Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Açık Oturum (179): Yerel seçimleri kimin oyu belirleyecek? Ömer Laçiner, Ertuğrul Günay ve Roj Esir Girasun

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Sedat Pişirici: İyi akşamlar. Medyascope’un 179. açık oturumuna hoş geldiniz. Bu akşam yayında üç konuğumuz var. Stüdyoda, Birikim Dergisi Genel Yayın YönetmeniÖmer Laçiner’le beraberiz. Hoş geldiniz.

Ömer Laçiner: Hoş bulduk.

Pişirici: Hemen solumda, Diyarbakır merkezli “Raves Araştırma Şirketi”nin genel müdürü Roj Esir Girasun var. Hoş geldiniz.

Roj Esir Girasun: Hoş bulduk.

Pişirici: Üçüncü konuğumuz, eski parlamenterlerimizden Ertuğrul Günay, Skype bağlantısıyla katılacaktı yayınımıza. Ama şu anda halledilmesi gereken bir sorun olduğunu zannediyorum. Son anda çıkan bu sorunu halledebilirse yayınımıza katılacak. Katılamaması halinde de stüdyodaki iki konuğumuzla birlikte yayına devam edeceğiz. 

Efendim, bugün 28 Şubat, iki şeyin yıldönümü: Bir tanesi malûm, 1997 yılında, Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanlığı sırasında, onun başkanlığında toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nun, Necmettin Erbakan’ın başbakan, Tansu Çiller’in başbakan yardımcılığındaki Refah-Yol Hükümeti’ne karşı aldığı kararlar. İkincisi ise 28 Şubat 2015’te ‘’Dolmabahçe Mutabakatı’’ olarak adlandırılan mutabakatın yıldönümü. Her ikisi için de uzun bir giriş yapılabilir ama izleyicilerimizin hem 28 Şubat 1997’yi, hem de 28 Şubat 2015’i ayrıntısıyla hatırladıklarını umuyorum. Bu akşam, Dolmabahçe Mutabakatının yıldönümü olması bizim yayınımız için önemli. Çünkü konumuz, yerel seçimin sonucunu kimin oyunun belirleyeceği. Bu akşam ağırlıkla bu çerçevede, bunun bir alt başlığı olarak da Kürt seçmenin oylarının nereye yöneleceği üzerinde konuşmak olacak. Nedeni de şudur: Kürt seçmenin oyları üzerinde önemli bir ağırlığı, etkisi olan Hakların Demokratik Partisi (HDP), bu yerel seçimde İstanbul, Ankara ve İzmir’de aday çıkarmayacağını, Demokrasi Güçleri’ni destekleyeceğini duyurdu. Hatta partinin eş genel başkan yardımcısı Saruhan Oluç, bu açıklamayı yaptıktan sonra, bir yanlış anlama olabileceği olasılığı üzerinden, bir başka açıklama daha yaptı. Hatırlarsanız, ‘’Biz, Millet İttifakı’na destek açıklaması yapmadık, demokrasi konusunda kararlı ve istekli olduğunu gördüğümüz adayları destekleyeceğiz. Üç büyük şehirde, demokrasi ve barış için fedakârlık yaparak aday çıkartmamaya karar verdik. Bizden talepte bulunan Demokrasi Güçleri, CHP adaylarının ihtiyaca cevap olacağını düşünüp, desteğimizi isterse, biz de destekleriz’’ dedi. 

Şimdi, manzara şunu da arz ediyor. Bakıyoruz, hem AK Parti, hem CHP, özellikle bu iki parti, AK Parti’nin ittifak ortağı MHP değil, CHP’nin ittifak ortağı İYİ Parti değil, ama bu iki ittifakın başat partileri, hem genel başkanları, hem de diğer sözcüleri üzerinden, bu yerel seçimde Kürt seçmenin oyunu alabilmek için, kendi çerçevelerinde, kendi ölçülerinde hoş görünebilecek, ya da açıkça bunu söyleyen bir noktaya geldiler. Örneğin, AK Parti’nin Büyükşehir Başkan adayı, ‘’HDP’nin oylarına değil, Kürt vatandaşların oylarına talibiz’’’ diyebildi. AK Parti İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı, HDP’nin büyük şehirlerdeki tavrıyla ilgili, Saruhan Oluç’un iki açıklamasını  ‘’Kimse Kürtler’in oyunu çantada keklik sanmasın’’ diye değerlendirdi. Bakıyoruz, CHP Genel Başkanı, genel seçim miting maratonuna Batman’ın Sason ilçesinden başladı. Sason Belediye Başkanı, Saadet Partisi’nden seçilip, sonra AK Parti’ye geçmiş, ama AK Parti bu seçimlerde aday göstermeyince, CHP’li olmuş bir belediye başkanı. Ama Kemal Kılıçdaroğlu da, ilk resmi yerel seçim mitingini orada yaptı. Öyle anlaşılıyor ki, hem AK Parti açısından, hem CHP açısından, bu seçimde özellikle İstanbul ve Ankara’da başarılı olmanın, belediyeyi alabilmenin garantilerinden biri, Kürt seçmenin oyları olacak. 

Bir başka mesele de şu beka meselesi. 28 Şubat 2015’teki Dolmabahçe Mutabakatı, çözüm sürecinin bir parçasıydı, fakat o çözüm süreci, o mutabakata rağmen, mart ayında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Adana’da yaptığı bir konuşmayla kestirip atıldı. Cumhurbaşkanı, ‘’Mutabakat falan yok’’ dedi. 7 Haziran’da, AK Parti hükümet kuracak çoğunluğu kaybedince, 1 Kasım’da erken genel seçime girildi. Aradaki süreçte, Türkiye’de bayağı bir insanımız hayatını kaybetti. Bombalı saldırılar oldu, çatışmalar çıktı. Cumhurbaşkanı, o zaman da beka meselesini öne çıkarmıştı ve orda hesabı tuttu, AK Parti 1 Kasım’da tekrar çoğunluğu elde edebildi. Siz, Birikim Dergisi’nin son sayısında, beka meselesini, başyazıda uzun uzun ele aldınız. Ben lafı uzattım ama kısa soru şu: Bu seçimde AK Parti’nin ve MHP’nin beka meselesi olduğu savı, iddiası tutar mı?

Laçiner: Kendilerine göre tutarlı. Ama bu bekadan ne anladıklarını, iyice bir analiz ettiğimizde görürüz. Normal şartlarda, bir ülkede kalkıp ‘’Beka sorunu var’’ diyorsanız, büyük ölçüde ‘’dışarıdan’’ gelen bir tehdit olduğu düşünülür. ‘’Türkiye’nin bir beka sorunu var’’ dendiğinde, ‘’Türkiye’nin dışında bir takım güçler, bu ülkenin varlığına, birliğine bir teşebbüste bulunuyorlar. Bu da ciddi bir teşebbüs. Bu önemli’’ dersiniz. Ne olabilir bu? Eğer, dışarıdan bir tehdit varsa, en fazla gördüğümüz Suriye’deki olaylar olabilir. Ne İran bize savaş açıyor, ne Rusya bize savaş açıyor ne de başkaları. Türkiye’nin etrafında, Türkiye ile böyle bir varoluş-yok oluş kavgası verebilecek dış güç, bunlar. Bunlarda da böyle bir şey yok. Demek ki aslında kastedilen, dışarıdan bir şey değil, içeriden. İçeriden dendiği vakit de, beka söylemi üzerinden yapılanlara bakılınca, bu, büyük ölçüde, doğrudan ya da dolaylı bir şekilde, birinci etapta Kürt varlığı bir tehdit olarak görülüyor. Bu çok açık. Çünkü beka sorunu söylendiği vakit, ikinci cümle olarak, muhalefet partileri HDP ile açık veya gizli işbirliği yapmış olmakla suçlanıyor. HDP’nin, PKK’nın uzantısı olduğu söyleniyor. Bu böyle gidiyor. Tabii ki bu söyleme teşne olan insanlar, yani Türk Milliyetçiliği bazında olan insanlar buna inanabilirler. Ama şu da var: HDP’nin PKK uzantısı olduğu lafı yeni bir laf değil. Başından beri, HDP var olduğundan beri, HDP’nin öncesindeki Kürt partileri var olduğundan beri, bu hep söylendi. Buna rağmen, HDP muntazam olarak, son beş, altı seçimdir, Türkiye’deki 5 milyona yakın bir Kürt oyunu da alıyor. Dolayısıyla, Kürtler bunları biliyorlar. Yani, HDP hakkında neler söylendiğini, kendilerinin HDP’ye oy vermesinin, AK Parti, MHP, İYİ Parti hatta CHP nezdinde nasıl değerlendirildiğini de biliyorlar. Adayların, Kandil’den belirlendiği, bilmem ne yapıldığı lafları da yeni değil. Bütün bunlar biliniyor. Bilinerek veriliyor. Biz bugün seçimin sonuçlarını HDP oylarını vs. tartışırsak, şunu kabul ediyoruz demektir; bu seçimde ne olursa olsun, AK Parti oylarının %70’i, yine AK Parti’ye gidecek. Belki %30’da bir dağınıklık olabilir. Benzer şey, CHP ve MHP için de söylenebilir. Aynı şey HDP için de söylenebilir. Eğer HDP’de, “Ben bu seçimde kime oy vereyim’’ diye tereddütü olan varsa, bu yüzde 30 kadardır. 3-4 milyon Kürt oyu, gene gidip HDP ve onun önderliğinin, parti liderliğinin gösterdiği yönde kullanacak demektir. Bu biliniyor artık, bilinen bir şey. Buna rağmen, durmadan HDP üzerinden muhalefete yüklenmenin asıl manası, Kürtler tehdit ediliyorlar. Bunun bir de yan argümanları da var; Recep Tayyip Erdoğan ‘’Eğer, bizim, İçişleri Bakanlığı’nın bir şekilde mahsurlu görebildiği adamları seçerseniz, onların yerine kayyum atayacağız’’ diyor. Şimdiden söylüyor. Yani Kürtler’e, ‘’Boşuna zahmet etmeyin, nasılsa kayyum atanacak, boşuna oy vermeyin’’ demeye getiriyor. Dolayısıyla, burada, Kürtler’in varlığı ve oyu önemli. Eğer bu oylar şu andaki durumu değiştirmezse, yani HDP, daha önce kazandığı belediyeleri yine kazanırsa, oyları yine sabit kalırsa, beka sorunu devam ediyor demektir. Hatta daha da katılaşmış olarak devam ediyor anlamına da gelebilir. Beka meselesinin birinci noktası bu. 

