Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Suriye’ye harekât Erdoğan’ın krizini çözer mi?

Öteden beri Suriye’nin kuzeyine askeri bir harekâtın, Erdoğan’ın yaşamakta olduğu krizini aşmada ciddi şekilde yardımcı olacağı ileri sürülüyor. Doğru mu? Barış Pınarı Harekâtı Erdoğan’ın iktidarını pekiştirmesini sağlayabilir mi?


Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Cumhurbaşkanı Erdoğan biraz önce Suriye’nin kuzeyine harekâtın başladığını açıkladı, resmen duyurdu. “Barış Pınarı” adıyla yeni bir harekât başladı. Cumhurbaşkanı, oluşturulduğunu söylediği terör koridoruna karşı buranın barış koridoru haline getirileceğini söyledi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hem PKK/YPG’ye hem de IŞİD’e –ama kendi deyimiyle DEAŞ’a– karşı mücadele edeceğini söyledi. Suriye’nin de toprak bütünlüğüne saygılı olduklarını, bunun temini için de gerekeni yaptıklarını söyledi. Harekâtın başlayacağı zaten biliniyordu; ama beklenenden biraz daha hızlı olmuşa benziyor. Demek ki uzun süredir söylenen hazırlıklar gerçekten doğruymuş, hazırlıklar yapılmış. Ve Amerikan Başkanı Trump’ın da olur vermesi ile beraber harekât hayata geçirildi. Şimdi hükümet sözcülerinin de, iktidar sözcülerinin de söylediği gibi Türkiye bir şekilde yeni bir savaşın içerisine girmiş oldu. Bakalım nasıl gelişecek? Bu tabii ki askerî bir konu, bir yönüyle stratejik bir konu; ama aynı zamanda çok ciddi bir şekilde siyasî bir konu da. Ve bu olayın çok ciddi bir şekilde iç siyasetle de alâkası var. Bu harekâtın, Suriye’ye müdahalenin, özellikle kuzey Suriye’ye müdahalenin iktidarın öteden beri gündeminde olduğu biliniyordu. Hatta yerel seçimler öncesinde de iktidarın belediyeleri kaybetmemek için böyle bir şeye girişebileceği yolunda spekülasyonlar yapılmıştı. Olmadı. Ama yerel seçimlerde çok büyük bir kayıp yaşayan iktidarın bu kaybın yarasını sarmak için birtakım –nasıl söyleyelim? – üstünlüklere, birtakım manevralara ihtiyacı vardı. Ve ilk akla gelen, belki de tek akla gelen Suriye’ye müdahaleydi. Ve bu artık yaşanıyor. Bu bir sır değil: İktidar sadece AKP değil, aynı zamanda AKP’nin ortağı olan MHP de güçlenmek için ya da yaraları sarmak için böyle bir harekâta, milli bir perspektife, milli perspektiften harekete geçecek bir olaya ihtiyaçları vardı. 

Bugün Suat Kınıklıoğlu’nun bir tweet’ini gördüm, İngilizce bir tweet. O şöyle söylüyordu: “Harekât çok kapsamlı olmayacak, iddiaya giriyorum ki…” diye söylemişti “…çok kapsamlı olmayacak, ama YPG’ye çok ciddi bir şekilde darbe indirildiği söylenecek. Ardından erken seçime gidilecek ve Tayyip Erdoğan tekrar güç kazanmış bir şekilde bu seçimden galip çıkacak”. Bu birçok kişinin düşündüğü bir şey. Suat da özellikle stratejik konularda çok çalışan ve bir dönem AK Parti’de milletvekilliği de yapmış birisi olarak onun söylediklerini bir şekilde önemsemek gerekiyor. Ama ben açıkçası olayın bu kadar hızlı ve basit olacağı kanısında değilim. Harekât geniş kapsamlı mı olur, yoksa dar kapsamlı