Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ekrem İmamoğlu tuzağa düşer mi?

Büyük medya, Ekrem İmamoğlu’na 31 Mart öncesinden daha fazla ilgi gösteriyor. Bu yayınların bazı bölümlerinin iktidar yanlıları tarafından çarpıtılarak kullanılması “İmamoğlu tuzağa mı düşüyor?” sorusuna yol açıyor. Düşer mi?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Hafta sonu ve hafta başı Avrupa’daydım; özellikle pazartesi ve salı günü Almanya’nın eski başkenti Bonn’da Alman resmî yayın organı Deutsche Welle’nin düzenlediği yıllık küresel medya forumuna katıldım, izledim, aynı zamanda da atölyede bizzat bulundum. Orada medya üzerine – gerçekten dünyanın dört bir tarafından, Asya’dan, Afrika’dan dünyanın neredeyse her ülkesinden gazeteciler ya da sivil toplum kuruluşu temsilcileri vardı– çok ilginç tartışmalar vardı ve bunları biraz aktarmaya niyetliydim; ama sonra Türkiye’deki medya manzaraları ve Türkiye medyasından gelen haberlerle beraber bunun aslında çok da fazla şart olmadığını; bunların Türkiye için lüks olduğunu düşündüm ve yine konumuz olan 23 Haziran seçimleri ve Ekrem İmamoğlu-Binali Yıldırım meselesini ele almak istedim. Ama yine de bir iki laf etmek şart: Dünya ciddi bir şekilde yeni medya arayışında. Geleneksel medyanın sosyal medya karşısında bariz bir yenilgisi var ve buradan nasıl çıkılabileceği ve yalan haberlerle vs. nasıl mücadele edilebileceği, vatandaşın bu süreçlere nasıl katılabileceği üzerinde çok ciddi bir tartışma yürüyor; ama Türkiye hâlâ eski yerinde sayıyor, böyle tartışmalar pek yok ve Türkiye’de eski medyanın hâlâ kendini bir şey sanarak süreçlere yalan haberlerle müdahale etme çabalarını görüyoruz; ama Köln’de katıldığım ayrı bir toplantıda, Alman ve Türklerin olduğu bir toplantıda şöyle bir soru geldi: “Türkiye normalleşirse medya da normalleşir mi?” Orada gayri insiyakî şöyle bir cevap verdim: “Böyle bir şey olamaz; çünkü Türkiye’de medya artık bir çöp”. Çöp ya da isterseniz buna belki mezarlık da diyebilirsiniz. Buralar artık iflah olamaz, örneklerini görüyoruz, anlı şanlı haber kanallarının ne hallerde olduğunu, bir zamanlar Türkiye’de habercilik denince akla gelen bazı isimlerin ne hallere düştüklerini görüyoruz — böyle bir acı bir durum var. 

Şimdi buradan Ekrem İmamoğlu’na geçecek olursak, öncelikle çok güzel bir yazıdan size birkaç bölüm okumak istiyorum. Daha önceki birçok yayında da kendisinden alıntı yaptım, artık en çok alıntı yaptığım kişilerden birisi oluyor: Murat Sevinç Hoca gerçekten çok iyi yazılar yazıyor, Diken’deki yazısından alıntı yapacağım. Yazının başlığı: Yeni rejimin bir ‘normal insan’ ile imtihanı. Çok çarpıcı bir yazı, Ekrem İmamoğlu’ndan bahsediyor, Ekrem İmamoğlu’nu normal bir insan olarak tanımlıyor yeni rejimde — AKP iktidarı tabii. Hızlıca okumaya çalışacağım:

“Ekrem İmamoğlu yalnızca seçim kazandığı için değil, bu çarka çomak soktuğu içi böylesine hedef oldu. Çünkü İmamoğlu, iyi bir siyasetçi olmasını şimdilik bir yana bırakalım, öncelikle ‘normal davranan’ bir insan. Evet, mesele bu. Yadırgama duygusunun yok edilmeye çalışıldığı ve bir bakıma başarıldığı yerde, normal davranan yetenekli biri belirdi ve eski Türkiye’nin olumlu yanlarını berhava edip ne kadar olumsuz niteliği varsa kutsayan ‘yeni rejimin’ ezberini bozdu. Normal, sıradan davranışlarla yaptı ve yapıyor bunu. 