İkinci noktaya biraz daha uzun vadeli bakıldığında, muhalefeti, HDP ile işbirliği yapmakla suçlamanın yanı sıra, HDP’liler ve diğer partiler dâhil, CHP’ye oy veren, yani AK Parti’ye oy vermeyen herkes için, bütün bunlar bir beka sorunu oluyor. Ben bunu o yazıda biraz daha detaylı bir şekilde anlattım. Hatırlayın; Bay Erdoğan HDP ile ilgili söylediklerinin yanı sıra, aynı zamanda en az onlar kadar, ya da hiç değilse onlarla mukayese edebilecek kadar, CHP’ye kararlı bir şekilde oy veren kesimleri de ağır bir şekilde suçladı; Kadıköy’de, Şişli’de, Beşiktaş’ta CHP’ye oy veren kesime ‘’Kaymak tabakası bunlar’’ diyerek bu memleketin asalakları olduğunu da söyledi. Bu ‘’Kaymak tabakası’’ edebiyatının, AK Parti tabanındaki kesimleri harekete geçirmek, motive etmek için nasıl kullanıldığını, 15-20 yıldır görüyoruz. Peki, bu, ‘’Onlar, bizden değil, onlar, milletten sayılmıyorlar’’ edebiyatı, bu kesimler üzerine yapıldığı vakit, bunlarla aranızda kategorik bir fark görüyorsunuz demektir. Biz o farkın, ne olduğunu düşünüyoruz, bakıyoruz. Buna, konuyu dağıtmamak için fazla girmiyorum. Ama şu var, bu beka söylemi, AK Parti ve MHP sözcülerinin dilinde şu anlama geliyor: ‘’AK Parti ve MHP’ye koşulsuz itaat etmeyen herkes, bizim nazarımızda düşmandır. Ve varlığımızı, bizim, benim varlığımı tehdit eden birisidir.’’ O söylemin anlamı bu. Demin sizin de belirttiğiniz gibi, bu seçim özelinde, bu seçimlerde, HDP’nin oyunun, İstanbul ve Ankara’da kesif halde bir tarafa gidecek olması, dengeleri fena halde değiştirecek.

Pişirici: Birazdan oraya geleceğiz. Zannediyorum Ertuğrul bey yayınımıza katıldı. Ertuğrul bey hoş geldiniz.

Ertuğrul Günay: Teşekkür ederim, iyi yayınlar dilerim.

Pişirici: Sağ olun, biz teşekkür ederiz. Şu anda konuştuğumuz konu ‘’beka meselesi.’’ Ömer Laçiner, Birikim’deki son yazısında bu meseleyi enine boyuna irdelemişti. Yayınımızın başlığı olarak, ‘’Yerel seçimin sonucunu kimin oyu belirleyecek?’’ dedik. Ama bu ‘’beka meselesi’ni de önden bir değerlendirelim istedik. Her ne kadar AK Parti ve MHP ısrarla öne çıkarsa da, sanki bu sefer, onların seçmeni bu ‘’beka meselesi’’ konusunda pek ikna olmuş gibi değil. Geçen hafta, ANAR Araştırma Genel Müdürü İbrahim Uslu burada programdaydı. O da benzer bir şey söyledi; ‘’Artık AK Parti seçmeni, bu ‘beka meselesi’ tehdidini inandırıcı bulmuyor’’ dedi. Siz ne dersiniz? Bu beka işi, -tabirimi maruz görün- biraz cıvımadı mı?

Günay: Evet. Bence kimse fazlasıyla ciddiye almıyor. Sayın İbrahim Uslu’nun ne dediğini takip edemedim ama Sayın Binali Yıldırım’ın, Sayın Nihat Zeybekçi’nin söylediklerini gayet iyi hatırlıyorum. Her ikisi de bir yerel seçim yaşadığımızı ve bu yerel seçim sonuçlarının beka meselesi ile ilgisi olmadığını, tepeyle de çok fazla ters düşmemeye çalışarak söylediler. Ben AK Parti’nin tabanında da bu konuda kimsenin çok ciddi bir kaygı içinde olduğunu, yani Türkiye’nin beka sorunuyla karşı karşıya olduğunu görmüyorum. Tanıdıklarım var, hem sıradan insanlar, hem üst düzeyden insanlar. Ömer beyin yazısı çok daha kapsamlı tabii ama ben de geçen gün bu konuda kısa bir şey yazmıştım. Biz, son beş yıl içinde galiba yedinci seçimi yaşıyoruz. Ve her seçim, çeşitli, önemli iddialarla gerçekleşti. Aslında bizim, Nisan 2017’de yapılan Anayasa değişikliğinden ve ondan sonra yapılan seçimden sonra güllük gülistanlık bir ortama çıkmamız gerekiyordu; ‘’Başkanlık sistemine geçeceğiz, bakanlar kurulu kalmayacak, başbakan kalmayacak, her şey, her erk bir yerde toplanacak, devlet gayet güzel işleyecek ve bizim ne beka sorunumuz, ne istikrar sorunumuz kalmayacak, hiçbir şey olmayacak’’ deniliyordu. Fakat öyle bir yere geldik ki, 2017 den sonra yapılacak bu ikinci seçim, sandık başına giderken ‘’Eyvah! Türkiye beka sorunuyla karşı karşıya.’’ Bunu söylerseniz, zaten önceki bütün iddiaları da çürütmüş olursunuz. Hani Türkiye düze çıkacaktı? Hani Türkiye çok iyi yönetilecekti? Hani Türkiye her türlü sıkıntıdan, koalisyon arayışından, ittifak arayışından, hükümet pazarlıklarından, seçim telaşlarından mahsur kalacaktı? Ekonomimiz, demokrasimiz, iç güvenliğimiz, dış güvenliğimiz, fevkalade düze çıkacaktı. Bu, aslında bir itiraf. ‘’İşler yürümüyor’’ itirafı. Bir iktidarın ‘’İşler yürümüyor’’ demesi kolay değil. Bizim işlerimiz yürüyor da, Türkiye’nin işleri yürümüyor gibi bir başka düzleme taşımaya çalışıyorlar. Ama Türkiye’nin yönetiminden de siz sorumlusunuz. Ben bu iddiayı ciddiye almıyorum. Hatta biraz komik bile buluyorum. Yurttaşların da çok fazla ciddiye aldığını sanmıyorum. 

