Medyascope ekibi Şam’da. Esad döneminde kuş uçurtulmayan, iki kişinin yan yana bile gelemediği Şam’daki Emevi Meydanı şimdi yüzbinlerin yeni rejimden beklentilerini dile getirdiği bir meclise dönüştü. Göksel Göksu ve Kaya Heyse’nin izlenimleri.
Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) lideri Golani, asıl adıyla Ahmet el-Şara’nın yönetime gelmesinin üzerinden iki hafta geçti. 13 yıl süren savaşın 12 günde sona erdiği ülkenin başkenti Şam’dayız. Halep’te olduğu gibi, Şam’da da her geçen gün biraz daha azalsa da şaşkınlık hakim. Hâlâ inanamayanlar var Esad yönetiminin devrildiğine, rüyada olduğunu Esad’ın bir köşeden çıkıp karşılarına dikilivereceği hissini yaşayanlar var hâlâ.
- Esad sonrası Suriye: Halep’te sevinç ve korku bir arada
- Halepli bir kadının gözünden yeni rejim: “Meçhul”
Oysa Esad gitti.
Artık karşılarında Golani ile birlikte gelen yeni bir gerçek var.
Gördüğümüz şu: Golani halkı sakinleştiriyor, halkı teskin eden önlemler alıyor. Kentlerdeki heykeller yerli yerinde duruyor, kimsenin yaşam biçimine müdahale edilmiyor.
Kadınlara da karışılmıyor…
Binlerce kişi Emevi Camii’nde ikinci kez saf tutarak cuma namazını kıldı. Namazın ardından ülkenin esaretten kurtuluşunu kutlamak üzere Emevi Meydanı’na akın ettiler.
Aynı saatlerde ben, Kaya Heyse ve mihmandarımız Abir Naeash, Halep’ten Şam’a gitmek üzere yola çıkmıştık. Bambaşka bir Suriye’ydi gördüğümüz. Ne Halep’e benziyordu karşımıza çıkan manzara, ne onlar Emevi Meydanı’na ulaştıktan birkaç saat sonra ancak varabildiğimiz Şam’a. Zaman tünelinden geçer gibiydik Şam yolunda. Hayatın giderek normale döndüğüne tanık olduğumuz Halep’ten distopik bir dünyaya savrulduk adeta. Varın siz hayal edin içinden geçtiğimiz şehirlerin, kasaba ve köylerin ne halde olduğunu.
Karşımıza çıkan her yerleşim yeri, bir öncekinden daha beter; her defasında “Bir insan kendi ülkesine bu zulmü nasıl yapar” sözleri dökülüyor ağzımızdan istemsizce. İdlib’in güneydoğusunda yer alan ve günümüzde hayalet bir kente dönüşen Han Şeyhun bu duyguyu derinden hissettiren yerleşim yerlerinin başında geliyor…
Bugün karşımıza çıkan harabeye dönmüş evlerin bir zamanlar bacasının tüttüğüne inanmak zor. Hayal etmekte bile zorlanıyor insan. Kim bilir 4 Nisan 2017’de buraya düzenlenen kimyasal silah saldırısı sırasında ne yaşandı bu evlerde? Bulunduğu yerde can veren 100’den fazla köylü yemek mi yiyordu o sırada, bir anne yeni doğan bebesini mi emziriyordu, bir başkası odun taşıyordu belki de bacasını tüttürmek için… Katliamdan sonra da Esad rejimi Han Şeyhun’u ele geçirene dek devam etmiş üstelik saldırılar. Boşaltmak zorunda kalmışlar köylerini ve Türkiye’nin yolunu tutmuşlar.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Şimdilerde tüttürecek bir baca bile kalmamış evlerde. Bomboş ve ürkütücü bir görüntüsü var. Nefes alan tek canlıya bile rastlamak mümkün değil, kuş uçmuyor Han Şeyhun’un üzerinde.
Yeri gelmişken sadece Han Şeyhun değil, Suriye’de ayak bastığımız hiçbir yerde şimdiye dek uçan kuşa rastlamadığımı fark ediyorum, gözlerimi istemsizce gök yüzüne çevirirken.
