Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan neden artık kriz çözemiyor?

Bir süredir sessiz olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeni Askerlik Yasası vesilesiyle AKP grubunu topladı ve uzun bir konuşma yaptı. İç ve dış bir dizi sorunu/krizi ele alan Erdoğan somut çözüm önerileri sunmakta zorlandı. Neden?

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Cumhurbaşkanı Erdoğan bir süredir ortalıkta gözükmüyordu, konuşmuyordu. Ve araya bayram da girdi. O bir vesile olmuş olabilir. Ama normalde her fırsatta konuşan, hatta günde birkaç kere farklı vesilelerle konuşan, bunlar da medyanın büyük bir kısmı tarafından canlı yayınlanan bir siyasetçiden bahsediyoruz. Belli bir aradan sonra dün akşam partisinin grup toplantısını yaptı. Burada toplantıyı yapmanın nedeni belli ki askerlik yasa tasarısı. Ve anlaşılıyor ki parti içerisinde birtakım rahatsızlıklar var bu yasa ile ilgili. Nitekim o konuşmasının ardından basına kapalı bölümde Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar teknik detaylarını anlattı partili milletvekillerine. Burada bir kriz olduğu ya da bir sıkıntı olduğu anlaşılıyor. Hulusi Akar bugün de HDP dışındaki partilerin gruplarını ziyaret edip onlara yasayı anlatacak. Bu yasanın bir sıkıntı yaratması söz konusu. Ama esas konumuz bu değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı konuşmaya baktığımızda —kendisini değişik vesilelerle her Türk vatandaşı gibi ve gazeteci olduğum için onlardan da fazla izlemiş, dinlemiş birisiyim; dün tesadüfen bu grup toplantısından haberim oldu ve izledim: Erdoğan’ın artık nasıl değişmiş olduğunu, eski bildiğimiz Erdoğan’dan nasıl farklılaşmış olduğunu bir kere daha, daha çarpıcı bir şekilde gördüm. Burada biraz o konuşmanın analizini yapmak istiyorum: Hemen hemen her konuya değindi ve bu değindiği konuların her birinde çok ciddi sorunlar, krizler var. Yani bir ekonomi, ki en az değindiği, belki de çok kısa bir cümle ile geçiştirdiği bir konu oldu ve bunu da Türkiye’nin güçlenmesini engellemek isteyen küresel güçlere ve onların işbirlikçilerine bağladı. Çok fazla bir şey söylediğini ifade edemeyeceğim. Ama onun dışında, yani dış politika krizleri, özellikle S400-F35 krizi ve Suriye, Suriye’de YPG’nin varlığı meselesini, bir kriz olarak bunları koydu. Siyasî anlamda tabii ki İstanbul seçimleri, İstanbul seçimlerinin tekrarlanmış olması ve kazanıp kazanamayacağı meselesi var; ama bir diğer husus da parti içerisindeki çözülme ihtimali ya da ihtimal değil aslında, başlayan çözülme ve bu çözülmeyi durdurmaya yönelik söyledikleri var.