Bu yerel seçimde, bazı büyük illerde, 25 yıldan beri süren siyasi çizginin iktidarı değişirse, Ankara’daki iktidarın bir beka sorunu ihtimali ortaya çıkacak. Türkiye’nin bir beka sorunu yok aslında bu seçimde. İktidar için bir sınav var. İktidar eğer İstanbul’u kaybederse, örneğin, kendi varlığı ile ilgili, kendi iktidarının devamı ile ilgili bir sorun yaşayacak. Bunu görüyorlar ama ‘’Eyvah bizim sonumuz mu geliyor?’’ değil. Bunu söyleseler, kendi seçmeni de dağılabilecek. Türkiye’nin karşısında ciddi bir tehlike varmış gibi ortaya konulmaya çalışılıyor. Ama bence insanlar ekmekleriyle meşguller. Yani geçimleriyle, ekonomiyle, özgürlükleriyle meşguller. İktidarın kalıcı olup olmaması, galiba 15 yıllık yorgunluktan sonra, artık kimseyi çok da fazla ilgilendirmiyor.

Pişirici: Roj Esir Girasun’a dönelim. Siz, ağırlıkla Güneydoğu Anadolu’da saha araştırmaları yapan bir araştırma şirketisiniz. Ben sizin son çalışmalarınızı da gördüm. Burada da ilerleyen dakikalarda, diğer sorularda aktaracağınızı umuyorum. Ama önce şunu soralım, aynı yerden devam edelim. Bölge seçmeni, adını da koyalım, Kürt seçmen, bu beka meselesini nasıl algılıyor? AK Parti ve MHP ‘’beka’’ deyince, ‘’sorunun Kürtler olduğunu söylüyor’’ gibi mi algılıyor? Ne diyebilirsiniz bize?

Girasun: Bir defa, yekpare bir bölge seçmeni yok. Yekpare bir Kürt seçmen yok. Tıpkı, ‘’Türk seçmen’’ diye bir şey kodlayamadığımız gibi. Ama burada bazı şeylerin altını çizmek gerekiyor. Artık bugün, bölgede kemikleşmiş bir HDP tabanı var. HDP’de stabil şekilde duran bir HDP seçmeni. Tabii ki bu seçmen, AK Parti’nin, AK Parti Genel Başkanı’nın, cumhurbaşkanının HDP’ye dönük söylemlerini, HDP’yi şeytanlaştırıcı, HDP oylarını kriminalize edecek şekilde kullandığı cümleleri incitici buluyor. Bu seçmen, gittikçe, HDP’ye daha sıkı şekilde bağlanmış oluyor. 

Beka meselesi durumuna gelince. Bahçeli’nin bundan aylar önce kayyumlarla ilgili bir açıklaması vardı: ‘’Kayyum atanan yerlerde, malum grup tekrar buraları alırsa, bazı konular tartışmalı hale gelir’’ mealinde bir cümleydi. Bu beka meselesinin, aslında bu kayyumlar ve HDP’nin tekrar burada belediyeleri alması meselesi üzerinden, Kürt meselesi üzerinden kurulduğunu, konuşulduğunu fark ediyoruz. Bunun bölgeye yansıması, açıkçası bölgede AK Partili Kürt seçmende de, beka kaygısı üzerinden oy verme eğilimi yok. Bugün, bölgede AK Parti’ye oy vermeyi düşünen Kürt seçmen, aslında biraz da HDP’nin dört dönem orada birçok belediyeyi almasına rağmen yeteri kadar örnek bir belediyecilik ortaya koyamamasından, ya da HDP’nin ve diğer güçlerin bölgede yeteri kadar bir alternatif oluşturamamasından dolayı, ekonomik krizi görmelerine rağmen, bunu yine AK Parti’nin düzeltebileceğini düşündüğü için AK Parti’de duruyor. Yoksa özellikle bölgedeki Kürt seçmenin, bir beka kaygısıyla oy verdiğini kesinlikle söyleyemeyiz. Tabii ki bölgede Kürt seçmen dışında Arap ve Türk azınlık da var. Bu azınlığın, son dönemde MHP ile yapılan ittifaktan sonra, gittikçe milliyetçileştiğini, bu bölgede, daha görünür hale geldiğini görüyoruz. Ama bu küçük grup dışında, bölgedeki Kürt seçmenin genelinin, AK Parti’ye oy verenler de dâhil, böyle bir endişe üzerinden oy verdiğini söyleyemiyoruz. 

Pişirici: Yanılırsam beni düzeltin. Nedir durum? HDP, İstanbul, Ankara, İzmir’de aday göstermeyecek, İzmir’de belediye başkanı zaten CHP’li, büyük olasılıkla seçimi yine CHP kazanacaktır, öyle gözüküyor. 24 Haziran Milletvekili Genel Seçimleri’ne bakıyorum, Ankara’da Cumhur İttifakı’nın oyu %53,6, Millet İttifakının oyu %39,7, HDP’nin oyu %6,1. Varsayalım ki Ankara’da, hepsi tekrar Millet İttifakı’nın adayına oy verdi, %45,8 gibi bir oy, arada sekiz puanlık bir fark var gibi görünüyor. İstanbul’a bakıyoruz, burada daha olası bir durum var. Cumhur İttifakı’nın 24 Hazirandaki oyu %50,8, Millet İttifakı’nın %36,2, HDP’nin oyu %12,5. Toplarsak %48,7-%50,8 gibi bir şey olur. İki puanlık bir fark görünüyor. Bu iki puanlık fark, Ankara’da ve İstanbul’da kapanır mı? Ertuğrul beyle başlayalım, lütfen.

Günay: Seçim eşiğinde seçim tahmini yapmak en tehlikeli iştir. Anketçiler bile yanılıyorlar. Kapanır mı? Kapanır diye umut edelim. Ben umudu desteklemekten yanayım. Bu bir. İkincisi, İstanbul’da gerçekten yükselen bir ivme görüyorum. Baştan beri de beklentim buydu. Millet İttifakı’nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı, bir ilçe belediye başkan adayıydı. Başta çok bilinmiyor deniyordu. Fakat ben, sahaya çıktıkça, olumlu nitelikleriyle tanınacaktır ve yükselecektir diye düşünüyordum. Gerçekten beklediğim gibi gidiyor. Kendisini bugün de televizyonlarda dinledim, İstanbul’da umudu temsil etmeye başladı. Hem hizmet açısından, hem özgürlük açısından, hem alt yapı ile ilgili vaat ettikleri, hem sosyal yapı ile ilgili vaat ettikleri açısından, umudu temsil etmeye başladı. Cumhur İttifakı’nın adayı da, joker gibi her yerde değerlendirilen tanınmış bir siyasetçi ama söyleyeceği yeni bir şey yok. Bir ölçüde statükoyu temsil ediyor. Ben İstanbul’da, Millet İttifakı lehine, anketlerin beklediğinin ötesinde, daha başarılı bir sonuç çıkacağını umut ediyorum. HDP’nin %12 oyu da son derece önemli. Ve iktidarın, iktidar sözcülerinin, doğrudan doğruya AK Parti Genel Başkanı’nın söylemi, insanları, sadece muhalefette olanları değil, geçmişten bu yana iktidar kampında olup da, ‘’Türkiye bölünmesin, parçalanmasın, siyaset bu kadar gergin olmasın, siyaset düşmanlık üzerine kurulmasın, hizmet üzerinden yürüsün’’ diyen AK Parti içindeki insanları da bir ölçüde rahatsız ediyor. Bunu Türkiye sathında da görüyorum, İstanbul’da da bunun ciddi bir yansıması olacağını düşünüyorum. 