M-5 karayolu boyunca ilerlemeyi sürdürüyoruz zaman tünelinde. Sırada Hama var. İçine girmiyoruz ama banliyösünde görünen manzara aynı; hayalet şehirlerden biri daha karşımıza çıkan. Boş bir arazideki kalabalığa takılıyor gözümüz, aralarındaki HTŞ askerleri dikkatimizi çekiyor. Pazar yeri gibi görünüyor uzaktan, yolumuz uzun, devam ediyoruz…
Zeytin Dalı bölgesinden Halep’e gelene kadar delik deşik yollarda sarsıla sarsıla ilerlediğimizi düşününce, M-5 karayolunun tüm yerleşim birimlerini yerle bir eden bombalardan nasıl olup da etkilenmediğini düşünmemek elde değil. Bakımlı olmasa da bir otoban üzerinde ilerlemek iyi geliyor onca sarsıntıdan sonra. Cevabı bilmiyoruz ama tahmin yürütüyoruz kendi aramızda, ne de olsa yolun sonu Şam’a açılıyor! Nedeni bu olsa gerek!
Daha konuşmamız bitmeden karşıyı göstererek “Burası El-Rastan” diyor Abir. Korku tünelinden geçer gibi karşımıza dikilen binalara dikiyoruz gözlerimizi. Üzerinden geçtiğimiz köprü de aynı film sahnesinin bir parçası sanki. Her şey çok tuhaf. Köprüden geçerken insansızlaştırılmış bir geçitteymişsiniz hissine kapılsanızda, her şeyin her an değiştiği topraklarda olduğumuzu anlamamız çok uzun sürmüyor. Burnumuza çarpan mazot kokusuyla kendimize geliyoruz. Peşi sıra da karaborsa mazot satanlar beliriveriyor yol kenarında. Bidon bidon mazot satanlardan başka da kimse yok ortalıkta. Şam’a giden yol boyunca değişmiyor bu manzara. Mazot sıkıntısı var ve bu durumu bilenler arabasını çekip yol kenarında deposunu doldurup öyle devam ediyor.
Birbirine uzak değil yerleşim yerleri. El-Rastan’ı geçince Telbise’yi geçip Humus’a varıyoruz. Burada da durum farklı değil, manzara aynı. Şam’a giden yolda sağlam kalan tek bir yerleşim yeri yok.
Humus’un tek farkı kent içinde ilerledikçe yaşam belirtilerinin başlıyor olması. Girişteki devasa enkaz yığınları, tam ortasında bomba patladığı ve geriye sadece iskeleti kalmış binaların arasından geçerek girdiğiniz kent, oradan hızla uzaklaşma hissi veriyor insana. Oysa o harap binaları geçtikten sonra sokaklar hareketlenmeye başlıyor. Ara sokaklarda tek tük HTŞ askerleri görünüyor, ana caddede ise gündelik yaşama ayak uydurmaya çalışanlar var sadece… Suriye’ye girdiğimizden bu yana evinin önünde oynayan çocuklarla da ilk kez burada karşılaşıyoruz.
Halep’te olduğu kadar değilse de Humus’ta da sokakların hareketlendiğini söylemek mümkün. Yine de henüz Halep’te olduğu gibi dolaşılabilecek rahatlıkta değil. Ne binalar güven veriyor insana ne de sokaklar.
HTŞ’nin Halep’ten sonra ele geçirdiği ikinci kent burası. Alevi nüfusun yoğun olması ve Esad yanlılarının sayıca çokluğu nedeniyle Suriye’deki herkesin gözü bu kentteymiş o günlerde. “Humus’u aldıklarında kimseye bir şey yapmazlarsa, artık katliam olmaz” diyormuş HTŞ’nin ilerleyişini korkuyla izleyenler. Çünkü daha önce Alevilerin yoğun yaşadığı bir yere hiç girmeyen HTŞ, Humus’ta da kimseye dokunmayınca rahat bir nefes almışlar. Bir anlamda ülke geneline yayılan korku dalgasının kırılması HTŞ’nin bu kentte sergilediği tutum sayesinde dinmiş. O zaman anlamışlar yeni bir katliam yaşamayacaklarını.
Humus’u geride bırakıp devam ediyoruz yola. İklim yeniden değişiyor. Şam’a yaklaştıkça, yıkık dökük kasabalar giderek seyreliyor. Yollarda kaldırılmayı bekleyen tek yük tank ya da askeri araç göze çarpsa da çoğu kaldırılmış.
