Eski “Akil İnsanlar”ın gözünden yeni süreç (18) | Levent Korkut: “Kalıcı barışa olan yol daha uzun”

Yeni çözüm sürecini eski akillerle konuşmaya devam ediyoruz. Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi’nin kurucularından Levent Korkut, aynı örgütün Türkiye Şubesi Başkanlığı’nı yürüttü ve Uluslararası Yönetim Kurulu üyesiydi. 2012-2016’da Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun bünyesinde kurulan İnsan Hakları Kurulu’nda görev yaptı. 2005’te kurulan İnsan Hakları Ortak Platformu çalışmalarına destek vermeyi sürdüren Korkut, halen kuruluşuna katıldığı Sivil Toplumu Geliştirme Merkezi’nin yönetim kurulu başkanlığı ile Barış Vakfı’nın yönetim kurulu üyeliğini yürütüyor. İstanbul Medipol Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde akademik yaşamını devam ettiren Korkut’un hukuk teorisi, sivil toplum, anayasa hukuku, insan hakları, ayrımcılık, eşitlik gibi konularda kitap, makale, rapor ve çevirileri bulunmaktadır. 2013’te açıklanan barış sürecini yönetecek 63 kişilik listeye Marmara Bölge Temsilcisi olarak giren Levent Korkut, yeni çözüm sürecini Göksel Göksu’ya değerlendirdi. 

Levent Korkut yeni çözüm sürecini Göksel Göksu'ya anlattı
Yeni çözüm süreci: Levent Korkut Göksel Göksu’nun sorularını cevapladı

“Birçok süreç siyasi liderler istediği için değil, sahanın gereksinimleri ve ihtiyaçlar zorladığı için inşa edildi”

  • 2013’te MHP, AKP’nin başlattığı çözüm süreci için “ihanet” nitelemesi yapıyordu bugün ise sürecin kapısını aralayan bizzat MHP lideri Devlet Bahçeli oldu. Süreçten beklentiniz nedir?

Levent Korkut: Hiç umulmayan aktörlerin barış girişimlerine ön ayak olmaları görülmedik bir durum değil. Kolombiya’da 2006 yılında Birlik Partisi Başkanı Uribe’nin yeniden seçilmesinden sonra Juan Manuel Santos, Millî Savunma Bakanı olarak atandı ve Başkan Uribe’nin güvenlik politikalarını savunmaya devam ederek FARC ve Kolombiya’da faaliyet gösteren diğer gerilla gruplarına karşı güçlü ve sert bir duruş sergiledi.

2010 seçimlerinde başkan seçilen Santos, 2016 yılında FARC ile barış anlaşması imzaladı ve aynı yıl Nobel Barış Ödülü’nü kazandı. Kimse onun gibi “şahin” bir politikacıdan 1965’ten beri devam eden ve defalarca başarısız barış süreci yaşanan bir çatışmada pozitif rol oynamasını beklemiyordu. Örnekleri artırabiliriz. Güney Afrika’da de Klerk, Filipinler’de milliyetçi Duterte yine kendilerinden barış rolü oynaması tahmin edilmeyen kişilerdi.

“Barış girişimi belirsizliklerle dolu bir patikada ilerlemeyi, retorikten ayrılmayı, toplumu ikna etmeyi gerektirir”

Bu kişiler belki ideal roller üstlenmediler ama kendi siyasi geleceklerini riske attılar ve girişimleri sonuç verdi. Barış girişimleri siyasi riski yüksek faaliyetler arasındadır. Siyasi liderler belirsizlikler içeren konulara girmek istemez, kendi politikalarına zıt söylemlerden uzak durmayı yeğlerler. Barış girişimi ise doğası gereği belirsizliklerle dolu bir patikada ilerlemeyi, dikkatli olmayı, retorikten ayrılmayı, sadece takipçileri değil genel olarak toplumu ikna etmeyi gerektirir. Liderler, destekçilerine rahatsız edebilecek gerçekleri söylemeye, eleştirileri göğüslemeye, sabırlı olmaya ve ihanetlere katlanmaya hazır olmalıdır. Barışa kapı açmak yapılması en kolay olanın yapılması gereken en doğru şeyle çeliştiği bir sürece girmektir. Siyasi pragmatizm kolaya kayma eğilimindedir ama kolay olanı tercih ederek barışı tesis edemezsiniz.

