Erken seçim olur mu? Olursa ne olur?

Türkiye çok ciddi ve giderek derinleşen krizlerden geçiyor. Çıkış yolu olarak da akla ilk olarak erken seçim geliyor. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk kez erken seçim seçeneğine mesafeli olduğu görülüyor. Bununla birlikte seçime gitmeye mecbur kalabilir…

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Erken seçim ihtimalinden biraz konuşmak istiyorum; bu aslında ne zamandır dile getirilen bir husus. Bugün sabah Murat Yetkin blogunda yine ilginç bir analiz kaleme aldı. Erdoğan’ın AK Parti zamanında belki de ilk kez seçimden ürktüğünü yazdı, erken seçim istemediğini yazdı ve bunun gerekçelerini sıraladı. Bunların hepsi haklı gerekçeler; ama yine de erken seçim meselesi, onun da vurguladığı gibi, hep bir şekilde masada. Çünkü şu anda Türkiye’de çok ciddi bir şekilde iç içe geçmiş krizler var. Öncelikle ekonomik bir kriz var ve bu ekonomik krizden çıkmanın ışığı herhangi bir şekilde gözükmüyor. Gerek ekonomi yönetimi gerek şu âna kadar uygulanan yöntemler, alınan tedbirler vs. bundan kolay kolay çıkışın mümkün olmayacağını gösteriyor. Yani Türkiye gerçekten ekonomik olarak küçülmeye, işsizliğin artmasına daha fazla tanık olacağa benziyor. Böyle bir dönem, zaten siyaseti birinci derecede belirleyen bir dönem ve bir süredir Türkiye’de halkın en çok şikâyet ettiği konuların başında ekonomi, enflasyon ve işsizlik geliyor. Dönem dönem AKP iktidarının bazı dönemlerinde halkın şikâyeti anlamında bunların çok alt yerlerde seyrettiğini biliyorduk; ama bir süredir bunlar artık en üstte. AKP’ye oy verenler de vermeyenler de ilk olarak bunu telaffuz ediyorlar, böyle bir gerçeklik var. AKP’nin bu konuda –31 Mart seçiminde gördük–, Erdoğan’ın bu konuda söyleyecek çok fazla bir şeyi olmadığı için olayı bir beka meselesine, bir terör meselesine taşımaya çalıştığını gördük; ama yine seçmenlere sorulduğu zaman teröre yönelik kaygıların hiç de eskiden olduğu kadar yüksek olmadığı gözüküyor. Tabii ki belli bir oran var, ama ekonomiyle kıyaslandığı zaman, kıyaslanamayacak ölçüde altlarda. İlginç bir şekilde son dönemde ekonomiden sonra şikâyetlerin önde gelen maddelerinden birisi Türkiye’de var olan Suriyeliler, sığınmacılar. Bu konuda da yine ilginç olan, her partiden –iktidar partisi de dahil– bundan şikâyetçi olunduğu yolunda bulgular peş peşe geliyor. 

Burada Suriyelilerden şikâyet etmenin bir nedeni siyasî, ama orada da yine ekonomi karşımıza çıkıyor. İnsanlar yaşanan ekonomik sorunlardan, işsizlikten birinci derecede Suriyeliler’i sorumlu tutabiliyorlar, çünkü kolay olan o. Öteki türlü, doğrudan iktidarla bir hesaplaşma içerisine girmek söz konusu; ama Suriyeliler daha savunmasız bir grup olduğu için onlara yönelik bir eleştiri var. Dolayısıyla baktığımızda, şu anda Türkiye’de çok ciddi bir ekonomik kriz var ve daha da derinleşeceği düşünülebilir, öngörülüyor. Ardından çok ciddi bir siyasî kriz var. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, Erdoğan yönetimi, siyaseten tam anlamıyla bir savrulma içerisinde. İzlediğimiz zaman, bunca yıllık, 2002 sonundan itibarenki iktidar sürecinde tam anlamıyla bir uçtan bir uca savrulmuş durumda. İlk başta demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri ve Kürt sorununun çözümünü öne çıkaran, Batı’yla entegrasyonu öne çıkaran AKP iktidarından sonra, şu anda Türk milliyetçiliğinin çok sert versiyonlarının öne çıktığı, içine kapanan, Batı’yla ilişkilerinde çok ciddi sorunlar yaşayan bir AKP’yle karşı karşıyayız — tamamen farklılaşmış ve bu gidişin de bir garantisi yok. Yani Türkiye’nin burada, Erdoğan yönetiminin –kimilerinin iddia ettiği gibi– Avrasyacı bir rotayı tercih ettiğini söylemek de aldatıcı olur. Erdoğan pragmatizmiyle sürekli müttefiklerini ve söylemini değiştirerek iktidarının ömrünü uzatmaya çalışıyor. Dolayısıyla çok ciddi bir siyasî krizin içerisinde. Şu anda kendisi Bahçeli’yle beraber ittifak yapıyor, ama kendisini kurtarmak için kurumsallaştırdığı ittifak, muhalefetin de bir anlamda can suyu oldu. Ve Cumhur İttifakı’nın karşısına kurulan Millet İttifakı ilk deneyiminde olmasa bile ikinci deneyiminde, yani 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde, gerçekten çok başarılı oldu, büyük şehirlerin CHP’nin eline geçmesini sağladı. Dolayısıyla, bir anlamda Erdoğan’ın kendi kazdığı kuyuya düşmesi gibi bir şey oldu bu. 