Yol üzerindeki dinlenme tesisleri de yavaş yavaş açılmaya başlamış. “Bir kahveyi hak ettik” deyip mola veriyoruz ilk bulduğumuz yerde. O sırada yükünü tutmuş bir kamyonete takılıyor gözüm. Kamyonetin tepesindeki yükünü denkleştiren adama sesleniyorum, “Türkiye’den mi dönüyorsun” diye. 8 yıldır Türkiye’deymiş, Sakarya’da. “Evet” diye cevap veriyor Türkçe konuşarak. Ailesi önceden gitmiş zaten, geride kalan akrabaları da dönecekmiş o da İdlib’teymiş bir süredir. Evini barkını ayarlamış önden gidenler.
O an içinden geçtiğimiz yerleşim birimleri geliyor gözümüzün önüne. “Diğerleri nereye dönecek?” diye soruyoruz birbirimize, yerle yeksan olmuş yaşadıkları yerler. Savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınanlar her ne kadar “Artık dönecek bir vatanımız var” sevinci yaşıyor olsa da, şimdilik dönecek bir evi yok büyük çoğunluğun.
HTŞ’yi soruyoruz sığındığı ülkeden sevinç içinde vatanına dönen Suriyeli’ye ama anlamıyor, Heyet Tahrir eş-Şam demek gerekiyor. Gözlerinin içi parlıyor duyunca, “Onlar arkadaş, bi şey olmaz” derken ağız dolusu bir gülümseme kaplıyor yüzünü. Suriyelilerin duyduğu tedirginliği Esad’ın yaptığı olumsuz propagandaya bağlıyor. “Peki ya kadınlar, onlar neden korkuyor?” diyecek oluyoruz, İdlib’teki kadınların sürdürdüğü yaşamı teminat olarak sunuyor, “Bak kadınlar ne kadar rahat orada, burada da rahat olurlar” diyerek. “Ya zorla örtünmelerini isterse HTŞ?” diye soracak oluyoruz, “Yok” diyor, “Zorlamaz kimseyi, telkinde bulunur ama zorlamaz…”
O sırada kahvelerimiz de bitiyor, vedalaşıp ayrılıyoruz dinlenme tesisinden. Artık Şam’a varmak üzereyiz ve heyecanlıyız. Çünkü ülkedeki hemen herkes Şam’dan gelecek haberlere kulak kesiliyor. Kararlar orada alınıyor, geçiş süreci orada şekilleniyor…
Şam girişinde bu kez Harasta çıkıyor karşımıza. Hükümet karşıtı protestolarıyla tanınan Harasta, 2012’de karadan ve havadan ağır saldırılara uğradı. Sonrasında kah hükümet kontrolüne geçti kah muhaliflerin eline. Suriye Ordusu 2014’te kimyasal saldırı da düzenlediği bölgeyi, 2018’de tamamen ele geçirdi.
Şam yolunda, 13 yıl boyunca yaşanan savaş ikliminin özeti gibi duran yerleşim yerinde taş üstünde taş kalmamış denilse yeri var. Moloz yığınına bakıp da bir zamanlar buralarda nasıl bir yerleşim yeri olduğunu kestirmek imkansız.
O yığının arasındaki HTŞ’nin oluşturduğu kontrol noktalarını aşıp da Şam’a girdiğinde bir çağdan bir başka çağa geçmiş gibi oluyor insan.
İşin içinde merak da olunca hızla yeni bir sayfa açılıyor Şam’a girişte. Emevi Meydanı’nda aklımız. Bir an önce rotamızı meydana çeviriyoruz. Ama gitmek kolay değil, meydana giden yollar tıkalı. Farklı yollardan gitmeyi denerken, Abir, Beşar Esad’ın boşalttığı sarayı gösteriyor eliyle, “Utanmadan adını da halk sarayı koymuştu” diyerek. Öfkeleniyor bunu söylerken.
İki hafta öncesine kadar içinde oturduğu saray şu günlerde hakikaten adının hakkını veriyor. Şam’ın tamamını gören epey yüksek bir tepede öylece duran saray günlerdir halka açıldı ve Suriyeliler onlar cefa çekerken Esad’ın sefa sürdüğü yaşamı gidip kendi gözleriyle görüyorlar. Görkemli bir girişi var sarayın yol üzerinde ama, o kapıdan geçenlerin saraya ulaşması için epey bir yol kat etmesi gerektiği dışarıdan bakıldığında bile görünüyor.
Tarihi dokusu, kendi renklerini barındıran semtleri, o semtleri birbirine bağlayan bulvarları ve yollarıyla kendine has kimliği olan bir kent burası. Suriye’nin diğer illeri ile kıyaslanamayacak apayrı, eşsiz bir havası var. Ama dün (20 Aralık) her zamankinden daha kalabalık her yer. Buralar böyleyse ulaşmaya çalıştığımız Emevi Meydanı nasıldır kim bilir?