İmamoğlu yetenekli ve hırslı bir siyasetçi. Ancak halihazırda iktidarı böylesine zor durumda bırakmasının nedeni, yadırgamamanın antitezi haline gelişi. Yıllardır her neye alıştırılmaya çalışıldıysa kitleler, onların alışılmaması gereken davranış ve uygulamalar olduğunu gösterdiği için çok kısa sürede büyük sevgi ve iltifatla karşılaştı. Çünkü ‘normal’ olan, artık en zorlu rakip iktidar açısından.

Yani normal birisi gerçekten iktidarın en zorlu rakibi. 

Bağırmayan, sövmeyen, sinirlenmeyen, aşağılamayan, yolsuzlukların üzerine gideceğini söyleyen, demokrasi ve hukuktan söz eden biri. Bir kez daha: Normal bir insan. Haliyle, “Bize oy verin, sonrasında gerekirse tövbe istiğfar ederiz” diyenin karşısında, aslında ‘olması gerekeni’ temsil ediyor. 

31 Mart seçimi öncesinde yaptığım bazı yayınlarda özellikle dile getirdiğim sükûnet, sakin olmak vesilesiyle çok örtüşen tespitler ve bu yönüyle normal bir insan, sakin bir insan, gülümseyen bir insan olma yönüyle iktidarın kibrine karşı çok büyük bir başarı elde etti — 31 Mart’ta seçimi kazandı. Ama o kazandığı seçim kendisinin elinden alındı ve yeniden bir seçime gidiliyor. Siyasî iktidarın arzusu böyle oldu, İstanbul’u bu sefer alma niyetiyle YSK eliyle seçimi yeniletme noktasına geldiler ve o gün Ekrem İmamoğlu, “Her şey çok güzel olacak” sloganıyla aslında 31 Mart başarısındaki zaferine bir anlamda cila atmış oldu. O andan itibaren artık çok da fazla bir şey yapması gerekmiyordu. Nitekim siyasî iktidarın adayının, Binali Yıldırım’ın 31 Mart öncesindeki bütün stratejilerini, uyguladığı bütün stratejileri terk ettiğini gördük. Mesela, “Beka” söylemi gitti, “Zillet ittifakı” gitti, rakiplerin terörle eşleştirilmesi –en azından sözcüler ağzıyla– gitti. Erdoğan’ın öne çıkıp Binali Yıldırım’ın neredeyse yok olması büyük ölçüde gitti; siyaset konuşmak yerine İstanbul konuşma ısrarı öne çıktı vs… Bütün bunlar da gösteriyor ki, burada bir şeyler yapması gereken Binali Yıldırım ve siyasî iktidar. Ekrem İmamoğlu hiçbir şey yapmadan da 23 Haziran’ı kazanması beklenen kişi ve hatta oylarını artırması beklenen kişi. Ama işte burada demin “çöplük” ya da “mezarlık” diye tanımladığım medya bir şekilde devreye giriyor ve 31 Mart öncesi gösterilen ilgiden daha büyük bir ilgiyle Ekrem İmamoğlu ekranlara konuk ediliyor ve ekranlara konuk edilirken de başına bir şeyler gelmesine yol açabilecek sahneler yaşanıyor. Önce CNN Türk’teydi, sonra HaberTürk‘te oldu, başka yerlere de çıkıyor; ama özellikle CNN Türk ve Habertürk olayının ardından Ekrem İmamoğlu daha fazla konuşulur oldu. Açıkçası ben Ekrem İmamoğlu’nun bu yayınlara ihtiyacı olduğunu düşünen birisi değilim, çıkmasa da olurdu. Onun –Murat Sevinç’in de belirttiği gibi– 31 Mart’taki en büyük başarısı, normal bir insan gibi doğrudan insanlara giderek, insanlara dokunarak siyaset ve kampanya yapmasaydı; medyaya rağmen kazanmıştı. Şimdi medyada daha çok gözüken bir Ekrem İmamoğlu var ve orada kendisine İstanbul sorularından ziyade siyasî, alâkasız sorular soruluyor. Ondan sonra da bu soruları soran insanlar, daha sonra yazdıkları yazılarda, attıkları tweet’lerde falan, yaptıklarının gazetecilik olduğunu söylüyorlar. Tabii ki gazeteci her soruyu sorar, ama İstanbul Belediyesi’nin bir kez kazanmış ve ikinci kez de kazanma ihtimali hayli yüksek olan birisine öncelikli sorulacak soruların neler olduğu konusunda da herhalde gazeteci milletinin bir ortak müştereği vardır. 