Ben Ankara’dayım. Ankara’da çok daha feodal bir seçim yapısı var. Bence iki aday da çok umut vermiyor. İkisi de büyük ölçüde statükoyu temsil ediyor. Orada bu iki kampın dışındaki insanlar nereye oy verecek, çok kestiremiyorum. HDP’de katılsa -ki katılır mı, kuşkularım var- Ankara’daki bu fark kapanır mı? Anketlerin beklentisinin tersinde düşünüyorum. Ankara’da daha umutsuzum. Ama İstanbul için daha iyi bir sonuç bekliyorum. Dünden bu yana, sosyal medyada gördüm: Örneğin, Sayın cumhurbaşkanına atfedilen, sosyal medyada onun resmi sayfasında yer almış bulunan, bir Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı tarifi var. Bugün kaç kişiden, herhangi bir siyasi partinin fanatiği olmayan, hatta iktidar çevresine yakın kaç kişiden duydum; Herkes, böyle bir kategorize, böyle bir bölme, böyle bir tarif yapılamaz düşüncesinde. Sonuçta bir yerel seçim yaşıyoruz. Eşit koşullarda olmasa bile, adil koşullarda hiç olmasa bile, en azından göstermelik de olsa demokratik bir yarış yaşıyoruz. Burada tarafların birbirini suçlaması, karalaması, hele doğrudan doğruya suç atıflarında bulunması, görülmüş şey değil. Bunu densiz bir siyasi parti sözcüsü yapsa, bir parti genel başkanının, hele ki cumhurbaşkanının bunu önlemesi, bu sözü kullanan kişiyi uyarması, düzeltmeye çağırması beklenirken, kendisi böyle bir şey yaptığı için, kampına olumlu bir katkı yapmıyor. Türkiye’de, evet, fanatikler,  siyasi fanatikler var. Ama önemli bir toplum kesimi de ‘’Artık seçimler bir gerginlik merkezi olmasın, savaş alanı olmasın’’ istiyor. Türkiye’nin ekonomisi kötü durumda, dış politikası çok kötü durumda, sosyal barışı yok olma noktasında. Özgürlük, insan hakları sorunları var. Birçok insan, Türkiye artık düze çıksın beklentisinde ve bu ‘’Düze çıksın’’ beklentisine, iktidarın ve en üst sözcülerin bu söylemi karşılık vermiyor. O yüzden sağduyunun, hemen, siyaseti biraz daha ortaya çekeceğini ve anketlerdeki bu birkaç puanlık farkın, -özellikle İstanbul için söylüyorum- kapanacağını hem temenni ediyorum, hem umut ediyorum.

Pişirici: Siz, soruya cevap verirken, ikinci soruya benden önce girdiniz. Oradan devam edelim. Cumhurbaşkanının attığı twitte, bir grafik, bir fotoğraf var. Diyor ki, ‘’Bugün Türkiye’de iki ittifak karşı karşıyadır, Cumhur İttifakı ve Zillet İttifakı.” Cumhur İttifakı’nın yanında kırmızı zeminde ay yıldız var, beyaz yazılmış. Zillet İttifakı, siyah zeminde beyaz yazılmış. Cumhur İttifakı için “15 Temmuz gecesi sokaklarda, meydanlarda kurulmuştur. Milletin emrindedir. Hak ve hakikatin savunucusudur. Zalimlerin karşısında, mazlumların yanındadır. Pazara kadar değil, mezara kadardır. Sadece milletin hizmetine taliptir’’ diyor. Adını yazmıyor ama ‘’Zillet İttifakı’’ diyerek ‘’Millet İttifakını’’ kast ettiğini anlıyoruz, en azından bize öyle geliyor, “Gizli pazarlıkların, siyaset mühendisliklerinin, çıkar hesaplarının ürünüdür. Kandil’in ve Pensilvanya’nın güdümündedir’’ diyor. Yani, herhalde, hem PKK’li hem FETÖ’cü olduğunu söylemeye çalışıyor herhalde. ‘’Yalan, iftira, hakaret, inkâr dillerinden düşmez. Mazluma hoyrat, zalime müşfiktir. Kirli ilişkiler bitene, çıkarlar çatışıncaya kadardır. Amacı, terör örgütlerinin uzantılarını, belediye meclislerine ve bürokrasisine taşımaktır.’’ Demin bölgedeki Kürt seçmen meseleyi nasıl algılıyor diye sormuştum. Oradan tekrar devam edelim isterim. Bu sonuncu cümleyi, bölgedeki Kürt seçmen böyle algılıyor mu? Yani, açık soruyorum. ‘’HDP belediyeyi aldı ama o PKK’nin belediyesidir’’ diye mi algılıyor? Ya da, nasıl algılıyor?

Girasun: ‘’HDP ile PKK ne kadar birbirini kapsıyor?’’ tartışmaları çok yapıldı. Herkesin, herhalde asgari ölçekte müşterek olduğu bazı şeyler var ki, bölgede HDP’ye oy veren taban, aynı zamanda, PKK ile bir duygusal ilişkisi olan insanlar. Bu manada,aslında bölgedeki insanlar, Türkiye’nin batısındaki gibi, bu durumu, bir öcü halinde gibi de görmüyor. Bu HDP’ ye oy vermemeleri için bir sebep olmuyor. Hatta bu söylem, HDP seçmeninin önemli bir kısmı, kemik kısmı için bir motivasyon kaynağı da olabiliyor. Tayyip Erdoğan’ın bu söylemi kullanma sebebi, bölgedeki seçmenden oy almak değil. Ankara’da Mansur Yavaş’a, İstanbul’da İmamoğlu’na dönen, İYİ Partili, milliyetçi muhafazakâr, hem kendi partisinden, hem MHP’den gelecek oyların, HDP gösterilerek, AK Parti’ye ya da MHP’ye dönüşünü sağlamak. Ancak, bu söylem yeterli oluyor mu? Ben açıkçası çok yeterli olduğunu görmüyorum. Bugün sahada, 16 Nisan referandumuna çok benzer şeyler görüyorum. 16 Nisan referandumunda da çok benzer durumlar vardı; ‘’HDP ‘Hayır’ mı diyor, ‘Evet’ mi diyor?’’ ‘’PKK ‘Hayır’ mı diyor, ‘Evet’ mi diyor?’’ Hatırlarsanız, yine o dönem, çok açık bir ittifak yoktu. ‘’Hayır bloku,’’ HDP ile görünmemeye çalışıyordu. İYİ Parti o dönem kurulmamıştı ama sahada ‘’Hayır’’ propagandası yapıyordu. Yine, benzer şekilde beka meselesi gündeme gelmişti. Biz aslında sahada, ‘’Evet’in propagandasını, Cumhurbaşkanı’nın hakaretlerini duyarken, ‘’Hayır’’ propagandasının zorluğunu görürken, bir anda, büyükşehirlerde ‘’Hayır’ın sandıklardan patlayarak çıktığını gördük. Ortaya her kesimin şaşırdığı bir sonuç çıktı aslında. Bu anlamda, hem bölgede, hem Akdeniz ve İstanbul’da, Kürt’ler arasında yaptığımız saha çalışmalarında benzer bir durum görüyorum. 

Aslında iki benzer durum var; Şu anda bölgede HDP oylarının, 24 Haziran’a göre düştüğünü görüyoruz. Çok kısmi de olsa AK Parti’nin oylarının arttığını, HDP’nin oylarının kısmi oranda düştüğünü görüyoruz. Mersin, Adana, İstanbul gibi bölge dışında yaşayan Kürt seçmenin de bu konuda ayrıştığı ortada. HDP seçmeninin zaten neredeyse bir blok halinde CHP’ye oy vermeye doğru gittiğini görüyoruz. AK Partili Kürt seçmenin de, bugüne kadar AK Parti’ye oy veren seçmenin de AK Parti- MHP ittifakına rağmen, özellikle Adana ve Mersin’de MHP’ye oy vermeyeceklerini görüyoruz. Bu önemli bir durum ve seçimin asıl sonucunu belirleyecek durumlardan birisi. 

Bir diğer durum ise bugüne kadar İstanbul’da, AK Parti’ye oy veren Kürt seçmenin önemli bir kısmının, ekonomik sebepleri gerekçe göstererek AK Parti’den uzaklaştığını görüyoruz. AK Parti aslında, bölgeyi bir tarafa bırakırsak, bölge dışında yaşayan, kendi seçmeni olan Kürtlerin dahi oyunu kaybediyor. Çünkü bugün, iyi bir ekonomi ile kimlik taleplerini tolere edebileceği, bunu yadsıyabileceği bir seçmen de yok. Çünkü ortada büyük bir kriz hali var. Ben bu konuda, hem İstanbul hem Ankara için, Ertuğrul beyden daha farklı düşünüyorum. Her iki şehirde de CHP’nin çok doğru bir aday stratejisi izlediğini görüyorum. İmamoğlu ilk çıktığı zaman, tanınmaması ile ilgili çok eleştiri vardı. Ya da, CHP tabanının içine sinmediği bir heyecan yaratamadı. Biz, CHP tabanında en çok heyecan yaratan ismin İnce olduğunu düşündük ama sonuçların ne olduğunu gördük. Bir siyasi partinin kendi tabanını en çok heyecanlandıran ismin, bir başka siyasi partinin, -AK Parti olur, İYİ Parti ya da HDP olur- oy almak için en doğru aday olmadığını, bir kez daha, 24 Haziranda müşahede ettik. Bu manada, İmamoğlu, tam da referandumdaki ‘’Hayır’ oyunun gelişi gibi, çok sessiz ve derinden, bir sürprize doğru geliyor. Bence hâlâ geride seyrediyor ancak bir sürprize doğru ilerliyor. 

