Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

2018: AKP’nin ve İslamcılığın tükenişi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kürt sorununu çözüm perspektifinden uzaklaşmasının ardından içine girdiği siyasi ve ideolojik kriz 2018’de iyice derinleşti. AKP’nin iyice işlevsizleştiği 2018, Erdoğan’a biat etmeyi kabul etmeyen İslamcıların tasfiyesinin de hızlandığı bir yıl oldu.

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. 2018’in son yayınında bu yılı toparlamak, Türkiye için toparlamak gerektiğinde, benim için en öne çıkan husus aslında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ve onun içinden doğduğu İslamî hareketin, İslamcı hareketin Türkiye’de yaşadığı çok büyük tükeniş. Tabii burada bunun tanıtımını hazırlarken bazı arkadaşlar burada da söylediler, ben yıllardır –birkaç yıldır en azından– Erdoğan’ın ve İslamcılığın krizinden bahsediyorum; ama her girdiği seçimi de Erdoğan kazanıyor. Bazı arkadaşlar benim bu tespitlerimin sandıkta doğrulanmadığı kanısında ve izleyicilerde de var bu. Ama bunun bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Çünkü sonuçta sandıkta bir yarış var ve yarışta birisinin kazanıyor olması onun sorunsuz olduğu anlamına gelmiyor. En fazla, karşılıklı yarışın diğer tarafındaki insanların ondan daha sorunlu olduğu sonucunu çıkartmak lazım.

Yani bugün Türkiye’de muhalefet ve muhalefet adına hareket eden kurumların, partilerin yetersizliği nedeniyle Erdoğan girdiği seçimleri –sadece bu nedenle değil tabii, devletin tüm imkânlarını kullanarak, medyayı büyük ölçüde, tamamen denetleyerek vs.– kazanıyor olması, onun krizini gizlemiyor. 2018 bunun çok daha berrak bir şekilde ortaya çıktığı bir yıl oldu.

Portakal, Akpınar, Gezen…

Özellikle yılın kapanışında yaşadığımız bazı olaylara baktığımız zaman bunu çok açık görüyoruz. Örneğin FOX TV’de Fatih Portakal’ın çok masumâne ettiği birtakım laflar üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çıkışı ve ardından Fatih Portakal hakkında soruşturma açılması, daha sonra Halk TV’de Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’in söylediklerine karşı Erdoğan’ın çıkışı ve onlar hakkında da soruşturma açılması…

Bu neden krizi gösteriyor? Normal şartlarda kendine güvenen bir siyasî iktidar, bu tür olaylarda, mesela bir televizyon sunucusunun, haber sunucusunun kendisini rahatsız eden çıkışına karşı kendisini destekleyen başka haber sunucularının cevaplarına bel bağlar. Yani Fatih Portakal bir yerde bir şey söylüyorsa ve bu iktidarı rahatsız ediyorsa, iktidarı destekleyen televizyon kanallarında –ki şu anda kanalların neredeyse hemen hemen hepsi, birkaç istisna, onlardan birisi Fox TV ve Halk TV olarak gözüküyor– bunlardan birisi çıkar ve Fatih Portakal’a cevap verir. Ya da Metin Akpınar, Müjdat Gezen bir şey söylediğinde AKP’yi destekleyen, Erdoğan’ı destekleyen başka sanatçılar –ki bu iddiada çok insan var, sürekli değişik vesilelerle Cumhurbaşkanı ile poz veren kişiler var– bunlar çıkar konuşur, cevap verir. Böyle bir şey yok, kalmadı, olacağı da yok.

