Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Trump ara seçimlerden sahiden yenik mi çıktı?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. ABD’de önemli bir seçim yapıldı; ara seçim deniyor, ama bayağı bir şeyi belirleyeceğe benziyordu; nitekim öyle de olduğu söylenebilir. Ve burada genellikle Amerikan sisteminde ara seçimlerde başkanın partisi, cumhuriyetçiyse Cumhuriyetçi Parti, demokratsa Demokrat Parti, genellikle kayba uğrar. Bu sefer de öyle olması bekleniyordu ve Demokratlar çok iddialıydı, çok büyük beklentiye sahiptiler. Bu kısmen karşılandı. Temsilciler Meclisi’nde 8 yıl sonra ilk kez çoğunluğu elde ettiler; ancak Senato’da Cumhuriyetçi çoğunluk muhafaza oldu, hatta Cumhuriyetçi Parti üç demokrat senatörün koltuğunu da kazanmayı bildi. Sonuçta yarı yarıya gibi bir olay var ve kimi yorumculara göre Trump’ın işi çok zor olacak, çünkü Temsilciler Meclisi kendisine çok ciddi engeller çıkartacak; ama kimileri de Senato’daki çoğunluğun onu bayağı bir rahatlattığını düşünüyor ve Trump’ın bir sonraki seçimde aday olması kuvvetle muhtemel –herhalde birçok başkanın yaptığı gibi iki kez aday olacaktır–; kazanıp kazanmayacağı noktasında da kimileri bu seçimlerin ona moral olduğunu, kimileri de moralsizlik olduğunu söylüyor. Herkes bir yanından bakıyor, bardağın dolu tarafına ve boş tarafına bakıyor; ama baktığımız zaman, bence Trump için bu bir yenilgi değil. Yenilgi meselesini sadece Senato’yu muhafaza etmek, Temsilciler Meclisi’ni kaybetmek gibi bir basitlikle almamak gerekiyor. Bu arada, seçimde çok önemli valilik seçimleri de oldu; bunlarda da çok büyük yenilgiler almadı açıkçası Trump. Biraz önce Transatlantik’te Ömer Taşpınar’ın da bahsettiği gibi, Florida gibi önemli eyaletlerin valiliklerini Cumhuriyetçiler kazandı.

Trump partisini kendisine benzetti

Ama onun ötesinde başka bir şey var –ki bence en çok bizi ilgilendiren, Amerikalıları da tüm dünyayı da ilgilendiren husus– bence şu: Trump bir şekilde Cumhuriyetçi Parti’nin adayı olmuştu, ama aday adaylığından itibaren ve aday olduktan sonra ve hatta seçildikten sonra, geleneksel Cumhuriyetçi Parti tabanının ve kadrolarının, ama en önemlisi kadrolarının, Cumhuriyetçi Parti’nin müesses nizamının, yerleşik yapısının onu kabullenmediği, kabullenemeyeceği ve onu dışlayacağı üzerine yorumlar, analizler yapıldı ve bu yönde beklentiler oluştu. Özellikle Rusya’yla ilişki konusunda açılan soruşturmanın Cumhuriyetçi Parti’nin tabanında ve kadrolarında da rahatsızlık yarattığı ve bunun Trump’ın azline kadar gidebileceği yolunda yorumlar yapıldı, beklentiler dile getirildi. Ama bu seçimde gördük ki Trump Cumhuriyetçi Parti’nin geleneksel yapısına teslim olmadığı gibi, onları da büyük ölçüde kendisine benzetti. Bu seçim kampanyasında öne çıkan Cumhuriyetçi isimlerin büyük bir kısmının Trump gibi konuştuğunu, Trump’ın argümanlarını, Trump’ın yöntemini kullandıklarını gördük. Hele Trump’ın açık destek verdiği bazı adaylarda bu çok daha yüksek oldu ve bunların önemli bir kısmı da kazandı. Yani Trump’ın aslında tüm Amerika’nın yadırgadığı düşünülen dili ve biliyorsunuz geçmişte Cumhuriyetçi Parti içerisinde önemli görevler yapmış –ki buna Başkan oğul Bush da dahil olmak üzere– birçok kişi değişik vesilelerle Trump’ı eleştirse de, onunla arasına mesafe koysa da, Trump’ın Cumhuriyetçi Parti’yi kendisine benzettiğini bize bu seçimler gösterdi.