Mansur Yavaş’a gelirsek. Ankara’da Kürt oylarının etkisi çok sınırlı. Orda asıl olarak milliyetçi oylar belirleyici. Mansur Yavaş’ın da zaten daha önceki seçim başarıları ortada. Ankara’da MHP’den aday olduğu dönemde, MHP oylarını %10’dan %27’ye çekti. 2014 seçimlerinde, Melih Gökçek’le son anda seçimleri kaybedecek hale gelmesine baktığımızda, bugün, Mansur Yavaş’ın bir adım önde olduğunu, hatta İstanbul’a oranla, açık ara önde olduğunu görüyoruz. Yine, Mersin ve Adana, Kürt seçmenin oyunun, asıl belirleyici olduğu iki şehir. Mersin’de neredeyse %15 – %17’lik bir HDP oyu var ve bu defa AK Parti, kendisi de seçimlere girmiyor. Hem Mersin’de hem Adana’da MHP giriyor. Özellikle Adana’da, AK Partili Kürt seçmenin çok ciddi şekilde Cumhur İttifakı’ndan koptuğunu görüyoruz. Bu, hem Adana’da, hem Mersin’de, CHP’nin belediyeleri kazanmasında, hayati rol oynayacak. Ankara ve İstanbul’a göre çok daha kritik olacak.

Pişirici: Ömer Laçiner, bu bir yerel seçim de olsa, siyasetin, 24 Hazirandan itibaren, hatta daha öncesi, yani Devlet Bahçeli’nin ülkeyi referanduma götürme girişimi, ardından bu genel seçime götürmede ilk sözü söylemesi ile birlikte, Cumhur İttifakı, Millet İttifakı gibi, sanki iki parçalı bir yapıya zorlanması, bizim için, bu ülkede yaşayanlar için iyi bir şey midir, kötü bir şey midir?

Laçiner: Bu şekilde olmasıkötü bir şeydir. Bütün ülkelerde, bunun belirli bir siyasi farka dayanması her zaman olabilir. Birçok ülkede iki partili sistemler var. Veya odağında iki büyük partinin olduğu, ittifakların değiştiği sistemler var. Burada sorun, düşmanlaştırma düzeyindedir. Biraz önce okuduğunuz, cumhurbaşkanının sitesinden yapılan ayrıştırma. Siyah ve beyaz gibi bir şey. Etmediği hakaret yok, neredeyse küfredecek. Böyle şey olur mu? Hile, şer, terör örgütü uzantısı vs. Nitelediğiniz bu. Eskiden vardı bu memlekette, bir cephe sağ politikaları izlemek istiyor. Bir cephe sol politikaları izlemek istiyor. Tamam, bunlar olur, nihayetinde bunlar politik farklılıklardır. O da bu ülkenin öbürleri kadar saygın bir bireyidir ya da gurubudur, yarışırlar. Ama burada öyle demiyor. Buradaki tarifte, Cumhur İttifakı, Millet İttifakı’na ‘’zillet’’ diyor. Madem bunlar söylediğiniz gibi, ‘’Buna niye tahammül ediyorsun?’’ diye sorarlar. Sen koskoca cumhurbaşkanısın. Yani ülkenin birliğini temsil eden makamdaki kişi, bütün bu yetkisine rağmen, bu yetkisi dâhilinde kendini biraz kısıtlaması lazım gelirken -‘’ancak bu kadar yapabilmiş’’ diyoruz- bu kadar ağır, bu kadar kabul edilemez, hepsi ağır suç olan sıfatları koyuyor. Eğer buysa, dediğine inanıyorsan, o zaman bunlar bu memlekette niye varlar? Birisine katil ya da hırsız diyorsanız mahkemeye vermeniz lazım. Bugün Türkiye’de öbür tarafı kahredilecek bir düşman olarak gösteren bir tanımlamayla cepheler kuruluyorsa, bunun sonu iç savaştır. Biz de bunu biliyoruz. Bunlar %3- 5 falan değil ki, %40’ın üzerinde bir oydan bahsediyoruz. Diyelim ki %53 oya sahipsin, %47 de öbür tarafta var. Referanduma baktığınızda iki-üç puanlık kıl payı farklar görüyorsunuz. Yeni bir kuşağın, blok halinde öbür tarafa gitmesi halinde durum değişecek. Biraz önce arkadaşımızın bahsettiği gözlemler diyelim ki yarı yarıya doğru olsun. Yarın seçimlerde, Ankara’da, İstanbul’da toplam olarak çok ciddi bir biçimde kayıp olacak demektir. Böyle bir durumda, AK Parti ve MHP ‘’Şu anda bu ülkenin yerel iktidarının önemli bir bölümünü ‘düşmanlar’ kazandı’’ mı diyecek? Bu, ‘’Kalkın ey ehl-i vatan, ayaklanın’’ demektir. Büyük tehlike. Buna inandıkları, bu durumu hakikaten böyle gördükleri için değil. Ama, eğer bu kadar fazla söylerseniz, bu kadar kendinizi angaje ederseniz, kendi lafınıza kendiniz inanmaya başlarsınız. Bugün tehlike bu. Benim bu seçimde tehlike olarak görebildiğim nokta şu: Bay Erdoğan kendi söyleminin yörüngesine öyle bir girdi ki, artık o şekilde görmek durumunda kalıyor. Ben vücut dilinden, vaatlerinden de bunu görüyorum. Bir süre sonra, kendi kehanetini kendisi doğrulatmaya kalkışacak. Seçimler olur, eğer, kabul edilebilir bir gerileme olursa -ki AK Parti bunu vaktiyle yerel seçimlerde yaşadı- ‘’Hatalarımızdan ders çıkaracağız, düzelteceğiz’’ dersin. Ama bu diskurdan yaparsan, bu, gerileyecek bir durum değil. Geriletecek bir dil değil. Madem öyle, yarın Türkiye toplumunun çoğunluğu bu tarafa oy verirse ki bu bir ihtimal ve zayıf bir ihtimal de değil, bu olduğu vakit siz ne diyeceksiniz? O zaman ‘’Niye orada oturuyorsun?’’ denilecek. Kendisi de zaten bundan korkuyor. Bu diskuru yaparak kendisi buna zemin hazırladı. Recep Tayyip Erdoğan’ın ve Devlet Bahçeli’nin kullandıkları dil yüzünden insanlar: ‘’Eğer böyleyse ve topluma soruluyorsa ve toplum, sizin bu kadar suçladıklarınıza çoğunluk verdiyse ya da ülkenin en kritik şehirlerinde onları iktidara getirdiyse, o zaman siz niye oradasınız?’’ diye sorar. Sorulacak da zaten. 

Pişirici: Ertuğrul Bey size sorayım: En üst düzeyden, en alta kadar Cumhur İttifakı’nın sözcüleri, bu kutuplaştırma dilini kullanıyorlar. Sizce kutuplaşıyor muyuz? Millet kutuplaşıyor mu? Bir de, cumhurbaşkanı bir televizyon programında ‘’Anketlere güvenmiyorum’’ dedi. Biz biliyoruz ki AK Parti, hep bu anketler üzerinden bir reel siyaset yürütüyordu. Acaba ne oldu da şimdi anketlere güvenmiyor?

Günay: Sondan başlayalım isterseniz. Galiba anketler beklediği gibi gelmiyor. Şimdiye kadar anketlerle çok iş yapıyordu. Bu kez anketleri kaldırıp atamıyor da. Demin Ömer Bey’in söylediği gibi, bir ölçüde, kendi diskurunun da etkisinde. O nedenle ‘’Anketlere güvenmiyorum, artık ben kendi yolumu kendim çizeceğim’’ diye bir çaresiz dile yöneldi benim gördüğüm kadarıyla. 

