Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yeni parti iddiaları neden gündemden düşmüyor?

Yerel seçimler yaklaştıkça, Erdoğan’ın AKP’den dışladığı isimlerin yeni parti, hatta partiler kuracağı iddiaları gündemde daha geniş yer işgal ediyor. Bu spekülasyonlar neyin göstergesi?

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Bu yeni parti meselesi bir türlü gündemden düşmek bilmiyor. Belli ki seçime kadar daha çok konuşacağız bu konuyu. Hele seçim sonuçları eğer çok şaşırtıcı olursa, ya da şaşırtıcı demeyelim de çok köklü değişikliklere sandık kapı aralarsa, o zaman herhalde 1 Nisan’dan itibaren Türkiye’nin belki de en çok konuşacağı konu yeni parti meselesi olacak. Daha önce bu konuda birkaç tane yayın yaptım, yakın bir zamanda yine yaptım. Ama bu konu beni kovalıyor resmen. Çünkü insanlar bayağı bir merak ediyorlar. Ben de açıkçası merak ediyorum. Araştırdım, sordum –tanıdıklarımdan, bilebilecek insanlardan– ve benim tahminimin de ötesinde bu olayın ciddi olduğu öğrendim — hatta bu olayların diyelim, aslında tek bir parti değil en aşağı iki partiden bahsediliyor. Belki de daha fazladır, ama iki partiden bahsediliyor.

Bugün Murat Yetkin kendi kişisel blogunda bu konuda Davutoğlu’nu önüne çıkarak bir yazı yazdı. Çok çarpıcı bir yazı. Zaten yarın 12’de burada Murat’la baş başa bu konuyu, yazısını da tartışacağız, yeni parti iddialarını. Murat’ın yazısında söylediği çok ilginç bir şey var. Artık alenileşmiş olan, en çok dillerde dolaşan bir Abdullah Gül destekli, Ali Babacan liderliğinde parti, bir de Ahmet Davutoğlu liderliğinde bir parti, iki ayrı parti rivayeti var ortada. Murat yazısında Davutoğlu’nun partisinin aslında Gül destekli Ali Babacan partisinin önünü kesmek için olabileceğini speküle etmiş diyelim, bunu dile getirmiş. Ve bunu yaparken de zamanında Erdoğan’ın partiyi beklendiği gibi –ya da teamül onu gösteriyordu– Gül’e değil de Davutoğlu’na bırakmış olmasını ve Davutoğlu’nun da son âna kadar değişik vesilelerle hep, tasfiye edildikten sonra da Erdoğan’la yan yana durduğunu ve Erdoğan’ın Davutoğlu ile birlikte fotoğraf karelerine girmekten çekinmediğini vurgulamış.

Bu ilginç bir bakış açısı, üzerinde konuşmaya değer bir bakış açısı. Ama öncelikle şunu konuşmak lazım: Gerçekten Ali Babacan liderliğinde bir parti hazırlığı var mı? Gerçekten Davutoğlu kendisi bir parti düşünüyor mu? Bir de bu arada internette çıkan birtakım siteler, internet siteleri, yeni parti iddiası ile ortaya çıkan siteler neyin nesi? Bunların Davutoğlu’yla ya da Babacan’la alâkası var mı? Aslında en basit soru galiba bu sonuncusu. O sitelerin uyduruk olduğunu düşünüyorum. Çünkü öyle bir şey var ki, tek bir isim yok. Hızlıca yazılmış birtakım metinler var. Hesapta parti programı gibi, sağ seçmene hitap etme iddiasında; ama büyük ölçüde sağdan soldan kopyala yapıştır şeklinde yapılmış. Bence oralar büyük ölçüde bir av sahası gibi. Yani yeni parti arayışında olan birtakım saf vatandaşların avlanacağı yerler olarak düşünülen bir tür trollük ürünü olduğu kanısındayım. Ciddiye alınacak şeyler olduğu kanısında değilim. Çünkü ciddiye almanız için her şeyden önce bir isim –bir isim değil birden fazla isim– olması lazım. İnsanlar, kendilerini tanıtmayan insanlar, diğer insanların kendilerini tanıtarak kendilerine başvurmasını istiyorlar. Tam bir tür siyasî dolandırıcılık gibi geliyor bana.