Muhalefete cevap yargıya havale ediliyor

Adalet ve Kalkınma Partisi, daha doğrusu Erdoğan, iktidarının yeniden üretimini, iktidarına yönelik eleştirileri savuşturma görevini ne partisine ne de kendisini destekleyen sivil kurum ve kişilere veriyor. Yaptığı çok basit. Tamamen onun denetimde olan bir yargı var. Ve yargı yoluyla bu insanların, bu kişilerin, bu kurumların sindirilmesi — yargı ya da başka kurumlar. Nitekim biliyorsunuz daha sonra ve RTÜK Halk TV ve Fox TV’ye değişik cezalar getirdi. Elinde bir sopayla, cezalandırma sopasıyla eleştirileri, itirazları sindirme yoluna gidiyor. Uzun bir süre böyle değildi. Uzun bir süre bunlar bir tartışma ortamında yapılırdı.

Örneğin Erdoğan’ın yıllar önce –çözüm süreci zamanındaydı– bir başka gazeteciye had bildirme girişimi olmuştu: Nuray Mert’e. O zaman kendisi bir şeyler söyledi; ama aynı zamanda bir grup, çok yoğun bir grup, kalabalık bir köşe yazarı grubu Nuray Mert’e çok sert çıkışlar yapmışlardı. Erdoğan’ın yanında durmuşlardı ve o gün Erdoğan’ın yanında duranların önemli bir kısmının bugün Erdoğan’ın mağduru olduğunu da görüyoruz. Kimisi yurtdışında, kimisi işini kaybetti. Büyük bir kısmı artık yazamıyor.

Burada artık Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı diye bir iktidarın olmadığını, Erdoğan iktidarı olduğunu görüyoruz. Ve Erdoğan’ın da tamamen artık bu işi devletin güvenlik güçlerine ve yargısına havale ettiğini, ülkedeki siyasî iktidarın siyaset üretmediğini, sadece ve sadece reaksiyon gösterdiğini görüyoruz. Bu bir tükenmişlik göstergesi. Daha önce gündemi belirleyen bir Erdoğan ve iktidar vardı ve ona yetişmeye çalışan bir muhalefet vardı. Ama özellikle çözüm sürecinin sona erdirildiği andan itibaren, artık sürekli savunmada olan ve bir vizyona göre perspektife sahip olan değil, iktidarını korumaktan başka bir derdi olmayan bir siyasî iktidar ve Erdoğan ile karşı karşıyayız. 

AKP hiçbir yerde yok

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tükenişi neden? Çünkü AKP hiçbir yerde yok. Adayları var, ama adayların hiçbirisinin adı yok, sesi yok, ses çıkmıyor. En güçlü adayların dahi –örneğin en son Binali Yıldırım olayında olduğu gibi, ya da Ankara’da Mehmet Özhaseki olayında olduğu gibi– hiç kimsenin konuşmadığı, sadece Erdoğan’ın konuştuğu bir ortam var. Adalet ve Kalkınma Partisi MKYK’sının sonrasında sözcünün yaptığı haftalık açıklamalar, Ömer Çelik’in yaptığı haftalık açıklamalar dışında AKP adına konuşan kimse yok. Konuşanların da sözlerinin fazla bir değeri yok. Adalet ve Kalkınma Partisi aslında ülkeyi, tek adam yönetiminin bir aile yönetimi şeklinde, şirket yönetimi, aile şirketi yönetiminde gelişiyor. Bu şirketin şubelerine dönüşmüş bir durumda, gündeme müdahil olma anlamında hiçbir iddiaları yok. Böyle bir dertleri de yok. Çünkü her şeyi nasıl olsa Cumhurbaşkanı Erdoğan yapıyor.

Ama bu aslında bu hareketin kendi sonunu hazırlamasından başka bir şey değil. Çünkü bu hareket İngilizce deyimiyle bir “grassroots”, kökten gelen bir hareketti. Refah Partisi öyleydi. Refah Partisi’nden kopuşta da yenilikçiler böyle bir hareketti. Türkiye’de yükselen İslamcılığın içerisinden doğmuş bir hareketti. Ama şimdi görüyoruz ki böyle bir taban hareketi olma iddiası yok. Tabanı motive etmede Erdoğan’dan başka bir unsur ortada yok. Bunun olmasına da Erdoğan izin vermiyor. 2018 bu anlamda AKP’nin iyice silikleştiği; AKP yanlılarının, AKP üyelerinin, yöneticilerinin ve yanlılarının iyice değersizleştiği; değerin sadece ve sadece Erdoğan tarafından belirlendiği bir yıl oldu. Daha önceden beri süregiden olayın zirvesi oldu. 