Bugün ilginç bir gün. 28 Şubat’ın yıldönümü. Türkiye’de, 28 Şubat’ta, bir takım haksızlıklar, hukuksuzluklar yapıldı, evet. Bu haksızlıklara, hukuksuzluklara maruz kalanlar, hep barıştırıcı bir dil, hukuktan, özgürlükten yana bir dil kullana geldi. 27 Nisan e-muhtırasını yaşadı bu ülke. O dönemlerde de barıştırıcı, birleştirici bir dil yaşandı. O zaman söylenen -ki ben de bu söyleme katılıyorum- ‘’Bir ülkede korku iktidar olmaz, umut iktidar olur’’du; daha özgürlük vaat eden, daha kardeşlik vaat eden, ekmeği, hürriyeti, adaleti daha çoğaltmayı öneren ve buna toplumu inandırmaya çalışan iktidar olur. Galiba, iktidarın elinde, işin ‘’umut’’ tarafı tükendi.  Ben bunu iktidar için kaçınılmaz bir son olarak görüyorum. 15-16 yıllık bir iktidar, her ülkede yıpranır ve yorulur. Geçmişte CHP’nin tek parti dönemini hatırlayalım; o da yorulmuş, yıpranmış bir dönemdi. 10 yıla varan DP iktidarı veya ikinci, üçüncü döneme varan ANAP iktidarları da yoruldu, yıprandı. Ama burada kötü bir şey var: İktidar, bu yorulmuşluğu, yıpranmışlığı kabul etmiyor. Nöbet değiştirmenin, demokrasinin sağlıklı işlemesi için doğal bir süreç olduğunu kabul etmiyor ve bir düşmanlık, bir husumet yaratarak kalıcı olmaya çalışıyor. Toplumun büyük bir kısmının bundan hoşlandığını sanmıyorum. Tabii, her iki tarafta da bu fanatizmden hoşlanan bir takım unsurlar vardır ama bereket versin, bunlar hiçbir toplumda çoğunluk değil. 

Dün bir örneğini gördük; bir önemli ilde, Bursa’da, ‘’Cumhur İttifakı’nın Büyükşehir Belediye Başkan Adayı, Nazım Hikmet’i, Türkan Saylan’ı, Bahriye Üçok’u, Uğur Mumcu’yu kabul edilemez sözcüklerle karalamaya çalıştı. Karalarken kendisi karardı. Bir kere şunu bilmiyor: ‘’Devlete, millete, bayrağa karşı savaşıyor’’ dediği Nazım Hikmet’in yurttaşlığını, Sayın Erdoğan’ın başbakan olduğu bakanlar kurulu iade etti. Yani Nazım Hikmet, eğer o il başkanının söylediği gibi bir insan olsa, altında Tayyip Erdoğan’ın imzası olan bakanlar kurulu kararıyla yurttaşlığı iade edilmezdi. Hükümet o zaman, 2009 da, bundan dokuz yıl önce, nerdeyse törenler yaptı. Bu arkadaş o tarihlerde neredeydi, hangi Türkiye’de yaşıyordu bilmiyorum. Bahriye Üçok bir ilahiyat profesörüdür. Uğur Mumcu, Türkiye’nin çok tanıdığı, katlinin hâlâ hesabını herkesin birbirine sorduğu bir yurtseverdir. Türkan Saylan, saygıdeğer bir eğitimci. Bunlar, başbakanların, cumhurbaşkanlarının katıldığı devlet törenleri ile defnedildiler, tarihe emanet edildiler. Bu nasıl bir dildir? Bizim tabirimizde, halk dilimizde söylenen imam-cemaat meselesi var ya, devletin tepesinde, yukarıda, milletin yarısına, hatta ‘’millet’’ sözcüğüne, kafiye olsun diye ya da eleştiri olsun diye ‘’zillet’’ derseniz, aşağıda da böyle birtakım ağzından çıkanı kulağı duymayan insanlar çıkar. Siyasete 40 yılını vermiş bir insan olarak bir kez daha söylüyorum: ‘’Keskin sirkenin kabına zararı vardır’’ diye bir söz vardır. Kötü söz söylemek hiçbir zaman, kötü söz söyleyenin beklediği sonuçları vermez. Evet, her lafı alkışlayan bir alkışçı kitle vardır. Bugün, dün dediğinizin, tam tersini bile söyleseniz alkışlayan bir kitle vardır ama onlar, iktidar alkışçısıdır. Toplumun bütünü değildir. Bereket versin, çoğunluk değildir. Bu dil, ne Türkiye’nin batısında, ne doğusunda, olumlu bir karşılık bulmuyor. 

Sayın Girasun arkadaşım benden daha umutlu anket yorumlamaları yaptı. O kadar ayrıntısını bilmiyorum ama ben, bu karalayıcı dilin, bu düşmanlık dilinin toplumda olumlu yansıma yaptığına inanmıyorum. Ve bir kez daha altını çizerek söylüyorum: Bu seçimlerde kim daha iyi bir Türkiye umudu yaratırsa, o kazanacak. Kim daha barışçı, kim daha özgürlükçü, kim, ekmeği, adaleti, hürriyeti daha da büyüten bir Türkiye umudu yaratırsa, o kazanacak. Korkutmaya çalışan değil. Korku hiçbir zaman kalıcı biçimde iktidar olmuyor. Bugün 28 Şubat’ın yıldönümü. Bunu hatırlayalım.

Pişirici: Roj Esir Girasun, yanlışsam yine düzeltin. Bölgede, Demokratik Bölgeler Partisi’nin belediye başkanları vardı değil mi?

Girasun: Doğru. 

Pişirici: 95 belediyeye kayyum atanmış durumda. Bu seçimde, bölgede  adayları HDP gösteriyor.

Girasun: Doğru. 

Pişirici: Bu bize neyi anlatıyor? Bundan ne anlamalıyız? HDP, batıda aday çıkartmıyor, bölgede aday gösteriyor, 95 belediyede kayyum var. HDP, bölgedeki gücünü mü göstermeye çalışıyor? Bu bir. İkincisi, HDP ve DBP’ye oy veren seçmenin tavrını merak ediyorum. Kayyum atanıyor, zaten cumhurbaşkanı ‘’Seçimden sonra gene kayyum atarım’’ diyor. Sandığa gitmesini önler mi yoksa tam tersine ateşler mi?

Girasun: Bizim sonsaha araştırmalarımıza göre, sonuçlarını da yayınladığımız, üç Kürt büyük şehrinde, Diyarbakır, Mardin ve Van’da, buraların büyükşehir belediyeleri son seçimde HDP tarafından alınmıştı. Bu üç ilde de, HDP’nin 24 Haziran seçimlerine göre oyunun düştüğünü görüyoruz. Ancak 2014 yerel seçimlerine oranla, HDP’nin, bu üç ilde de oylarını büyük oranda artırdığını görüyoruz. Son yerel seçimlerde HDP Diyarbakır’da %55 oy almıştı. Yaptığımız son araştırmada, bugün %62’lerde seyrediyor. 24 Haziran seçimlerinde %67 idi. Yani bugün beş puanlık düşüş var. Ya da Van’da üç puanlık, Mardin’de iki puanlık düşüş var. Bu oy düşüklüğünün temel sebeplerinden birisi, HDP seçmeninin bir kısmının sandığa gitmeme yönünde eğilim göstermesiydi. Cumhurbaşkanının bu söylemi HDP’nin oyunun düşmesine sebep oluyor. Zaten HDP ile AK Parti arasında, bölgenin birçok şehrinde makas o kadar yüksek ki, bu sandığa gitmeme durumu, bu kısmi değişimler, belediye seçimini kazananın sonucunu değiştirmiyor. Orada aktörü değiştirmiyor. Büyükşehirler dışında, bölgede, HDP ile AK Parti arasında zaman zaman gidip gelebilen bazı şehirler var; Bitlis ve Ağrı gibi. Buralar, politik Kürtlüğün genel olarak vasat halde seyrettiği durumlar. Kürt siyasal hareketinin geçmişten bu güne çok da güçlü olmadığı, 2014 yerel seçiminde aldığı belediyeler. Buralarda seçim sonuçlarını aslında Saadet Partisi’nin adayları, AK Parti’den ne kadar oy aldıklarına bağlı olarak belirleyecek. 

