mi? Küstahlığı elden bırakmayan, anlayamadığı her şeyi yargılamayı “ahlak” edinmiş sözde muhaliflerimizin endişelerini bir kenara bırakırsak yanıtı ehemmiyet arz eden esas soru budur. Suriye halkları birlikte, müşterek olarak yeni bir rejim kurabilecek mi?

İşte Türkiye tam olarak burada devreye giriyor. Suriye halkını sömürme amacı gütmeyecek, kendi çıkarları için halkı birbirine kırdırmayacak ve kendisi için uydu bir devlet oluşturma zannıyla hareket etmeyecek kardeş bir ses, nefes olabilirse eğer Türkiye, işte o vakit umut var demektir hepimiz için. Suriye için darbelerin ardındaki değil halkın yanındaki devlet olalım. Halkın dahil edilmediği devrime müsaade etmeyelim.

Hak istemekle pay istemek aynı şey değil. Kürtler Suriye’de paylarını değil haklarını istiyorlar. Asırlardır var oldukları ama bir asırdır yok sayıldıkları topraklarda verdikleri mücadele bu. Onların Sykes-Picot ile böldükleri dünyamızı biz Bahçeli-Öcalan ekseninde birleştirelim. Suriye’nin Lübnanlaştırılmasına, Likudnik dünyanın kazanmasına müsaade etmeyelim. PYD’ye, HTŞ’ye ve ÖSO’ya sahip çıktığımızdan çok daha fazla sahip çıkmamız gerektiğini artık idrak edelim.

TSK tankları 10 yıl önce Kobani’de Kürtlerle birlikte IŞİD’e karşı savaşmalı, hem onları hem de bölge insanını korumalıydı. Dün kaçırdığımız tarihi fırsat bir kez daha ayağımıza geldi. Dünün bugünü vardı ama bugünün yarını olmayabilir. Zira bölgedeki enerji birikimi artık boşalma safhasında, yani büyük deprem ve dolayısı ile büyük değişim kapımızda. Telafisi imkansız hatalar yapmayalım.

Retorik hegemonya karşısında müzmin retoriği tekrar etmeyi bırakalım artık: “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında İsrail’in uydusu olarak Kürdistan’ı kuracaklar…” Tamam onların planı diyelim ki bu, bizim planımız ne? Rojava’da Kürt kardeşlerimizi bombalamak mı? Peki bizim bu yaptığımız kime hizmet ediyor? BOP’a hizmet eden tam da bu olmasın?

Türkiye’nin toprak bütünlüğünün korunmasının ve hatta Misak-ı Milli’ye varmasının, Türkiye yüzyılının başlamasının ve İsrail özelinde Likudnik dünyanın yenilmesinin yegane yolu bin yıl önce Malazgirt’te kurulan tarihi Türk-Kürt ittifakının bugün Kobani’de güncellenerek devam etmesinde yatmakta. Sayın Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim çıkışının ve “Abdullah Öcalan Meclis’e” siyasetinin çizdiği istikamet bu.

Gündelik siyasetin popülist diline yenilmeden, büyük bir sorumluluk bilinci ile hareket etmeliyiz. Ancak birlikte kazanabiliriz ve ancak ayrı düşersek kaybederiz. Korkuya yenilmez, kibre kapılmaz ve kompleksleri aşabilirsek Türkiye yüzyılı bizi bekliyor. Başarabilirsek Türkler ve Kürtler kardeşliklerinin bininci yılına dünyada söz sahibi bir devletin refah içindeki eşit yurttaşları olarak girecekler. Allah muvaffak ve muzaffer olmayı nasip eylesin.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.