Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan neden Demirtaş’ı hedef almakta ısrar ediyor?

Yayına hazırlayan: Deniz Dursun 

Merhaba iyi günler, iyi haftalar. Selahattin Demirtaş’tan söz etmek istiyorum, ama daha çok da Demirtaş’ın kendisinden ziyade, iktidarın –başta Cumhurbaşkanı Erdoğan– ve iktidar destekçilerinin ona yönelik aşırı ilgilerinden, onu sürekli hedef alıyor olmalarından bahsetmek istiyorum. Bu konuda ilk akla gelen husus tabii ki Erdoğan’ın bir süredir dilini milliyetçi bir zemin üzerinde yükselttiği, beka meselesini her şeyin önüne koyduğu ve dolayısıyla terörle mücadele konsepti bağlamında Selahattin Demirtaş’ı da karşısına koyduğu olarak yorumlanabilir. Yani o yeni siyasî tercihinin bir gereği olarak Selahattin Demirtaş’la bu kadar uğraşıyor, onu her vesileyle hedef göstermeye çalışıyor. Bu hatırlanacaktır; 31 Mart öncesi mitinglerde, beka meselesinde hep Selahattin Demirtaş’ı öne çıkarttı. Hatta bu stüdyoda kendisiyle Kasım 2015 seçimi öncesinde yapmış olduğumuz söyleşiden bir bölümü de orada canlı olarak izletmiş olduğunu biliyoruz. Son olayda, Demirtaş’ın öyküsünün tiyatroda okunması ve oraya katılanlar olayında da gördük; Erdoğan ve onun destekçileri buradan yeni bir suç çıkarmaya çalıştılar, tabii ki çok da başarılı oldukları söylenemez. 

Bu sadece bir terörle mücadele meselesi mi? Kesinlikle değil. Erdoğan, Selahattin Demirtaş’ı kendisine ciddi bir rakip olarak görüyor. Tabii buradaki sorun şu: Erdoğan’ın oy potansiyeliyle Selahattin Demirtaş’ın oy potansiyeli kıyaslanabilecek gibi değil. Çünkü Selahattin Demirtaş’ın partisi, belli bir oyun ötesine geçme şansı çok fazla olan bir parti değil; ama Erdoğan bunu kendisine çok ciddi bir rakip olarak görüyor. Bir diğeri de bir süredir, Ekrem İmamoğlu. İşte ikisini kendisinin çok ciddi rakipleri olarak görüyor. Aslında şöyle de diyebiliriz: Onlarda bir anlamda kendisini görüyor, kendisinin ilk başladığı zamanları görüyor ve kendisi nasıl Türkiye’de var olan bir sistemi adım adım değiştirdiyse, onların da kendi kurmuş olduğu sistemi değiştirebileceğini düşünüyor. Selahattin Demirtaş, bu haliyle böyle bir olayın birinci aktörü olmayabilir –en azından ilk aşamada– ama Erdoğan’ın iktidarı tehdit altındaysa –ki öyle–, bunun en önemli figürlerinden biri kesinlikle Demirtaş. Bunu engellemek için Selahattin Demirtaş’ı –ki Selahattin Demirtaş’ı tasfiye etme girişimi sırasında Ekrem İmamoğlu ortada yoktu–, hatırlayacak olursak Demirtaş’ın cezaevine girişi 4 Kasım 2016’da, Figen Yüksekdağ ve diğer milletvekilleriyle beraber oldu; yani üç buçuk yıldan beri Selahattin Demirtaş cezaevinde. İktidar onu alabildiğince tecrit etmeye çalışıyor, ama buna rağmen Demirtaş Türkiye’nin siyasetinde çok etkili olabiliyor. Cezaevinden cumhurbaşkanı adayı oldu, tabii ki o seçimde çok etkili olamadı –Erdoğan ilk turda seçildi–, ama en son seçimde cezaevinden yaptığı açıklamayla CHP’li belediyelerin büyükşehirlerde, özellikle İstanbul’da kazanmasında çok önemli bir rolü oldu. En kötü durumda bile, en izole edilmiş haliyle bile Türkiye’nin siyasetinde önemli bir rol oynayabiliyor Selahattin Demirtaş. Burada Demirtaş’ın durumu gerçekten