Burada –bunu bilinçli yapmıyor olabilirler– bir tür tuzak söz konusu. Nitekim CNN Türk ve HaberTürk yayınlarının ardından birtakım mekanizmalar devreye girdi, özellikle HaberTürk’le ilgili son yayında bâriz bir çarpıtmaya kurban edilmek istendi Ekrem İmamoğlu. O videoya bir bakalım, daha sonrasında olana, ne söylediği değil de orada çarpıtılan videoya inandığını söyleyen bir vatandaşla geçen diyaloğuna bir bakalım, ondan sonra devam edelim: 

“Esnaf: Ülkeyi başkalarıyla yönetmek için mi biz böyle kötüyüz?

İmamoğlu: Başka? Anlamadım dediğini. 

Esnaf: Ülkeyi başkalarıyla yönetmek için mi biz böyle kötüyüz?

İmamoğlu: Başkaları derken?

Esnaf: Geçen gün gazetecilerin size sormuş olduğu soruda şeyi söylediniz, ‘Biz onlarla beraber yönetiriz, neden olmasın?’ diye.”

İmamoğlu: Kimle demişim mesela? Ne demişim?

Esnaf: Siz dediniz ya…

Kanal 7 muhabiri: ‘PKK, HDP ve dış ülkelere mesajınız var mı?’ diye soruldu size…

İmamoğlu: Tamamını okudun mu sen?

Kanal 7 muhabiri: Efendim, izlediğimizi söylüyorum. 

İmamoğlu: Bakayım senin izlediğine. 

Esnaf: Başkanım çocuklar çıkacak…

İmamoğlu: Delikanlı, öyle iftira atmak yok. Dinle!

Esnaf: İftira atmıyoruz. Biz biliyoruz. 

İmamoğlu: Delikanlı, dinle. Sen hiçbir şey bilmiyorsun, dinle. 

Esnaf: Beraber dinleyelim. 

İmamoğlu: Hayatım sen dinle. 

Esnaf: Doğru ya, kimse dinlemesin ben dinleyeyim. Dinledim başkanım. 

İmamoğlu: Sen altyazısını oku, dinle. 

Esnaf: Ben baştan sona kadar izledim. Babamdan da izledim, ailemden de izledim, sizin zihniyetinizi de biliyoruz, hepinizi biliyoruz. 

İmamoğlu: Ama bak, dinlemeden bilgi sahibi olamazsın.”

Evet, genç esnafla yaptığı konuşmanın sonunda yanağını okşamış olması da tokat olarak yansıtıldı ayrıca — onu da biliyoruz. 

Şimdi, burada gördüğümüz bir şey var: İnsanlar, zaten bu tür olaylara inanmak isteyenler inanıyor, zaten yalan haberin en büyük özelliği bu. Siz istediğiniz kadar ağzınızla kuş tutsanız da o kişileri ikna etmeniz mümkün değil. Yani burada Ekrem İmamoğlu kalkacak, HaberTürk canlı yayınında “PKK ve Gülen’e sesleniyorum, gelin ülkeyi beraber yönetelim” diyecek ve oradaki gazeteciler de “Bir dakika ya! Ne oluyoruz?” demeyecek. Böyle bir şeyin olması mümkün değil; ama buradan bir yalan üretiliyor ve bu yalanın bir şekilde işe yaraması hesaplanıyor. 

