Bu haftaki yazısında Tarık Çelenk, Özbekler Tekkesi’ni ziyaretinin kendisine çağrıştırdıklarını “Özbekler Tekkesi’nin düşündürdükleri” konulu yazısında şu şekilde ifade ediyor: “Özbekler tekkesi gözlemim, bana kentli ve kasabalı Nakşilik tezimi tekrar teyit ettirdi. Özbekler Tekkesi’nin tarihi, bir tekkenin ülkenin sanat, estetik, entelektüel ve siyasal tarihine yapabildiği nitelikli katkıyı da gösterdi.”
Geçenlerde yapımcı bir dostumla, vakfın Özbek pilavı davetine katılmak için Özbekler Tekkesi’ndeydik. Orada tekke hakkında çalışan akademisyenlerle de sohbet ettik. Tekke’de düzenli meşk-müzik yapılmakta, geleneksel Özbek pilavı eşliğinde entelektüel sohbetler yapılmakta. Bir ara, kadın bir gazeteci arkadaş bana, “Kadınlar da bu faaliyetlere alınıyor mu?” diye sorduğunda ilgili arkadaş bu hanımefendiye cevaben bana düzenli meşk ve sohbetlere katılanların yüzde 40’ını kadınların teşkil ettiğini söylemişti. Yakın tarihte de Şeyh Necmettin Efendi döneminde Kani Karaca ve Ulvi Ergüner musiki çalışmalarını bazen burada yürütmüşlermiş.
Özbekler Tekkesi tarihinin temel yapıtaşları
Özbekler Tekkesi denilince kamuoyunun aklına Kurtuluş savaşında İngiliz işgali sırasında silah sevkiyatımızın merkezlerinden biri olması, Henry Kissinger’ın şeyh torunları ABD müzik endüstrisi Ertegün kardeşlerin davetiyle 1987 ziyareti veya Mason locasına kayıtlı olduğu iddia edilen şeyh ve bazı müritleri de gelmekte.
Tekke, Nakşibendi dergâhı olarak 1750’li yıllarda Üsküdar’da Afgani ve Kartal Baba dergâhı gibi Orta Asyalı Özbek Şeyh Abdülekber efendi tarafından kurulmuş. Burada dikkat çekici husus, dergâhın Kürt Halidi kolu tarafından değil de, Orta Asya Yesevi koluna yakınlığı ile bilinen Arabi’nin de ekberiliğine yakın bir Nakşi kolu tarafından kurulması.
Yeniçeriliğin kaldırılması bağlı Bektaşi ocaklarının lağvedilmesinden midir bilinmez ama, Özbekler Tekkesi’ne başta Abdülmecit’ten Mithat Paşa’ya kadar devlet ricali ilgi ve destek gösteriyor. Abdülmecit’in Nakşiliği net bilinmekte. Reformcu Mithat Paşa hakkında da bu iddialar mevcuttur.
Şeyh Mehmet Ata Efendi’nin (1883-1936) dergâh tarihinde önemli yeri vardır. Kendisi hukuk öğrenimi almış ve Darülfünun’da hukuk fakültesinde hocalık yapmıştır. İşgale karşı direnmek üzere kurulmuş olan Karakol Cemiyeti’nin de kurucularındandır. Şeyh’in İttihatçılar ve Kuvvacılar’la ülke için yaptığı hizmetler anlatmakla bitmez. Halide Edip, Adnan Adıvar, Fevzi Çakmak, M. Akif ve İsmet İnönü gibi aydın ve bürokratların da dergahla bağları vardı. Atatürk, Ata Efendi’yi Enver Bey’le görüşmeye Orta Asya’ya da göndermişti. Ata Efendi’den sonra kızları Bedia Taran ve Belkıs Özbek’e okumaları konusunda İsmet İnönü hamilik yapmıştır. Ayrıca dergâh, İngiliz işgali ve sonrası oryantalistlerin de ilgisini çekmiştir.
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde Özbekler Tekkesi
Cumhuriyet devrim kanunları doğrultusunda tekke ve zaviyeler kapanırken içlerinde hayattaki şeyhlerin istihdamına devam etmelerine izin veriyordu. Tekkede Ata Efendi’nin kardeşi Necmettin Efendi devam etti. Onun oğlu Ethem Bey ise şimdi hala Vakıf kiracısı olarak devam etmekte.
