Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Steve Bannon: “Amacım sıradan insanlara söz hakkı vermek”

Fransız Le Figaro gazetesinden Laura Mandeville’in, Donald Trump’ın eski danışmanı Steve Bannon’la yaptığı röportaj 8 Ekim 2018’de yayımlandı. Bannon’a göre Avrupa’da küreselleşmenin sistem dışına ittiği insanlar, ABD’dekilerle aynı kişiler. Gelecek Avrupa Parlamentosu seçimlerinde, AB’ye şüpheyle yaklaşan partilerin “Avrupa’yı parçalayacağını” umuyor. Söyleşiyi Oğul Tuna çevirdi.

LE FIGARO: Donald Trump’ın Beyaz Saray’ı fethinde yardımcı oldunuz. Şimdi de Avrupa’yı fethetmek üzere burdaki “popülist partilere” yardım etmek istiyorsunuz. Bu isteğinizin sebebi nedir?

Steve BANNON: Bu savaşım oldukça kişiseldir. Dokuz yıl önce Tea Party (Çay Partisi Hareketi) ile başladı. Sebebi basitti: Ailem, sıradan bir Amerikan işçi ailesiydi. Amerikan alt sınıflarının toplumumuzun belkemiği olduğuna daima inandım. Spor takımlarına koçluk ederler, kiliselerimizde toplanırlar, her gün işe giderler, çocuklarını orduya yollarlar. Ülkemizin tutkalıdır bu sınıflar. Fakat 2008 krizinden sonra aslında bu sınıfların sesinin kesildiği bariz hâle geldi. Georgetown ve Harvard’da okuma şansı olan biri olarak benim hedefim oldukça basit: Sıradan insanlara söz hakkı vermek. Bu durum Avrupa’da da tıpkı ABD’de olduğu gibi.

LF: Amacınız nedir? Küreselleşmeyi yeniden tanımlamaya katkıda bulunmak mı yoksa çoğu kişinin kaygılandığı üzere Avrupa Birliğini yıkmak mı?

SB: AB’yi yıkmak gibi bir niyetim yok ve böyle bir projesi olan kimseyle de bir araya gelmedim. Bizimle konuşan partiler, Avrupa-şüpheci partilerdir ancak bu AB’yi parçalamak gibi bir anlama gelmiyor. Marine Le Pen güncel muhalefeti iyi temsil ediyor. Ulusu aşmak gerektiğini düşünenler ve bunun karşısında, sistemin temelinde ulusu tasavvur edenlerin tartışması, korunması gereken değerli bir tartışmadır. Konuştuğumuz herkes Macron’un projesini tamamen reddediyor ve Avrupa’yı Jean Monnet projesinin devamı gibi görüyor. Büyüyen finansal ve ticari, politik entegrasyon politikasını övüyor.

Diğer proje ise Matteo Salvini ve Viktor Orban’ın, Avrupa Birleşik Devletleri fikrini ve Fransa’nın Kuzey Karolina gibi sıradan bir eyalete dönüşmesini reddeden projedir. Bunun yerine bir konfederasyon içinde egemen-bağımsız ulus-devlet istiyorlar. AB’yi yıkmak isteme düşüncesi, küreselleşmecilerin korku salmak için kullandığı bir argümandır. Globalistler bir münazara bile istemiyorlar. Tıpkı Ortaçağ teolojisi gibi; eğer kuralları düzenlemekten bahsederseniz, sizi faşist olmakla ve I ve II. Dünya Savaşlarına yol açan biri gibi görünmekle itham ediyorlar. Size alt sınıflara güvenemeyeceğinizi söylüyorlar; bu alt sınıfları barbarlar, ırkçılar ve diktatörleri seçenler gibi lanse ediyorlar. Ancak gerçekteyse bu insanlar daha akıllı ve saygınlar.

LF: (…) Aracı güçleri ortadan kaldırınca, bahsi masada kalan kazanır…

SB: Bu teorik bir tehlike. Fakat bir de küreselcilerin sebep olduğu somut hasara bakın. Avrupa’daki hiçbir sosyal sistemin kabul edemeyeceği kadar sınırsız göçe izin verdiler. Onların 2008’deki finansal krizle yaptıklarına baktıktan sonra bizim mevcut sistemi yere çalacağımızı söylemek kolay. Bankalar kurtarıldı ama sıradan insanlar mahvoldu. 2000’liler dahi bunun cefasını çekiyor. İtalya’da 2008’den beri doğum oranı yüzde 18 oranında düştü, çünkü ortada ekonomik güvenlik yok.

Maaşlar azaldı ve İtalyanlarla rekabete giren yabancı ucuz işgücüne yol verildi. Gerçek olan budur ve diktatörlerin muhtemel ve teorik yükselişi tehlikesiyle alakası yoktur. Popülist patlamasının meşalesi, 10 yıl önce Wall Street ve Washington’daki finansal kriz sürerken Davos’ta yakılmıştı. Ortaya çıkan yıkımın sorumlusu kim oldu?