Burada işe yarar mı, yaramaz mı meselesi ayrı bir tartışma konusu; ama bence Ekrem İmamoğlu’nun bu tür spekülasyonlara, bu tür tuzaklara el verecek şeylere, imkân sağlayacak şeylere zemin hazırlaması çok da gerekmiyordu. Yani o yayına çıkması bence çok da gerekmiyordu. Tabii ki kendisinin ve danışmanlarının takdiridir; ama sonuçta önümüzde böyle bir olay yaşandı. Burada ilginç olan bir husus var: AKP’li olduğunu bildiğimiz, AKP’nin içerisinde etkili bir şekilde yer almış, hatta iktidar adına tetikçilik yapmış çok sayıda isim de bu yaşananları eleştirmeye başladılar. Burada şöyle bir şey düşünüyorum: Seçimin kaybedildiği duygusu iktidar kanadında da baskın çıkıyor ve bu türden yalan haberler vs., trol operasyonları bu seçimin kaybedilmesinin mazereti olarak gösterilmek istenecek — sanki böyle bir husus var. Yani ne olacak? Diyelim ki 23 Haziran’da Ekrem İmamoğlu oylarını artırarak yani farkı açarak yeniden seçilecek. İşte bunun bütün sorumluluğu bu operasyonları yapanlara yöneltilecek. Ama biliyoruz ki bu tür operasyonları yapmak siyasî iktidarın merkezinin onayı ve teşviki olmadan mümkün değil. Kimse buna cesaret edemez. Burada bir tarafta Binali Yıldırım üzerinden yaratılmaya çalışılan yeni imaj, yeni kampanya dili varken; öte yandan yine saldırgan üslûp, yalan haber vs. devreye sokuluyor. İktidar aslında ne yapacağını şaşırmış durumda. 

İktidar neden ne yapacağını şaşırmış durumda? Bu konuda birkaç şey söylemek istiyorum. Öncelikle Murat Sevinç’in söyledikleri, öteden beri dile getirdiğimiz, Ekrem İmamoğlu’nun sakin bir şekilde herkese hitap eden, kutuplaşmanın ötesine giden bir dile sahip olması meselesi var; ama buna bağlı olarak da bence çok önemli bir başka husus var — şimdi bu söylediğime her iki kanattan da birçok karşı çıkan, öfkelenen de olacaktır; ama buna gerçekten samimi olarak inanıyorum: Ekrem İmamoğlu’nun, ne zamandan beri ilk defa AKP’nin karşısına çıkan bir aday olarak, önemli bir alanda çıkan bir aday olarak, manevi bir gücü var, manevi bir desteğe sahip, hatta bunu çok kabaca basitleştirerek, hayır dualarıyla yürütüyor kampanyasını. Bunu, gittiği, gezdiği yerlerde başörtülü yaşlı kadınlarla kurmuş olduğu samimi ilişkide de görüyoruz; kendisi her cuma –başka zamanlar kılıyor mu bilmiyorum ama– cumaları muhakkak farklı camilerde kılıyor. Muhafazakâr kimliğini, dindar kimliğini hep sürekli söylüyor ve bu dindar kimliğini gösterirken de yadırgatmıyor — bu çok önemli bir husus bence. İnsanlar onun seçim gereği dindar pozunda olduğunu düşünmüyorlar ve o anlamda da Türkiye’de muhafazakâr kesimler onun samimiyetine inanıyorlar ve bence onun için dua eden çok sayıda insan var — İstanbul’da ya da Türkiye’nin değişik kesimlerinde. 