Gül ve Davutoğlu cephesinde bu iddianın bayağı ciddi olduğu, giderek daha da ciddiyet kazandığını duyuyorum, görüyorum. Ama tabii bu partiler birlikte hareket edebilirler, ayrı ayrı kurmak isteyebilirler, ya da –Murat’ın ileri sürdüğü demeyeceğim de ortaya attığı bir spekülasyona bağlı olarak– birisi diğerinin önünü kesmek için gözüküyor olabilir, varlık gösteriyor olabilir. Ama bir arayışın, öteden beri bildiğimiz bir arayışın giderek ciddiyet kazandığı anlaşılıyor. Nitekim iktidara yakın çevreler de, gazetelerde yazan birtakım isimler de artık bu konuyu telaffuz etmek zorunda hissediyorlar kendilerini. Bir yandan açıkçası Erdoğan’ın bu olayı, bu ihtimalleri bir tür kendisine yönelik iç tehdit gibi göstermek isteyebileceği iddiası var.

Bu önemli bir iddia. Ama bir diğer yandan da birtakım hazırlıkların, ciddi parti hazırlıklarının olduğunun alenileşmesi 31 Mart seçimlerinde AKP’nin ve daha doğrusu Cumhur İttifakı’nın oylarını olumsuz anlamda etkileyecektir. Yani şöyle bir soru var: AK Parti tabanındaki seçmenin önemli bir kesiminin itirazları varsa da; yaşananlara, özellikle ekonomide yaşananlara, siyaseten yaşananlara itirazı varsa, bir bıkkınlık varsa, bir hayal kırıklığı varsa da, bunların önemli bir kesimi Erdoğan’ın gitmesi durumunda yerine neyin geleceğini bilmemenin verdiği bir endişeyi de taşıyorlar. Ve bir anlamda ehven-i şer olarak AKP’yi ya da Cumhur İttifakı’nı ve Erdoğan’ı tercih edebiliyorlar. Ama AKP içerisinden, bünyesinden ciddi bir hazırlık olduğu, bir parti hazırlığı olduğu iddiasının netleşmesi durumunda bu kişiler bu partinin, eğer bu partileri bir alternatif olarak görüyorlarsa tabii, onlara bir yatkınlıkları varsa, bunun bir an önce gerçekleşmesi için sandıktan AKP’nin ve Erdoğan’ın bir başarısızlıkla çıkmasını isteyeceklerdir. Olayı bir de böyle düşünmek lazım. Aslında zor bir olay. Kullanmak isterken bu silah Erdoğan’ın elinde patlayabilir. Onun için çok tereddütlü hareket ettiğini gözlüyorum yeni parti iddiaları konusunda.

Peki yeni parti iddiaları neden giderek daha fazla artıyor? Bunun cevabı aslında çok basit bence, benim için çok basit. Çünkü burada yaptığım yayınları izleyenler bilir. Uzun bir süredir, neredeyse Medyascope’un yaşına denk bir zamanda yani üç buçuk yıl, diyelim ki 3 yıldır, 2,5 yıldır sürekli altını vurguladığım bir husus var. O da özellikle Gezi’den itibaren, ardından 17-25 Aralık vs., bir yığın süreç, Erdoğan’ın artık eski Erdoğan’ı olamadığı, Erdoğan’ın artık pozitif siyasetler üretemediği, proaktif olamadığı, reaktif olduğu ve bir krizin içerisinde, ideolojik ve politik bir krizin içerisinde olduğu, bu krizi aşmanın yolu olarak iktidarı tekelleştirmeyi gördüğü ve iktidarı tekelleştirdiği ölçüde de, yani partisinin ve hükümetin iktidarın içerisindeki kolektif akıldan uzaklaştığı ölçüde de krizin tam tersine daha derinleştiğini ileri sürüyorum. Ve bu kriz giderek derinleşiyor. Ve 24 Haziran’da aslında bu krizin alenileşmesi ihtimali çok yüksekti, ama olmadı. Birçok nedenle olmadı. Bunları tekrar tekrar anlatmanın çok fazla bir yarar yok, olmadı. Ama 31 Mart, normalde 24 Haziran’a göre daha önemsiz bir seçim olmasına rağmen, 31 Mart işte o an olabilir.