Merkez’den aşırı sağa

Bu ne anlama geliyor? Merkez olarak tarif edilebilir bu iki parti de. Tabii tam birebir uymuyor bunlar, ama yine de şöyle söyleyelim; Cumhuriyetçi Parti merkezin daha sağında, Demokrat Parti merkezin daha solunda olarak algılanır. Ama birçok konuda ortak politikalara ve farklı politikalara sahiptirler. Kimi zaman Demokrat Parti’nin sola uygun olmayan politikaları desteklediği, kimi zaman da Cumhuriyetçi Parti’nin muhafazakârlığa uygun olmayan politikalar desteklediği de olmuştur. Ancak ana hatlarıyla merkez sağ ve merkez sol diye basitleştirebiliriz işi; ama Trump’la beraber artık merkez sağdan aşırı sağa doğru ya da Amerika’daki yeni tabirle “alt-right”, alternatif sağa doğru gittiğini, Trump’ın da partiyi ve tabanı oraya doğru taşıdığını görüyoruz.
Bu önemli ve bu anlamda baktığımız zaman bu seçim aslında Trump’ın kimilerinin beklentilerini –ki bu kimilerinden birisi benim aynı zamanda, her ne kadar ABD vatandaşlığı falan gibi bir durum olmasa da bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak da Amerikan seçimlerinin bizim için ne kadar önemli olduğunu bildiğim için Trump’ın kazanmasını da istemedim, Trump’ın etkili bir başkanlık yapmasını da ummadım– ama bayağı bu işi artık becerebildiğini gösteriyor. Amerikan kamuoyuna öncelikle, ama dünya kamuoyuna da gösteriyor. Ve bu tabii daha da işi kötüleştiriyor; partisini ve tabanını daha sağa çekiyor; ırkçı, ayrımcı söylemleri her konuda çok rahat bir şekilde kullanıyor.
Saldırgan bir üslûp var, en son CNN muhabiriyle yaşananlar ortada, gazetecilere karşı, medyaya karşı çok kabul edilemez pozisyonlar alıyor, tavırlar alıyor ve yalan söylüyor, çok açık bir şekilde yalan söylüyor. Artık birtakım gazeteler, medya kuruluşları ve işi yalan saptamak olan bazı kurumlar, gerçekleri yani söylenenlerin gerçeğe uygun olup olmadığını kontrol etmek için oluşturulmuş kurumlar, Trump’ın yalanlarıyla artık baş edemez hale geldiler ve bu işte “post-truth” diye söylenen, hakikat sonrası dönem diye adlandırılan dönemin en önemli şahsiyeti olarak çıkıyor ve kaybetmiyor. Bu bence önemli, tek başına Temsilciler Meclisi’ni kaybetmiş olması, tabii ki bir anlamı var; ama tek başına bir anlam değil.

Sistemi değiştiriyor

Bu seçimler Trump için kesinlikle bir yenilgi olmadı, hezimet olmadı ve bir süre sonra kendini toparladıktan sonra bence bu yaklaşımını tüm Amerika’ya ve oradan da hareketle tüm dünyaya yayma konusunda adım adım ilerleyecek. İlk olarak hızlı bir şekilde seçimin ardından Adalet Bakanı’nı istifaya zorladı hızlı bir şekilde; bir süre beklemişti, ama seçimin hemen ardından zorladı ve böylece kendisi hakkında yürütülen soruşturmayı da bir şekilde engellemeye çalışacağını gösteriyor. Bütün bunlar tabii Türkiye’de çok normal olarak görülebilir, ama Amerikan sisteminde bunlar yakın bir zamana kadar kabul edilemez tutumlar olarak görülüyordu. Trump, Türkiye’nin nasıl zamanında adım adım yaşadığı gibi birçok kabul edilemez şeyi pekâlâ kabul edilebilir kılıp; birtakım dayatmalarla, kimi zaman yargıya kimi zaman bürokrasiye, kimi zaman topluma kimi zaman medyaya, kimi zaman kendi partisine dayata dayata var olan Amerikan sistemini daha sağa ve daha beter bir yere doğru taşıyor.
Bu seçim o anlamda gerçekten önemliydi, büyük beklentiler vardı; tabii ki birtakım kazanımlar var, tabii ki birtakım ilginç isimler Demokrat Parti’den Temsilciler Meclisi’ne girdi, içlerinde göçmenler var, içlerinde açık bir şekilde eşcinselliğini deklare edenler var, içlerinde sosyalist kimlikleriyle ortaya çıkanlar var ve çok sayıda kadın var, değişik ırklardan kadınlar var. Bunlar tabii ki pozitif gelişmeler; ama bir bütün olarak bakıldığı zaman, Trump’ın ötekileştirici ve kutuplaştırıcı dilinin kendisi açısından işe yaradığını bu seçimler bize gösterdi. Özellikle seçim öncesinde Latin Amerika’dan gelen göçmen konvoyunu, Meksika sınırına dayanan göçmen kervanını çok ciddi bir şekilde çok sert ve itici bir şekilde kullandı ve buradan hareketle bir kutuplaşma yarattı. İnsanları korkuttu, göçmenlerle korkuttu, terör tehdidi ile korkuttu ve belli bir şekilde oylarını muhafaza etme imkânını gösterdi.

Küresel bir olgu

Aslında bu sadece Trump’ın yaptığı bir şey değil; ülkemizde de yaşanan, birçok ülkede yaşanan, Avrupa’da da yaşanan; en son Brezilya’da yaşanan husus; yani kutuplaştırarak, tehdit algıları yaratarak, tehditleri öne çıkartarak, fırsatları değil riskleri öne çıkartarak, tehlikeleri öne çıkartarak, insanları korkutarak, endişeye sevk ederek bir güçlü liderlik etrafında toplama iddiası. Buna kimileri popülizm kimileri sadece sağ popülizm diyor; ama bir anlamda bu bir tür yeni faşizm aslında ve bunun dünyanın dört bir tarafında çok ciddi bir şekilde güçlendiğini görüyoruz. Bu ara seçime bu noktadan bakıldığında ise, bu yeni sağ hareketin çok da kolay teslim olmayacağını; geleneksel sistemin aktörlerinin eski dille, eski dilin kavramları ile konuşanların bunları alt etmesinin çok da kolay olmadığını bize gösterdi. Bu anlamda baktığımız zaman son ara seçimler, kazanımları olmakla birlikte ABD için aslında bir kayıp ve dolayısıyla dünya için de kötü bir gelişme olduğu kanısındayım.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.