ilginç. Şöyle ki; mesela Erdoğan Milli Görüş Hareketi içerisinde birisiydi. Milli Görüş hareketinin içerisindeki kısır döngüyü kırabilecek bir isim olarak sivrildi. Daha Refah Partisi İl Başkanı iken, Erbakan’a itaatini hiçbir zaman geri plana itmedi ya da Erbakan’a açıkça tavır almadı; ama hareketin içerisinde adım adım güçlendi ve sonra belli bir aşamada kopup buralara geldi. Şimdi, Demirtaş da HDP hareketi içerisinden gelen birisi, tıpkı Erdoğan’ın, zamanında Refah Partisi, daha sonra Fazilet Partisi’yle geliyor olması gibi. Ama bu hareketin içerisinde bir özelliği var ki, onu öne çıkarıyor — işte Erdoğan’ı en çok korkutan bu. Demirtaş’a yönelik alerjisi, Kürt hareketine yönelik ya da HDP hareketine yönelik ya da HDP, PKK hepsini beraber alalım, bütün o harekete yönelik alerjinin dışında bir şey. Burada, Demirtaş bu hareketin içerisinde olup, ama kendisi bir fark yaratabildiği için Erdoğan’ı özellikle tedirgin ediyor. Tıpkı zamanında Erdoğan’ın kendisinin bu Milli Görüş Hareketi’nin içerisinde olmakla birlikte bir fark yaratabildiği için diğer tarafların ilgisini ve tepkisini çekmesi gibi. Burada iki yön birden var: O tarihleri çok iyi hatırlıyorum, Erdoğan’ın yenilikçi hareketin başında olduğu dönemde, dışarıdaki çevrelerde kendisine yönelik bir ilgi vardı, merak vardı. Ama bu ilgi ve merak, mesela Erbakan’a yönelik yoktu. Erdoğan’ın, yükselmekte olan bir hareketin içerisinde ama hareketin yükselişini geciktirenlere rağmen önünü açabilecek bir insan olduğu izlenimiyle ilgi vardı. Hiç unutmuyorum; o tarihlerde Kızıltepe’de –o tarihte Mardin’e bağlıydı– bir kahvede sohbet ettiğim birisi bana, “İstanbul’da bir adam var, adı Tayyip” demişti. Kendisi o tarihte oyunu Kürt partilerinden yana veren birisiydi, sıradan bir vatandaştı, ama o vatandaş o tarihte il başkanı olan Erdoğan’ı –daha belediye başkanı olmamıştı– takip eden, bilen, önemseyen birisiydi, öyle bir yönü vardı. Demirtaş’ın da böyle bir özelliği var; o, bir hareketin içerisinden geliyor ama o hareketi aşabilecek bir potansiyele sahip. Ekrem İmamoğlu olayında da öyle, onu da gördük; son seçimde –iki seçimde– CHP’nin içerisinden geliyor ama CHP’yi aşabilen bir siyasetçi olduğunu gösterdi. İşte bunlar gerçekten iktidarı tehdit edebilecek kişiler, Erdoğan’ın da en büyük endişesi bu. Yani, HDP’yi –adı başkaydı, yarın başka da olabilir, ama şu an itibariyle HDP’yi– belli bir yerde tutmak yerine açmak, başka kesimlere götürmek, gücünü ve oyunu artırmanın dışında etkisini artırmak, Türkiye siyasetinin belirlenmesindeki fonksiyonunu artırmak gibi bir misyonu vardı Demirtaş’ın. Demirtaş, özellikle Haziran 2015 seçiminde bunu çok net bir şekilde kanıtladı — işte Erdoğan’ı en çok korkutan o oldu. HDP’ye hep belli bir şey biçiliyordu, onun ötesine gidilemez, deniyordu. Demirtaş o tarihte, konjonktürü de çok iyi değerlendirerek onu aştı, HDP’yi başka yerlere taşımaya başladı ve bu da çok büyük bir paniğe yol açtı Erdoğan’da — sadece Erdoğan’da değil, HDP’nin gerçek sahibi olduğunu düşünen kesimlerde de. Ondan sonra Türkiye çok sert süreçler yaşadı –işte, bütün bu hendekler vs. – bu süreçte Selahattin Demirtaş çok zorlu bir sınavda, bence