Burak Cop yazdı: Özgür Özel’in bir doktrini var mı?

Bu haftaki yazısında Burak Cop, Özgür Özel’in başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP’nin geleneksel liderliğinden nasıl ayrıştığını, bundan bir “Özgür Özel doktrini” çıkmasının ne kadar mümkün olduğunu değerlendiriyor.

Özgür Özel doktrini
Burak Cop, olası bir Özgür Özel doktrini üzerine yazıyor, CHP’nin liderlik gelenekleriyle farklılıklarına dikkat çekiyor.

Kemal Kılıçdaroğlu, 13 yılı aşkın CHP genel başkanlığı sona erip de yerini Özgür Özel’e bıraktığında, CHP’de esaslı bir değişimin kapıları mı aralandı yoksa yalnızca bir “değişiklik”ten mi söz edilebilir sorusu henüz yanıtını bulmamıştı (Kadri Gürsel’in bu konudaki analizi).

Özel 1,5 yıldır partinin başında, girdiği ilk seçimden alnının akıyla çıktı ve 19 Mart darbesine verdiği yanıtla salt CHP üye ve seçmenlerinin değil, genel olarak muhalif kamuoyunun güvenini kazandı. Olağanüstü kurultayda da güçlü bir biçimde güven tazeledi, liderliğini pekiştirdi. CHP kurultaylarını izleyenler bilirler, genel başkanın Parti Meclisi listesinin sıfır fireyle seçilmesi, yani delinmemesi, görülmüş şey değildir. 

2023’teki lider ve yönetim kadrosu değişikliğinin ne ölçüde “değişim” teşkil ettiğini anlamanın yolu, Özel’in siyaset yapma biçimi ve iktidara geliş reçetesini Kılıçdaroğlu’nunki ile karşılaştırmaktan geçiyor. Sevgili Behlül Özkan’ın Turkish Studies’de yayınlanan makalesi Kılıçdaroğlu dönemi için güzel bir teorik çerçeve ve zengin materyal sağlıyor.

Makalenin ana fikri şu: Kılıçdaroğlu’nun Mayıs 2023 yenilgisinin sebebi kendisinin “devlet” ile kurduğu ilişki ve kitleleri oy verme gününü beklemeye iterek pasifleştiren siyaset yapma biçimidir. Kılıçdaroğlu, parti-devlet bütünleşmesini yadsıyarak devlet ile iktidarı birbirinden ayrı görmüş, “devleti tanıyan” biri olma vasfını (eski bir bürokrat oluşunu) ön plana çıkartarak devlet içindeki güç odaklarının güvenini kazanmayı hedeflemiştir.

“Collaborationism”

Özkan, Kılıçdaroğlu’nun bu tavrını işbirlikçilik (collaborationism) olarak nitelemektedir, ancak hemen şu notu düşelim; işbirlikçilik burada Türkçedeki tınısından farklı olarak negatif değil nötr bir kavramdır. Makale C. Lepora ve R. E. Goodin’den şöyle alıntılamaktadır: “İşbirlikçi, planın tasarlanmasına katkıda bulunmak yerine planı olduğu gibi kabul eder ve eylemlerini onun çerçevesinde biçimlendirir. Bu, yanlış işler yapanın (planı kuranın – B.C) amaçlarını paylaştığı anlamına gelmez.”

Özkan da bir muhalefet stratejisi olarak işbirlikçiliğin iktidara teslimiyet anlamına gelmediğini, ancak milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması ve referandumdaki mühürsüz oy skandalının sineye çekilmesi gibi örneklerde görüldüğü üzere, Kılıçdaroğlu’nun partiyi krizlerde statükonun korunmasını sağlayan bir emniyet supabına dönüştürüp rejim-içi bir aktör olarak iktidara meşruiyet kazandırdığını belirtmektedir.

Kılıçdaroğlu ile bizzat mülakat da yapan Özkan, muhatabına 2015’te iki seçim arasında hükümeti kurma görevini almak için neden ısrarcı olmadığını sormuş, Kılıçdaroğlu da CHP desteğiyle başbakan olması için Devlet Bahçeli’ye teklifte bulunduğunu, Milletvekili Tuncay Özkan’ın da bu kapsamda, MHP üzerinde etkili olduğu bilinen eski MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’la görüştüğünü, ancak sonuç alamadıklarını belirtmektedir.

Bu bilgi, Kılıçdaroğlu’nun, zihnindeki “devlet” kavramını göstermesi ve o “devlet”i iktidar kapısını açacak anahtar olarak görmesi bakımından çarpıcıdır. Özkan, iktidarda olmadıkları dönemde Demirel ve Özal’ın da devletle işbirlikçi bağlar kurduklarını, ancak Kılıçdaroğlu’nun aksine bunu iktidara giden yol olarak görmediklerini; güçlerini siyasal mücadele sonucu elde ettikleri kitle desteğinden aldıklarını vurgulamaktadır.