mı olur? Nasıl gelişir? Bu konuda çok fazla söz söyleyecek durumda değilim. Çok bildiğim konular değil. Ama olayın siyasî boyutuna bakacak olursak, bence bu harekât sanıldığı gibi iktidarın, özellikle de Erdoğan’ın krizine derman olabilecek bir harekât gibi gözükmüyor bana. Tabii ki ilk beklenen, böyle hareketlerden sonra milli duyguların kabardığı bir ortamda Cumhurbaşkanı’nın –ki başkanlık sisteminde Başkan’ın– etrafında çok daha büyük bir kenetlenme olur. Bu olabilir. Ama ardından yaşanacak olan seçimde –diyelim ki erken seçim kararı aldı, bunun verdiği coşkuyla, yarattığı atmosferle Erdoğan erken seçim kararı aldı–, yapacağı erken seçimde beklediği bir oy patlamasını pekâlâ yapamayabilir ve bence de yapamayacak. Geçmişte bunun bir örneğine ben çocuk yaşlardayken tanık oldum. Ama CHP’li bir ailenin içerisinde olduğumuz için çok yakından biliyorduk. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Bülent Ecevit, Erbakan’la, Milli Selamet Partisi ile koalisyon hükümetinde yaptığı Kıbrıs Harekâtı ile –ki Kıbrıs Barış Harekâtı adı verilmişti ona da; şimdi olduğu gibi “barış” lâfı orada da vardı–, onun yarattığı çok geniş kamuoyu desteğinin ardından ülkeyi erken seçime götürdü. Ve CHP iktidarı kaybetti. Oyu arttı, ama koalisyon kuramadı ve ülkeyi Milliyetçi Cephe koalisyonlarına terk etti. O zamandan beri de CHP kolay kolay bir daha güçlü bir halde geri gelemedi. Yıllar sonra SHP’nin, Erdal İnönü’nün, Süleyman Demirel’in Doğru Yol Partisi ile koalisyon ortaklığına kadar. O da ne derece sayılır açıkçası emin değilim. Koalisyonun ana ortağı olma şansını dahi bir daha yakalayamadı CHP. Orada yapılan çok basit bir akıl yürütmeydi. Burada bir şahlanış var. CHP ilk defa kendisinden olmayan kesimlere de ulaştı ve herhalde artık tek başına iktidarı da alabilir ya da çok daha güçlü çıkabilir diye. Hesaplar tutmamıştı. Burada da bir hesap var. Bu hesapta, terörle mücadele adı altında, bir milli dava üzerinden yürütülen bir harekât söz konusu. Bu harekâta kamuoyunun desteği, bakıldığı zaman büyük ölçüde bir desteği herhalde vardır. Anketler yapılsa herhalde çok yüksek oranda buna destek veren ya da karşı çıkmayan –öyle diyelim–, bir kesim olacaktır, çok büyük bir kesim olacaktır. Karşı çıkanların oranı herhalde çok düşüktür. Bunun için kâhin olmaya gerek yok; ama bunun bir seçimde bu harekâtı gerçekleştirenlere birebir oya tevil edilebileceğini çok fazla düşünmüyorum. Kaldı ki burada muhalefet partileri de –HDP dışında– baştan itibaren harekâta hiç eleştirel yaklaşmadılar. Türkiye’nin, Ankara’nın kuzey Suriye’ye yönelik şikâyetlerini ya da uygulamalarını, politikalarını genel olarak desteklediler. Çok küçük detaylarda belki sorunlar olmuştur. Ama en son gördük, bu hareket için gerekli olan tezkereye de CHP ve İYİ Parti destek verdi. İYİ Parti göğsünü gere gere, CHP başını eğe eğe verdi. Dolayısıyla bunun sonucunda iktidarın bu harekâtı muhtemel bir seçimde muhalefete karşı kullanma imkânını da bir ölçüde ellerinden aldılar. 

