Tarık Çelenk yazdı: Kentlilik ve köylülük tartışmalarını hatırlatma

Uzun süredir Türk sağı üzerine deneyimlerimle yaptığım gözlemler, beni kentlilik ve köylülük tartışmalarına zorunlu olarak park ettirmişti. Türk sağının temel veçhesinin dönüşemeyen Anadolu köylülüğü-taşralılığı olduğu sonucuna çoktan varmıştım. Bu konuda da şüphem kalmadı. Cumhuriyet devrimlerinin metodolojik yönünden ziyade üretilen ideolojik yönü ağır basmaktaydı. Devrimler, aslında devrimi yapanlar tam farkında olmasalar da görgü devrimleriydi. Ancak mahalle, ideolojik dayatmaları kaldıramadığı veya benimseyemediği görgü devrimlerinden gereği gibi de nasiplenemedi.

Kentlilik ve köylülük tartışmalarını hatırlatma
Kentlilik ve köylülük tartışmalarını hatırlatma

Mahallenin, köylülüğün dönüşememesindeki temel sorun bir entelektüel veya eleştiren gelenek ve önderlerin olmamasıydı. Bu durum görgüsüzlük – düşüncesizlik sorununun da arka planını teşkil ediyordu. Köylü bir bakış, tarihi ve ideolojiyi rekabetçi bir dış mukayeseden mahrum kılmaktaydı. Yüzleşme ise imkansızdı. Entelektüel bir geleneğin olmaması bu köylülüğün, 1950 DP döneminde şehirlere, 1980 Özal döneminde ise dış dünyaya, devamında AK Parti ile zenginleşip üçüncü dünyaya açılmasına, eline siyasi ve ekonomik gücün geçmesine rağmen gerçek manada temel alanlarda iktidarı sağlayamamasına neden olmuştur.

Dönüşemeyen köylülük

Bugün hâlâ mahallenin 20 yılı aşan iktidarına rağmen bir Robert Koleji veya Boğaziçi Üniversitesi gibi eğitim, Sabancı veya Koç Holding gibi bir sanayi kurumlarının olamamasını buna bağlayabiliriz. Kültürel veya ötekinin de rızasına dayalı iktidar, mahalle tarafından sağlanamamıştır. İlgili bu açık, otoriter popülizm ile kapatılmaya çalışılmaktadır. Dönüşemeyen köylülük kendini siyaseten ve ekonomik güçlenen sınıfların görgüsüzlüğü şeklinde kendini tecessüm ettirmiştir.

Hazine rantı temel kaynak yaratma unsuruna dönüşmüştür. Bu durum kentleri, kültür ve görgü sorunları ile mega kasabalar şekline adeta mahkum ettirmiştir. Aslında kentlerin ana işlevi toplumsal enerjiyi yaratıcı bir kültüre dönüştürebilmesiydi. Bugün ise gerek göçlerle gelenleri gerekse de modern yalnız insanı pozitif anlamda örgütleyecek yeni kurumsal düzenlemeleri ortaya çıkartamadığından kentler bu işlevi gerçekleştirememektedir.

Merkez-çevre veya kent-köy üzerinden toplumsal siyaseti okumak İbni Haldun, Niyazi Berkes veya Şerif Mardin’den bu yana tartışılmış veya karşı çıkılmıştır. Ancak bugünün Türkiyesi’ni sosyolojik okuma noktasında buna henüz alternatif bakış açısı da geliştirilememiştir.

Köylülüğümüz üzerinden vizyon ve görgü eksikliği vurgularımız doğal olarak pek çok kişiyi rencide edebilecektir. Nitekim öyle de olmuştur. Benim de Erzurum’da baba tarafımdan Horasan, eski adıyla Zars, anne tarafımdan da Tivnik köylülüğüm olduğunu da burada hatırlatmak isterim.

Avrupa köylülüğü

Yazımızda özellikle İngiliz-Alman veya merkez Avrupa köylülüğüne bize göre ayrı bir parantez açmak gerekmekte. Bugün bu coğrafyalarda köylere veya kasabalara gittiğinizde en az 500 yıllık geleneğin korunduğunu fark edersiniz. Mekanlar, sokaklar ve aileler de buna dahildir. Köylü aristokrasi yüzünü bu coğrafyada hep üretime ve gelişmeye yönelik tutmuştur. İşin içine sanat ve estetik dahi girmiştir. Toprak düzeni önce tarımı kalkındırmış ardından sanayi devrimine de katkılarını sunmuştur.

Bizim köylü aristokratlarımız başka bir değişle ağalık sistemi ekonomik gücü elinde bulundurduklarından nispeten Beypazarı, Safranbolu ve Amasya gibi yerlerde gayrimüslim sanatkarlardan ayrı olarak örneğin konaklar üzerinden bir gelenek inşa edebilmişlerdir. Ancak aslında bizdeki köylülüğün özünde göçerlik vardır. Bu göçerlik tarihsel kabilevi yaşam tarzının çok ötesinde imparatorluğun Balkan ve Kafkas travmasının mirası, ilaveten mübadele politikalarına dayanmaktadır. Göç mekana ve asalete dayalı geleneğin önünde önemli engeldir. Bizim bir başka sorunumuz da mübadeleler ve tehcir politikaları sonunda çok kültürlülük ve bir arada yaşama yeteneğini kaybetmemizdir. Kentler çok kültürlülük alanlarıydı. Son 50 yılda köyden kente göç ve siyasetin rant politikalarıyla kentler bu özelliğini yukarıda da zikrettiğimiz üzere kaybetmiştir.

Yerleşik köylülüğe mülk, soy ve zanaat sahibi olmak olarak baktığınızda, tartışılmaz bir asalet de bu tip köylülükte içerilmektedir. Kasaba ise köy ve kent arasında bir geçiş alanıdır. Mülksüzlük ve mesleksizlik ise kasaba veya taşrada daha belirgindir. Kasaba bir al-ver alanıdır bir bakıma. Buralardaki mesleksiz genç yığınlar her türlü ideolojik veya mafya istismarına açıktırlar. Belki bu tartışmalarda ülke sosyolojisi ve siyasetini tanımlarken köylülük teriminin rencide ediciliğini göz önüne alarak mevcut duruma taşralılık veya kasaba göçerliği demek daha uygun olabilirdi. Ancak ne olursa olsun dönüşemeyen köylülük daha akılda daha kalıcıydı.

Belki de sorunu köylü toplulukların göç sonucu toplandıkları mega kentlerde bir türlü şehirli toplumlara dönüşmemesi diye de özetleyebiliriz. Koruyamadığımız kadim şehirlerimizin de çok kültürlülük geleneklerini ve değerlerini kaybetmiş olarak bu dönüşümü veya hazım kapasitesini oluşturacak kurumları inşa edemediklerini görebilmeliyiz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.