Şimdi bunları tek tek ele almadan önce şöyle bir şey söylemek istiyorum: Gördüğüm kadarıyla Erdoğan artık sorunları çözen, krizleri çözen bir siyasetçi olma özelliğini adım adım, her geçen gün daha fazla kaybediyor. Gündem belirleyen siyasetçiden, gündemin peşinden gündemi yakalamaya çalışan siyasetçiye doğru yöneliyor. Bu anlamda bir gerileme var. Eskiden o gündemi belirlerdi, birileri ona cevap vermeye çalışırdı. Şimdi başkalarının belirlediği gündeme o cevap vermeye çalışıyor. Örneğin Ekrem İmamoğlu’ndan çok ciddi rahatsızlık duyduğunu görüyoruz. Halbuki Ekrem İmamoğlu adaylığından sonra, adaylığı açıklandıktan sonra kendisini Beştepe’de ziyaret etmişti. Orada hiçbir sorun yoktu. Şimdi mesela Ekrem İmamoğlu’ndan adıyla bahsetmiyor. Biliyorsunuz bir talimat da var bu konuda, medyaya da yönelik, Ekrem İmamoğlu adı kullanılmayacak, CHP adayı denecek. Onun adı yerine CHP adayı. Burada bir bölüm var mesela, Ekrem İmamoğlu ile ilgili. Biraz Devlet Bahçeli’nin sözlerini hatırlatan bir bölüm. Diyor ki: “Kırk yıldır bu işlerin içinde birisi olarak zarfla mazrufun bu derece zıt olduğu pek az siyasî mühendislik projesine rastladığımı özellikle belirtmek istiyorum.” Yani Ekrem İmamoğlu’nu siyasî mühendislik projesi olarak tanımlıyor. “Ama işte mızrak çuvala sığmamış, maskeli balo sona ermiş, takke düşmüş ve kel görünmüştür. Amaç milletin kalbini kazanmak değil de seçime kadar halkı aldatmak olunca sonuç da işte böyle tecelli ediyor” diyor. Ama bu söylediğine ne derece inandığı aslında şüpheli. Çünkü konuşmasında 23 Haziran seçimlerine çok geniş yer ayırmakla birlikte, çok kararlı bir şekilde kazanacaklarına emin bir Erdoğan çıkmadı karşımıza. Önce bir bakalım; seçimin ardından yaptığı konuşmada söylediklerini Erdoğan dün akşam tekrar söyledi. Onu bir dinleyelim ve devam edelim:

Erdoğan: “Ama ilçeler bazında baktığımızda, ilçelerin kahir ekseriyetini biz aldık mı? Her ikisinde de aldık. Meclislerde –ki burası karar alma yeri–, buralarda kahir ekseriyet her ikisinde de, İstanbul’da da Ankara’da da bizde mi? Bizde. Komisyonlarda hepsi de bizde mi? Bizde. Bu belediyelerin zaten çalışmasının şekli nedir? Buralardır. Başkanın buralardaki hareket kabiliyeti meclistir, komisyonlardır. Çünkü atacağı adımlar buralarla bağlantıda. Eğer buralarda gerekli olan desteği sağlayamadığı sürece istediği gibi adım…”

Evet, burada aslında İstanbul’u Ankara’yla birleştirip İstanbul Büyükşehir’i kaybetme ihtimali üzerinde konuştuğunu görüyoruz. Ve tabanını şöyle yatıştırmaya çalışıyor: “Kazanmış olsalar bile biz orada mecliste çoğunluğuz, ilçe belediyelerinde çoğunluğuz. Hoşumuza gitmeyen, yanlış bulduğumuz şeyleri yapmasına izin vermeyiz” diye söylüyor. “İstediği gibi adım atamaz” diyor. Bu aslında İstanbul’u kazanma konusunda fazla umutlu olmadığını bence gösteriyor. Halbuki konuşmasının bir yerinde de Binali Yıldırım’ın “İstanbullularla gönül bağını her geçen gün daha da güçlendirdiğini” söylemişti Erdoğan. “Bilgisiyle, birikimiyle, gayretiyle, samimiyetiyle yıldızı giderek parlıyor” dedi. Ve burası önemli diyeyim: “Binali Yıldırım kardeşimizin başarısı teşkilatlarımızı da motive ediyor, gayrete getiriyor.” Burası şundan önemli: Konuşmanın birçok yerinde, ayrı ayrı yerinde Erdoğan’ın partisinden, parti teşkilatından, milletvekillerinden, parti yöneticilerinden şikâyetçi olduğunu görüyoruz. Onlara yönelik birtakım sitemler, eleştiriler ve uyarılar yaptığını görüyoruz. Mesela ne diyor? “Binali Yıldırım parti teşkilatımızı motive ediyor.” Yani eskiden şöyle bir şey olurdu: Çok motive bir parti teşkilatı olurdu, aday ona eklemlenirdi. Şimdi tersi oluyor. Aday geliyor ve aslında ölgün olan parti teşkilatını harekete geçiriyor. Bu AKP’nin içinde, kendi içerisinde, yönetim kademesinde ve tabanındaki bir çözülmenin bence dolaylı bir kabulü. Mesela ne dedi yine Erdoğan dünkü konuşmasında? “Milletin sesine kulak tıkayanlar, hele hele millete kulak vermek yerine onu istiskale yeltenenler bu partinin mensubu olamazlar. Milleti muhatap almayanı biz de muhatap almayız. Elbette her talebi, her beklentiyi yerine getirmek mümkün değildir. Yapılabilecekler zaten yapılır. Şayet yapılabilecek bir şey yoksa izah edilir, insanların gönlü alınır. Ancak biliyorsunuz biz tebliğ ile mükellefiz, ikna ile değil.” Yani burada da partinin tabanla, milletle, halkla, toplumla ilişki kurmada çok ciddi sorunlar yaşadığını ve bunu aşmakta zorlandığını görüyoruz.