Şu anda var olan ekonomik, siyasî ve buna bağlı olarak ideolojik krize dış politikada da tabii bir yığın sorun –başta Suriye olmak üzere– ekleniyor, Türk-Amerikan ilişkilerinde sorunlar vs. — tam bir çözümsüzlük hali, tam bir keskinleşen kriz hali. Normal şartlarda böyle krizlerde demokrasilerde çare seçimdir ya da çare olarak düşünülür ve sandığa gidilir. Değişik dönemlerde Türkiye bunu yaşadı, birtakım krizlerin ardından yapılan seçimlerde ülkede yönetimler değişti ve belli bir süre sonra belli bir nefes alma imkânına kavuştuğu da oldu. Burada tabii ki sorun şu: Erken seçimi yapabilecek olan kişi Erdoğan’ın kendisi. Ama Erdoğan, böyle bir seçimin kendi sonunu hazırlayacağı endişesiyle buna yanaşmayacak, öyle gözüküyor, yanaşacağa benzemiyor. Ama belli bir aşamadan sonra buna mecbur olabilir. Neden istemiyor? Baktığımız zaman birçok sorun var, ama en tazesi tabii ki 31 Mart ve 23 Haziran’da yaşadığı ağır yenilgi. Her ne kadar oylarının arttığını ya da oylarını koruduklarını söyleseler de büyük şehirleri koruyamadılar; yerel seçime damgasını başlı başına büyük şehirler bastığı için bir yenilginin alâmeti oldu bu. En önemlisi de tabii tekrarlattıkları İstanbul seçimini farkın alabildiğine açılmasyla kaybetmeleri oldu ve Türk siyasetine, muhalefetine, Ekrem İmamoğlu gibi bir figürü hediye etmiş oldu Erdoğan. 

Şu anda bugün seçim olsa Erdoğan çok zorlanacaktır; ama benim gördüğüm birtakım kamuoyu araştırmalarına baktığımız zaman, seçmen tercihlerine baktığımız zaman, oy oranlarında AKP+MHP’nin hâlâ yüzde 50’yi aşabildiği gözüküyor –milletvekili seçimi anlamında sorulduğu zaman, cumhurbaşkanlığı seçimi anlamında değil bu- ve benim gördüğüm bazı araştırmalarda da ilginç bir şekilde AKP dışındaki tüm partiler az da olsa oylarını artırıyor. Yani AKP’den kaçan bir oy var ve bu oyların diğer partiler tarafından paylaşıldığı gibi bir husus var. Tabii ki AKP’den giden oylar öncelikle MHP’ye gidiyor, bunu daha önceki seçimlerde de gördük. AKP’nin zayıflaması MHP’nin daha da güçlenmesine yol açıyor, ama MHP’nin belli bir yüzdenin ötesine geçebilmesi şu anda mümkün değil. 

