Ruşen Çakır yorumluyor: Erdoğan Kandil’i mi bekliyor?

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim’de DEM Partililere uzattığı el ile yeni bir dönem aralandı. Bahçeli’nin Abdullah Öcalan ile ilgili çıkışının ardından İmralı trafiği de başladı. DEM Parti ilk kez 28 Aralık’ta İmralı’ya giderek Öcalan ile görüştü. Ruşen Çakır Kürt sorununu, Öcalan’ın açıklamasını ve Türkiye’nin siyasi geleceğini “Kürtlerin neyi eksik?” başlıklı videoda değerlendirdi.

Ruşen Çakır, Devlet Bahçeli’nin başlattığı ve Abdullah Öcalan’ın devam ettirdiği çözüm sürecinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temkinli pozisyonunu değerlendirdi. Çakır, Erdoğan’ın Öcalan’a güvenmediğini ancak yapılan açıklamayla rahatladığını, şimdi ise Kandil’e güvenmediğini belirtti.

Erdoğan’ın temkinli yaklaşımının nedenleri

Ruşen Çakır değerlendirmesinde, Erdoğan’ın barış sürecine mesafeli yaklaştığını çünkü siyasi olarak bundan karlı çıkacağından emin olmadığını ifade etti. Çakır, 2015’teki çözüm sürecinin ardından yapılan seçimlerde AK Parti’nin tek başına iktidar olma şansını kaybettiğini hatırlatarak, Erdoğan’ın benzer bir durumdan endişe ettiğini belirtti. Ayrıca AK Parti kadrolarının ve tabanının Cumhur İttifakı sürecinden itibaren İslamcılıktan milliyetçiliğe doğru bir dönüş yaşadığını ve eskisi kadar Kürt sorununu çözme motivasyonları olmadığını savundu.

Çakır, Erdoğan’ın “terör”, “kan”, “terörist başı” gibi söylemleri siyasi kazanç için kullandığını ve bunlardan vazgeçmesinin kolay olmayacağını dile getirdi. Gazeteci, sürecin ilerlemesi halinde gözlerin Suriye’ye çevrileceğini ve PYD-YPG yapılanmasıyla ilgili adımların da atılması gerekeceğini vurguladı.

Erdoğan Kandil'i mi bekliyor? l Ruşen Çakır yorumluyor (Video)
Erdoğan Kandil’i mi bekliyor? l Ruşen Çakır yorumluyor (Video)

