Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

31 Mart 2019: Kırgın, küskün ve kararsızların seçimi

Erdoğan ve destekçisi medya seçime çok az süre kara, küskün ve kırgın AKP seçmenini sandığa çağırıyor. Belki de ilk kez yaşanan bu durum nelerin işaretçisi?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Seçimlere çok az bir süre kaldı, pazar günü sandık başında olacağız ve oylarımızı kullanacağız. Kullanmaya gitmeyecek olanlar da var, bu seçim zaten kararsızların, kırgınların, küskünlerin seçimi olarak gözüküyor ve bu anlamda zaten bu yayını da büyük ölçüde bunun üzerine yapıyorum; ama şahsen ben oy kullanmaya gideceğim. Gazetecilerin oyunu kime nasıl kullanacağını açıklamaları tartışması öteden beri olur. Ben bu tartışmada, açıklamanın doğru olmadığına inananlardanım. Hayatımda bir kere oy kullanmadım; onu da zaten bir tesadüf eseri NTV canlı yayınında –o sıradan NTV’de yorumcu olarak çalışıyordum– söylemiştim, o da meşhur 12 Eylül referandumudur; sandığa gitmemiştim. Yayın sırasında ağzımdan kaçtı, ama hâlâ insanlar benim o seçimde referandumu boykot ettiğimi bilmezler ve genellikle de bana “yetmez ama evetçi” sıfatını yakıştırır hayırcılar — neyse, bu kişisel bir nottu. Evet, bu seçimde gerçekten kararsızlar çok öne çıkacağa benziyor, an itibariyle öyle gözüküyor. Bugün Sabah gazetesinde Burhanettin Duran’ın bir yazısı var, Burhanettin Duran SETA’da yöneticilik yapıyor, aynı zamanda öğretim üyesi ve AKP iktidarına çok yakın bir isim. Şöyle diyor yazısının girişinde: “Her iki ittifak da kararsız seçmenlerini sandığa götürebilmek için yoğun çaba gösterdi. Ama artık kırgınlığın zamanı değil. Herkes bağlılığını, aidiyetini göstermeli” diyor. Aslında burada bu söylediği cümle doğru gibi gözüküyor ama bence yanlış; çünkü ittifaklardan “Millet” olanı, bu konuda çok fazla çaba göstermedi. Zira Cumhur ittifakı –özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan ve tabii ki Bahçeli ve onların medyası ve onların sosyal medyadaki trolleri vs. – bu konuda muhalif seçmenin sandığa gitmeme kararını değiştirmesinde, küskünlüğün giderilmesinde bayağı efektif oldular, etkili oldular. Bunu birçok kişi dile getirdi, en son Bekir Ağırdır ile burada yaptığımız yayında Bekir Ağırdır da söyledi. Gerçekten, beka söylemi, bu sert söylem, tehdide dayalı söylem, muhalif cephesinde 24 Haziran gecesi yaşanan küskünlükleri kırgınlıkları büyük ölçüde giderdi ve konsolide etti. Ama iktidar koalisyonunun, AKP’nin ve MHP’nin –ama özellikle AKP’nin– bir önceki seçimde kendisine oy vermiş seçmeni olduğu gibi sandığa götürebilme konusunda çok ciddi bir sorun var, bunu görüyoruz, Burhanettin Duran’ın yazısı da bunu gösteriyor. Ama özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın artık her mitingde –ki bir günde birden fazla miting yapıyor–, “Kırgınlığın zamanı değil, şikâyetlerinizi biliyorum, seçimden sonra bunları halledeceğim” şeklinde konuşuyor olması da bunu gösteriyor. İlk defa Erdoğan’ın –iktidara geldikten sonra– seçmeni sandığa çağırdığını; seçmene kararsızlığın, sandığa küsmenin yanlış olduğunu söylediğini görüyoruz. Çünkü bu genellikle Türkiye’de muhalefete, AKP karşıtlarına özgü bir davranıştı. AKP’nin ne yapsalar etseler kazanacağını, Erdoğan’ın kazanacağını düşünen değişik kademelerde muhaliflerin içerisinde sandığın bir işe yaramadığı duygusu çok güçlüydü ve muhalif liderler de her seçimde sandığa gitmelerini göstermek için çaba sarf ederlerdi; hatta bu konuda organizasyonlar yapılırdı vs.. Ama bu sefer iş değişti ve AKP bunu yapıyor, Erdoğan bunu yapıyor. Bu zaten bize gösteriyor ki bu seçime damgasını vuracak olan seçmen, daha önceki seçimlerde AKP’ye ve MHP’ye, bir de tabii ki HDP’ye oy vermiş olan seçmen.