MHP’ye muhtaç

2019’un da böyle olacağının işaretlerini en son yerel seçimler öncesinde AKP’nin yaptığı hazırlıklardan görüyoruz. AKP’nin en büyük sorunu, bu iktidarın en büyük sorunlarından birisi tabii ki artık kendi başına yeterli olmayışı ve MHP’ye ihtiyaç duyuyor olması. Şu anda bu iktidarı sürdürüyor olabilir; ama MHP’nin bu kadar hayatî bir role sahip olması yarın öbür gün AKP ve Erdoğan için çok sakıncalı durumlar doğurabilir. Erdoğan’ın müttefiklerini sonra tasfiye edip, şeytanîleştirip, kriminalize edip kendine yeni müttefik bulma geleneğini biliyoruz. Ama şu anda önünde böyle çok fazla bir seçenek kalmadı. İYİ Parti ve belki CHP dışında artık denenmemiş müttefik kalmadı. Bunların olmayacağının garantisi yok — özellikle İYİ Parti’nin. Ama şu haliyle tek başına yol alamayan ve tek adam liderliği üzerinden giden, onun dışındaki her unsurun, her kişinin, aktörün sessiz kaldığı, pasifize edildiği bir AKP’nin geleceğinin çok parlak olmadığı muhakkak.

İslamcılıkta ısrar edenlerin tasfiyesi

AKP’nin üzerinde yükseldiği İslamcılık, yani köken olarak yükseldiği İslamcılık da zaten çok ciddi bir krizi dünyada ve Türkiye’de yaşıyordu. 2018 bunun artık iyice bir tükenişini bize gösterdi. Aslında bitmiş bir olaydan bahsediyoruz. Bunun bitmiş olmasının da en açık kanıtları, hâlâ her şeye rağmen İslamcılık yapmak isteyen birtakım kişi ve kurumların siyasî iktidar tarafından tasfiye edilmesi ya da tasfiye edilmeye çalışılması. Bunun bir örneği Furkan Vakfı’ydı, Alparslan Kuytul’du — 2017’den 2018’e devreden bir süreç; ki normalde, Adana merkezli çok da etkili olmayan bir grubun devletin bu kadar şiddetine maruz kalması, devletin onu bu kadar önemsemesi, başlı başına şaşırtıcıydı. Ama bu bize şunu gösterdi ki, kendine biat etmeyen, bağlı olmayan kim olursa olsun, hele İslamcı ise buna izin vermiyor siyasî iktidar.

Bu sene bunun başka örneklerini gördük, bireysel anlamda örneklerini gördük. En son olay Prof. Mustafa Öztürk’ün başına gelen olaydır. Tefsir profesörü Mustafa Öztürk’ün bir şekilde aforoz edilmeye çalışılması ve onun da illallah deyip ülkeyi terk etme noktasına gelmesi — ki burada ondan bahsettik, onun dışında da mesela bir başka Mustafa, Mustafa İslamoğlu, ki Mustafa Öztürk’le benzeşen yönlerinden çok ayrılan yönleri vardır. Ama en büyük benzerliği, onun da kendi ayakları üzerinde, hatta Mustafa Öztürk’ten farklı olarak belli bir grup, cemaat hareketliliği içerisinde varlığını sürdürmek istemesi, kendini siyasî iktidara tâbi kılmaması. Ona da yönelik birtakım bastırma, sindirme operasyonları yapılıyor. Bu arada tamamen mütevazı bir hayat sürdüren Atasoy Müftüoğlu gibi bir ismin de sırf siyasî iktidara tâbi olmadığı için linç edilmek istendiğini de gördük.