Bence bu partilerin, yeni parti ya da yeni partiler iddiasının bu kadar çok ortaya çıkmasının en önemli nedeni 31 Mart’ta iktidar blokunun başarısızlığa uğrayacağı yolundaki kanaatin giderek yaygınlaşması. Bu AKP tabanında da var, AKP karşıtı tabanlarda da kısmen var. Ama şunu düşünüyorum, gözlemlerime göre, AKP tabanına yakın kesimlerin bu 31 Mart seçimlerinde başarısızlık yaşama ihtimalinden duyduğu kaygı, AKP karşıtı, Erdoğan karşıtı kesimlerin 31 Mart’a yönelik beklentilerinden çok farklı, çok daha ötede. Ya da biraz karışık bir cümle oldu, şöyle toparlayayım: Hâlâ muhalif çevrelerde, AKP’ye muhalif çevrelerde Erdoğan’ın ne yapıp ne edip başarılı çıkacağı yolunda çok güçlü bir kanı var. O kanı çok güçlü bir şekilde ortada duruyor. 24 Haziran’da yaşanan çok büyük hayal kırıklığının da etkisi var bunda. Muhalefet partilerinin, başta CHP olmak üzere birçok konuda gerçekten çok sahici politikalar üretememesi vs., bütün bunlar var. Ve bu nedenle 31 Mart’tan beklentileri çok yüksek değil.

Ama buna karşılık AKP’ye destek olmuş, hâlâ bir şekilde Erdoğan’ı seven, Erdoğan’la beraber yol almak isteyen, yola devam etmek isteyen çevrelerin kaygıları, endişeleri çok daha yüksek. Oraya bakmak gerekiyor.

Burada çok ilginç bir durum yaşanıyor bence — 31 Mart öncesinde. Birileri durduğu yerde kaybederken birileri durduğu yerde kazanacak, öyle gözüküyor. Böyle bir ihtimal. Aslında Türk siyasî hayatında bu çok yaşandı. Değişik dönemlerde sistem o kadar sorunlu ki Türkiye’de; sistem dün de öyleydi bugün de böyle. Sistem değişti, Erdoğan sistemi değiştirdi. Ama sistemin kronik rahatsızlıkları ile mücadele etmek yerine, tam tersine o rahatsızlıkları, sistemin yapısal sorunlarını daha da derinleştirdi, daha da ülkeyi yönetemez hâle getirdi sistemi. Sistemin yapısal sorunları olduğu müddetçe ve bu sorunlar köklü bir şekilde çözülemediği müddetçe, ülkeyi yönetenler belli bir süre sonra ülkeyi yönetemez hâle geliyorlar. Ve otomatik olarak iktidarı kaybediyorlar. Ve birileri de bu doğan iktidar boşluğunda çok da fazla gayret göstermeseler bile iktidarı kendilerinde buluyorlar. Aslında bir anlamda, baktığımız zaman, 94 yerel seçimleri Refah Partisi’nin başarısı olduğu kadar merkez sağ ve sol partilerin başarısızlığıyla da tanımlanabilecek bir süreçti. Ardından gelen genel seçimler de, Refah Partisi’nin birinci çıktığı seçimler de keza öyle.