Bunun ötesi de var tabii. Bir de partiden kopanlar var. Artık çözümün ötesinde kopanlar var, kopacaklar var. Ve bunlar da büyük ölçüde herhalde 23 Haziran seçim sonuçlarını bekliyorlar. Görüldüğü kadarıyla 23 Haziran’da eğer Ekrem İmamoğlu bir kez daha kazanırsa AKP içerisinde değişik dönemlerde önemli görevler üstlenmiş isimler, popüler bazı isimler yeni birtakım oluşumlara gidecekler. Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ın –ki Ali Babacan’ın arkasında Abdullah Gül desteği olduğu biliniyor–, ayrı ayrı parti kurmaları söz konusu. Erdoğan’ın arada sırada bu konulara değindiği olmuştu. Ama dünkü konuşmasında bu konuya daha net bir şekilde değindi ve daha sert bir şekilde bu kişileri eleştirdi. Bir de onu dinleyelim:

Erdoğan: …zannedenler geçmişte de bu tür yollara başvurdular. Hatta bazıları grup kurabilecek noktaya bile geldiler. Ama onlardan şu anda hiçbir şey kalmadı. Hepsi gitti. Siyaset sahnesinden de silinip gittiler. Onun dışında yine aynı şekilde olanlar, şu anda ana muhalefetin başındaki zatın önünde eğilenler, bunları görüyoruz. Nereden nereye. Kişilik çok önemli bir şey, şahsiyet çok önemli bir şey. Ve bir insan hele hele Müslüman, eşref-i mahlûk olarak o yaratılmışların en şereflisi olma şanına lâyık olmalıdır, bunu korumalıdır.

Evet, kopuş kaçınılmaz gibi gözüküyor ve Erdoğan’ın bunu engellemek için çok da fazla bir şey yapamayacağı anlaşılıyor. Burada tabii yapmaya çalıştığı, kopma ihtimali olan kişilerin partiden büyük parçalar koparmasını engellemek. Ama bu konuda da söylediği somut bir şey yok. Yani bu siyasî krize, parti içinde yaşanan siyasî krize ilişkin söylediği çok somut bir şey yok. İslamî referanslarla yaptığı bir konuşma var ve “eşref-i mahlûkat” sözünden hareketle bu ayrılması söz konusu olan kişilerin şereflerini tartışmaya açıyor ya da onları şeref yoksunu –şerefsiz olarak, bir şekilde herhalde o anlama geliyordur–, öyle tanımlıyor. Ama bu bir sorun çözme değil. Birçok konuda olduğu gibi, ekonomide olduğu gibi, 23 Haziran’da olduğu gibi, parti içerisindeki tartışmalar ve rahatsızlıklar konusunda olduğu gibi Erdoğan’ın yaptığı aslında olayların kendine göre bir resmini çekip, o resimlerin ötesinde bir şikâyet, sitem belirtmenin ötesinde bu resmi düzeltmek, yanlışları, kendince yanlışları, sorunları çözmek konusunda somut olarak pek bir şey söyleyemiyor. Dün akşam da söylemedi.