Bu dualar ne işe yarar? Bilmiyorum, ama bir manevi bir güç verdiğine eminim. Kendi başımdan geçen bir anekdot anlatmak istiyorum; konuyla çok fazla alâkalı olmayabilir belki, ama yine de onu söyleyeyim: Bizim stüdyomuz İstanbul’da Sanayi Mahallesi’nde; bilenler biliyor, ben genellikle buraya büyük bir çoğunlukla toplu ulaşımla, metroyla geliyorum ve bir gün, metroda, tam işe gelirken, oturuyordum, metronun karşı sırasında dört tane kadın 40’lı yaşlarda, başörtülü pardesülü yanlarında bir-iki tane çocuk vardı — belli ki evli, çoluk çocuk sahibi, muhtemelen bir arkadaş ziyaretine gidiyorlardı. Kadınlardan birisi bana adımla selam verdi; ben de çekinerek selamına karşılık verdim. Ondan sonra bana, “Sizi izliyoruz” dedi. Ben de “Nerede izliyorsunuz? Ben televizyonlara falan çıkmıyorum” dedim. “Biliyorum, zaten internetten izliyoruz” dedi; ben de, “İyi, güzel” dedim. Ondan sonra durdu ve şunu söyledi — hiç unutmayacağım, benim için o günün dopingli geçmesinde çok etkili olmuştur: “Hiç merak etmeyin sizin için dua ediyoruz” dedi. Şimdi ister dindar olun, ister dine inanmayın vs. bunun hiç önemi yok. Bu aslında Türkiye gibi bir ülkede bence siyasette de belli anlamlarda etkisi olan bir şey. Uzun bir süre Millî Görüş Hareketi’ni gazeteci olarak izlediğim zaman, bunu Refah Partisi’nin ilk yıllarında, özellikle o ilk yükseliş yıllarında bunu çıplak gözle, defalarca değişik ortamlarda, değişik faaliyetlerde gördüm: İnsanlar inanıyorlardı. İnsanlar inançla giriyorlardı, bir dava gibi görüyorlardı ve burada da işin içerisine çok ciddi bir manevi boyut katıyorlardı. Erdoğan’ın seçildiği 94 Mart seçiminin son gece sloganı –hatırlayanlar olacaktır– “Tamam inşallah” idi ve işin içerisine böyle bir boyut katılmıştı. Bu laikliğe aykırı falan bir olay değil bence, bambaşka bir şey ve burada bana göre uzun zamandan sonra ilk defa manevi anlamda AKP adaylarından daha ileride bir adayla karşı karşıyayız ve bu, “CeHaPe zihniyeti” diye dalga geçtikleri bir partinin temsilcisi. Gerçekten İmamoğlu olayı, Türkiye’de birçok şeyin değiştiğini ve daha da değişeceğini gösteriyor. 

Köln’deki toplantıda bir soru üzerine şöyle bir cevap verdim: Ocak ayına kadar –yanılmıyorsam Ocak ayında lanse edilmişti ya da hatta daha geç– adı aday olarak gösterilene kadar benim gibi siyaseti bildiğini sanan bir gazetecinin ve birçok meslektaşımın adını dahi duymadığı –İstanbullu olmamıza rağmen– bir insan çıktı ve 25 yıllık İstanbul, 17-18 yıllık AKP iktidarını gayet sakin bir şekilde yerle bir etti, alt üst etti, büyük paniğe yol açtı, daha fazla risk almalarına yol açacak hamleler yaptırdı. Böyle bir olayla karşı karşıyayız. Bu, Ekrem İmamoğlu’nun başarısı kadar esas olarak AKP iktidarı ve Erdoğan’ın Türkiye’yi getirdiği yer ve toplumun bundan duyduğu rahatsızlıkla alâkalı bir şey. İnsanlar artık çok ciddi bir şekilde Türkiye’de siyasî iktidarın bu hoyrat, bu müsrif, bu kibirli haliyle daha fazla gitmek istemiyorlar ve Ekrem İmamoğlu bu anlamda bir kapı açtı. AKP’li olduğunu bildiğim, AKP’de üst düzey görevler alan çok sayıda insanın Ekrem İmamoğlu için açıkça çalışmasalar bile –çünkü o biraz riskli olabilir– ama Ekrem İmamoğlu için dua ettiklerini, ona destek verdiklerini, onun tuzağa düşmemesini dilediklerini biliyorum. Bana doğrudan bunu aktaranlar var ya da dolaylı olarak duyduklarım var. Değişik kademelerde görev alan ya da şöyle söyleyeyim: Banka yönetim kurullarında ya da istişare heyetlerinde kendilerine göre verilmeyen kesim –ki sayıları hayli fazla– içinde İmamoğlu’na bir umut olarak bakan çok sayıda insan var. Çünkü artık AKP’yle, Erdoğan iktidarıyla bu işin gidemeyeceğini, gitmemesi gerektiğini düşünüyorlar ve İmamoğlu’nun bu anlamda bir kapıyı sonuna kadar açtığını düşünüyorlar. Ama gördüğüm kadarıyla birçoğunun en büyük endişesi, işte bir tuzağa düşme ihtimali. 

