Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ile 5 Soru 10 Cevap (35): Seçim tekerrür eder mi?

Kemal Can bu haftaki 5 Soru 10 Cevap’ta, İstanbul seçimlerinin tekrarlanmasının anlamı; iktidarın YSK’nın 31 Mart Yerel Seçimi sonuçlarının İstanbul’da iptal edilip seçimlerin yenilenmesi kararından sonra gösterdiği ilk reflekslerin işaret ettikleri; 23 Haziran’daki muhtemel sonuçlar; CHP-İYİ Parti ittifakının seçim kampanyasında farklılık olup olmayacağı ve YSK kararının kalıcı etkileri üzerine değerlendirmelerde bulundu.

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

Merhaba, iyi haftalar.

Geçen hafta YSK’nın karar için toplandığı gün 5 Soru 10 Cevap yapmıştık ve haftaya muhtemelen sonuç üzerine konuşur olacağımızı söylemiştik. Öyle de oldu. Aynı gün YSK’dan karar çıktı ve yaklaşık bir haftadır da bu karar üzerine tartışmalar devam ediyor. Bugünkü başlığımız “seçim tekerrür eder mi?”  İki anlamda bunu sormak lazım. Birincisi, sanki İstanbul seçimi bir yol kazasına uğramış ve bir daha yapılıyormuş gibi bir durumla mı karşı karşıyayız? İkincisi, önceki seçimle aynı neticeyi almak mümkün olur mu?

YSK’nın seçim iptali kararı sonrasındaki duruma ‘yenileme’ denir mi?

Evrensel gazetesindeki röportajında Murat Sevinç’in belirttiği bir noktayı alıntılayarak konuşmak istiyorum. Sevinç, YSK’nın yaptığı şeyin bir mahkeme kararı olarak yorumlanamayacağını söylüyor.  Artık sadece kurumlar normlar değil, kavramlar da anlamlarını, işlevlerini kaybetmiş durumlar. Bu anlamda ben de yenilenme kavramının yaşadığımız şeyi tarif için çok doğru olmadığını düşünüyorum. Çünkü hem YSK’nın seçimleri herhangi bir hukuki gerekçeye dayandırmadan -ki hala gerekçesini açıklamadı- iptali, hem de o sürecin tamamında izlenen tavır, önümüzdeki tablonun bir teknik ya da prosedür arızası nedeniyle seçimin yenilendiğini düşündürmüyor. Ben iptal kararının çıkmayacağına yakın yorumlar yapmıştım. Bunun nedeni de, YSK’ya, sisteme, kurallara olan güvenim ya da iktidarın aklı selim davranacağına ilişkin inancım ya da iyimserliğim değildi. Mevcut güç dengelerinin, risk ve fayda analizlerinin, iktidar açısından seçimi iptal ettirerek belirsizliği büyütmeye uygun olmadığını düşünüyordum. Ama öyle olmadı. İktidar daha orta ve uzun vadeyi değil bugünü düşündü. Bulunduğu durumu geçmeyi, daha sonraki riskleri de önüne geldiğinde düşünmeyi seçti. Bir tür ileriye kaçtı. Ekonomide de yaptığı gibi -özellikle Ümit Akçay’dan burada alıntılayarak söyleyeyim- geleceğe kaçma, ileriye kaçma hamlesini siyasi krize de taşıdı.

Dolayısıyla, seçimin aynı şeyi  tekrar edeceğimiz bir durum olarak tarif edilmesi ve kavramsallaştırılması çok doğru değil. Mecburen yenileme isimini kullanıyor olsak bile, buna farklı bir içerik kazandırmak ve tartışmayı böyle kurmak gerekir. Yine geçtiğimiz hafta yaptığım yazılı değerlendirmede, bu siyasi bir hamle olduğu için cevabının da siyasi olması gerektiğini söyledim. Fakat şunu da söyledim; başta İmamoğlu olmak üzere doğrudan bu sürecin mağduru konumdakilerin ve seçmendeki genel eğilimin saygıyla karşılanması gerek. Çok doğru, en doğru siyasi hamle olmasa bile, genel isteğin, eğilimin dikkate alınması gerektiğini söyledim. Şu anda muhalefetteki baskın eğilim de, bu seçime yeniden asılıp iktidarı bir kez daha yenilgiye uğratma fikrine yakın. Bu tartışılabilir ama saygı duyulması gereken bir şey. Fakat meselenin aynı seçimden bir tane daha yapacağız yanlışına düşmeden ortaya konulması ve devam ettirilmesi gerek. Çünkü iktidar krizini ileriye iterek kendisi açısından da önemli bir risk aldı ve bu riskin gereği hamleleri de devam ettirecek gibi görünüyor. Bu durum, muhalefetin de önünde bazı riskle ve bazı fırsatlar yaratıyor. Bunları doğru analiz etmedikçe aynı durumun tekerrür edeceğini düşünmek yanıltıcı noktalara taşıyabilir muhalefeti. 