Bunların hepsini yapanların, yapmaya çalışanların bir kısmı, birtakım cemaatler, iktidarla iyi ilişkiler içerisinde oldukları varsayılan birtakım cemaatler; ama icrayı yapanların büyük bir kısmı, aslında ne Atasoy Müftüoğlu’nu, ne Mustafa İslamoğlu’nu, ne Mustafa Öztürk’ü doğru dürüst bildikleri söylenemeyecek birtakım tetikçiler — öyle söyleyelim. Bu tür olaylar da bize gösteriyor ki artık aslında İslamcılık siyasî iktidarın hoşuna giden bir şey değil. Hele kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, İslamcılığın en temel argümanlarını hâlâ savunmaya çalışan bir İslamcılık — ki en temel argümanlardan birisinin adalet olduğunu biliyoruz. Ve adaletin de AKP iktidarında –her ne kadar AKP’nin ilk kelimesi olsa da– tamamen bunun uzağında bir yerde olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bunları tasfiyesi söz konusu. 

Suriye fiyaskosu

Peki İslamcılığın tükenişi AKP’nin İslam’la hiçbir ilişkisi olmadığı anlamına mı geliyor? Hayır, değil. Ama ortada var olan, geçerli olan, sesi çıkan İslam yorumlarının 21. yüzyılla hiçbir alâkası olmadığını herkes çok rahat bir şekilde, tarafsız gözlemciler çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz. Şu anda var olan, geçerli olan yorumlar, verilen fetvalara baktığımız zaman, özellikle dindar kesimde de çok ciddi rahatsızlıklara yol açan, çok çağdışı kalmış birtakım perspektiflerin çok kolay dolaşıma girebildiğini ve bunları yayanların önüne herhangi bir engel çıkartılmadığını, tam aksine önlerinin açıldığını görüyoruz. Ama günümüze uygun bir şekilde İslam’ı yorumlamaya çalışan insanların önüne de çok ciddi bir şekilde engeller çıkartıldığını görüyoruz. 

Aslında Suriye olayı başlı başına tükenişin kanıtıdır. Esad’ı devirmek için Türkiye’nin kaderi ile ve Suriye’nin kaderi ile oynamış olan siyasî iktidarın, bugün Esad’ın varlığına razı noktaya gelmesi aslında başlı başına bir tükenişin göstergesidir. Tabii ki ellerindeki yayın organları sayesinde her attıkları adımın, yani başlangıçtan bugüne kadarki izlediğimiz bir 180 derece dönüş var. İlginç olan bütün bu adımlarda, her atılan adımın o ânın en doğru adımı olduğunu iddia edilmesi ve bunun kamuoyuna böyle sunulması durumu var. Kamuoyunun da, özellikle AKP’yi destekleyen kamuoyunun da bundan çok fazla –daha doğrusu AKP demeyelim, Erdoğan’ı destekleyen kamuoyunun da– her seferinde buna razı olması durumu var.

İşte böyle giden bir olay var. Yani siz şimdi Esad’ı devirmek için her şeyi yaptığınız zaman en doğruyu yapıyorsunuz. Bugün Esad’ın ülkenin büyük ölçüde kontrol eline geçirmiş olmasının da hayırlı bir şey olduğunu söyleyebiliyorsunuz. Ve aynı insanlar sizi her iki seferde de alkışlıyorlar. Buradaki sorun bu insanların önünde başka seçenekler olmamasıdır. Yani herkes, aslında alkışlayanlar da biliyorlar, yaşanan süreçte yapılan değişikliklerin, atılan geri adımların farkındalar. Ama önlerinde başka bir seçenek olmadığını düşündükleri için, ya da var olan bu durumdan daha iyi bir duruma, koşullara sahip olamayacaklarını düşündükleri için her seferinde alkışlıyorlar, destekliyorlar. Buradaki sorun birilerinin kalkıp bu durumdan daha iyi bir durumun olabileceğini bu insanlara, tüm Türkiye’ye anlatabilmesinde, bu sorunların çözülebileceğini tüm insanlara anlatabilmesinde.