Ruşen Çakır Kürt sorununu, Öcalan’ın açıklamasını ve Türkiye’nin siyasi geleceğini “Erdoğan Kandil’i mi bekliyor?” başlıklı videoda değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Devlet Bahçeli bir şey başlattı ve Türkiye’nin gündemini belirledi. Kendisi hasta yatağında ama hâlâ Türkiye’ye damgasını Devlet Bahçeli vuruyor ve başından itibaren de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu süreçteki pozisyonu tartışılıyor. Değişik rivayetler var. Bir iddiaya göre aslında danışıklı dövüş, yani birlikte hareket ediyorlar ama birisi iyi polisi, birisi kötü polisi oynuyor. Bir iddiaya göre bu bir rol paylaşımı aslında. Bahçeli’nin – ki bu çok anlaşılır bir şey – bu kadar kritik bir olayda Bahçeli’nin ilk hamleyi yapması, doğabilecek, özellikle Türk milliyetçilerinden gelebilecek tepkileri en aza indirmeyi hedefliyordu ve bu büyük ölçüde, tam anlamıyla olmasa bile, başarılı oldu. Ama bir başka husus da şu ki, bu sürece Bahçeli ve Erdoğan farklı farklı anlamlar yüklüyor olabilirler. Farklı farklı anlamlar yüklemenin ötesinde farklı sonuçlar umuyor olabilirler. Bunu zaman içerisinde daha net göreceğiz. Ama şunu biliyoruz ki Bahçeli ne kadar ataksa, ne kadar çıtayı yukarıya çıkarttıysa, “Öcalan gelsin, Meclis’te DEM Parti grubunda konuşsun, umma hakkından yararlansın” gibi çıkışlar oldu; Erdoğan da çıtayı o kadar aşağı indirdi. “Bir bakalım, durun bakalım, acele etmeyelim, terörsüz Türkiye, pazarlık yok” vesaire diyerek olayı götürdü. Sonra ne oldu? Geçtiğimiz perşembe günü, yani bir haftadan fazla oldu, Öcalan’ın o tarihi açıklaması gelince anladığım kadarıyla Erdoğan biraz rahatladı. Çünkü güvenmedi. Öcalan’ın bir açıklama yapmasına izin verdiler, açıklama yapacağını da kabul ettiler, bir silah bırakma çağrısı yapacağını da bekliyorlardı; ama Öcalan bunun da ötesinde Erdoğan’ı rahatlatacak bir metin kaleme aldı. Sadece silah bırakma değil, örgütün kendini feshetmesini söyledi, tüm silahlı yapıların silah bırakmasını söyledi; ötesinde ulus devlet, federasyon, özerklik ve kültüralist arayışlar devrinin kapandığını söyledi ve de hiçbir kayıt ve şart koşmadı o metinde, sonda Sırrı Süreyya Önder’in eklediği o cümleyi saymazsak. Dolayısıyla Erdoğan ilk aşamayı atlattı, ilk badireyi atlattı diyelim ve anladığımız kadarıyla Öcalan’ın metninden memnun kaldı ve daha fazla olaya sahip çıkar oldu. Ama hâlâ Erdoğan bu konuda çok hevesli gözükmüyor, çok fazla konuşmuyor. Buna birçok şey söylenebilir. Ama bence en önemli hususlardan birisi şu: Birilerinin iddia ettiği gibi bu sürecin sonunda Erdoğan çok kârlı çıkmayabilir. Hep bu örneği veriyorum, 2015’te çözüm sürecinin ardından yapılan ilk seçimde, Haziran 2015’te, HDP alabildiğine patlama yaşarken AK Parti ilk kez tek başına iktidar olma şansını kaybetti. Çok ilginç bir olaydı o. Dolayısıyla Erdoğan, işler çözülüyormuş gibi gözükürse kendisinin bundan çok kârlı çıkacağına emin değil bana göre. Bir diğer husus da şu: Erdoğan, bu “terör,” “DEM’lenme” vesaire gibi, “Kandil” gibi ya da “terörist başı Öcalan” gibi söylemleri çok kullandı ve çok işine yaradı. En son cumhurbaşkanlığı seçiminde, biliyorsunuz, sahte bir videoyla Kılıçdaroğlu’nu yendi. Tek başına onunla yenmedi tabii ama onun da etkisi çok oldu. Şimdi Erdoğan en önemli silahından, kartından fedakarlık edecek, feragat edecek. Bunu kabullenmesinin çok kolay olacağını sanmıyorum. Bir başka husus, dün bunu Kemal’le “Haftaya Bakış”ta da konuştuk; bence AK Parti kadroları ve bir ölçüde de tabanı, Cumhur İttifakı sürecinden itibaren İslamcılıktan milliyetçiliğe doğru çok hızlı bir dönüş yaşadılar. Yani MHP bir yere doğru gelirken, AK Parti MHP’ye doğru gitmeye başladı. Çok ilginç bir şey yaşandı. Ve eskisi kadar, Erdoğan dahil, AK Parti kadrolarının Kürt sorununu çözmek gibi bir motivasyonları, arayışları olduğunu çok sanmıyorum, düşünmüyorum. Bir de şu var: PKK’nın Türkiye’de, Türkiye içerisinde çok fazla eskisi kadar etkili olamaması, askeri anlamda çok büyük darbeler yemiş olmasının