Haziran 2015 seçim öncesinde gösterdiği performansı tekrarlayamadı, çok zorlandı. Zorlanması bence iktidardan yani Erdoğan’dan gelen saldırılardan ziyade, kendi hareketinin içerisindeki iktidar dengelerindendi ve orada çok da başarılı olamadı bence. Ama buna rağmen ondaki hep başarılı olma potansiyeli, HDP’yi bir şekilde sakin günlerde daha ilerilere taşıyabilme ve HDP’yi başka Erdoğan muhalifleriyle buluşturabilme potansiyeli nedeniyle Erdoğan duruma el koyup –bu artık hepimizin, herkesin bildiği bir şey– siyasî bir iradeyle, Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve diğerlerinin hapse girmesini ve o tarihten beri de hapiste tutulmalarını temin etti. Ama bununla bu işin çözülemediği görülüyor, çok ilginç bir süreç yaşanıyor. O tarihten bu yana, 2016 Kasım’ından bu yana, Selahattin Demirtaş’ın ve arkadaşlarının –ama tabii ki özellikle Selahattin Demirtaş’ın– tutukluluklarından, cezaevlerinde olmalarından bu yana yaşananlar çok ilginç. Bir kere hareketin kendisinin Selahattin Demirtaş’a ne kadar sahip çıktığı konusunda bir belirsizlik var. Demirtaş büyük ölçüde kendi kendine sahip çıkan birisi gibi gözüküyor. Tabii ki parti arada sırada onunla ilgili açıklama yapıyor, milletvekilleri ziyaret ediyor falan; ama Selahattin Demirtaş kendi işini kendi görüyor gibi bir durum var ortada. Ve bunu yaparken de ilginç bir şey yapıyor –başarılı olduğu da çıktı ortaya–, siyasetten ziyade başka konularla –edebiyat özellikle, karikatür de çizmeye başladı, resim de çiziyor– edebiyatla kendini gösteriyor, orada kendine bir korunaklı alan açıyor. Yani eğer Demirtaş’ın bu süre içerisinde, 4 Kasım 2016’dan bu yana kadar cezaevinden verdiği mesajların hepsi sadece siyasî olsaydı bu ilgiyi muhafaza edemeyebilirdi. Bir de, tekrara düşmemek için vereceği değişik mesajlar ya da vermeyi düşündüğü mesajlar nedeniyle belki de kendi hareketi içerisinde birtakım sorunlara da yol açabilirdi. Edebiyatla çok ilginç bir yere taşıdı. Edebiyatla beraber aynı zamanda kendisinin uluslararası alanda daha meşru, popüler olmasının da zeminini yarattı. O artık sadece bir siyasetçi değil, aynı zamanda kalemi olan, yazan, çizen birisi olarak da biliniyor. Bütün bunlarla beraber Erdoğan’ın işi daha da zorlaşıyor ve bu yüzden de Erdoğan’ın öfkesi giderek kabarıyor. Şunu söylemek istiyorum; Erdoğan, Demirtaş ve arkadaşlarını cezaevine attırarak çok büyük bir yanlış yaptı kendisi açısından. Türkiye açısından da çok büyük yanlış yaptı. Tabii ki bu kişilerin özgürlüklerinin ellerinden alınması da başlı başına bir yanlış, bunu ayrı bir yere koymak lâzım; ama buradan ne murat ettiyse elde edebilmiş değil, en fazla geciktirmekte. Yani Demirtaş’ın ve arkadaşlarının kendi iktidarını tehdit etmesinin süresini belki uzatıyor. Ama bu süre içerisinde cezaevindeki Demirtaş, şu âna kadar yaptıklarıyla, ettikleriyle, söyledikleriyle, verdiği fotoğraflarla, yazdıklarıyla alabildiğine güçleniyor, çok daha güçlü birisi oluyor ve cezaevinden çıktığı zaman –umarım bir an önce özgürlüğüne kavuşur– Erdoğan için çok daha büyük bir tehlike haline gelecek. Demirtaş’ın bu kadar güçlenmesinin sebeplerinden birisinin de onu en fazla kendisine düşman