Bu konuda en çarpıcı bölüm tabii ki dış politika ve S400-F35 meselesi. Burada tabii “S400’leri aldık zaten, alacağız diye bir şey yok, çoktan aldık” diye kesip atmış bir pozisyonda oldu Erdoğan. Tabii ki bu öne çıkarıldı. Ama baktığımız zaman, ne diyor? “Japonya’da Başkan Trump ile görüşeceğiz, arada da kendisi ile konuşacağız.” Yani hem S400’leri alıp hem F35’leri alma iddiasında hâlâ ısrarcı ve bunun böyle olamayacağını Amerika Birleşik Devletleri’nde gerek Kongre gerek Pentagon (Savunma Bakanlığı) söyledi, defalarca söyledi. Ama Erdoğan’ın bu konuda hâlâ bir ısrarı var. Ama bu ısrarının maddi temelleri olmadığı için de onun bu sorunu en azından seçim sonrasına ötelemeye çalıştığını söyleyebiliriz. Onun ötesinde başka bir şey var: YPG meselesi, Suriye meselesi. Konuşmasında baktığımız zaman, “Her yerde her şeyi çok açık konuşma lüksümüz yok” diyor. Ama şunu söylüyor: “Terör örgütlerinin arkasında kim var? Buna en büyük desteği veren kim? Bizim stratejik ortağımız. On binlerce TIR’larla buraya silah, mühimmat, her şeyi gönderdiler mi? Gönderdiler. Daha neyi anlatayım? Neyi anlatalım?” E şimdi tamam, siz YPG’yi terörist olarak görüyorsunuz ve YPG’nin en büyük destekçisinin ABD olduğunu söylüyorsunuz. Ve terörle mücadele ediyorsunuz, YPG ile mücadele ediyorsunuz. Yine dün söyledi, “Bir gece ansızın gelebiliriz” dedi ve Fırat’ın doğusunu tekrar işaret etti. Ama diğer taraftan da Amerika Birleşik Devletleri ile stratejik ilişkiniz sürüyor. Başkan Trump ile yapacağınız Japonya görüşmesine çok önem atfediyorsunuz vs. vs.. Burada da aslında bu yapılan çıkışlarla herhangi bir sorunun çözülmediği, Erdoğan’ın bu çıkışlarla bir sorun çözmediği, tam tersine en fazla sorunları ötelediği, ama sorunları daha da, krizleri daha da derinleştirdiği görülüyor. Yani çünkü elinde çok fazla mekanizması kalmadı Trump’la görüşme dışında. Ki o Trump’ın da Amerikan sisteminde nasıl bir yeri olduğu konusu çok net değil. Mekanizması pek fazla kalmadı ve Türkiye’nin elinde çok fazla koz da kalmadı Özellikle ekonomisinin iyi bir durumda olmadığını da düşünürsek, siyaseten 31 Mart seçimlerinin gösterdiği gibi Erdoğan’ın, AKP’nin ve Cumhur İttifakı’nın da ciddi bir gerileme içerisinde olduğunu göz önüne alırsak, gerçekten bir kriz halinde.