Bir diğer nokta, HDP’nin bölgede de aday göstermediği yerler var. Adıyaman ve Urfa’da örneğin, ki buralarda HDP ikinci parti. HDP buralarda Saadet Partisi’nin adayını destekliyor. İkisi de eski AK Parti Milletvekili. Biri Ahmet Faruk Ünsal, MAZLUMDER’in eski genel başkanı. Diğeri, eski AK Parti Milletvekili Sabahattin Cevheri. Bu iki isim, Saadet Partisi üzerinden gösterilen çatı adayları. Aslında HDP, yine AK Parti-MHP ittifakını bölgede de geriletmeye çalışıyor. Bir diğer durumda ise HDP, daha önce kayyum atanan bölge dışındaki tek belediyesi olan Akdeniz Belediyesi’nde aday gösterdi. Yine, İYİ Parti’nin aday gösterdiği, CHP’nin aday göstermediği, örneğin Balıkesir gibi birçok ilde de aday gösterdi. Ancak şunu ifade etmekte fayda var: HDP’nin, kayyumları, bugün göndermek dışında, sahada elle tutulur, umut vaat eden bir söylemi yok. Kayyumları göndermek üzerine kurulu bir politika var. Bu, kendi kitlesini, kendi kemik seçmenini, seçimleri kazanabilecek kadar ateşliyor, sandığa götürüyor, oy kullandırıyor, belediyeleri tekrar almasını sağlıyor. Ancak sahada yeni bir heyecan da yaratamıyor. Bugün bölgede seçim heyecanının, İstanbul ve Ankara’nın da gerisinde olduğunu söylemek mümkün.

Pişirici: Kürt seçmen kimlik siyasetinden bıkmış olabilir mi? 

Girasun: Kürt seçmen, kimlik siyasetinden bıkmış olma halinden çok, aslında sonuç getirmeyen siyasetten bıkmış oldu. Burada kimlik siyasetinden bıkmış olma hali tek başına yeterli değil. Kürt seçmen son üç-dört yılda, Kürt sorununun yarattığı o ağır tahribatın bedellerini ödemekten bıktı. Ancak şunu da ifade etmekte fayda var: Bizim yaptığımız saha çalışmalarında, son bir yıldır, bölgedeki Kürt seçmenin en temel problemi, Kürt sorunu yerine, ekonomik mesele oldu. Bu, hem artan ekonomik bozuklukla açıklanabilir, hem de Kürt meselesinin tahribat bedelinin, bölge seçmeninin, bölge halkının canını çokça sıktığını gösterir.

Pişirici: Son soru, yine sizden başlayalım ve son bir tur atalım. Bazen düşünüyorum da, çatışmalı dönem diyebileceğimiz 40 yıllık bir süreci arkamızda bıraktık. Diyelim ki PKK ile duygusal bağı var. Ya da fiili bağı var. Onun dışında, HEP’ten başlayıp, bugün HDP’ye kadar gelen legal siyasi yapılarla bağı var. Diyelim ki, bunların dışında İslâmi hassasiyetleri olan partilerle, hareketlerle bağı var. Türkiye’nin Kürtleri’nin çok üstüne gidilmiş gibi hissediyor musunuz? Bu kitle, bu insanlar yorulmadı mı artık? Üzerlerinden çok siyaset yapıldı. Ya da onlar çok siyaset yaptılar. Bugün artık bunun yorgunluğunu hissediyor olabilirler mi?

Girasun: Kürt seçmen, eğer bir umut görüyorsa, o yorgunluğu hissetmeyebiliyor. Ancak, az önce de ifade ettiğim gibi, bu bölgede dört yıldır yaşanan çatışmalı süreç, sadece bölgede değil, Kerkük ve Afrin’de yaşanan çatışmalı süreç, Kürt siyasal mitinin, Kürt siyasal hareketlerinin, hem Barzani’nin, hem PYD-YPG’nin içerisinde olduğu blokun, 7 Haziran 2015’den bu yana, sürekli bir şekilde mevzi kaybetmesi, Kürtler’in canını çokça sıktı. 7 Haziran’da, bölgede, ilk defa HDP’ye oy veren çok fazla sayıda Kürt vardı. Hem bölgede, hem Türkiye’de. HDP projesi, bir anlamda Türkiye’de, Kürtlüğü ile Kürt meselesiyle boğuşmaktan sıkılan, Kürt meselesini kendisine bir uğraş haline getirmekten sıkılan Kürt seçmen için iyi bir mevzi olmuştu. Çünkü ‘’Hem Kürtlüğüm ile barışabileceğim, hem bedel ödemeyeceğim, hem de Türkiye’den kopmayacağın bir alan istiyorum’’a cevaptı HDP projesi. HDP’nin o dönem bu kadar yüksek oranda oy alması, biraz da bunun yansımasıydı. Sonrasında bu çatışmalı sürecin başlaması, en başta, bu çatışmalı sürecin dışındaki Adıyaman ve Urfa gibi yerlerde HDP’nin oyunu çok fazla sayıda kaybettirdi. Bölge dışındaki oyunu kaybettirdi. Bu seçmen, ekonomik durumuyla daha çok ilgilenen ve muhafazakârlığıyla daha çok barışık olan Kürt seçmendi. Kürt meselesi ile çok ilgili olan, ekonomik meseleleri kendisi için daha çok önceleyen ve muhafazakâr duygularını tatmin etmek üzerine, ya da muhafazakâr yaşam tarzını önceleyen Kürt seçmeni, bu üç ana kategoride saydığımız zaman, bir kez daha altını çizmemiz gerekecek bu dört yıllık süreç için, 40 yıllık çatışmalı süreç için diyebileceğimiz şey şu: Kürt seçmen, artık çatışmalı süreçten uzak olabilecek, kazanımlar elde edebilecek bir siyasetle yol yürümek istiyor. 7 Haziran’dan bugüne, bizim son yaptığımız araştırmalara göre, HDP’nin oyu sürekli bir düşüşe geçiyor olsa dahi, bugün bu oy artışının nedeninin, devletin bölge halkına uyguladığı gücün dışında herhangi bir açıklaması yok. Ve gücün bir kalıcılığı yok. Devlet bugün Kürt bölgesinde, hem meskûn mahal çatışmalarda, hem de kırsalda, geçmişe oranla bir askeri zafer elde etmiş olabilir. Ancak bu askeri zaferini bir siyasal projeyle taçlandıramadı. Kürtlere gelemedi. Bugün Kürtlerin belki de bu 40 yıllık çatışmalı sürecin hiçbir döneminde, devletle bu kadar aralarını açtıkları bir dönem olmamıştı. Çünkü bugün devlet, herhangi bir şekilde, Kürtleri tatmin etmek üzerine bir siyaset yürütmüyor. Milliyetçi oylarla, milliyetçi motivasyonla devleti yürütme çabasında. Kürt seçmenin, orta vadede bir siyasal proje üretemeyen ve gücü kalıcı olmayan bir iktidarın gidişi sonrasında, tekrar Kürt milliyetçiliğine sarılacağını, kimlik siyasetine daha güçlü sarılacağını görüyorum. Bunun da çok yakın zamanda, Kürt siyasetinin bir güçle ezilebileceğini görmediğimden dolayı, böyle bir öngörüde bulunuyorum.

Pişirici: Ertuğrul Bey, aynı soru. Bunca yıldan sonra bu kadar yük, Kürt seçmene ağır gelmeyecek mi? Bu yerel seçimin yükü, sırtlarındaki son yük, AK Parti-MHP koalisyonundan, -onların diliyle söylüyorum- ‘’kurtulmak’’ için mi? Ne dersiniz?