Bu beklenmedik kişiler listesine Bahçeli de eklendi. Bu durumu negatif değil, pozitif okuyanlar arasındayım. Önemli yol kazaları yaşanmadığı sürece farklı kesimlerin birlikteliği süreçleri güçlendiriyor, dar siyasi çıkarların ötesine geçilmesini sağlıyor. Belli bir ısınma noktasına gelindiğinde ise artık hiçbir aktör tek başına süreci sonlandırma girişiminde bulunamıyor.

Barışı savunanların barışa giden yolda her fırsatı değerlendirmeleri gerekir. Birçok süreç siyasi liderler istediği için değil, sahanın gereksinimleri ve ihtiyaçlar zorladığı için inşa edildi. Türkiye’de de durum farklı değil. Doğaldır ki barış savunucularının tek yanlı olmamak kaydıyla olan bitenle ilgili yapıcı eleştirileri, değerlendirmeleri, uyarıları olacaktır. Üyesi olduğum ve yönetiminde bulunduğum Barış Vakfı ve insan hakları örgütleri ile hak temelli çalışan tüm sivil toplum örgütlerinin bu olgun katkıları vereceğinden eminim. Kişisel beklentilerim kısa ve uzun vadeli olarak iki başlıkta toplanabilir. Kısa vadede üzerinde anlaşmaya varılan bir zeminin oluşarak silahın devreden çıkarılması, uzun vadede ise özellikle ilk çözüm sürecinin başarısızlığı üzerine girilen patikadan çıkılarak Türkiye’nin tüm sorunlarına diyalog, karşılıklı anlayış, eşitlik ve adalet temelinde özgürlükçü yaklaşımların geliştirildiği katılımcı demokratik ortamın oluşması.

Yeni çözüm süreci: “Öyle görünüyor ki belli aşamalarda Erdoğan devreye girerek tempoyu kontrol edecek”

  • Bahçeli ön safta görünüyor olsa da, 2024 Ekim’inden itibaren başlatılan sürecin oyun kurucusu Cumhurbaşkanı Erdoğan. Sizce Erdoğan sürece dair neden daha az konuşuyor?

Levent Korkut: Barış süreçlerinin ilk dönemi devlet adına hareket edenlerin duruma hakim olduklarını, karşı tarafın da henüz tükenmediğini gösterme ihtiyacında oldukları kritik bir dönemdir. Devletlerle silahlı çatışmaya girenler çatışmayı sonlandırmanın kendi güçsüzlüklerinden kaynaklanmadığını ispatlamak amacıyla eylemlerini yoğunlaştırabilir. Çoğu örnekte bu dönemde silahlı çatışmaların arttığı da bir vakıadır. Santos 2010’da iktidara geldiğinde diyalog kapılarını açarken aynı yıl FARC lideri öldürüldü. IRA Hayırlı Cuma Anlaşması’nın imzalandığı Nisan 1998’den dört ay sonra en fazla ölüme yol açan eylemini gerçekleştirdi. Devletin özel anti-terör güçleri ve ETA en kanlı çatışmalarını yüzde 82 gibi bir çoğunlukla referandumdan geçen, Bask bölgesinde de yüzde 72 destek bulan ve ciddi bir demokratikleşme paketi içeren anayasanın yürürlüğe girmesinden sonra, “Kirli Savaş” olarak adlandırılan dönemde gerçekleştirdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki döneme göre çok daha temkinli bir şekilde hareket ediyor. Aynı ülkede birden fazla süreç gördüğümüz örnek çok olmakla birlikte, aynı iktidar tarafından birden fazla süreç yaşanan bir örnek, en azından benim bildiğim kadarıyla yok. Barış girişimi bu nedenle Bahçeli’nin inisiyatifi ile gündeme geldi. Ben iki lider arasında bir temel farklılık olduğunu düşünmüyorum. Tam tersine iktidar kanadının konuyu düşündüğü ve planlı hareket ettiği görüşündeyim. Cumhurbaşkanı’nın arkada durmasının farklı nedenleri olabilir. Bir kez daha başarısız olma endişesi, Suriye ile ilgili süregiden uluslararası müzakerelerin gerektirdiği siyasi stratejik tutum, vatandaş desteğini koruma arzusu, ayrıntılardan çok tempoyu belirleyen bir konumda olmayı tercih etme geride durmanın nedenleri olabilir. Erdoğan 15 Ocak’taki grup toplantısında Ekim’den beri olan gelişmeleri ve Bahçeli’nin girişimini destekleyen bir konuşma yaptı. Öyle görünüyor ki belli aşamalarda Erdoğan devreye girerek değerlendirmelerde bulunacak ve tempoyu kontrol edecek.