HDP’ye oy vermiş olan seçmenin de yine Cumhur İttifakı’nın, Erdoğan, Bahçeli ve onların medyalarının sayesinde Cumhur İttifakı dışındaki adaylara yöneleceğini görüyoruz, gözlemliyoruz. En son Selahattin Demirtaş’ın Edirne Cezaevi’nden yaptığı açıklamalar da bu yönde. “Geçmişi tabii ki unutmayın; ama geleceğe bakın ve burada, muhalefetin en güçlü ismine oy verin” çağrısını; yani HDP genel merkezin stratejisini Selahattin Demirtaş da tekrarladı. Burada da çok büyük bir stratejik yanlış yaptığını görüyoruz Erdoğan’ın — ki Erdoğan’ın bu kadar çok yanlışı bir seçim kampanyasına sığdırması çok olağan bir şey değildi ve bu anlamda tekrar daha önce de –dünkü yayında da söyledim– Erdoğan’ın benim tanık olduğum en başarısız seçim kampanyası söz konusu. Ama başarısızlığının nedeni kendisinin beceriksizliği değil kaba deyimiyle; artık başarılı olmasının imkânı olduğunu düşünmüyorum. Erdoğan kaybetti, çoktan beri kaybetti. 24 Haziran seçimlerini kazandığı anda da kaybetmişti aslında; çünkü Erdoğan artık Türkiye’ye, kendi tabanına da bir vizyon sunabilen bir lider değil, yapamıyor. En son 24 Haziran’da, “Bana bütün yetkileri verin” diye geldi ve geldikten kısa bir süre sonra Türkiye çok ciddi bir ekonomik krizin içerisine girdi ve bu krizden nasıl çıkacağı belli değil ve son mitinglerinde ısrarla krizi belediye başkanları değil ya da ekonomiyi –kriz demiyor ama– “Ekonomiyi belediye başkanları değil, ben çözerim, hallederim sorunlarını” şeklinde bir iddiası var. Ama şu âna kadar yaptıkları bu konuda çok da ikna edici değil.

Bakıyoruz sağda solda bir yandan AKP tabanından ya da AKP içerisinde, AKP’ye yakın isimler de iki eğilim var. Birisi, “Ya tamam, kırgınız, küskünüz; ama yine de bağrımıza taş basalım oyumuzu verelim” yaklaşımı — en son eski Ankara Milletvekili Aydın Ünal bunu yazmış, bugün sosyal medyada gördük. Ama bir diğer kesim de, “Bu kırgınlıkların vs.’nin olduğunu görüyorsunuz; o zaman hatalarınızla yüzleşin” diyor; ama bir hatayla yüzleşme yok, Erdoğan’ın konuşmalarına baktığınız zaman kırgınlık varsa da kendisinden kaynaklanmıyor, kendisinin çevresinden şuradan buradan. Yani Erdoğan’ın kendisinin bir özeleştiri yapma gibi bir derdi yok, öyle bir meselesi yok. Varsa iktidarın birtakım sorunları, ötekiler, bürokratlar, bazı bakanlar vs. yapıyor olabilir. “Ben onları hallederim” diyor; ama sorunun merkezinde kendisinin, Erdoğan’ın olduğunu Erdoğan’a oy verenler de çok iyi biliyor.