Bir başka kriz aslında Cumhur İttifakı’nın geleceği. Bu konuya da konuşmasında hiç değinmedi. Daha doğrusu bundan bir kriz olarak bahsetmedi. Tam tersine Cumhur İttifakı’ndan ve Bahçeli’den övgüyle bahsetti. Ve nitekim bugün de şu anda bir toplantı yapıyor olmaları lâzım, bir araya geliyorlar. Ama orada da bir kriz var, orada da bir sıkıntı var. En azından Bahçeli’nin attığı tweet’ler — ki burada bunu değerlendirdik. Özellikle Kürt oylarını kazanma gayretiyle, kazanma amacıyla Binali Yıldırım’ın birtakım yaptıkları, ettikleri, söylediklerinden bir rahatsızlık olduğu görülüyor. Muhtemelen askerlik yasası ile ilgili de birtakım rahatsızlıklar vardır, ama esas önemli olan Bahçeli’nin tweet’lerine de yansıyan o çıkıştı. Ve Cumhur İttifakı’nın da geleceği aslında belirli değil. Şöyle ki, 31 Mart seçim sonuçları Cumhur İttifakı’nın ve Cumhur İttifakı’na hâkim olan MHP perspektifinin sınırlarını herkese, özellikle de Erdoğan’a gösterdi. Oradan ileriye gitme imkânı artık yok. Hatta tam tersine o bir gerileyişin işareti oldu. Kutuplaştırma söylemi, beka söylemi, karşı tarafı terörle eşleştirme söyleminden artık vazgeçme noktasına geldiğini Binali Yıldırım’ın performansıyla, izlediği yeni kampanya stratejisiyle görüyoruz. Dünkü konuşmasında da ilginç bir şekilde yine tabii ki “cehape zihniyeti” diye bir şeyler söyledi Erdoğan her zaman olduğu gibi. Ama bu söylediklerinin 31 Mart öncesi söylediklerinin yanında çok yumuşak olduğunu, eskisi kadar sert olmadığını da kabul etmek lâzım. Dolayısıyla Erdoğan bir yandan MHP ile, Bahçeli ile ittifakını sürdürmek isterken, diğer yandan bu ittifaka MHP’nin söyleminin, Bahçeli’nin söyleminin daha fazla egemen olmasını istemiyor görünümü verdi. Bu da dolayısıyla bir başka krizi ya da muhtemel krizi çözme kapasitesinden ciddi bir şekilde uzaklaştığını bize gösteriyor.

Evet, biraz uzun bir yayın oldu, ama şöyle toparlamak istiyorum: Türkiye’nin son 15 yılına, hatta daha fazlasına, 17 yılına damga vuran bir siyasetçi söz konusu. Hatta belediye başkanlığından itibaren alırsak 25 yılına damga vuran bir siyasetçi. Ve sürekli ileriye doğru giden, bu arada ittifaklarını, yanında yürüyen arkadaşlarını, danışmanlarını sürekli değiştiren bir siyasetçi söz konusu. Ve genellikle de rakipleri hep ona bakıp ayak uydurmaya, ona cevap vermeye, ona cevap yetiştirmeye çalışırdı. Ama şimdi Erdoğan’a baktığımız zaman, bu özelliklerinden, gündem belirleme, oyun kurma özelliklerinden iyice mahrum olduğunu görüyoruz. Ekrem İmamoğlu gibi birisi, düne kadar bilinmeyen birisi –Erdoğan’ın sayesinde de diyebiliriz, tek başına Erdoğan sayesinde değil ama Erdoğan’ın da sayesinde– kamuoyunun bugün Erdoğan’ın bu oyun kurucu rolünün iyice geride kaldığını görmesinde yardımcı oldu. Erdoğan’ın onunla ilgili söylediği şeyler demin söylediğimiz gibi “mühendislik”, “proje”, “toplum mühendisliği projesi” vs. gibi birtakım komplo teorilerini söylemekten öteye de gidemiyor. Sonuçta Erdoğan, daha önce dilini tüketti demiştim, artık Türkiye’de siyaseti belirleme gücünü, sorun çözme kapasitesini her geçen gün daha da yitiren, kaybeden bir Recep Tayyip Erdoğan’la karşı karşıyayız. Dünkü konuşması da bunun en çarpıcı örneklerinden birisi oldu. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.