Levent Korkut: “Bahçeli, geleceğe pencere açabilecek bir çağrıda bulundu”

  • 2013 yılında başlayıp 2015’de sona eren çözüm sürecinin temel amacı, silahların bırakılması, barış ortamı ve toplumsal bütünleşmenin sağlanmasıydı. Bugün de hedef aynı olsa da koşullar çok değişti. 2013’te mi daha iyimserdiniz bugün mü daha iyimsersiniz?

Levent Korkut: 2013 Çözüm Süreci’nin önemli zaaflarından başında hem devlet kurumlarının hem de HDP’nin kendi içlerindeki sorunlardı. Örneğin akil insanlar sürecinde bazı yüksek kamu görevlileri canla başla çalışırken diğerlerinin adeta ayak sürümeleri, süreçle uyumlu hareket etmemesi, farklı kurumların farklı yönelim sergilemesi bizzat yaşadığımız olaylardı. HDP içinden de sürecin gelişimi ve geleceği ile ilgili çok farklı açıklamalar yapılıyordu. Ekim 2024’den itibaren gerek hükümet kanadında gerekse Öcalan ile görüşmeyi gerçekleştiren heyetin açıklamalarında daha disiplinli bir tutum alındığını görüyoruz.

Yeni girişimin bir başka olumlu yönü ise en azından TBMM’de temsil edilen siyasi partilerle diyalog kurma isteğidir. 2013’de oluşan süreç karşıtı bloğu ikna etmeye yönelik bir çaba gösterilmedi, oluşturulan akil insanlar heyetinde bu kesimleri temsil eden kanaat önderlerine yeterince yer verilmedi ve TBMM’nin süreç içindeki işlevi tanımlanmadı. Benzeri süreçlere baktığımızda yasama organının doğası gereği operasyonel işlevler üstlenemeyeceğini söyleyebiliriz. Ancak yasama organındaki siyasi partilerle, hatta yasama organı dışında kalan ancak önemli rol oynayabileceği düşünülen siyasi partilerle diyalog kanallarının oluşturulması, daha ileri aşamalara geçildiğinde gündeme gelecek düzenlemelerin mümkün olan en fazla çoğunlukla parlamentodan geçmesini sağlayacağı gibi, kamuoyuna yapılacak açıklamaların olumlu havasını güçlendirecek, vatandaşların bakışını olumlu etkileyecektir.

Önceki çözüm sürecinin başka bir önemli sorunu oluşturulan açık uçlu ve esnek müzakere ortamıydı. Böyle bir müzakere biçiminin aktörleri masada tutma gibi bir avantajı bulunsa da gerek aktörler arasında gerekse toplumda güven oluşmadan böyle bir yöntemin denenmesi riskliydi. Vatandaşlar ne alınıp verildiği başta olmak üzere sorularına net yanıtlar bulamadı. Masadaki aktörlerin hepsi süreçten farklı bir şey anlıyordu. Telaşlı ve dağınık bir süreç kendisinden beklenenleri vermek bir yana daha fazla sorunun sorulmasına neden oldu. Akil insanların çalışmaları toplumda bir yumuşama ve karşılıklı anlayış ortamını oluşturmaya hizmet etse de temel sorulara tatmin edici yanıtların oluşmasına katkı sunamadı, zaten işlevi de bu değildi.

“Silahların sustuğu etkili ve güven yaratan bir diyalog oluşursa, toplumun hazır olduğu bir siyasi ortam yaratılabilir”

Günümüzde daha önce olan esneklik ve açıklık yerini dar bir çerçeveye bırakmış durumda. Geleceğe pencere açabilecek bir çağrıda bulundu Bahçeli. Eğer ilgili tüm aktörler bu çağrıdan hareketle olumlu katkılar sunar ve en azından silahların sustuğu etkili ve güven yaratan bir diyalog oluşursa genel olarak toplumun hazır olduğu bir siyasi ortamın yaratılması mümkün olabilir.

Bununla birlikte olumsuzluklar üzerinde de durmak gerekir. Biri ülke içi diğeri uluslararası alanla ilgili iki tehdit alanından bahsedebiliriz.