Bu seçimde ilginç bir olay yaşıyoruz; 94 seçiminde Refah Partisi’nin adayı olan Erdoğan’ın İstanbul’da, Melih Gökçek’in Ankara’da kazanmasını andıran –tam 25 yıl sonra– bir seçim süreci var. Orada her şeye rağmen, bütün baskılara rağmen, engellemelere rağmen, özellikle de medyanın engellemelerine rağmen, kara çalmalarına iftiralarına rağmen kazanmışlardı. Şimdi o tarihte Erdoğan’a, Gökçek’e ve diğer Refah Partililere ve Refah Partisi’nin kendisine reva görülen uygulamalar, şu anda tersine Erdoğan tarafından, iktidar tarafından rakiplerine reva görülüyor. Ortalıkta tam bir yalan haber bombardımanı var, sosyal medyada kullanılan videolar var, sahte isimlerle verilen ilanlar var, YouTube reklamları vs.. Zaten var olan medyayı biliyoruz, Hürriyet gazetesi dahil, CNN TÜRK dahil hepsi yalan haberlerle çıkıyor, çarpıtma haberlerle, montaj haberlerle çıkıyor ve muhalefetin PKK’yla ilişkisi vs., muhalefetin bazı adaylarının ya da yöneticilerinin söylemediği bir şeyleri söylenmiş gibi, yapmadıkları yapmış gibi gösteriliyor vs.. Tıpkı 25 yıl önce Refah Partili bazı isimlere yöneltilen suçlamalar gibi. O tarihlerde –gençler bilmez, ama benim gibi yaşı ileri olanlar bilir–, mesela bir Şevki Yılmaz vardı, Hasan Hüseyin Ceylan vardı, onların kasetleri vardı, o kasetleri yayınlayan televizyon kanalları vardı, gazeteler manşetten veriyorlardı ve o kasetlerle Refah Partisi geldi. Burada da benzer bir şey sar. Tabii o tarihte, 25 yıl önce çok daha geri teknolojiyle yapılıyordu, şimdi çok daha ileri teknoloji var, şimdi çok daha yaygın bir medya ağı var, sosyal medya var; ama tarihi anlamda tekerrür edebilir 25 yıl önceki olay bugün de aktörlerin yerleri değişmiş olmakla beraber tezahür edebilir. Çünkü şu anda siyasî iktidarın gerçekler üzerinden, gerçek sorunların, Türkiye’nin gerçek meselelerinin samimi bir şekilde tartışılıp, bunlara akılcı çözüm üretmek gibi bir temel üzerinde siyaset yapması, seçim kampanyası yapması çok mümkün görünmüyor.

Bir diğer husus da kutuplaşma üzerinden giden bir şeyde, karşı taraf kavgaya girmediği zaman yumruklar sıkılı kalıyor ve tek başına kalıyorlar ve ilginç olan –onu bizzat birçok kişide gözledim– normal olarak AKP’ye hatta MHP’ye oy vermeyi düşünen çok sayıda insanın bu kavgadan, bu gürültüden, bu yerel seçimleri bir savaş alanına çevirmekten –bugün Mehmet Ocaktan “Sanki Sakarya Meydan Muharebesi’ne giriyoruz” diyerek açık açık iktidar sözcülerini eleştirmiş, yakın zamana kadar kendisi de iktidarı savunan bir isimdi biliyoruz. Böyle bir olay, bazı insanlara illallah dedirtmiş durumda. Burada bir kırgınlık varsa, küskünlük varsa –ki var–, kararsızlık varsa –ki var–, bu özel olarak AKP’ye oy vermiş seçmende, MHP’ye oy vermiş seçmende de, bir ölçüde HDP’ye oy vermiş seçmen de var; ama 24 Haziran’da çok büyük bir hüsran yaşamış olan CHP seçmeninde ve İYİ Parti seçmeninde bunun çok da fazla olmadığını görüyoruz; çünkü Erdoğan onlara bu seçimlerin kendileri için ne kadar önemli olduğunu hatırlattı. Bu seçimler beka seçimi ise esas olarak muhalefet için de bir beka meselesiydi. Eğer burada, 31 Mart’ta muhalefet partileri bir başarı gösteremezse –gerek CHP gerek İYİ Parti ve hatta Saadet Partisi ve HDP–, gerçekten çok karanlık ve muğlak bir gelecek bekliyordu onları; ama bunu bir beka üzerine inşa ederek Erdoğan onların elini büyük ölçüde rahatlattı ve kendisi için çok tehlikeli bir yola doğru sürükledi.