verdiği bir özgüven de var. Bu hem Türkiye topraklarında hem Suriye’de kısmen ama esas olarak da Irak’ın kuzeyinde. Her ne kadar Kandil’e yönelik operasyon olmadıysa da diğer bölgelerde, Türkiye sınırına yakın olan bölgelerde, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Özel Kuvvetler çok ciddi operasyonlar yapıyor, sürekli bir çatışma hali var. Orada Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle iş birliğiyle kurulan üsler var ve dolayısıyla nasıl olsa PKK eski PKK değil gibi bir husus da var. Ama bir diğer husus da şu: Kandil’in her an Öcalan’ın söylediğinin dışına çıkabileceği yolunda bir endişe Erdoğan’da da var. İlk andan itibaren iktidar yanlısı medyada çok güçlü bir şekilde “Öcalan istese de Kandil buna uyar mı, uymaz” şeklinde yazılar yazıldı, yorumlar yapıldı. Sanki “Öcalan diyebilir ama Kandil uymasa da iyi olur” gibi bir şey vardı, bir yönüyle bu. Ama bir diğer yönüyle de Kandil’in bölgedeki yeni değişimlere paralel olarak özellikle İsrail tarafından kullanılabileceği, belki İran ama esas olarak İsrail tarafından kullanılabileceği ve Türkiye aleyhine öne çıkarılması ihtimali. Bu anlamda Suriye de tabii ki devrede. Yani Kandil’e hiçbir şekilde güvenmedi Erdoğan. Ama ne oldu? Öcalan açık ve net bir açıklama yaptı ve Kandil de açık ve net bir şekilde Öcalan’ın talimatlarını yerine getireceklerini, bunun için bir konferans düzenleyeceklerini söylediler. Nitekim dün Abdülkadir Selvi’nin yazısından öğreniyoruz ki konferansı hiç öyle 3-4 aya yaymayacaklar, Nisan ayında toplanacağı söyleniyor. Çok hızlı. Sanıyorum Erdoğan bunu bekliyor. O fesih kararı alınsın, silah bırakma kararı alınsın, o zaman buna daha fazla sahip çıkan bir Erdoğan görme ihtimalimiz çok yüksek. Tabii burada hep ince bir şey var: ‘‘Pazarlık var mı, yok mu?’’ meselesi var. Diyorlar ki, işte Erdoğan hep bunu söyledi, “Ya silahları gömerler ya biz gömeriz” dedi ve bunu bir teslim olma gibi göstermeye çalışıyorlar, çalışacaklar. Ama bunun bir teslim olma olmadığını baştan biliyoruz, böyle bir şey değil. Kandil eskisi kadar güçlü olmasa da yeni şekillenen Orta Doğu’da yine yıllarca varlığını sürdürebilecek bir yapıya sahip. Eskisi kadar çok kadro devşiremiyor olabilir ama bir şekilde çok zor dönemlerde hayatta kalmayı başarmış bir örgüt söz konusu. O coğrafyada PKK’nın kurulduğundan bu yana kaç tane rejim değişti, kaç tane gitmez denen lider gitti, her şey altüst oldu, buna rağmen hâlâ varlığını sürdüren bir yapı. Hiç yabana atılmaması gereken bir yapı var. Dolayısıyla Erdoğan çok temkinli davranıyor. Eğer bu olay hızlı bir şekilde gerçekleşirse o zaman Erdoğan “Bakın, ben 40 yıllık bir şeyi kapattım” deme imkânına sahip olacak ya da sahip olduğunu düşünecek. Ama iş orada bitmeyecek, ondan sonrası da olacak. Tabii gözler ister istemez Suriye’ye çevrilecek ve Suriye’de de bir şeylerin olması gerekecek. Çünkü biliyoruz ki Erdoğan’ın, Ankara’nın bu süreçle ilgili en önemli, en önem atfettiği konu Suriye, Suriye’deki PYD-YPG yapılanması. Tahmin ediyorum ki bu konuda da Öcalan’la yapılmış birtakım görüşmeler ve birtakım hazırlıklar var. Onu da herhalde Kandil sonrasındaki süreçte göreceğiz. Toparlayacak olursam, Erdoğan, Öcalan’a güvenmiyordu, o aşıldı. Kandil’e güvenmiyor, o da aşılacağa benziyor ama yine de temkinli olmaya devam edecek. Bu arada Devlet Bahçeli sağlığına kavuşup tekrar grup toplantıları yapıp basın toplantıları yaparsa, o zaman daha net görebileceğiz. Şu haliyle bakıldığında, Devlet Bahçeli hasta yatağında telefonlarla bile olaya daha fazla sahip çıkan bir siyasetçi olarak gözüküyor ve bu da hâlâ işin en ilginç ve en merkezi hususu olma özelliğini koruyor. Yani Türkiye’de iki uç, Abdullah Öcalan ve Devlet Bahçeli, Türkiye’nin kaderini değiştirecek bir süreci başlattılar. Erdoğan burada kendi inisiyatifiyle uzakta, mesafeli durmayı tercih etti; ama sonra eğer bu süreç başarılı olursa, baştan bu kadar mesafeli durduğuna pekâlâ pişman olabilir. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.