İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından PKK/KCK terör örgütünün Halkların Demokratik Kongresi (HDK) yapılanmasına yönelik yürütülen soruşturma kapsamında 52 kişi gözaltına alındı. Ruşen Çakır Bitmek bilmeyen “iyi polis” Bahçeli, “kötü polis” Erdoğan tartışması başlıklı videoda operasyonların ne anlama geldiğini, kayyum atamalarını ve Bakırhan’ın son açıklamalarını ve yeni çözüm sürecinin gidişatını yorumladı.
31 Mart seçimlerinde AK Parti’nin ağır bir yenilgi aldığını hatırlatan Çakır, Erdoğan’ın Ekrem İmamoğlu’nu karşısında aday olarak görmek istemediğini belirtti. “Erdoğan, İmamoğlu’na karşı yenilmemek için hazırlık yapıyor,” ifadesini kullandı. Çakır ayrıca “Erdoğan, Ekrem İmamoğlu’nu karşısında aday olarak görmek anladığım kadarıyla istemiyor” dedi. Bu bağlamda, Esenyurt ve Tunceli’deki CHP belediyelerine kayyum atanmasını hatırlattı. Son operasyonların, hem DEM Parti’yi hem de CHP’yi hedef aldığını söyledi. “Sadece DEM Parti’ye değil, CHP’ye de operasyonlar yapılıyor,” dedi.
Gözaltına alınanlar İstanbul’daki Vatan Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Edinilen bilgiye göre gözaltına alınanlara 24 saat görüş yasağı uygulandı.
Gözaltına alınanlar arasında eski EMEK Partisi Başkanı Ercüment Akdeniz, gazeteciler Yıldız Tar ve Elif Akgül ve sanatçı Pınar Aydınlar gibi isimler de var.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) sosyal medya hesabı X’ten gözaltılar kınandı. Açıklamada, ne olursa olsun Türkiye’ye barışın mutlaka geleceği vurgulandı, “Ne yaparsanız yapın, fayda etmeyecek. Halka ve onun siyasal iradesine, toplumsal muhalefete savaş açan bu zihniyet kaybedecek” denildi.
CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, Sema Barbaros başta olmak üzere pek çok ismin gözaltına alınmasına tepki gösterdi.
Geçmişten bugüne Van Büyükşehir Belediyesi’nde kayyum atandı
DEM Partili Van Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum atandı ve belediye başkanları görevinden alındı. Abdullah Zeydan’ın eşbaşkan olduğu Van’a 2016’dan beri üç kez kayyum atandı. Van’da dünden bugüne yaşanan kayyum sürecini derledik.
Bakırhan: “Ortağınız Erdoğan çözümün neresinde?”
Tuncer Bakırhan, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat’ta tutuklandığını, Van’a da bu tutukluluğun yıldönümünde kayyumun atandığını söyledi, “Bir yandan çözüm naraları atacaksınız, diğer yandan Sayın Öcalan’a devletlerarası komplonun olduğu gün Van’a kayyum atayacaksınız. AKP iktidarı diyalog ve müzakere çabalarına karşı sabotaj yapıyor” diye konuştu.
Bakırhan şöyle devam etti:
“Toplum 15 Şubat’ta Sayın Öcalan’dan bir çağrı beklerken, iktidar çözümsüzlükte ısrar eden yaklaşımlarıyla mesaj verdi. Biz çağrı bekliyorduk, onlar kayyumla mesaj verdiler. Açık açık soruyoruz: Fikrinde kayyum olanın, zikrinde barış olur mu? Bu siyasi soykırım operasyonlarının, Sayın Öcalan’dan gelmesi beklenen çağrının arifesinde olması, barış umuduna dönük bir saldırıdır. Bu tesadüf değil. Barış isteyen milyonların nasırına basmaktan vazgeçin.”
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bakırhan, MHP lideri Devlet Bahçeli’ye, “Ortağınız ve yürütme erki olan Sayın Erdoğan çözümün neresindedir Sayın Bahçeli?” diye sordu.