2013’te İktidarın demokratik desteği daha güçlüydü. Türkiye, ekonomik, siyasi ve sosyal bakımdan daha rahat ve elverişli bir atmosfer içindeydi. Demokrasi ve hukuk devleti tartışmaları daha az yapılıyordu. Avrupa Birliği’ne girme umutları büyük oranda akamete uğramış olsa da hala varlığını korumaktaydı. 2014 yılından sonra yaşananlar Türkiye’yi başka bir konuma taşıdı. Böyle bir konumda, üstelik toplumdaki diğer sorunları gündeme almayan bir umut penceresi ancak adım adım, barışın yaratacağı havanın sıcaklığı ile açılacak yeni pencerelerle genişletilebilir.

2013-2015 sürecinde Suriye’deki durum giderek kötüleşiyordu. Bu süreci de başlatan faktörlerden biri, günümüzdeki kadar olmasa da Suriye’deki gelişmelerdi. ABD’nin Suriye’de Kürtlerle birlikte bir hat oluşturması, Rusya’nın Esat rejimini koruma altına alması, İran’ın Rusya yanında rejimi desteklemesi ve silahlı birliklerini bölgeye göndermesi, Türkiye’nin ciddi bir mülteci hareketine maruz kalması süreci derinden etkileyen gelişmelerdi. Süreç içindeki aktörler, süreçten çok bu gelişmelerin kendi geleceklerini nasıl etkileyeceklerini düşünmeye başladılar.

“ABD Ortadoğu’da istikrarsızlığı engelleyecek bir çözüme hayır demeyecek ancak İsrail’in çıkarlarına aykırı bir oluşuma da sıcak bakmayacaktır”

İktidar Suriye’nin girdiği kaos ortamında yeni bir Kürt bölgesinin oluşumundan, özellikle de ABD’nin bugün SDG/YPG olarak adlandırılan yapıyla ilişkisinden endişe duyuyordu. Durumu belki en iyi dönemin ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun kaleme aldığı anılarından anlıyoruz. Pompeo, İbrahim Kalın ve Hakan Fidan’la Beyaz Saray’da yaptıkları görüşmede İŞİD’i ezmek için Suriye’de Kürtlerle birlikte çalışacaklarını ifade ettiğinde, bir odada bu kadar çabuk öfkenin patladığını hiç görmediğini, Kalın ve Fidan’ın hızlıca görüşmeden ayrıldıklarını ifade etmişti.

Günümüzde devletlerin tutumunda fazla bir değişiklik yok gibi gözükse de alandaki gelişmeleri göz ardı etmemeliyiz. Esad rejimi yıkıldıktan sonra, Ortadoğu’daki diğer çatışmaların da etkisiyle Rusya ve İran, Suriye üzerindeki kontrollerini yitirdiler. Ayrıca, 2012’den beri rejime karşı mücadele eden güçler HTŞ önderliğinde yönetimi ele geçirdi. Şimdi masada Suriye’nin yeniden yapılanması sorunu var. ABD Ortadoğu bölgesinde istikrarsızlığı engelleyecek bir çözüme hayır demeyecektir. Ancak, kendi ve özellikle de İsrail’in çıkarlarına aykırı bir oluşuma da sıcak bakmayacaktır.

“Bahçeli önderliğinde başlatılan barış girişiminin temel dinamiğini Suriye oluşturuyor”

Devletler arası çatışmaları bir kenara bırakacak olursak, dünyada mevcut çatışmalar içinde uluslararası politikanın bu denli işin içinde olduğu bir başka örnek bulmak zor. Daha birkaç ay önce ABD’nin yanında Rusya, İran, Suriye, Irak, İsrail konuyla ilgili bölgesel ve küresel güçlerdi. Bugün baktığımızda ise Suriye’de rejim değişmiş, Rusya, İran ve Irak merkezi idaresinin Suriye’ye müdahale olanakları kalmamış gözüküyor. Aktörlerin azalması ilerleme sağlanabilmesi için olumlu değerlendirilebilir. Zaten Bahçeli önderliğinde başlatılan barış girişiminin temel dinamiğini de Suriye oluşturuyor.