Toplumu toplam olarak görmek

Kemal Kılıçdaroğlu’nun partiyi önemsizleştirerek bir “seçimsel vasıta”dan ibaret görmesi, partinin kitleler nezdindeki gücünü arttırmayı dert etmemesi aslında onun toplumu nasıl gördüğüyle alakalıydı. Kemal Bey toplumsal kutuplaşmayı “veri” kabul ediyor ve toplumu farklı kimliklerin toplamı olarak görüyordu. Daha kısa bir ifadeyle, toplumu toplam olarak görüyordu.

Altılı Masa’nın çarpık bir mimariyle tasarlanmasında, küçücük partilere CHP’ye denk söz hakkı tanınmasında, anketlerde oyu çıkmayan Gelecek Partisi’ne 10 milletvekili verilmesinde Akşener’i kuşatmak ve bürokrasiye Babacan, Davutoğlu gibi figürler aracılığıyla devamlılık güvencesi vermek gibi pratik gerekçelerin yanında ideolojik bir gerekçe de vardı: Dindar kesimler CHP’ye tarihsel “katı laiklik” uygulamaları ve 28 Şubat döneminde tesettür gibi konulardaki hatalı pozisyonlardan dolayı mesafeliydi, oy vermiyordu. Öyleyse o kitlelerin elinin sandıkta Kılıçdaroğlu’na gitmesi için yanına kalabalık (ve seçim kazanılsaydı kakofonik) bir cumhurbaşkanı yardımcıları heyeti eklenmeliydi. Karamollaoğlu’nu, Babacan’ı, Davutoğlu’nu gören dindar seçmen rahatlayacak ve mührü Kılıçdaroğlu’na basacaktı.

Seçim kaybedildikten sonra bir dahaki sefer için “Değil altılı masa gerekirse 16’lı masa kuracağım” diyen Kılıçdaroğlu, seçim kazanmanın formülünü CHP’nin toplumsal tabanını genişletmekte değil daha güçlü bir aritmetik toplamla kantara çıkmakta gördüğünü ortaya koyuyordu. Halbuki CHP, liderini değiştirdikten sonra girdiği ilk seçimde, eski masa ortaklarının tamamı rakip adaylar çıkardıkları halde, 1989’dan (SHP dönemi) sonraki ilk birinciliğini aldı.   

Kazanmak yerine yaranmaya çalışmak

Toplumu toplam olarak görmek hem post-Kemalist bakış açısının (yani Türkiye’nin belli başlı sorunlarının kaynağının Erken Cumhuriyet döneminde olduğu görüşünün) hem de post-modern döneme has kimlik siyaseti paradigmasının etkisinde olmaktan kaynaklıydı. Fakat, Kemal Bey bir nüansı kaçırdı. Muhafazakâr seçmeni kazanmaya değil, onlara yaranmaya çalıştı. Bu, bir sonuç vermediği gibi CHP seçmenini demoralize etti, sahipsiz hissettirdi, öfkelendirdi.

Kemal Bey, geçmişe dair aşırı özür dileyici bir tonda konuşuyor, 1950’den beri hepi topu koalisyonlarla 11 yıl iktidar görmüş CHP/SHP’nin, bırakın devletin sahibi olmayı, Soğuk Savaş ürünü milliyetçi-muhafazakâr devlet yapılanmasının sık sık gadrine uğramış olmasını göz ardı ediyordu. AKP iktidarının pekişme yıllarında geçer akçe olan “vesayet” ve “laik devletin dindarları ezmesi” gibi mantralar Kılıçdaroğlu üzerinde etkili olmuş, ayrıca sağ seçmenin oyunu almanın sağcı siyasetçi ve danışman transfer etmekten geçtiğini düşünmüştü. Sağ kökenli isimlerin partiye katılmasında bir sorun yoktu. Sorun, gelenlerin genellikle “CHP yanlış bir parti, ben onu düzelteceğim” havasında olmasıydı. Bu cesareti kendilerini davet edenden almış olmalıydılar.

Toplumu kimlikler toplamı olarak görüp siyaseti buradan kurmaya çalışanlar Kemal Bey’in döneminde CHP’nin yönetici kurullarına, mutfağına ve kurmay aklına fazlasıyla sızdılar. Özgür Özel döneminde bu sızma azalmış halde. Ancak artık hiçbir etkileri kalmadığını söylemek mümkün mü, emin değilim.