LF: Ekonomik milliyetçi olduğunuzu ve Yahudi-Hristiyan dünyayı kurtarmak istediğinizi söylüyorsunuz. Ama ırkçı olmakla da suçlanıyorsunuz…

SB: Karşı karşıya geldiğimiz insanlar tüm sorunların temelindeki bahsettiğim durumlara cevap vermek istemiyorlar. Sonra birden bizi faşist, nativist, antisemit olmakla suçluyorlar… Bu kişilerden gelen ithamlar aslında birer nişandır, çünkü içleri tamamen boş. Altını çizmek isterim ki Avrupa’da Yahudi nüfusun içinde bulunduğu kriz ve antisemitizmin yükselişi, solun suç ortaklığına gittiği radikal İslamcı hareketlerin cihatçı ideolojisi ve saldırganlığının sonucudur. Jeremy Corbyn’e bakın! Yaptıkları kabul edilir değil.

LF: Kilise’nin muhafazakar kanadı ve özellikle Kardinal Burke ile ahbaplığınızdan bahseden makaleler var. Papa’ya karşı birlikte komplo kuruyormuşsunuz…

SB: Geçen hafta, Kardinal Vigano’nun Papa’yı istifaya davet etmesi hakkında yaptığım söyleşide açıkça buna karşı olduğumu söyledim. Papa, Tanrı’nın yeryüzündeki vekilidir. Kilise’nin dogmalarına göre değişmezdir, kimse makamını bırakmasını buyuramaz. Fakat bu, Papa’nın izlediği siyasetin yanılmaz olduğu anlamına gelmez. Kilise, Roma’da düzenlediği bir konferansta milliyetçi-popülizmin, şeytanın dünyadaki en önemli gücü olduğunu ilan etti! Daha sonra Papa, Avrupa’nın boşaldığını ve boşalan bu yerin göçmenlerce dolacağını söyledi. Ben ise doğum oranları ve alt sınıfların durumuyla meşgul olmayı tercih ederdim. Sıradan insanlara bir perspektif sunmalıyız, böylece bu bir devrime dönüşecektir. Dünya elitlerinin yüzde 10’u, nüfusun geri kalan yüzde 90’ınkinden daha fazla servet kontrol ediyor!

LF: ABD ara seçimleri birkaç hafta içinde gerçekleşecek. Trump meclisi kaybettiği takdirde, demokratların onu azletmek için her şeyi yapacaklarını söylüyorsunuz.

SB: Daha kesin konuşmama izin verin. 6 Kasım’da Temsilciler Meclisi seçimlerini eğer kaybederse, meclis soruşturması süreci devreye girecektir. Bu iktidarı kaybedecek demek değil. Görevden azledilmek için çift zamanlı bir prosedürdür. Temsilciler Meclisi, soruşturmayı başlatır; sonra Senato inceleme yapıp hükmünü verir, senatörlerin üçte ikisinin azli onaylaması gerektir. Yani Trump’ın görevden alınması şansı düşük. Eğer Cumhuriyetçiler meclisi koruyabilirse, Savcı Mueller’e teşekkür edecekler ve süreç duracak. Fakat eğer Demokratlar kazanırsa, “katil” Demokratlar ve ılımlı Cumhuriyetçilerden bir komite meydana getirecekler ve azil sürecini başlatacaklar.

LF: Bir röportajınızda 9 Haziran 2016’da Ruslarla toplantı organize edilmesini vatana ihanet olarak değerlendirmiştiniz.

SB: Bu işle ilgili kafamda Paul Manafort’un olduğunu her zaman belirtmiştim, Donald Jr. ya da Trump ailesinin bir başka üyesi değil. Manafort gibi işinin ehli birinin böyle bir buluşmayı organize etmesi, korkunç derecede bir hataydı. Fakat arkasında bir şey yoktu, gizli anlaşmaya dair hiçbir kanıt yoktu; en azından Savcı Mueller bilmediğimiz herhangi bir delile sahip değil. Bugün tek mesele, adaletin engellenmesi ihtimalidir. Bu ise tamamen siyasal bir mesele. Eğer Cumhuriyetçiler kazanırsa, iş bitmiştir. Eğer Demokratlar kazanırsa, imkânlarını zorlayacaklardır. Trump seçildiğinden beri, seçimleri iptal ettirmeye uğraştılar. Clinton’lar ve Wall Street’teki dostları mağlubiyetlerini kabul etmekte zorluk yaşadılar. Ara seçimleri işte bu açıdan anlamamız lazım. Yargıç Kavanaugh etrafında dönen çatışmanın da gösterdiği gibi Demokratlar, Trump’ın başkanlığını ve tüm yasama programını engellemek için her şeyi deneyecekler.

LF: Sizin projenize dönersek; Avrupalı popülistlerle özel ilişkileri olan Vladimir Putin’le rekabet içinde değil misiniz? Popülistlerin “kalplerini” kontrol etmek üzere tekrar bir Rus-Amerikan savaşına gelmedik mi?