Levent Korkut: “Temkinli iyimserlik tarafındayım”

Öte yandan, Trump tarafından dışişleri bakanlığı için görevlendiren Marco Rubio geçtiğimiz günlerde ABD Kongresi’ndeki oturumda Senatör Chris Van Hollen’in ABD’nin IŞİD’e karşı mücadelede Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) desteklemeye devam edip etmemesi gerektiği yönündeki sorusuna “Evet, kesinlikle” yanıtını verdi. Suriye’de nasıl bir yapılanmanın ortaya çıkacağı silahların sustuğu bir ortamın oluşmasının kilidi. Bahçeli’nin öncülüğünde başlayan barış girişimin temel hedefi silahların bırakılması ve gerek PKK gerekse SGD/YPG’nin kendilerini tasfiye etmesi şeklinde özetleniyor. Bu örgütlerin barışçıl bir şekilde razı olabileceği, aynı zamanda uluslararası aktörlerin üzerinde uzlaşacağı bir Suriye yapılanması birçok soruya yanıt olabilir. Ancak tersi gelişmelerin çatışmaları körükleyebileceğini de hesaba katmak gerekiyor. Bu nedenle yakın gelecekteki gelişmeler belirleyici olacak.

Özet olarak, temkinli iyimserlik tarafında olduğumu söyleyebilirim. Benim temkinliliğim özellikle zikrettiğim bu iki noktaya dayanıyor.

  • 2013-2015 arasında gidilen bölgelerde hükümetin tutumu taviz olarak niteleniyor ve karşılaştığınız eleştirilerin başında bu tavizin ne karşılığında verildiği sorgulanıyordu. Bugün değişen nedir?

Levent Korkut: Önce belirttiğim gibi 2013 yılında başlayan süreç genel olarak çerçevelenmemiş bir açık uçlu müzakereydi. Bu müzakerede yukarıda değindiğim sorunlar yaşandı. Geniş toplumsal kesimler sorularına aradıkları yanıtları bulamadılar. Siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, kanaat önderleri sürecin karmaşasından olumsuz etkilendi.

“Barış süreçlerinin başarısı iktidardaki liderlere mutlak bir siyasi avantaj yaratmıyor”

  • Başlatılan müzakere sürecini 2028’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilişkilendirenler var. Asıl hedefin bu sayede DEM’in desteğini alarak muhalefeti küçük parçalara bölmek olduğu yorumları yapılıyor. Sizin düşünceniz nedir?

Levent Korkut: Siyasi aktörlerin, özellikle de iktidarda olanların barış süreçleri gibi hassas konularda risk aldıklarına değinmiştim. Alınan risklerin yanında süreçlerin başarılı ilerlemesi kendi lehlerine birtakım kazançları da getirebilir. Kuzey İrlanda’da çatışan tarafları ateşkese ikna ederek süreci kuran John Major iktidarda kalmayı başaramasa da izleyen dönemde imzalanan Hayırlı Cuma Anlaşması Blair’in yıldızını yükseltti. Blair iki dönem daha iktidarını korudu. Kolombiya’da Santos barışın zeminini oluşturdu ama ne sağ ne de sol seçmeni ikna edemedi, iktidarı kaybetti. Filipinler’de Duterte barışın yerleşmesini ve Bangsamoro anlaşması başta olmak üzere kendisinden önceki dönemlerde imzalanan metinlerin uygulamasını gerçekleştirdi ama 2022 yılında seçimleri kazanamadı.

Bu veriler gösteriyor ki barış süreçlerinin başarısı iktidardaki liderlere mutlak bir siyasi avantaj yaratmıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan başarılı bir seçim stratejisti. Barış girişimlerinin olumlu ilerlemesi durumunda DEM Partisinin kendisini destekleyebileceğini düşünebilir. Örneğin DEM Parti TBMM’nin erken seçim ilanını Cumhurbaşkanının zamanlaması ile gerçekleştirmesine katkı verebilse de bu ancak onun yeniden aday olmasını sağlar. Seçilebilmesi için gerekli çoğunluğu sağlaması için seçmenin desteğini de alması gerekir. DEM Parti Kürtlere bir çağrı yapsa bile, Kürt seçmenin bu çağrıya nasıl bir tepki vereceği bugünden kestirilemez. Eğer yeni anayasa tartışmaları açılırsa DEM Partinin ve diğer partilerin nasıl bir tutum alacağı konusunda kesin bir şey söyleyemeyeceğimiz gibi anayasanın referanduma götürüleceğini de hesaba katmalıyız.