İktidarın gösterdiği ilk refleksler nasıl bir kampanyayı işaret ediyor?

Bir kere saldırganlık dozunun yükseleceği bariz. Bu itiraz sürecinde yaşanan, Kılıçdaroğlu’na saldırı ve o saldırıya yapılan muamele, saldırganların sahiplenilmesi bir resim ortaya koymuştu. Bunu tamamlayan tablonun devam ettiğini görüyoruz. Özellikle güvenlik güçleri eliyle neredeyse her alandaki toplumsal olaylara, ODTÜ’deki bir yürüyüşe, Barış annelerinin eylemlerine, taleplerin dile getirildiği her açıklama ve eyleme çok sert polis müdahaleleri görüyoruz. Gözaltı dalgaları, tutuklamalar ve bir takım yargı infazlarıyla rövanşist atağın sertleştirildiğini görüyoruz. Dolayısıyla, muhalefete, iktidara itiraz eden bütün kesimlere dönük sertleşme eğilimin açık hale geldiğini görüyoruz.  Sadece, bir genel sertleşme değil bunu bir takım sivil unsurlarla da  -işte Yeniçağ yazarına saldırı oldu ve saldırganlar serbest bırakıldı- desteklenerek işin tırmanacağı anlaşılıyor. 31 Mart seçim kampanyasına da damgasını vuran oransız suçlamalar ve doğrudan yalanlarla örülü bir propaganda dönemi de yaşayacağımız anlaşılıyor. AKP içerisinde ve çevresinde seçimlerin iptalinden bir tür rahatsızlık duyan hatta hafif utanç belirtileri gösterenlerin daha da utanacak tablolarla karşılaşmaları muhtemel. “Çünkü çaldılar” sosyal medya kampanyası da bunun örneklerinden biri. Ayrıca Erdoğan’ın 39 ilçede miting yapacağı ve kampanyayı yine kendi üzerine kuracağı anlaşılıyor. Bahçelinin de “mitili İstanbul’a atacağım” diyerek kampanyada aktif  olacağı söyleniyor. (Burada küçük bir not açmakta fayda var. Kılıçdaroğlu’nun yüzde 9 oy aldığı Çubuk’a gitmesinin eleştiren Bahçeli’nin, yüzde 5 almadığı İstanbul’da kampanyaya hazırlanması da tuhaf bir nokta)

25 yıllık yerel yönetim, 17 yılllık merkezi iktidarına rağmen ve bütün seçim sürecini yasalarıyla kurumlarıyla elinde bulunduran bir iktidarın seçim sonuçlarından mağduriyet üretmesi ve neredeyse muhalefetin kazandığı seçimi elinden almayı geçip onun elindeki mağduriyeti de almaya yöneldiğini görüyoruz. Bunlar birazcık utanan, sıkıntı duyan iktidar çevreleri varsa eğer onları da daha da utandıracak yeni resimle üretecek. Ayrıca, seçim kurullarının yeniden düzenlenmesi, başka ek önlemlerle kamu gücünün oransız biçimde kullanılması gibi imkanları, seçim sonuçlarını etkileme açısından maksimize edecek bazı adımlarında atılacağının işaretlerini görüyoruz. Erdoğan’ın statlarından başlayan “her şey çok güzel olacak” sloganlarına açık tehditlerle karşılık vermesi,  bunların kayda alındığını söylemesi çok dikkate değer noktalar. Neyle karşılaşabileceğimizi göstermesi açısından. Bir başka nokta, galiba iktidar bütün kampanyasını da kendi seçmeni içinden çıkan ders veren seçmene yoğunlaştırarak, kendi seçmenindeki kaybı telafi etme üzerine kurulu bir kampanyaya hazırlandığı anlaşılıyor. Yani kendi dışındakileri ikna etmekle fazla uğraşmayacağı, bu yüzden de yumuşama beklentilerinin, yeni seçmen kazanmak için yeni adımlar atılması beklentilerinin fazla doğrulanmayacağı bir kampanya olacak.