Günay: Biraz önceki araştırmacı arkadaşım çok değerli şeyler söyledi. Ben demin umuttan söz etmiştim. Kürt seçmen açısından gerçekten çok umutsuz bir seçim olduğunu görüyorum. Aslında genel olarak umutsuz bir seçim. Çünkü iktidar hiçbir umut vaat etmiyor. Yorulmuş, yıpranmış ve bunu kabul etmiyor. Muhalefet de, birkaç yerde yıllardır süregelen iktidar belediyelerini değiştirme iddiasının dışında, Türkiye için çok fazla bir şey vaat etmiyor. Daha vahimi, iki taraf da Kürtler için hiç bir şey vaat etmiyor. AK Parti, bir dönem, -milliyetçi kesimler çok eleştirse bile, yöntemler yanlış olsa bile- Türkiye’ye barış getirebilecek olan, önce içerde barış getirebilecek olan, sonra dünyada Türkiye’nin saygınlığını arttırabilecek olan bazı adımlar attı. Açılım, çözüm falan gibi. Yöntemlerde eksikler, yanlışlar olabilir ama niyet olarak iyiydi. Türkiye’nin bütününde de, özellikle Doğuda, Güneydoğu’da barışa, huzura katkı yapmıştı. Ve orada umut doğmuştu. ‘’Gönüllü yurttaşlık,’’ ‘’Çoğulcu Türkiye’’ konusunda bir umut doğmuştu. 7 Haziran’dan sonra tümüyle vazgeçti ve tam karşı bir söyleme, tam milliyetçi, kendisini ağır biçimde eleştirenlerin söylemine teslim oldu. Kendisi de o dilde konuşmaya başladı. Bu tarafta da, o söylemin karşısında bir muhalefet var. O muhalefet de, Kürt seçmenin adını, Kürt seçmenin, birkaç seçimden bu yana istikrarlı bir biçimde 5 milyonun üzerinde oy verdiği partinin adını söylemekten sakınıyor. Aslında her iki taraf da oyunu almak istiyor. Her iki taraf da HDP tabanının oyunu almak istiyor. Ama bir taraf, ağır biçimde suçluyor, bir taraf da bırakın savunmayı, adını bile anmak istemiyor. Gerçekten, biraz kaderine terk edilmiş bir seçmen kitlesi. Ben bunu Türkiye’nin geleceği için çok sıkıntılı görüyorum. Siz toplumun bir kesimini ya suçlar, ya adını söylemekten çekinir, ya da yok olmaya terk ederseniz, bu, o kesimde bir süre sonra tekrar radikalleşme filizlerinin doğmasına yol açar. Hâlbuki ihtiyacımız tam tersine, o radikalleştirmeden kurtulmaya çalışmaktır. Ben, PKK’nın, Kürt seçmen üzerindeki vesayetinin tümüyle son bulmasının, bu eşikte vazgeçilmez bir gereklilik olduğunu düşünüyorum. İkincisi de, devletin bu işin bir güç politikası olarak görmesi, bir anlamda silahlı güçle bu sorunu yok edeceğini sanması, tekçi bir politika yürütmesi, gerçekten çıkmaz bir yol. Türkiye’nin, çoğulculuğu içselleştiren siyasetlere ihtiyacı var. İktidar için en büyük kırılma, beş-atlı yıl önce savuna geldiği politikalardan, kendisine bu nedenle en ağır şeyleri söyleyenlerin politikasına teslimiyete dönmesidir. Muhalefetin de, iktidarı, bu söylediklerini, bu eski yaptıklarını sanki suçmuş gibi tekrar ederek onu sürdürmeye çağırmaması ve bütünüyle Türkiye siyasetinin böyle bir milliyetçi eksene kaymış olması, bu seçimin temel sorunudur. Ben, sadece Kürt seçmen için değil, Türkiye seçmeninin bütünü için çok fazla bir şey vaat etmeyen, milliyetçiliğin kıskacına sıkışmış bulunan, o yüzden de hangi taraf kazansa da Türkiye için çok da umutlu bir eşiği geçmiş olacağımız sayılmayan bir noktada görüyorum kendimizi. Bir yeni seçim, iktidarın bütün bu yanlış politikalarına karşı çok daha tutarlı, toplumun bütün kesimlerine daha çok açılan, daha çok çoğulcu, çok daha cesaretli yeni bir söylemi getiriyor. Ama örneğin Ankara seçimine bakıyorum; bir ‘’milliyetçilik’’ yarışı, ‘’sağ seçmeni kazanma’’ yarışı sürüp gidiyor. Türkiye bununla nereye çıkar, yaşayıp hep beraber göreceğiz.

Pişirici: Son söz sizin Ömer Laçiner. Bu açık oturumda ‘’Yerel seçimin sonucunu kimin oyu belirleyecek?’’ diye sorduk. Ve ikinci soru, demin Roj Girasun’un da, Ertuğrul Günay’ın da cevapladığı, “Bu seçimin yükü Kürtlere ağır gelmez mi?”

Laçiner: Kürtlere ağır gelir, geliyor da zaten. Pek fazla umut yok.  Orada seçime gidecek olan insanlar, bir iddia üzerine gidiyorlar. Yani, ‘’Siz bizim irademizi gasp ettiniz, ama biz o iradeye sahibiz, arkasındayız deyin’’ diyor. Kürtler açısından bu bir onur meselesi; Diyarbakır’da, Van’da, Batman’da, Mardin’de belediyeleri yeniden HDP’nin kazanması, Kürtler için bir haysiyet meselesi. ‘’Bir sürü yerde, oylarınızla seçtiğiniz insanları aldılar. Siz de ‘Kardeşim biz irademize sahibiz’ deyin. Bunu gösterin. Bu bir onur meselesi.’’ Tabii ki bir HDP’li aday şu anda ‘’Size şu projelerle geliyorum’’ diyemez.  Ortada böyle bir sorun var. Ben de olsam şahsen, ‘’Sen önce haysiyetini koru, ondan sonra proje gelir’’ derim. Ne olursa olsun, şu anda HDP’nin yanlışları, PKK’nın yaptığı ağır, vahim yanlışlar, bütün bunlar var, o ayrı. Ama ‘’Bunların hesabının kesileceği yer burası değil’’ düşüncesi, en azından, HDP’ye oy vermiş Kürt seçmende -ki bunlar ortalama %50’nin üzerinde- daha hâkim. Onlar HDP’li belediyelerin başarısızlıklarını görüyorlar, bunları da değerlendirmek isterlerdi. Ama şimdi durum oradan gitti. Şimdi kalkıp da, ‘’Tamam, onlar da iyi hizmet yapamadılar, iyi belediyecilik yapamadılar’’ diye oy değiştireceklerini sanmıyorum. 

Türkiye’nin geneline gelince. Demin Ertuğrul bey de söyledi. Tamam, ‘’Milliyetçilik yarışı yapıyorlar’’ diye partilere kızalım da, demek ki malzeme de buymuş. Kalkıp da, ‘’Adamlar niye böyle yapıyorlar, niye Ankara’da milliyetçilik yarışı yapıyorlar?’’ diyemeyiz. Çünkü adamlar siyasetçi, seçimi kazanmak istiyorlar. Bakıyorlar ki para eden bu, oy getiren bu. Maalesef bu. Türkiye’de milliyetçilik, ‘’Kardeşlik, barış edebiyatı’’ yapmaktan, ‘’İnsanların potansiyelini yükseltmekten’’ bahsetmekten çok daha fazla oy getiriyor. En azından seçim sırasında. Dolayısıyla, ‘’Seçimler sırasında ne yapılır?’’ Bu propaganda döneminde ne yapılır?’’ diye bakmayalım. Propaganda dönemi bir sonuç safhası. Onun öncesinde, yani seçimlere daha aylar, yıllar varken, o partiler, topluma, ‘’Sizin temel meseleleriniz şunlardır, şunlara kafa yorun, şunları önceleyin’’ diyerek, büyük, geniş bir propaganda, geniş bir siyasi gerçekler açılımı kampanyasıyla gelirler. Böylece seçim sırasında bunun meyvelerini toplayabilirsiniz. Türkiye’de herkes CHP’yi ‘’İyi bir sol parti değil, milliyetçiliğe kaydı’’ diye eleştiriyor. İyi de öbürü de olmuyor. Kalkıp da ‘’CHP bunu yapmıyor’’ diye niye bekleyeyim? CHP miadını doldurmuş bir parti. Şu gün böyle gidiyor. Ama bu ülkenin, insanların asıl sorması gereken soru, ‘’Neden, CHP’nin yerine, gerçekten sol, gerçekten Türkiye’nin sol değerler üzerinden geleceğini kurabilecek bir parti, bir hareket yapılamıyor? Onun kadroları niye buluşamıyor?’’ Asıl soru bu. Bu soruyu sorsunlar. 

Pişirici: Ömer Laçiner çok teşekkür ederim, Ertuğrul Günay çok teşekkür ederim, Roj Esir Girasun çok teşekkür ederim, katıldığınız ve görüşlerinizi izleyicilerimizle paylaştığınız için. 

Günay: Biz teşekkür ederiz ama Ömer’in son sözleri yeni bir tartışma konusu açtı galiba.

Laçiner: Açsın, açsın. 

Pişirici: O zaman, bir sonraki programda onu da tartışırız.

Günay: Teşekkürler.

Pişirici: Efendim, 179. açık oturumda, “Yerel seçimin sonucunu kimin oyu belirleyecek?’’ sorusuna cevap aramaya çalıştık. Her zaman söylediğim gibi, umarım, izleyiciler için zihin açıcı bir açık oturum olmuştur. Haftaya tekrar görüşmek üzere, iyi akşamlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.