AKP+MHP oylarının yüzde 50’yi aşıyor gibi durması tek başına güvence sağlar mı Erdoğan’a? Sanmıyorum, çünkü cumhurbaşkanlığı seçiminde işin rengi büyük ölçüde değişebilir. Özellikle de muhalefetin hangi aday ya da adaylarla çıkacağıyla ilgili husus söz konusu. Son seçimde parçalanmış bir muhalefet cephesi vardı; Muharrem İnce, Meral Akşener ve Selahattin Demirtaş arasından Erdoğan rahat bir şekilde sıyrılmıştı. Ama o seçim öncesinde Abdullah Gül formülünü Kılıçdaroğlu ve Temel Karamollaoğlu’nun gündeme getirmiş olduğunu ve son anda bunun iptal olduğunu biliyoruz. Eğer bir erken seçim yaşanırsa şu aşamada muhalefet yeni bir denklemle ortaya çıkabilir. Şöyle ki: AKP bölünüyor, kaçınılmaz bir şekilde bölünüyor ve gerek Davutoğlu gerek Babacan ayrı ayrı partilere doğru yönelecekler, anlaşılan bu. Ve bunlardan Babacan’ın partisinin ve belki de Davutoğlu’nun partisinin önümüzde yapılacak seçimlerde muhalefet blokunda, ittifak blokunda doğrudan ya da dolaylı yer almaları pekâlâ mümkün olabilir. Erdoğan’ın erken seçimi tercih edecek olmasının –ki şu anda böyle bir tercih gözükmüyor– başta gelen nedenlerinden birisi bu olabilir. Yani partisinden kopması söz konusu olan –ki bazılarını zaten ihraç etme startını verdi– partilerin kurulmasını beklemeden ya da Babacan ve Davutoğlu’nun güçlenmesini beklemeden bir seçim yaparak onların etkisini azaltmak istiyor olabilir. Eğer normal zamanlarda bir seçim olacak olursa ya da birkaç sene sonra seçim olacak olursa, Davutoğlu ve Babacan o seçime daha güçlü –teorik olarak tabii– girme şansına sahip olabilirler. Ama diyelim ki altı ay sonra yapılacak seçime aynı güçte giremeyebilirler — böyle bir şeyi gözetiyor olabilir. O zaman da şöyle bir husus karşımıza çıkacak: Eğer erken seçim olur, Babacan ve Davutoğlu parti olarak bu seçime katılma gücüne ve imkânına sahip olamazsa, bu sefer muhalefet blokunu bir şekilde destekleyebilirler. En önemlisi, cumhurbaşkanı adaylığı konusunda diğer muhalefet partileriyle beraber bir ortak aday etrafında birleşebilirler; böyle bir seçenek ciddi bir şekilde gündeme gelebilir. O zaman da AKP+MHP’nin şu anda yüzde 50’yi hâlâ geçiyor gözüken –ki çok farklı bir şekilde gözükmüyor benim baktığım yerlerde– oy oranı cumhurbaşkanlığı seçiminde eğer muhalefet iddialı bir adayda birleşirse –HDP dahil– o zaman işin rengi değişebilir. 

Erken seçim Tayyip Erdoğan için çok riskli, ama geciktirdiği zaman yapacağı seçimin çok daha riskli olacağı da bir gerçek. Dolayısıyla Erdoğan’ın seçeneklerinin her biri diğerinden kötü gözüküyor. Yani Murat’ın değindiğim yazısına baktığımız zaman: Erdoğan erken seçimi istemiyor çünkü çok riskli. Bunun risklerinin nedenlerini de sıralıyor, hepimiz sıralayabiliriz; dolayısıyla böyle bir olay var, başta ekonomi olmak üzere. Ama daha ileri bir tarihte yapılacak olan seçimlerde Erdoğan’ın şansının çok daha düşeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz; çünkü ekonomide durum daha ağırlaşacak, kendi içerisinden yaşanacak kopmalar daha bir oturmuş olacak, yerleşmiş olacak vs.. Burada erken seçim hususunun ya da herhangi bir seçim hususunun Erdoğan için hiç de tercih edilebilir olmamasının en önemli nedenlerinden birisi de Erdoğan’ın diyecek hiçbir şeyinin kalmamış olması — bunu 31 Mart’ta gördük. Erdoğan bekanın ötesinde bir şey söyleyemedi, kutuplaşmayı tırmandırmanın ötesinde bir şey sunamadı ve bunun cevabını da çok sert bir şekilde aldı. Erdoğan artık pozitif kampanya yapamıyor, vizyon sunamıyor, inandırıcı birtakım açıklamalar yapamıyor, ekonomiyi dile getiremiyor; ekonomiyi dile getirdiği zaman hüsranla karşılaşıyor. Hatırlanacaktır; 31 Mart öncesi tanzim satış kuyrukları söz konusu olduğu zaman, ben bunun Erdoğan’ın yaptığı çok büyük bir yanlış olduğunu, ekonomik krizi görünürleştirdiğini savunanlardandım; başkaları da bunu savundu, ama çok kişi de Erdoğan’ın bu tanzim satışlar eliyle ekonomiyi bir tür disipline ediyor görünümü vereceğini ve bunun da olumlu yansıyacağını savunmuştu — hiç de öyle olmadığı ortaya çıktı. Ekonomi konuşulduğu müddetçe, ekonomi gündeme geldiği müddetçe Erdoğan kaybediyor. Yapabileceği belki de tek şey şudur: Bugün ya da yarın ekonomideki feci durumu kabullenmek, bunun nedenini dış güçlere vs. falan atfetmemek, bunun aldatıcı olmadığını, bunun bir komplo eseri olmadığı, yanlış politikalar sonucunda olduğunu bu açıklıkla olmasa bile kabul edip vatandaşlardan bir tür fedakârlık talep etmek olabilir — ki bunun Erdoğan’ın yapacağı bir şey olduğunu sanmıyorum. Yani çıkıp yaşanan durumun vahametini anlatıp insanlardan kemer sıkmasını, birkaç yıl dişlerini sıkmasını, birkaç yıl yaşanacak mağduriyetlere katlanmalarını ve bunun sonrasında uygulanacak şu şu politikalarla Türkiye’nin düze çıkacağını vaat etmesiyle belki bir şeyler olur; ama bunun ilk aşaması olan gerçekleri kabul etme hali Erdoğan’ın yapabileceği bir şey gibi gözükmüyor. 