“CHP gibi CHP” vaadi ve Özgür Özel doktrini

Özel, 2023 kurultayı öncesi ve sonrasında, adını öyle koymasa da, partiyi destekleyen kitlelere “CHP gibi bir CHP” vaat etti. Aralık 2023’te şehitler için AKP ve MHP ile aynı bildiriye imza koymayacaklarını açıklaması Kılıçdaroğlu’nun kritik konulardaki “işbirlikçi” tutumuna taban tabana zıttı. Bir yandan da yaklaşan yerel seçime doğru, Kılıçdaroğlu döneminin olumlu bir mirası olan farklı siyasi görüş sahipleriyle demokratlık paydasında buluşma tutumunu sürdürdü, bunu “Türkiye İttifakı” olarak adlandırdı; “Kürt demokratların, sosyal demokratların, milliyetçi demokratların, muhafazakâr demokratların” ortaklığından söz etti.

Seçim zaferini takip eden aylarda Özel’in ortaya koyduğu “normalleşme” politikası, ilk bakışta Kılıçdaroğlu’nun “işbirlikçiliği”ni andırıyordu. Ancak bir nüans vardı. CHP, bu sefer Saray rejimine eli çok daha güçlü bir halde uzlaşma teklif ediyordu. Uzlaşmanın nihai hedefi Kılıçdaroğlu’nunkiyle aynıydı; siyasetin hayatın doğal akışına uygun bir mecrada akması, mukadder görünen iktidar değişikliğinin barışçıl biçimde gerçekleşmesi. Bir başka deyişle Özel’in Erdoğan’a teklifi iktidar-muhalefet ilişkilerinin 1947-1950 arasındaki gibi olmasıydı. Dönemin Cumhurbaşkanı ve CHP lideri İnönü, 12 Temmuz 1947’deki ünlü beyannamesiyle kendini tarafsız pozisyona çekmiş, CHP-DP ilişkileri yumuşamış, 1950’de de adil bir seçimle DP iktidara gelmişti.

Gelin görün ki İnönü’deki devlet adamlığı ve feraset Erdoğan’da olmadığı için Özel’in uzattığı el havada kaldı. 28 Şubat davasından yargılanan, yaşı 80 civarındaki emekli paşaların tahliye edilmesi dışında aylarca iktidar kanadından tek bir güven artırıcı hamle gelmedi. CHP açısından hatalı olan normalleşmeyi savunmak değil, ilkbahar-yaz ayları geçtikten sonra Eylül’de siyasi taarruza geçmemekti. Taarruz iktidardan geldi; Trump’ın seçim zaferinin ufukta belirmesi ve muhtemelen Suriye’de rejimin devrileceğinin istihbaratını önceden almalarının da etkisiyle, Ekim başında DEM Parti’ye el uzatıp Ekim sonunda Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atadılar. CHP liderliği aylarca muhalif kitleleri yabancılaştırdığıyla kaldı.

Sessiz sedasız reform

Özgür Özel bir süredir geniş halk kesimlerine güven veren, Kılıçdaroğlu’nun sokak fobisinin 180 derece tersi bir gözü peklik sergileyip boykot gibi yaratıcı siyasi eylemleri sahiplenen bir çizgi izliyor. Henüz önemini pek az kişinin fark ettiği, İmamoğlu’nun adaylığı için toplumu mobilize etmek amacıyla düzenlenen önseçim sayesinde partinin üye sayısının 1,5 milyondan 1,9 milyona yükselmesi de tamamen Özel’in başarısı.

O 400 bin kişi eğer partinin yerleşik yerel güç odaklarının muhtemel dışlama çabalarına rağmen aktif “particiler”e dönüşürse, bu CHP’nin örgütü ile seçmen kitlesi arasındaki muazzam doku farklılığını azaltacaktır. Zira gelenler yerleşik particilere göre bambaşka bir profildedir ve partinin seçmen kitlesinin ana kolonu olan kentli ve vasıflı işgücünün (şu meşhur “beyaz yakalıların”) politik aktivizme hevesli kesimini temsil etmektedir.

Özgür Özel doktrini

Özel’den farklı olarak en ufak bir particilik deneyimi bulunmayan Kılıçdaroğlu, hem başkanlık sisteminin ittifakları dayatan kurumsal çerçevesinin, hem de CHP örgütünü murat ettiği “ideolojik” dönüşümü kavramaktan aciz görmesinin etkisiyle, “parti”yi iyice dışlamış, önemsizleştirmiş, yurt gezilerinde il örgütlerine bile uğramaz olmuştu. Genel merkezde ise bir danışmanlar saltanatı kurmuştu.

Başlıktaki soruya gelelim. Özgür Özel kendi doktrinini oluşturma yolunda, ancak kervan yolda düzülüyor. Bu hem iyi hem kötü bir şey. İyi tarafı, sürecin dinamizmi, sahiciliği. Hayatın içinden neşet ediyor. Kötü tarafı ise derli toplu, tutarlı, üzerinde yeterince kafa yorulmuş bir çerçeveden yoksun oluşu. Ancak ne olursa olsun, bir millet gözlerini dikmiş, CHP’ye bakıyor. 1977 ruhu sislerin arasından göz kırpıyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.