İYİ Parti’yi bilmiyorum ama CHP’nin yaptığının çok da isabetli olduğu kanısında değilim. CHP zaten bu döngüyü kıramadığı için belli bir sıkışmışlık içerisinden öteye gidemiyor bana göre. Ama CHP’nin bu tercihinin artık çok yapısal bir tercih olduğu da ortada. Kürt meselesini ilgilendiren konularda devletin ve devlet partisinin yanında saf tutmayı birçok defa yaptı CHP. Bu da onu hep belli bir sınırın içerisine hapsediyor. Tabii burada geçmişte SHP örneğinden hareketle, yaşanan birtakım olaylardan hareketle yürütülen birtakım akıllar var. Ama şunu unutmamak lâzım: Zamanında SHP olayında, yani o zamanki merkez sol partinin Kürtlerle, Kürt siyasetçilerle kurduğu ilişkinin çok daha ilerisini Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında çözüm süreçleri boyunca Tayyip Erdoğan kurdu. Yıpranmanın dışında kazanç da elde etti bir dönem. Daha sonra işin rengi değişti. Dolayısıyla Kürt meselesinde devlet partisinin yanında yer almamak illa ki kaybettirir diye bir şey olduğunu sanmıyorum. Belli bir mesafenin en azından korunması gerekirdi. CHP’nin tercihi böyle oldu. Ve eminim CHP’nin büyük bir çoğunluğu da bu tercihi doğru bulacaktır. Ama bu savaşa, iktidar temsilcilerinin dahi savaş olarak adlandırdığı bu sürece böylece dahil olmaları, CHP’nin muhalif kimliğine, muhaliflik iddiasına ciddi bir şekilde gölge düşürüyor. Neyse, savaşa karşı çıkmak kolay bir şey değil. Siyaset yapanlar için hiç kolay bir şey değil. Ama zamanında Türkiye’de buna karşı çıkışlar da olmuştu. Örneğin zamanında tezkere, 1 Mart tezkeresi 2003 yılında Meclis tarafından reddedilmişti. Ve orada Türkiye’nin ABD ile birlikte Irak işgalinin bir parçası olmasına Meclis hayır demişti. Çok zor bir süreçti. O süreci çok yakından takip eden ve yaşayan biriyim, –o tarihte hatırlayanlar vardır– NTV de çalışıyordum. Ve bir grup savaş yanlısı gazeteciye karşı bir avuç insan olarak bunun doğru olmadığını söylüyorduk. Ve savaş yanlılarının en büyük gücü de Meclis’in, iktidarın, hükümetin bu tezkereyi geçireceğine olan inançlarıydı. Ama Meclis orada mucizevi bir şekilde tezkereyi geçirmemişti. Ve ilginç bir şekilde bu tezkerenin geçmemesinden en çok istifade eden de Adalet ve Kalkınma Partisi olmuştu. Çok ilginç. Erdoğan o sırada yasaklıydı. Ve yasaklı olmasına rağmen –Başbakan Abdullah Gül’dü– tezkere için sözler vermişti ABD’ye. Ama bir şekilde bu tezkere geçmedi. Ve eğer geçmiş olsaydı büyük bir ihtimalle AKP iktidara geldiğinin daha bir yılı dolmadan herhalde parçalanacaktı.

Suat Kınıklıoğlu’nun başta söylediğim tweet‘inde bir husus daha vardı. Onu unutmuşum, şimdi aklıma geldi. O da “Erken seçime gidip, AKP’den kopacak partilerin yani Davutoğlu ve Ali Babacan’ın önünü böylece kesmek isteyecektir Erdoğan” diyor. Zamanında tezkere geçmeyerek AKP’nin bölünmesi engellenmişti. Şimdiki tezkere ile ve yeni harekâtla AKP’nin bölünmesi belki engellenemeyecek ama AKP’nin bölünmesinin etkisinin azaltılması hesaplanıyor olacak. Lâkin şunu özellikle vurgulamak lâzım: Bu tür olaylarda, stratejik olaylarda, hele dünkü yayında söylediğim gibi Donald Trump gibi sabahı ile akşamı bir olmayan kişilerin ipi ile hareket ettiğiniz zaman, her türlü sürprize de hazır olmak gerekir. Bir bakarsınız bu olay iktidarın, özellikle Erdoğan’ın ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yarasını sarmayı hesaplarken yaranın daha derinleşmesine neden olabilir. Ve önleri kesilmek istenen partilerin, özellikle Ali Babacan’ın partisinin önünü pekâlâ daha fazla açabilir. Tabii burada bir bahis oynama, her ne kadar Suat Kınıklıoğlu “iddiaya giriyorum ki” demişse de, iddiaya girmek diye bir durum söz konusu olamaz; ama siyasetin hiç de öyle kolay, “Şunu şöyle yaparsak böyle olur” diye, seçmenin