Bu neden böyle oluyor? Bu aslında bir süreden beri AKP’nin ve Erdoğan’ın içine sürüklendiği bir olay. Ben buna açıkçası “Pelikanlaşma” diyorum –Pelikan’ın ne olduğunu bilenler bilir, bilmeyenler Google’a baksın lütfen– ama Ahmet Davutoğlu’nun ayağının kaydırıldığı o Pelikan dosyası yayınından bu yana, siyasî iktidarın tercihinin –artık o nasıl bir tercihse– siyaset yapma tercihinin olduğunu gördük. Kendi en güvendiği, en öne çıkarttığı insanlara karşı bile uygulanan bu yöntemin muhalefete hayli hayli daha fazlasının uygulanması şaşırtıcı değildi. Ama bu aslında kendi bindiği dalı kesmek anlamına geliyor. Dolayısıyla bu seçim pekâlâ Pelikanların son seçimi olabilir, böyle bir ihtimal çok kuvvetle muhtemel. Bir diğer husus da şu: Israrla vurgulamaya çalışıyorum, bu seçim boyunca yaptığım yayınlarda da, AKP seçmenini; geçmişte Refah Partisi’ne daha sonra Fazilet Partisi’ne şimdi AKP’ye oy veren seçmeni irrasyonel, sadece bağlılıkla bağımlılıkla oy veren insanlar olarak görme anlayışının yanlış olduğunu söylüyorum. Bu hareketin esas ana gövdesinin, dinamosunun, daha kalbiyle beynini birlikte kullanabilen kesimler olduğunu, özellikle orta sınıflar olduğunu söylüyorum. Ama muhalefetin içerisinde çok ciddi bir virüs var. O virüs sadece bu hareketin altındaki “kefen giyenler”e, yani öyle demek daha kolay, lümpen kesimine bakıyorlar ve bu hareketi onunla özdeşleştirmeye çalışıyorlar. Bu doğru değil; ama lümpen kesimin önünün bu seçimde –daha önceki seçimlerde de, ama esas olarak bu seçimde– alabildiğine açılmış olduğunu biliyoruz.

Erdoğan’ın da Süleyman Soylu’nun da Devlet Bahçeli’nin de başka birtakım sözcülerin de ve tabii ki medyanın da ağzının bu sokak ağzına çok yaklaştığını görüyoruz. Buna bir yerde “Akit ağzı” denirdi. Yakın bir zamana kadar Akit gazetesi mesela bu Refah Partisi ya da AKP içerisinde o kesimlerin aslında çok da fazla sevmediği, hoşlanmadığı, ama “Olsa da olur olmasa da; zararı yok aslında, ama bu bizi temsil etmiyor” dedikleri bir dildi. Bu dil şu anda bu seçim kampanyasında AKP’ye hâkim olmuşa benziyor. Yani AKP bir zamanların –bugünün değil tabii ki kesinlikle– 28 Şubat döneminin mesela Yeni Şafak çizgisinden, dilinden çoktan uzaklaştı, dili Akit dili oldu; bir lümpenleşme var, ama bence bu seçim aynı zamanda bu lümpenleşmenin de sınanacağı ve tahminimce kaybedeceği bir seçim olacak. Dolayısıyla buradan esas olarak bu seçimde kararsızlık, kırgınlık ve küskünlük söz konusuysa, seçmende bunun esas adresinin AKP seçmeni ve bir ölçüde de MHP seçmeni olduğu kanısındayım. Ve buranın siyasetçilerinin şu anda tek çareleri diyelim ya da dua ettikleri husus şu: “Bizim seçmenimiz ne yapar ne eder son âna kadar bağrına taş basar ama kol kırılır yen içinde deyip yine oyunu bizim adaylarımıza verir” diye bir temennileri var, beklentileri var, inanışları var. Ben bu seçimde bunun o kadar da kesin olduğu kanısında değilim, bunu seçim gecesi göreceğiz hep birlikte.

Seçimden önceki son değerlendirmem bu. Yalnız saat 18.oo’de burada arkadaşlarla birlikte Medyascope olarak seçim boyunca neler yaptığımızı ve seçim gecesi nasıl bir yayın yapacağımızı anlatacağız. Saat 18.oo’de izlemek isterseniz ona da bekleriz. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.