Ama en önemlisi, iki olay var. Bir, Ecevit’in hiç beklenmedik bir şekilde tekrardan ülkenin en güçlü siyasî partisinin lideri hâline gelmesi. Bu Ecevit’in çok büyük vaatler ortaya attığı, çok ciddi bir parti örgütlenmesi, Demokratik Sol Parti kurmasından dolayı değil, diğer partilerin hepsinin tam bir hezimet yaşamasındandı. Ve nihayet tabii ki en bunun zirvesi, kurulmasından yaklaşık bir yıl sonra Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tek başına iktidara gelmesiydi. Burada da, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tabii ki bir cazibesi vardı, ama esas olarak DSP, ANAP ve MHP koalisyonunun çok büyük bir ekonomik krizin ardından çökmesinin birinci derecede etkisi vardı. Böyle bir yerde hazır buldu. Şu anda da ülkeyi yöneten sınıf, yöneten partiler ya da şahıslar ülkeyi yönetememe gibi bir durumla karşı karşıyalar. Ekonomi de buna eklendi, çok sert bir şekilde eklendi. Ve dikiş tutmadığını da görüyoruz. Siyasî olarak da çok ciddi bir sorun var.

Bu partinin, bu hareketin iddialarının hepsinin teker teker tekzip edildiğine tanık oluyoruz son üç dört yılda. Mesela yasaklara karşı olmak, mesela Kürt sorununu çözmek, barışçıl bir şekilde çözmek, mesela demokrasiyi geliştirmek, ilerletmek, temel hak ve özgürlükleri alabildiğine genişletmek, çoğulculuk vs., bütün bunlardan uzaklaşan bir siyasî iktidar var. Varlık nedenini, ilk ortaya çıkış nedenlerini inkâr eden bir siyasî hareket var. Ve dolayısıyla bu kriz, Erdoğan’ın Bahçeli’yi de yanına almasına rağmen çözemediği bu kriz o kadar alenileşmeye başlıyor ki birileri sıranın kendilerine gelmekte olduğunu düşünüyorlar. Olay bence esas olarak bu.

Bu partilerin şansı ne derece var? Daha önce de söylemiştim, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin içinden çıkmış yeni partilerin şansının çok fazla olacağını sanmıyorum. Hele Ahmet Davutoğlu liderliğindeki bir partinin Türkiye’ye neyi nasıl pazarlayabileceğini, neyi nasıl vaat edebileceğini açıkçası çok fazla kestiremiyorum. Ama Ali Babacan’ın kendisinin, mesela Abdullah Gül liderliğinde bir partinin de özellikle Abdullah Gül’ün 24 Haziran’da yaptıkları ve yapmadıklarının da etkisiyle, Abdullah Gül liderliğindeki bir partinin de çok fazla etkisi ve başarısı olacağı kanısında değilim. Onun bir şekilde desteklediği, ama Ali Babacan liderliğindeki bir parti eğer AKP kadrolarının dışında başka kesimlerden, özellikle Kürtlerden ve merkez sağdan ve soldan birtakım isimleri, genç isimleri, yeni isimleri katabilirse belki bir iddiası, yeni bir ANAP gibi bir iddiası olabilir — ki bu “yeni bir ANAP” lafı benim değil, bugün Murat’ın yazısında da bunu gördüm ve aslında hiç de fena bir benzetme değil. Yeni bir ANAP iddiası ile belki bir iddiası olabilir.

Ama bence hâlâ şu soru çok ortada: “Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yarattığı sorunları yine Adalet ve Kalkınma Partisi’nden tanıdığımız insanlar nasıl çözebilir?” sorusu çok ciddi bir şekilde ortada olacak. Ve hep karşılarına bu soru çıkacak — eğer böyle bir şeye girişirlerse. Bunun yerine AKP dışından, belki sıfır kilometre bir ismin, birkaç ismin, hatta tercihen bir kadının ortaya çıkmasıyla ve onun liderliğinde Ali Babacan’ın ve AKP’nin değişik dönemlerinde görev yapmış diğer isimlerin katılımıyla ve başkalarının da katılımıyla, AKP dışındaki partilerden ya da o âna kadar siyasete girmemiş birtakım isimlerin katılımıyla bir hareket çıkarsa, yeni bir parti çıkarsa, bunun çok daha fazla etkili olabileceği kanısındayım.