Videonun tamamına buradan ulaşabilirsiniz
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Bu sabah Halkların Demokratik Kongresi’ne yönelik çok büyük bir operasyon yapıldı. 50’yi aşkın kişi gözaltına alındı. DEM Parti Milletvekili İskender Bayhan’ın söylediğine göre, 6.000 kişiyi kapsayan bir soruşturma söz konusuymuş. ‘‘Nasıl olur?’’ diye sorduğunuzu anlıyorum, ilk başta çok şaşırtıcı ama çok anlaşılır da bir şey. Çünkü Halkların Demokratik Kongresi (HDK) denen yapı 2011’de kuruldu, yıllardır varlığını sürdüren bir yapı. Aslında bunun fikir babası da, hatta talimatını veren de diyelim Abdullah Öcalan’dı. Bunu herkes biliyordu. Var olan siyasi partilere ek olarak, toplumun farklı kesimlerinden, farklı siyasi çevrelerin bir araya geleceği bir tür cephe oluşturulması için bunu önermişti. 2011’den beri varlığını sürdürüyor; ama HDK her zaman için mevcut partilerin, mesela HDP’nin, daha sonra şu anda mesela DEM Parti’nin gölgesinde kalmış bir yapılanma ama varlığını sürdürüyor, daha geri planda da olsa sürdürüyor. Buna yönelik bir operasyon yapıldı. Burada değişik sol çevrelerden, HDK’nın bileşenleri olan değişik sol çevrelerden, mesela EMEP’ten, mesela DSİP’ten, başka yerlerden siyasetçiler, gazeteciler, sanatçılar, çok sayıda kişi gözaltına alındı. Sayı artabilir tekrar. Ve bunun üzerine tabii ki hemen şu soru soruldu: “Hani Türkiye’de barış geliyordu? Hani Kürt sorununu çözme yolunda adım atılıyordu? Bu operasyonlar ne anlama geliyor?” Aslında bu ilk yapılan operasyon değil, anlaşıldığı kadarıyla son operasyon da olmayacak. Öyle gözüküyor. Kayyum atamaları zaten bir başka realite. En son Van Büyükşehir Belediyesi’ne atandı kayyum ve dolayısıyla ortada çok net bir kafa karışıklığı var. Kimileri bu kafa karışıklığından istifade edip, var olan bir sürecin, ne kadar yürüdüğü tartışmalı olan sürecin başlamadan bitmesini temenni ediyor. Hatta bu operasyonları bunun ilanı olarak görmek ve öyle tanımlamak istiyorlar. Bu kadar basit mi? Hiç sanmıyorum, çünkü bu operasyonlar yapılırken, örneğin Irak’ın kuzeyinde DEM Partililer geniş bir heyet olarak önce Barzanileri, sonra Talabanileri ziyaret ettiler. Yani Irak Kürdistan bölgesinin iki büyük partisinin en önde gelen isimleriyle görüştüler. Abdullah Öcalan’ın onlara mektuplarını ilettiler. Yani bir yerde devletin bilgisi dahilinde bu sürüyor. Ama devlet aynı devlet. Bir tarafta topu içeri atıyor, bir tarafta izin veriyor; gitsinler, görüşsünler, bir şeyler yapsınlar diye izin veriyor. Şimdi baktığımız zaman DEM Parti’den yapılan ilk açıklamada, gözaltılar üzerine yapılan açıklamada net bir şekilde bunların barışı sabote etmek olduğunu ama kazanamayacağını söyledi, barışın hakim olacağını söyledi DEM Parti. Bahçeli’nin başlattığı bir süreç var. Ardından Tuncer Bakırhan grup toplantısında konuştu ve Bahçeli’ye seslenerek, “Erdoğan bu sürecin neresinde?” diye sordu. Aslında bunu daha önce de bir şekilde dile getiriyorlardı. Kimileri bunun ‘‘iyi polis-kötü polis’’ oyunu olduğunu söylüyor, biliyorsunuz. Hafta sonu bu konuda bir yazı da yazdım. Bugün operasyon üzerine bunu biraz daha geliştirmek istiyorum. Bu bir iyi polis-kötü polis oyunu mu? Hiç