Sonunda arabayı park edip bir taksiye binmek zorunda kalıyoruz, taksiciden bizi meydana en yakın noktaya bırakmasını isteyerek.
Evet, taksiler çalışıyor.
Bir hafta öncesine kadar hayatın durma noktasına geldiği Şam’da kepenkler kaldırılmış.
Su ve elektrik hâlâ kontrollü verilse de, caddeler kısa aralıklarla yerleştirilen dev jeneratörler sayesinde aydınlatılıyor olsa da, pastaneler, lokantalar, bakkallar, kuyumcular, vitrinlerinde rengarenk giysilerin sergilendiği mağazalar birer ikişer açılmış ve hayat normal akışına dönmeye başlamış kentte.
Meydana doğru ilerlerken muhabbetin koyulaştığı masalarda kadınlı erkekli çay kahve içilen pastanelerin arasından geçiyoruz. Herkesin elinde yeni Suriye bayrağı var. Kimsede tedirginlik yok. Taksiden inip kalabalığı yara yara ilerlemeye çalışıyoruz olabildiğince. Biz meydana ulaştığımızda Emevi Camii’nde ikinci kez kılınan cuma namazı çoktan bitmiş, camiden çıkıp da meydanı dolduranların yerini yenileri almıştı bile. Havai fişekler patlıyor durmaksızın, dolup dolup boşalan meydanda. Esad rejiminin devrilmesinin ardından artık halkın buluşma noktası haline gelen Emevi Meydanı’nda, baskı ve zulümle geçen 61 yılın acısı çıkarılıyor adeta. Oysa etrafı bakanlıklarla çevrili Emevi Meydanı’nda iki hafta öncesine kadar sadece Esad yanlıları yaşayabiliyormuş bu coşkuyu. Şimdi hafta içi kalabalık daha azalsa da her kesimin gelip “Özgür Suriye” talebini haykırdığı bir alana dönüşmüş.
Bir tarafta HTŞ askerlerinin elindeki silahı alıp onlarla fotoğraf çektirenler, bir tarafta “Din devleti değil demokrasi istiyoruz” diyerek sloganlar atanlar… Daha dün “Din Allah’ın, vatan herkesindir”, “Suriye, özgür ve laik bir devlet” sloganları atılmış aynı meydanda. Geçici hükümetin ardından kurulan “Suriye kültür grubu”nun yüzlerce üyesi meydana gelip HTŞ askerlerinin önünde atmış bu sloganları. Aralarında sanatçıların da bulunduğu toplulukta iki hafta öncesine kadar Esad hükümetine destek verdiği bilinenler ile baştan beri rejime muhalif olanlar arasında slogan atışması bile yaşanmış.
Öteden beri muhalif olanlar “Biz bedel öderken siz neredeydiniz?” diye eleştiriyor diğerlerini. O eleştiriler Emevi Meydanı’nda bile kendisini gösterir olmuş.
Kimi din devleti istemediğini haykırıyor meydanda, kimi her kesimin özgürce yaşadığı bir ülkede yaşamak istediğini.
Zaman zaman aynı talebi farklı sloganlarla dillendirerek atışan grupları HTŞ askerlerinin sakinleştirdiği bile oluyor… Elindeki mikrofonla “Sakin olun. Dini bir devlet değil herkesi kucaklayan herkesi eşit gören bir ülke kurulacak bundan emin olabilirsiniz” diye sesleniyorlar kalabalığa. Herkes şaşkın yaşananlar karşısında…
Yeni yönetimin ülke genelindeki tüm kurumlara tebliğ ettiği söylenen bir karar dolaşıyor elden ele… 11 Aralık’ta gönderilen karar göre “Mezhepçi kışkırtıcı söylemler, Şebbiha (Esad’a bağlı sivil milis güçler için kullanılıyor) kelimesinin kullanılması, kişilerin Esad yanlısı olmakla suçlanması yasaklanmış. “Suriye’de tüm suriyelileri kucaklayan yeni bir sayfa açtık” diyen kararın son maddesinde bu karar uymayanlara altı ay hapis cezası verileceği yazılı.
Yeni yönetimin adımlarını dikkatle izleyenler için bu adımlar hem sevindirici, hem de hâlâ güven sorunu yaşıyorlar, Golani’nin samimiyetine inanmak isteyerek “temkinli iyimserlik”lerini elden bırakmıyorlar.