31 Mart’ta sonuç alamayan söylem 23 Haziran’da sonuç alabilir mi?

İktidar, söylemini, temel taktik hamlelerini aşağı yukarı aynı çerçevede kuruyor. Meseleye biraz teknik eksiklikler cephesinden bakarak yaklaşıyor. Konsolide etmesi gerek seçmenden olan kaybı  telafi etmekle sorunu çözebileceğini düşünüyor. İstanbul’da yaklaşık bir buçuk milyon oy vermeyenin  önemli bir kısmı iktidar seçmeni. Bir kısmını çeşitli yöntemleri kullanarak sandığa götürebildiğinde küçük olan farkı kapatabileceğini düşünüyor. Ekonomi meselesinde ya da konjonktürel bir takım sorunların yarattığı güç ve destek kaybını da, yine o sorunları beka davası gibi soyut suçlamalarla paketleyerek görünmez hale getirmekle çözmeye çalışacağı anlaşılıyor.

Bu çerçevede de hem ekonomide, hem dış politikada yakınlaşan sorunları, kendisi üzerinde oluşan baskının ya da şer güçlerin iktidar ve dolayısıyla Türkiye’ye yönelttiği saldırıların uzantısı olarak tarif ederek seçimde avantaja çevirmeye çalışacak gibi görünüyor. Ama bu 31 Mart’ta işlemedi. Belirli bir miktarda kabul gördü. Bunun üstüne çıkabilecek, söylemi sivrilterek taşıyabilecek fazla bir şey de görünmüyor. Ama bu iktidar açısından çok temel bir tercih. Daha önemlisi seçeneksiz bir yöntem. Bu bir mecburiyet.  Buradaki bütün gücünü bu söylemi, teknik eksiklerini kapatarak biraz daha etkili kılmaya göre oluşturacağı anlaşılıyor.

Muhalefetin ve İmamoğlu’nun kapmayasının farkları neler olacak?

Şimdi muhalefet seçmeninde çok yaygın bir inanış var: Yine sandıkları çok iyi tutarsak ve aynı kampanyayı yaparsak aynı sonucu alırız. Zaten haksızlığa uğradığımızı herkes gördü, iktidar seçmeninin bir kısmı da hem ekonomik kriz şartları hem de bu haksızlık dolayısıyla zaten İmamoğlu’na daha yüksek bir teveccüh gösterecek. Birçok yorumcu da buna katılıyor. Bu teorik olarak doğru olabilir. Evet neden Ekrem İmamoğlu 31 Mart’tan aldığı oydan daha az oy alsın? Bunun için hiçbir neden yok. Daha fazla alamsı için de çeşitli nedenler var. Evet bu kağıt üzerinde böyle. Ama tablo bu değil. Aynı seçimi bir daha yapmıyoruz. Kampanyadaki temel motifler, özellikle İmamoğlu’nun kişiliğinde oluşturulan, gerilimden uzak, bloklaşmayı kırmaya dönük strateji yine uygulanabilir ve bu doğru bir strateji. Karşı tarafı kilitleyecek, kapatacak tarzda hamlelerden sakınmak önemli. Ama bunun yanına mutlaka siyasi bir talebi koymak gerek. Çünkü aslında 31 Mart’taki başarı, seçimi siyasi içeriğinden kopartan iktidara karşı, ona yerel siyasi içerik kazandıran muhalefetin başarısı idi. Şimdi yine seçimi siyasi alandan kopartan iktidar stratejisine karşı, ona genel bir siyasi muhteva kazandıran bir muhalefet stratejisine ihtiyaç var. Bu da, İmamoğlu’nun işaretlerini verdiği noktalarla aslında biraz biçimleniyor.