Levent Korkut: “Muhalefetin başarısı seçmende yaratacağı güvene, kuracağı stratejiye ve alacağı desteğe bağlı”

Kaldı ki, muhalefetin barış girişimlerinin ilerlemesi halinde nasıl bir tutum alacakları da kendi performanslarını olumlu ya da olumsuz etkileyecektir. Kürt meselesi dışında çok sayıda başka alanda sorun olduğuna değinmiştim. Bu sorun alanlarında da muhalefet partileri toplumu ikna edecek politikalar geliştirebilirler. Uzun süre iktidarda olmanın AK partiyi zayıflattığı, eski gücünü koruyamadığı da ortada. İş biraz da muhalefet partilerinin becerisine kalıyor bu durumda. Muhalefet partilerinin Erdoğan kazanacak diye olumlu ilerleyen bir sürecin dışında kalmaları ya da isteksiz, ipe un seren bir yaklaşım geliştirmeleri tam tersi etkilere de neden olabilir. Sözün kısası muhalefetin başarısı barışa ilişkin ne gelişme olursa olsun seçmende yaratacağı güvene, kuracağı stratejiye ve alacağı desteğe bağlı.

  • 2013 -2015 sürecinde akil heyet Anadolu’da en çok MHP’lilerin başını çektiği milliyetçi kesim ile ulusalcıların tepkisiyle karşılaşmıştı. Bugün ise aksine sürecin başını çeken MHP. Bu tablo mevcut süreci daha avantajlı kılıyor mu?

Levent Korkut: Evet, kılıyor. Bir meseleye en karşı olan siyasi partinin onunla ilgili bir girişimi başlatması ve bu yolda ilerlemesi çok daha geniş bir halk kesiminin desteğinin alınmasına neden olacağı gibi diyalog kurmayan aktörleri bir araya getirecektir.

Levent Korkut: “Çatışan kişi her durumda aynı konumdadır, tek yanlılık barışın değil, şiddetin düsturudur”

  • Süreç başarıya ulaşır mı ve sürecin sonunda PKK silah bırakır mı?

Levent Korkut: Barış süreçlerinin başarısı çok sayıda faktöre bağlı olduğundan kesin bir şey söylenemez. Süreçler anlık olaylar değil. Bahçeli ile başlayan girişim sadece bir pencere açıyor. Bu pencerenin yeni ufuklar gösterip göstermeyeceği belirsizliğini korumakta. İç ve dış siyasetteki gelişmeler geleceği olumlu ya da olumsuz etkileyecektir. Tüm bunlara rağmen ilk adımlar umutların anahtarıdır. İlk aşamalardaki olumlu gelişmeler güvenin giderek artmasına, toplumsal bir rahatlamaya, daha sağlıklı ve rasyonel bir tartışma ortamının oluşmasına katkı verebilir. Barış çok anlamlı bir kelime. Silahların susması, çatışılan bir meselede toplumsal uzlaşının oluşması, oluşan uzlaşı temelinde yeni kamusal politikaların ve hukuki zeminin ortaya çıkması, eşitlik temelinde birlikte yaşama kültürünün güçlenmesi ve siyasi sistemin buna uyum sağlayacak şekilde yeniden yapılanması “barış” kavramının içeriğine dahil edilebilir.  Her biri ayrı ayrı barış olarak ifade edilebilecek bu durumlar aslında kalıcı barışa giden yolun aşamalarıdır. Ortadoğu’da ciddi gelişmelerin olduğu bir dönemde yeni tehdit ve fırsat kapıları açılıyor. Fırsatlar kanadından baktığımızda Gerek PKK gerekse SDG en azından silahların sustuğu bir ortamı oluşturabilirler. Ancak kalıcı barışa olan yol daha uzun.

Çatışma çözümü alanının kurucularından John Burton’un belirttiği gibi çatışma ister aile içinde ister uluslararası sistemde olsun, çatışan kişi her durumda aynı konumdadır. Aile içindeki kişi, yoldaki kişi, devlet başkanı olarak savaş ilan eden kişi, terör eyleminde bulunan kişi ve başkaları için risk alan ve fedakarlık yapan kişi. Hepsinin ortak bir yönü var: insan olmaları.

Bir çatışmayı gerçekten anlamaya çalıştığımızda, işte o zaman siyasi ve sosyal gerçeklikler dünyasına girmiş oluruz. Sosyal gerçeklikler dünyasına girebilir ve orada ortak bir anlayış kurabilirsek silahların susmasını sağlar ve ötesine ilerleyebiliriz. Dolayısıyla barış çok aktörlü bir mesele, aileden devlet yönetimine kadar hangi düzey ya da taraf olursa olsun tek yanlılık barışın değil, şiddetin düsturudur.

  • Akil İnsanlar anlatıyor” serimizin yeni çözüm sürecine dair diğer röportajlarını bu linkten okuyabilirsiniz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.