sanmıyorum. Bugün Mümtaz’er Türköne’nin Medyascope‘ta çıkan “Kördüğüm nasıl çözülecek?” başlıklı yazısında da Mümtaz’er de benzer bir şekilde bu görüşte olmadığını, sorunun aslında iktidar içerisindeki farklılıklardan kaynaklandığını söylüyor. Ben pazar günkü yazımda şöyle bir ayrımdan bahsetmiştim: Devlet Bahçeli, o atfedilen devlet aklına binaen, devletin bekasını önceliyor ve bu meselenin, PKK’nın silah bırakması meselesinin bir an önce hallolmasını istiyor, özellikle bölgede gelişen olaylar nedeniyle. Aksi takdirde, silahlı bir PKK’nın Türkiye için çok çok daha başka bağlamlarda çok ciddi bir sorun olacağını söylüyor. Tabii ki ilk olarak gözler Suriye’ye çevriliyor. Ama bana göre Erdoğan’ın temel meselesi devletin bekasından ziyade, kendi iktidarının bekası ve iktidarını korumak için birçok şeyi birden deniyor. Hani diyorlar ya, bütün tuşlara aynı anda basıyor. Burada elimizde çok önemli bir veri var: 31 Mart yerel seçimlerinde CHP birinci parti oldu. AK Parti çok ciddi bir şekilde yara aldı; birçok belediyeyi, batıyı olduğu gibi CHP kazandı. Ardından Cumhurbaşkanlığı seçimini Erdoğan kazandı; ancak bunu ilk turda rahat bir şekilde yapamadı, ikinci turda Sinan Oğan’ı da yanına çekerek bir şekilde başardı. Bu arada tabii ki Kılıçdaroğlu’na yönelik olarak PKK üzerinden, yani terör üzerinden birtakım sahte videolarla kara propaganda yaparak bayağı bir başarılı oldu. Ardından yaşanan yerel seçimde ama çok büyük bir yenilgi aldı ve karşısında da muhtemelen CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu olacak. Ve anladığım kadarıyla Erdoğan, Ekrem İmamoğlu’nu karşısında aday olarak görmek istemiyor. Bütün bu olayları bu perspektiften görmenin daha isabetli olacağı kanısındayım. Yani bir iyi polis-kötü polisten ziyade, Erdoğan’ın bir anlamda Ekrem İmamoğlu’na karşı mücadelesi, ona karşı yenilmemek için yaptığı hazırlıklar… Aslında şu anda gördüğümüz kadarıyla sadece DEM Parti ve çevresine yönelik operasyonlar olmuyor, CHP’ye de yönelik operasyonlar oluyor. CHP’nin ilk Esenyurt belediyesine kayyum atandı. Belediye Başkanı Profesör Ahmet Özer tutuklandı. Tunceli Ovacık’ta aynı şekilde CHP’nin belediyesine kayyum atandı. Sonra her ne kadar siyasi gerekçelerle olmasa da Beşiktaş Belediye Başkanı tutuklandı, orada yeni Belediye Başkanı’nı Belediye Meclisi seçti, kayyum olmadı ama. CHP’ye yönelik en son, ‘‘Kent uzlaşısı’’ gerekçesiyle birçok belediyede operasyonlar yapıldı. Belediye başkan yardımcıları ve Meclis üyeleri tutuklandı. Şimdi bu Kent uzlaşısı meselesi çok ciddi bir şekilde önümüze sık sık çıkacağa benziyor. Bu Kent uzlaşısı meselesi ilk dile getirildiğinde, evet, o zaman DEM Parti vardı, Yeşil Sol Parti bitmişti, DEM Parti başlamıştı. Kent uzlaşısı önerisi hayata kısmen geçti, CHP ile yapıldı, İstanbul’da bazı ilçelerde olduğunu biliyoruz. Bazı yerlerde DEM Parti büyükşehirlerde aday göstermedi, bazı yerlerde de tersi oldu. Şimdi o tarihte hiçbir şekilde soruşturma konusu olmayan bu Kent uzlaşısı meselesi birden terör bağlamında soruşturma konusu oluyor, önce DEM Partililere yönelik ve etrafındaki, işte burada son yapılan operasyondaki gibi HDK’ya yönelik operasyonlarla ortam tekrar bir gerginliğe doğru taşınıyor. Hukuk eliyle, yargı eliyle Türkiye’de çok ciddi bir gerginlik yaratılıyor ve bu gerginliğin belli bir yerinde sıranın başka kişilere, başka kurumlara gelmesi hiç şaşırtıcı olmayacak. Ve buradaki temel yaklaşım da bence esas olarak Erdoğan’ın iktidarını koruma güdüsü olacak. Benzer bir olayı ne zaman yaşamıştık? 