Burada medya olayına tekrar dönecek olursak: Ekrem İmamoğlu Binali Yıldırım’la bir televizyon tartışmasına çıkarsa bence çok iyi olur, herkes için iyi olur, Türkiye için de iyi olur ve yıllardır özlediğimiz bir olay olur. Rakip adaylar aynı anda tartışıyor meselesi olur. Ama onun dışında, çıktığı televizyon yayınlarında karşısındaki insanlar rakipleri değil; –hepsinin günahını almayayım ama– büyük bir kısmı artık gazetecilik vasfını çoktan yitirmiş olan insanlar. Ve onlarla girdiği tartışmalarda onlara verdiği cevap aslında rakibine ya da iktidara verilmiş cevap olmuyor; başka bir şey oluyor. Daha önceki cumhurbaşkanlığı seçiminde benzer bir olay Muharrem İnce’yle yaşanmıştı; o çok da abartmıştı tabii ve gidip değişik kanallara çıkıp karşısına toplanan hükümet yanlısı gazetecileri alt ederek seçimi kazanacağını düşündü ve olmadı. Burada da aynı şekilde –bence bu medya meselesi çok da fazla ihtiyacı olan bir şey değil– bundan dolayı seçimi kaybedeceğini falan hiç sanmıyorum; ama bunun üzerinden belki Ekrem İmamoğlu üzerine konuşabilecek bir şeyler bulma imkânı buluyorlar — buna bence çok fazla ihtiyacı yok. Şu âna kadar gittiği kadarıyla görüyoruz, koca bir devlet, koca bir Tayyip Erdoğan’ın kendisi, değişik kademelerde görev yapmış ve halen yapan bir AKP ve hatta MHP’ye karşı, İstanbul CHP Örgütü’nün –tabii haklarını yememek lâzım– desteğiyle bir grup danışmanla çıkmış, kolları sıvamış bir insan. Yani bu gerçekten çok eşitsiz bir mücadele ve bu eşitsiz mücadelede çok net bir şekilde 31 Mart’ta bir başarı elde etti ve muhtemelen önümüzdeki seçimde de 23 Haziran’da da aynı başarıyı elde edecek. 

O anlamda baktığımız zaman, bu tuzak meselesini gündeme getirmeme neden olan, AKP’den bir dönem çok önemli görevler üstlenmiş birisinin bana yolladığı bir mesajdır; son günlerde yaşananlar onu endişeye sevk etmiş. Ne anlamda endişeye sevk etmiş? İmamoğlu’nun kazanmama ihtimali olabilir mi diye endişeleniyor. Böyle yenilenen, değişen bir Türkiye ile karşı karşıyayız ve Ekrem İmamoğlu bu değişimin öncüsü olur mu, olmaz mı? Bilmiyorum, ama şu aşamada bu değişimin kendisinde sembolize eden –belki kendisinin de beklemediği ölçüde– simgeleştiren bir siyasetçi olarak karşımıza çıkıyor. Şu âna kadar tuzağa düşmüş gibi gözükmüyor, ama önümüzde daha vakit var. Bakalım ne olacak diyelim ve noktayı koyalım. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.