SB: Amerikalılara ve Ruslara aşırı değer biçiyoruz. Burada gördüğünüz, yerel bir harekettir. Brüksel’deki çevre, Avrupalı işçinin neyi sevmediğini bir türlü anlayamıyor. Bu tıpkı, köylülerin öfkesini anlayamayan eski aristokrasiye benziyor. Bu anlamamazlıkla Rusları ya da Amerikalıları suçluyorlar, yeni bir soğuk savaş diyorlar. Liberallerin Ruslardan nefret etmelerinin sebebi Rusların milliyetçi olmaları ve Yahudi-Hristiyan medeniyetine inanmalarıdır. Ben her zaman Putin’in kleptokratik yönetiminin tehlikeli olduğunu düşünmüşümdür. Ancak Rusya, Çin’le karşılaştırırsak oldukça önemsiz bir tehlike. Rus ekonomisinin büyüklüğü New York eyaletininkiyle eşdeğer.

LF: Sizin Çin tehdidine bakışınız nedir?

SB: Çinliler, uluslararası nizam için en büyük tehdittir. Çin’in totaliter bir rejimi ve 2008’den daha kötü bir krize sürükleyecek bir finansal modeli var. Güçlendiğini kabul ederek onlardan para kazanan Batılı elitlerce desteklendiler; acımasızdılar ve Batı’nın sanayisizleşmesine sebep oldular. Unutmayın ki 1970’lerde Amerika’nın çöküşü ve Sovyetlerin üstünlüğünü ilan eden aynı kişiler, Çin’in gücünün yükselişinin karşı konulmazlığını da ilan ediyorlar. Bu iki görüşü de ortaya koyan kişi aynıydı: Henry Kissinger. Ancak Ronald Reagan iktidara geldiğinde, danışmanlarından Bill Casey, SSCB’nin gücünü tekrar değerlendirmemiz gerektiğini önermişti. Casey, Sovyetlerin ekonomisinin düşündüğümüzün yarısı büyüklüğünde olduğunu ortaya koymuştu! Buysa, Sovyetlerin basılan her bir doların 44 sentini askerî harcamalar için kullandığı demekti ki böyle bir ekonomi sürdürülemezdi. Böylece SSCB’nin sonunu görmemiz için 40 yıl gerektiği sonucuna varmıştık; halbuki 8 yılda, Yıldız Savaşları projesiyle sonunu getirdik!

LF: Trump’ın Çin’le, kazanabileceği bir ekonomik savaş yürüttüğünü mü söylüyorsunuz?

SB: Çin, bizimle 25 yıldır ekonomik savaş içinde. Trump “Uyan ey Wall Street, uyan ey Washington” demekten başka bir şey yapmadı. Çinliler, ABD ekonomisini yıkmak için devletlerinin tüm gücünü kullandılar. Bugün ise Trump’ın gümrük vergilerinden ürküyorlar; çünkü imal malları ithal etmedikleri için karşı saldırıda bulunamazlar. Yürürlüğe koymak üzere olduğumuz gümrük vergileri bugüne dek hiç görülmemiş bir seviyede. Trump ile tam 500 milyar dolar! Sanayimizi yitirdiğimizde, işçilerimizi onların varoluş nedenlerinden mahrum ederiz. Bu yüzden Trump imalat işlerini geri getirmeye çalışıyor. Çinlilerin yaptıkları, fikrî mülkiyet haklarını çalmaktan çok daha hileli. 10 sene içinde 3500 milyar dolar değerinde mücbir teknoloji transferi gerçekleştirdiler! İnovasyon, Batı ekonomisinin kalbidir (yüzde 40), bizim en değerli varlığımızdır. Ancak Çinliler bizi teknoloji transferine zorluyorlar. Sloganları “Made in China 2025”, yapay zekâ, robotik, mühendislik sektörlerini ele geçirmeyi amaçlıyor… Trump ise buna karşı duracak.

Seçkinlerin Düşmanı

Steve Bannon 2016’da 62 yaşındayken, Donald Trump’ın başkanlık seçim kampanyasını eline aldı ve Trump’ı zafere ulaştırdı. Gücü sayesinde ünlendi, 45. ABD Başkanı’nın “strateji danışmanı” olarak Beyaz Saray’a atandı. Fakat Vanity Fair’e verdiği bir röportajda patronuna güvensizliğinden yakınması ve Michael Wolff’un kitabı “Ateş ve Öfke” kitabının yayımı sonrası, Ağustos 2017’de görevden alındı. Bannon, Başkan’ın zekasını 11 yaşındaki bir çocuğunkiyle eş tutuyordu ve “tüm kötü kararların” damadı Jared Kushner’a ait olduğuna inanıyordu. Önceden Goldman Sachs’ta bankacılık, Seinfeld serisinin ve pek çok filmin yapımcılığı, Breitbart sitesinin kurucusu olarak gazetecilik görevlerinde bulunmuş olan Bannon, kendine yeni bir yol çizdi. İşçi kökenli, Virjinyalı ve İrlandalı Katolik bir aileden gelen Bannon çok kez fikir ve söylem değiştirdi. Yalnızca muhafazakârlığı ve sistem karşıtlığı (antiestablishment) değişmedi.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.