2015 Haziran seçimleri sonrasında yaşamıştık. 2015 Haziran seçimlerinde AK Parti ilk kez tek başına iktidara gelemedi. Normalde koalisyon kurulması gerekiyordu ama koalisyon olayını Erdoğan sürüncemede bıraktı ve Türkiye’yi hızlı bir şekilde Kasım ayında seçime götürdü. O Haziran’la Kasım arasında Türkiye’de yaşanan ortamı hatırlamak bile istemiyoruz, yani özellikle büyükşehirlerdeki o terör eylemleri Türkiye’yi acayip bir yere sürükledi. Ve sonuçta AK Parti, güvenlik ve istikrar arayışındaki seçmenin desteğiyle tekrar tek başına iktidara geldi 2015’te, arada çok şeyler yaşandı, çok kötü şeyler yaşandı. Şimdi Türkiye’de çok şükür böyle bir terör ortamı yaşamanın altyapısı yok, kolay kolay oluşacağını da sanmıyorum. Tabii ki birtakım terör eylemleri olabilir, özellikle sivillere yönelik terör eylemlerini birileri yapmak isteyebilirler, yaparlar ama o tarihteki gibi yoğun bir kampanya gibi bir terör ortamını yaşayacağımızı düşünmüyorum. Ülkenin güneydoğusunda ama aynı zamanda batısında, İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, her yerde çok sayıda farklı farklı hedeflere yönelik çok ciddi olaylar yaşanmıştı. O defterler çok şükür kapandı, ama şu haliyle bakıldığı zaman bir terör tehdidine hala iktidarın ihtiyacı var. Ama ortada terör denen yapıyla uzlaşma çalışmaları da var. Siz HDK’ya operasyon yapıyorsunuz; ama HDK’nın kurucusu olan Abdullah Öcalan’a yakınlarda videolu bir şekilde seslenme imkânını da hazırladığınız söyleniyor. Çok garip bir durumla karşı karşıyayız. İşte buradaki çelişki, esas olarak buradaki çelişki, Devlet Bahçeli ile Erdoğan arasındaki çelişki büyük ölçüde bundan kaynaklanıyor. Devlet Bahçeli için, MHP için, tabii ki iktidarda kalmayı tercih edeceklerdir ama hiçbir zaman böyle bir cumhurbaşkanı adayı çıkartmak, Meclis’teki en büyük parti olmak gibi bir durumları olmadı. Biliyorsunuz, hep %10 civarında oy alan bir parti olarak muhalefette ya da iktidarda belli bir güce sahip olmak ve bir geleneği sürdürmek istediler, bunu yapmaya çalıştılar ve burada da en çok gözettikleri aslında çok net bir şekilde devletti, devletin bekasıydı. Şimdi MHP’nin burada geldiği nokta, devletin bekası için tarihin, cumhuriyet tarihinin en büyük uzlaşılarından birisine çok gönüllü olmasa da razı olmak. Bu noktaya gelmiş durumda. Ama, daha önce MHP’nin karşı çıktığı bir sürece angaje olmuş ve sonra orada hayal kırıklığına uğramış bir Erdoğan söz konusu ve son seçimde, yerel seçimde net bir şekilde kaybetmiş, çok büyük bir seçim yenilgisi yaşamış bir Erdoğan söz konusu. Ve karşısında bu sefer Ekrem İmamoğlu ya da Mansur Yavaş – ki 2023’te de böyleydi – çok dişli rakip adayları var. Böyle bir durumda Erdoğan’ın belli bir gerginliğe ve bu gerginlik üzerinden siyaseten yapamadığını yargı eliyle yapmaya ihtiyacı var. Şu anda benim