Çölleşme

Bana göre Erdoğan’ın kaderi Kürt sorununu çözme iddiasından vazgeçtiği andan itibaren negatif anlamda değişmeye başladı. Ama baktığımız zaman, ana muhalefet partisi ve İYİ Parti’ye baktığımız zaman, muhalefette gözüken hareketlere baktığımız zaman, onların da Kürt sorunu konusundaki duruşu AKP’den çok farklı değil — birtakım nüanslar olabilir. HDP farklı, ama HDP de bir alanda sınırlanmış bir parti. Dolayısıyla Erdoğan’ın en büyük şansı, ne yaparsa yapsın, ne kadar sorun yaşarsa yaşasın, ne kadar kültürel anlamda kendi tabanında bir çölleşme yaşanırsa yaşansın, varlığını sürdürebilir olması. Çünkü bunun önüne çıkabilecek kimselerin olmaması.

Çölleşme derken şöyle toparlayayım — orada çok önemli bir husus var: Siyasî iktidar ülkede, kültürel alanda özellikle bunu çok net görüyoruz, kendi tabanını ya da destekçilerini belli bir seviyeye çıkartamadığı zaman, karşı taraftaki insanların seviyesini aşağı indirmeye çalışıyor. Yani kendi çölünü tüm ülkeye yaymaya çalışıyor ve bunu da büyük ölçüde yargıyı kullanarak, maddi imkânları kullanarak, insanları cezalandırarak, önlerini tıkayarak yapıyor. 2018’de bu anlamda bir Karar gazetesi olayı bunun çarpıcı bir örneğiydi. Bu hareketin içerisinden gelen, yakın bir zamana kadar Erdoğan ve AKP’yi desteklemiş ama belli bir aşamadan sonra eleştirel bakmaya, mesafeli bakmaya başlamış insanların önünün tıkandığını kendi yaptıkları açıklamayla gördük. Ve orada daha çok söz konusu olan, ekonomik anlamda reklam gelirlerine müdahale etme ya da insanların reklam vermelerini, şirketlerin reklam vermelerini engellemeleri söz konusuydu. Kimi durumda gelir kaynaklarının azalması, kimi durumda özgürlüklerinin kısıtlanması, üzerlerine yargının, kimi durumda güvenlik güçlerinin, kimi durumda da maddi imkânların kısıtlanması şeklinde bir mücadele yöntemi var. Bütün bunlar aslında AKP’nin ve tabii ki Erdoğan’ın eleştirilere karşı sözle cevap verebilme, eleştirilere karşı mücadele edebilme, aynı şekilde mücadele edebilme imkânını artık yitirmiş olduğunu bize gösteriyor. Bir siyasetçinin başına gelebilecek en kötü şey de bence budur. Siz söze karşı yargıyı ve güvenlik güçlerini kullanmaktan başka bir şey yapamazsanız, sözünüz tükenmiş demektir ve belli bir aşamadan sonra gerçekten sözü olanlar sizin yerinizi alacaktır. 

2018 Erdoğan’ın sözünün tükenmiş olduğunu bize gösterdi. Ama aynı zamanda onun yerine başka sözler üreten isimlerin, kişilerin olmadığını da gösterdi. Bakalım 2019’da ne olacak? Şu âna kadarki işaretler 2019 konusunda bir değişiklik olacakmış gibi göstermiyor. Ama yine de burası Türkiye, burada her şey mümkün diyelim ve herkese mutlu bir 2019 dileyelim.

Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.