özellikle tercihinin böyle birtakım basit hamlelerle kolaylıkla yönlendirilebileceğini düşünmemek lâzım. Bunun son örneğini 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde görmüştük. Orada da Erdoğan’ın hamleleriyle olayı kendi lehine çevireceği, Ankara’yı olmasa bile İstanbul’u özellikle muhafaza edeceğini düşünmüştü çok kişi. Ama sonuçta gördük ki, aslında Erdoğan’ın hamle diye, manevra diye yaptığı şeyler büyük ölçüde çaresizlikle yapılmış şeylerdi. Bugün de esas olarak böyle bir olayla karşı karşıyayız bana göre. Şu anda yapılan harekât, tıkanmış olan iktidarın önünü açma yolunda kullanılabilecek belki de son koz kullanılıyor. Ama savaş gibi, askerlik gibi, ordu gibi çok kırılgan şeylerle yola çıkılıyor. Siyasetin esas yürüyeceği alanlar değil bunlar. Siyaseti askerî harekâtlar üzerinden kurmaya çalıştığınız zaman, her türlü ihtimale açık olmak gerekiyor. Şu anda Türkiye’nin önünde çok ciddi bir ekonomik sorun var, ekonomik krizden geçiyor. Bu harekât ekonomik krizin giderilmesine hiçbir şekilde katkıda bulunmayacak. En fazla, ekonomik krizin konuşulmasının üstünü örtecek. Başka konuların konuşulmasının üstünü örtecek. Demokrasi, temel hak ve özgürlükler, hukuk devleti taleplerinin dile getirilmesini engelleyecek, engellemeye çalışacak bir harekât olacak belki. Ama bunları da tam olarak engelleyebileceğini sanmıyorum. Çünkü Türkiye yepyeni bir mecraya girdi bence. Ve girdiği bu yepyeni mecradan, bu yoldan sapmasını ve iktidarın kendisini yeniden üretebilmesini mümkün kılabilecek bir askerî harekâtın söz konusu olabileceği kanısında değilim.

Kriz çok derin ve harekât bu krizin en fazla belki derinleşmesini birazcık daha geciktirebilir ya da görünürlüğünü bir süre için engelleyebilir. Ama bu harekâttan hareketle Türkiye’de tekrar siyasette kartların yerinden karılacağını ve Erdoğan’ın tekrar gücüne kavuşacağını ve MHP’nin de buradan daha da güçlenerek çıkacağını söylemek bence çok erkencilik olur. Tam tersini tahmin ediyorum. Bu harekâtın bir süre sonra, çok da gecikmeyecek bir vâdede iktidarın daha fazla kaybetmesine ve krizinin daha fazla derinleşmesine neden olacağı kanısındayım. Çünkü buradaki husus şu: Dile getirilen argümanlar çok çok güçlü argümanlar değil, bir bu var. İkincisi de, diyelim ki argümanlar çok güçlü, siyasî iktidarın, Erdoğan’ın Türkiye’nin köklü sorunlarına, ekonomik sorunlarına, siyasî sorunlarına söylediği, söyleyebildiği herhangi bir şey yok. Kapsamlı bir çözüm önerisi, çözüm perspektifi yok. Dolayısıyla bu harekât kimseyi şaşırtmadı. Belli bir aşamadan sonra kimseyi şaşırtmadı. Hele Trump’ın aradan çekilmesiyle birlikte bir müddet sakin bir şekilde gideceğiz. Ama ondan sonra Türkiye tekrar gerçek sorunlarıyla yüz yüze kalacak — başta ekonomik kriz olmak üzere. Ve Erdoğan iktidarının bu sorunlara, sahici sorunlara çözüm için önerebileceği bir şey gözükmüyor. Bunu son seçimde gördük. Bu harekât da onlara yeni çözüm kapıları açabilecek bir olay değil. Sonuçta Türkiye bence yanlış bir yola doğru gidiyor. Umarım buradan herkes olabildiğince az zararlı çıkar, başta Türkiye olmak üzere ve Suriye olmak üzere, her iki taraftaki insanlar olmak üzere, tüm bölge olmak üzere. Bir an önce bu fasıl umarım kapanır. Ama Türkiye’nin yepyeni bir mecrada akmasını bu harekâtın değiştirebileceği kanısında değilim. Bunu bir temenni olarak değil, bir tahlil olarak söylüyorum. Tabii ki temennim de bu yönde. Ama bunun dışında Türkiye’de son dönemde yaşanan siyasî gelişmelerin ve özellikle siyasî iktidarın, ülkeyi yönetenlerin içine girdikleri gidişatın artık geriye dönülemez bir gidişat olduğunu ve bu kaybın, Erdoğan’ın kaybının daha fazla ertelenemeyeceğini düşünüyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.