gördüğüm kadarıyla bunu yaşıyoruz. Şimdi, demin bahsettiğim Mümtaz’er Türköne’nin yazısında, Mümtaz’er çok ilginç bir şekilde bitirmiş; ‘‘Kördüğümü tek hamlede çözecek kılıç Bahçeli’nin elinde’’ diyor Mümtaz’er ve şöyle devam ediyor; ‘‘Devletin gücü, iktidarın hamlelerinin zayıflığının sebebi bu. Süreci başlatan ve eline böylece büyük bir güç geçiren Bahçeli siyaseti düzenleyecek ve iktidar kanadına ayar verecek pozisyonda duruyor. Bu karmaşanın çözümü için Bahçeli’yi takip etmenizi öneririm. Sürecin barış getirmesini isteyenler ise Bahçeli’nin sağlığı için duaya devam etmeli’’ diyor. Şimdi, hakikaten çok acayip bir noktadayız farkındaysanız. Yıllarca Türkiye’de mesela Erdoğan’ın Kürt sorununu çözmek istediği ama Bahçeli’nin buna engel olduğu söylenirdi. Şimdi tam tersi bir durumla karşı karşıyayız. Yani, barış istiyor musunuz? Herhalde herkes istiyordur. Ben istiyorum. Bunun taşıyıcılığını yapan kişinin, Mümtaz’er’in dediği gibi, esas olarak aktörünün Bahçeli olduğu da ortada, öyle gözüküyor. Burada bir iyi polis-kötü polis olayı yok. Bir tercihler meselesi var, anladığım kadarıyla. Bahçeli, mesela bugün grup toplantısı yapamadı, iyileştiğini söylediler ama grup toplantısı yapabilecek kadar iyileşmiş değil. Şimdi ne yapıyoruz? Haftaya Bahçeli grup toplantısı yapacak mı, onu bekliyoruz. Ama Bahçeli’nin grup toplantısı yapmasından önce pazar günü AK Parti kongresini yapacak, yönetimini değiştirecek ve muhtemelen Erdoğan kabineyi de değiştirecek. O zaman bakacağız; Erdoğan nasıl bir kabineyle, nasıl bir yeni yönetimle, nasıl bir yol haritasıyla devam edecek ve Bahçeli bunlara razı mı olacak, yoksa başlattığı şeyi devam ettirmeye mi çalışacak? Şunu söylemek istiyorum, öyle bitirmek istiyorum; Erdoğan, ‘‘PKK silah bırakmasın’’ düşüncesinde bence değil. Bırakıyorsa ne âlâ… Çok fazla şey vermeden, belki de hiçbir şey vermeden silah bırakmasını tabii ki o da temenni ediyordur. Ama silah bırakma meselesinin bu kadar ciddi bir hal aldığı bir dönemde, o beka meselesi elinden kayıp gidiyor. Yani diyelim ki Öcalan 15 Şubat’ta yapmış olsaydı o açıklamayı, hep deniyordu ya, 15 Şubat’ta yapmış olsaydı ve Kandil’e ‘‘Silah bırakın’’ diye çağrı yapmış olsaydı, Kandil’de “Tamamdır” deseydi, bu operasyonu yapabilecek miydi, başka operasyonları yapabilecek miydi? Hangi terörden bahsediyor olacaksınız PKK’nın silah bıraktığı bir ortamda? Hangi beka meselesi, güvenlik temelli siyaset inşa edeceksiniz? Dolayısıyla güvenlik gerekçesi, terör gerekçesi ya da isterseniz bahanesi deyin, bunun için son günler olabilir. Onun için de bir anlamda birileri ellerini çabuk tutmak, bu tehdidin ortadan kalkmasından önce tehdidin varlığını alabildiğince kullanmak istiyorlar. Ben böyle görüyorum. Tabii ki bu arada gözaltına alınanlar içinde tanıdığım, bildiğim çok insan var. Umarım en kısa zamanda özgürlüklerine kavuşurlar. Ama tekrar şunu da söylemek boynumuzun borcu: Bu operasyonlar daha da süreceğe, olmadık yerlere, olmadık kurumlara uzanacağa benziyor, bu çıta alabildiğince tırmandırılacağa benziyor ve bir yerde işin içine CHP’nin daha yoğun bir şekilde katılacağını düşünüyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.