İmamoğlu, “konuşma zamanı” diyerek önemli bir kapı açtı ve o kapı da sonuç verdi. İşte sanatçılar statlar… Çok uzun zamandır kamusal alanda iktidara dönük rahatsızlığı ifade etmeyen ya da ifade etmekte bir fayda görmeyen kesimlerde canlanma gördük. Bu önemli bir siyasi hareketlenme hamlesi idi. Ayrıca bir demokrasi vurgusunun da hukuk dışı yollarla galibiyeti elinden alınmış bir aktör olarak İmamoğlu’nun kampanyasına daha çok dahil olacağı görülüyor. Bunlar altı doldurulduğunda sonuç alınacak yenilikler. Muhalefetin mutlaka farkı göstermesi çok önemli olacak. Erdoğan’ın kendisi ile İmamoğlu arasında bir yarış yaratma hamlesini başka bir dille bozmak ya da etkisiz kılmak önemli. Çünkü Erdoğan yine aynı riskli kartı oynuyor. İmamoğlu’nun kendisinin karşısına rakip olarak yerleştiriyor. Burada avantajlı olduğunu düşünüyor. Bu hamleyi kabul edip aynı şekilde karşılık vermek onu gerçekten avantajlı hale getirir. Onu yine 31 Mart’ta olduğu gibi gerilimde yalnız bırakmak ve farkı anlatmak, göstermek daha doğru. Bir süre sonra İmamoğlu’nun o kısa icraat döneminin çıktılarını paylaşacağı söyleniyor: Yani 25 yıllık yerel yönetim sürecinde iktidarın imkanları nasıl kullandığını göz önüne sürecek bazı verileri kampanyasına ekleyeceğini anlıyoruz.

31 Mart’ın iptalle 23 Haziran’ın sonuçla değişmeyecek etkileri neler?

En önemli noktalardan biri, iktidarın ve iktidarı ayakta tutan ittifakın güç ve desteğinde ciddi niteliksel erime gerileme ve artık niceliksel hale de gelmiş zayıflama tablosunun geri döndürülemez olduğu. Bu çok net bir sonuç. 31 Mart’ın bütün sonuçlarını unuttursanız da, 23 Haziran’da başka bir sonuç alsanız da bu tablo değişmeyecek. Neticeler üretmeye devam edecek. YSK’ya verdirilen kararla,  temel meşruiyet alanını başkalaştıran, niteliksel bir değişime uğratan süreç de öyle. Önce partisini, sonra tabanını, sonra meşruiyetini en sonunda da üzerinde durabilecek siyasi zemini imha eden bir iktidar tablosu. Ne kadar ileriye doğru kaçarak, ne kadar sorunları ileriye doğru iterek yürümeye çalışışsa da, bunlar iktidarın önünde durmaya devam edecek. Tıpkı ekonomik krizde olduğu gibi, bu siyasi kriz de ileriye itilerek atlanabilecek bir kriz değil.

İktidar, giderek bir teknik-taktik ve zor-baskı denklemi içerisinde ayakta kalmaya ve gününü kurtarmaya çalışıyor. Bu iptal kararı ve karara gelen sürecin tamamı, gücün yeniden kazanıldığı değil, güç kaybının aşikarlaştığı, bunun saldırganlıkla daha görünür hale geldiği bir tablo yarattı. Bu net tablo değişmeyecek. Bir son not daha söyleyip bugünkü yayını tamamlayalım. Daha önceki pek çok kampanyada olduğu gibi, iktidar yine erken hamle yapmış durumda. Şu anda muhalefet çok geniş ve bir kampanya başlatmadı. İtiraz sürecinde itibaren iktidar ise ne yapacağını gösteren bir tutum içinde. Mecburiyetten erken harekete geçmiş durumda. Bu önemli bir dezavantaj da yaratacak. Çünkü kullandığı suçlamaların çoğu zaten oldukça hasarlı, bunları da erken harcayarak kampanyanın ilerisindeki takvimde elinde fazla malzeme kalmayacak.

Şimdilik bu kadar diyelim, tekrar iyi haftalar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.