Bu yazıda Özbekler Tekkesi örneğinden gitmemin amacı dünden bugüne tarikatlara ilişkin toplumsal, siyasal ve entelektüel bir kesiti alabilmekti. Öncelikle Osmanlı yükselme, duraklama ve çöküş döneminde tekkeler siyasal, toplumsal ve kültür-sanat regülasyon merkezleriydiler. Ben, bunlara geleneğe, kültüre bağlı kentli tekkeler demekteyim. Bunun örneklerini sadece Özbekler’le sınırlayamayız. Aynı son dönemde Nakşi Şeyhi Esat Erbilli’nin Kelami dergâhı, Kubbealtı, Galata Mevlevihanesi ve 17. yüzyılın Aziz Mahmut Hüdayi’nin Celveti dergahını da örnek verebiliriz. Öyle ki, 1612 yılında ilk atanan Hollanda Sefiri Cornell Hage, Padişah’a çıkartılmadan Vezir Halil Paşa tarafından Aziz Mahut Hüdayi’yle görüştürülüyor.
Özbekler Tekkesi’nin düşündürdükleri: Kültürel ve sanatsal katkılar
Tekkeler, devlet adamları ile olan ilişkilerinde yapıcı ve onarıcı eleştirel niteliklerini bu şekilde sürdürebilmişlerdi. Tekkeler, Orta Çağ manastırları gibi kültür ve sanatın merkezlerinden de olabilmişlerdi. Dede Efendi, Itri ve daha niceleri tekke eğitimi almışlardı.
Bugünkü tekkelerdeki yozlaşma 20. yüzyılın başlarına kadar dayanmakta. Bunu zaten Nakşibendi Şeyhi Abdulhakim Arvasi (1865-1943), “Tarikatlar zaten kendi kendilerini kapatmıştı,” veciz sözüyle ifade etmektedir. Tarikatlardaki çürümeye hem mutasavvuf hem felsefeci hem de kelamcı olan M. Ali Ayni, Elmalılı Hamdi, Hakkı Bursevi veya İsmail Fenni gibi insanlar sıkça dikkati çekmişlerdir.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Sorunun ana unsuru 17. yüzyıldan bu yana iflas etmiş köy medreselerinin tarikatlar üzerindeki etkisinde bulunabilir. Zira üstte zikredilen alimlerin de işaret ettiği gibi, tamamen tekrar, değişime kapalı, felsefe ve doğal bilimleri kapatan, epistemoloji perspektifinden bihaber, teoride Selefi pratikte de İsmaili retoriklerle bugünkü doğu tarikatlarına net etkisi olacağı açıktı. Halidi- Müceddidi ve Yesevi- Ekberi ekol farkının yansımalarının da bu etkide rolü vardır. Rivayet odur ki, Nurettin Topçu’nun kafasını Sorbon’daki hocaları Blondel, Massignon ve eski Molla sonra Kardinal Paul Molla sıkça istişarelerle bayağı karıştırmışlar. Topçu’yu toparlayan Kazanlı Nakşi Şeyhi Abdülaziz
Bekkine olmuş. Topçu, Bekkine sonrası dergâhtan hayal kırıklığı ile çıkmış.
Günümüzde tekkenin sosyal etkileri ve Özbekler Tekkesi’nin düşündürdükleri
Bekkine sonrası İskenderpaşa Dergâhı, okuyan üniversite öğrencilerine özel ilgi göstermiş. Ancak bu öğrenciler daha çok devletteki kahtı rical kavramına karşılık hukuk, iktisat ve mühendislik alanlarına yönlendirilmişler. Çoğu zamanla DPT- bürokrasi ve sağ siyasette öne çıkmışlar. Sanat ve felsefe alanında yeteri teşvikleri olmamış.
Bugün etkili Güneydoğu Kürt Nakşiliği kökenli önemli tarikatlar siyaset, ekonomi, iç kavgalara bulaşma tartışmaları yanında devletçi kasabalı popülist Türk İslam sentezi formuna dönüşmüş durumdalar. Ne trajiktir ki, aynı tarikatların kaynağı olan Kuzey Suriye- Rojava bölgesindeki Şeyh Torun Haznevi ise SDG’ye yaklaşarak ulusalcı bir Kürt milliyetçi dönüştürücülüğü misyonunu üstlenmektedir.
Tarikat, dergâh ve cemaatlerin bugününü tartışırken indirgemeci farklı mahallelerin siyah beyaz kesin dili bize hiçbir şeyi anlatmıyor. Daha yeni Papalık seçimini anlatan “Konsey” filmini seyrederken Baş Kardinal, “Şüphe ve müphemlik gerçek İmanın ta kendisidir, kesinlik yargısı gerçek şüpheyi ardında barındırmaktadır,” diyordu. Umarız bir gün bugünkü tarikat, cemaat, din insanları ve medreseler gelinen noktaya bir de bu gözle bakmaya çalışabilirler.