Bazı insanlar İYİ Parti’nin böyle bir parti olabileceğini sandılar ve büyük ölçüde de bir hayal kırıklığı yaşadılar. Hâlâ içinde duruyor olabilirler, ama İYİ Parti’nin böyle bir merkez partisi olma iddiasının çok sahici olmadığı kısa bir zamanda ortaya çıktı. Ama bu demek değil ki İYİ Parti kapısına –geçenlerde Abdülkadir Selvi’nin iddia ettiği gibi– 31 Mart’tan sonra kapısına kilit vuracağı anlamına gelmiyor. Hatta tam tersine, İYİ Parti 31 Mart’ta bir iki büyükşehirde belediye kazanabilirse, buna karşılık MHP elindeki büyükşehirlerinde başarısız olursa, MHP-İYİ Parti rekabetinde İYİ Parti öne çıkacaktır. Ama orada MHP’nin rakibi İYİ Parti olarak öne çıkacaktır ve İYİ Parti’nin merkez parti olma iddiasının çok ciddi bir şekilde, zaten çok fazla dile getirilmemişti, çok ciddi bir şekilde aşındığı kanısındayım.

Dolayısıyla toparlayacak olursak, 31 Mart seçimlerine bir ay kaldı. Ve 31 Mart seçimlerinde iktidar blokunun ciddi bir darbe alabileceği ve bunun da büyük nedeninin rakiplerinin başarısı değil de kendi başarısızlıkları olabileceği yolundaki kanı giderek güçleniyor. Ve bu kanı güçlendikçe de AKP’nin başarısızlığının ardından siyaset sahnesinde etkili olabilecek yeni aktörler ve yeni partiler iddiası çok daha fazla gündeme geliyor. Eğer bu bir ay içerisinde Erdoğan bu imajı değiştiremezse, yani iktidar blokunun, Cumhur İttifakı’nın 31 Mart’tan güçlü bir şekilde çıkacağı intibaını yaratamazsa –ki dün değerlendirdiğimiz o meşhur tarihi tweet‘i bunu yapamayacağını bize göstermişti–, belki daha sonra başka adımlarla belki durumu toparlayabilir, ama dünkü paylaşımı gerçekten Erdoğan’ın bu konuda pozitif bir çözüm üretmekten giderek uzaklaştığını bize gösteriyordu. Eğer bunu yapamazsa, bu izlenim, bu intiba Cumhur İttifakı’nın 31 Mart’a çok da kendinden emin bir şekilde giremediği intibaı güçlenirse, bu yeni partiyi, ya da yeni partileri daha çok konuşur olacağız. Ve hatta artık kendilerinin de açık açık –şu âna kadar bunu açık açık yapmadılar– konuşmaya başladıklarını göreceğiz, öyle anlaşılıyor. Tabii ki seçim sonuçlarına bağlı olarak her şey şekillenecek. Bu da işin bir garip yanı tabii, son olarak bunu söyleyerek bitireyim. AKP’nin, Erdoğan’ın bir kez daha seçimden bariz bir üstünlük kazanması durumunda bu parti iddiaları, bu parti girişimleri ânında açığa düşmüş olacak. Bu parti girişimlerinin esas iddiası, hazırlığı, Erdoğan’ın sandıkta yenilmesi üzerine kurulu, bunu anlıyoruz. Bu da aslında belki realist olabilir ama siyaseten çok da etik ya da ahlâkî bir pozisyon değil. Şahsen böyle düşünüyorum.

Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.