Medyascope ekibi Şam’ın 30 kilometre kuzeyinde yer alan, Esad rejimine karşı çıkanların gidip de bir daha dönemediği Sednaya Hapishanesi’ndeydi. Göksel Göksu ve Kaya Heyse’nin izlenimleri.
Esad rejiminin devrilmesinin ardından Golani liderliğindeki geçici HTŞ hükümetinin ilk icraatlarından biri cezaevlerini boşaltmak oldu. Medyascope, Esad rejimine karşı çıkanların gidip de bir daha dönemediği Sednaya Cezaevi’ndeydi.
Rejimin uyguladığı baskının simgesi haline gelen cezaevinde o puslu günleri, hâlâ yakınlarını arayanlar ve 8 Aralık’ta özgürlüğüne kavuşup bugün HTŞ üniformasıyla kaldığı cezaevini görmek için gelenler anlattı:
“Kuzenim Mart 2012’de alındı. Bir süre sonra da kim olduğunu bilmediğimiz kişiler diğer akrabalarım Halid, Ferhun ve Cevdet ‘i götürdü. O dönemde Şebbiha vardı (Asker üniforması giyinerek rejim için çalışan siviller). Kim olduklarını bilmemize imkan yoktu zaten. Üç kardeşten de kuzenimden de bir daha haber alamadık.”
Bu sözler, girişinde artık “Unutmayacağız, affetmeyeceğiz. Burası bir insan mezbahası” yazan ve 8 Aralık sonrası tutukluların serbest bırakıldığı Sednaya Cezaevi’ne gelen bir kişinin ağzından dökülüyor.
Serbest bırakılanlar arasında yakınları bulunmuyor. Hâlâ başlarına ne geldiğini öğrenememişler. Ancak inatla cezaevi cezaevi dolaşarak onları aramayı sürdürüyor ve akıbetlerini öğrenebilecek belgelere ulaşmaya çalışıyor.
Hama’da yaşıyorlarmış. “Hiçbir suçları yoktu” diyor anlatırken. Yakınları, Alevi ve Sünnilerin yan yana olduğu köylerden birinde evlerinden alınmış. “İçten içe gidenlerin geri gelmeyeceğini bilsek de aramaktan vazgeçmedik” diyor.
“İnsan mezbahası Sednaya”
İnsan hakları kuruluşları, Sednaya Cezaevi’ni “insan mezbahası” olarak tanımlıyor. Yıllar boyunca Suriye ordusu ve askeri istihbaratın denetimindeki hapishanenin çevresindeki kalın ve yüksek duvarların ardındaki sır, 8 Aralık’a kadar gün yüzüne çıkmamıştı. Ancak yeni yönetim, cezaevindeki belgeleri toplayarak Beşar Esad’ın uluslararası mahkemede insanlık suçlarıyla yargılanması için hazırlıklara başladı.
Baba Hafız Esad döneminde kurulan ve oğul Esad döneminde giderek büyüyen Sednaya Cezaevi, 2011’deki iç savaşın başlamasıyla birlikte siyasi tutukluların korkulu rüyası haline geldi. Eli silah tutan tutmayan, tüm rejim karşıtları ve sesini yükselten herkes, Sednaya’da simgeleşen ancak sadece Sednaya ile sınırlı olmayan farklı hapishanelere götürüldü.
Yakınları, onları alıp götürenlerin kim olduğunu ve nereye götürüldüklerini yıllar boyu öğrenemedi. Zaman zaman serbest bırakılanlar olsa da tutuklananların büyük çoğunluğundan bir daha haber alınamadı. Kayıtlara göre Suriye’deki iç savaşın başladığı 2011’den 2018’e kadar Sednaya Cezaevi’nde ölenlerin sayısı 30 binden fazla. Oradan kurtulmayı başaran tutukluların anlattıklarına göre bu ölümlerin büyük kısmı infazdan kaynaklanıyor.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Özellikle tutuklamaların hız kazandığı 2011-2015 yılları arasında, kamyonlara doldurularak cezaevlerine getirilen tutuklular, hücrelere balık istifi gibi yerleştiriliyordu. Hücrelerde yer kalmadığında ise günde 50 kişiyi bulan toplu infazlar gerçekleştiriliyordu.
Şimdi ise ülkenin dört bir yanından, yaşadıklarının perde arkasını görmek istercesine herkes bu cezaevine geliyor. Duvarlara sinen kan kokusunu ciğerlerine çekerek, demir parmaklıkların ardında neler yaşandığını hissetmeye çalışıyorlar. Sergilenircesine açıkta duran dev pres makinesine bakarak, kimlerin işkence çeke çeke öldürüldüğünü anlamaya gayret ediyorlar.
Bir de içeride o süreci bizzat yaşayıp, Esad yönetiminin devrilmesinin ardından Golani liderliğindeki geçici hükümetin cezaevinin kapısını açarak serbest bıraktığı tutuklular var. Mayıs 2024’te HTŞ’li olduğu için tutuklanıp, Sednaya’dan iki bin 500 kişiyle birlikte sağ salim kurtulan biri, bu kez yeniden giyindiği HTŞ üniformasıyla o cezaevinde karşımıza çıktı. Karanlığa gömülen hücreleri, tıpkı bir rehber gibi kendi tanıklıklarıyla birleştirerek hem gösterdi hem de anlattı.
Yerde yığın halde duran elbiselerin üzerine basarak “Şimdi yerde kıyafetler olduğuna bakmayın, buraya atmışlar ama burası aslında işkence odasıydı” diyerek bizi hiçbir penceresi olmayan genişçe bir odaya götürdü.
“Pres makinesinde işkence yapılıyordu”
Ardından yeni yıkıldığı belli olan bir duvarı aşarak binanın dışına çıkıp bir başka yere geçiyoruz. Karşımıza da bir pres makinesi çıkıyor. Günlerdir yayın kuruluşlarının hemen her yayında gösterdiği pres makinesine bakınca insanların bu makinede can verdiğini düşünmek bile üzerimizde sarsıcı bir etki bırakıyor. Ama HTŞ askeri anlatmaya devam ediyor:
“40 ton ağırlık basabiliyor bu pres makinesi. Tutukluları canlı canlı buraya yatırıyor, sonra sıkıştırıyorlardı. İşkence yapılıyordu. Testereyle kesiliyor, parçalanıyordu insanlar burada.”
Burnumuzda hissediyoruz kokuyu…
“Bu katta aldığınız kokunun nedeni birçok insanı bu alanda can vermesiydi. Cesetler bazen üç – dört gün sonra kaldırılıyordu. Bu katta aynı zamanda hücreler de var. Hücrelerdeki insanlar ceset kokusu içinde tutuluyordu” diye devam ediyor.
Sednaya’dan ayrılırken gözümüz dev demir kapının çevresindeki kayıp ilanlarına takılıyor. Bu yüzler, hiç tanımadığımız ve hiçbir zaman tanıyamayacağımız akıbeti meçhul kişiler… Kim bilir ne yaşadılar. Suç işlemiş olsalar bile kendilerine karşı işlenen insanlık suçundan daha ağır nasıl bir suç işlemiş olabilirler? Bu düşüncelerle Sednaya’dan ayrılıyoruz.