Sonuç olarak erken seçim olsa da olmasa da kaybeden ve kaybetmeye mahkûm bir Erdoğan söz konusu. Dolayısıyla burada kimin kazanacağı ya da kazanabileceği sorusuna odaklanmamız lâzım. 31 Mart’ta ve 23 Haziran’da CHP’nin adayları kazanabileceklerini gösterdiler, ama onlar belediyelerdi. Şimdi, muhalefetin Türkiye’yi kazanabileceğini ve Türkiye’yi düze çıkarabileceğini, Türkiye’nin ekonomisini tekrar toparlayabileceğini, komşularıyla sorunlarını yine bir şekilde çözebileceğini ve dünyayla barışık bir halde, demokratik bir ülkeye dönüştürebileceğini anlatabilecek bir çıkışa ihtiyacı var Türkiye’nin. Bu olmadığı müddetçe Erdoğan iktidarını koruyabilir; ama her geçen gün gücünden kaybeden, kendi gücünden kaybettiği ölçüde de ülkenin gücünden kaybettiren bir Erdoğan yönetimiyle karşı karşıya kalacağa benziyoruz. Bugün seçim olmaz gözüküyor, erken seçim olmaz gözüküyor; ama emin olmamak lâzım. Mecburen yapmak zorunda kalabilir ve burada Erdoğan’ın MHP’yle beraber girmesi ona yeterli olmayabilir. Peki ikinci bir partiyi katabilir mi? Mesela İYİ Parti’yi katabilir mi? Bunu geçen pazartesi günü konuştuk, o fotoğraftan hareketle konuştuk; pekâlâ bunu deneyebilir, ama hem MHP’yi hem İYİ Parti’yi alabilmesi mümkün olur mu ve hangisi hangisini iter? Bütün bunlar ayrı bir tartışma konusu. İlk başta aritmetik olarak mümkün gözükse de bunun çok ciddi bir arayış olacağını sanmıyorum, Meral Akşener’in de buna yanaşacağını, İYİ Partililerin ve İYİ Parti tabanının da buna yaşanacağını açıkçası sanmıyorum. Bir son seçenek tabii ki Erdoğan’ın milliyetçi dilinden vazgeçip tekrar çözüm eksenli, Kürt sorununu çözme eksenli bir dil geliştirmesi — ki bu da artık herhalde şu aşamada çok gerçekdışı bir beklenti olur. Dolayısıyla kaybeden bir Erdoğan ve kimin kazanacağı belli olmayan bir Türkiye’yle karşı karşıyayız. Erken de olsa zamanında da olsa seçimin kaderini esas olarak bu belirleyecek. Bir bilinen var bana göre, o da Erdoğan’ın kaybettiği; bir bilinmeyen var, Erdoğan’ın kaybettiği bir bilinmeyen var. Erdoğan’ın kaybettiği yerde kimin ya da kimlerin kazanacağı. Muhalefet AKP’deki yeni kopuşların da devreye girmesiyle beraber kazanma zeminini yaratabilirse, seçim hangi tarihte olursa olsun Erdoğan iktidarının sonuna tanıklık edebiliriz. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.