gören Erdoğan olması da kaderin garip bir tecellisi olsa gerek, böyle bir ilginç durumla karşı karşıyayız. Aksi takdirde, eğer Demirtaş 4 Kasım 2016’da tutuklanmak yerine dışarıda olsaydı, parti genel başkanlığını sürdürseydi çok zor bir süreci devam ettirmek zorunda kalacaktı ve Haziran 2015 öncesindeki yaratmış olduğu imaj –ki o imaj daha sonra bir ölçüde zedelenmişti– onu koruyabilmesi zorlaşacaktı; her anlamda çok sert bir zamandı, OHAL dönemi vs. ve bu anlamda Erdoğan siyasî anlamda kendisine dokunmasın diye Selahattin Demirtaş’ı cezaevine koyarak bir anlamda Selahattin Demirtaş’a siyasî bir dokunulmazlık tanımış oldu. Çok ilginç bir durum olduğu kanısındayım. Dediğim gibi, bu süre içerisinde cezaevinde olmasaydı, özgür bir Demirtaş tabii ki kendisi için daha iyi bir durum olacaktı; ama siyaseten şu anda gelmiş olduğu noktaya gelebilir miydi, açıkçası çok emin değilim; çünkü dışarıda çok zor bir şey onu bekliyor olacaktı. Ondan sonra gelen, partinin başına gelenlerin, partiyi yönetenlerin hep bir şekilde düşük profilli bir çizgi tutturmuş olmaları, tutturmak zorunda kalmaları o kişilerin başarısızlığından ya da beceriksizliğinden ziyade koşulların çok ağır olmasıydı, böyle bir olay olduğu kanısındayım. 

Sonuçta Erdoğan’ın yanlışı Selahattin Demirtaş’ın doğrusu oluyor ve şu anda Türkiye’de Ekrem İmamoğlu’na ek olarak cezaevinde Türkiye siyasetini değiştirmekte çok iddialı olacak bir kişi bekliyor ve her geçen gün onun cezaevinde tutulmasının Erdoğan için faturası, Selahattin Demirtaş’ı cezaevinde tutmanın faturası her geçen gün daha da kabarıyor. Normal şartlarda Selahattin Demirtaş’ın içeri girmemesi gerekiyordu. Şöyle düşünün; en çok dile getirilen olaylar, Kobani olayları. Kobani olaylarının tarihleri Ekim 2014. Ardından 2015’te seçime girdi ve Selahattin Demirtaş çok parlak bir sonuç elde etti. Yani Kobani olayları nedeniyle onun imajının yaralanmış olduğu vs. tamamen iktidarın kendi kendini kandırmak için kullandığı bir argüman. Hendek meselesi tabii ki önemli; hendek sürecinde orada tabii ki PKK için önemli olan Suriye’ydi ve Suriye’yi korumak için bir anlamda Türkiye’yi, Güneydoğu’yu, bir anlamda gözden çıkarabiliyordu. Sonuçta gördük, kendince Suriye’de belli ölçülerde –sonradan kayıpları olsa da– Suriye’deki kazanımlarını büyük ölçüde korumayı bildiler ve ABD’yle stratejik ortaklık bile yapabildi bu hareket Suriye’de — bu çok önemli bir olay. Türkiye’de yeterince konuşulmuyor ve konuşulamıyor. Daha özgür bir zamanda, daha bunların kanıtlarıyla, aktörleriyle daha özgür, çok taraflı tartışmalarda, nasıl Suriye’nin kuzeyinde yaşananların ne kadar stratejik ve dönüm noktası olduğunu daha sonra, daha ileride göreceğiz. Böyle bir dönemde Demirtaş’ın ve HDP’nin çok da etkili olabilmeleri mümkün değildi zaten. Bir anlamda Türkiye, Kandil tarafından bir anlamda Suriye için feda edilmişti, “Nasıl olsa Türkiye’yi geri kazanmak kolaydır” düşüncesiyle. 

Şimdi hatırlıyorum; Haziran 2015 öncesinde HDP’yle ve Demirtaş’la aslında pek bir ilişkileri olmayan, ama ona çok ciddi bir şekilde bel bağlayan birtakım insanlar vardı, kesimler vardı, odaklar vardı. Onların şimdi önemli bir kısmı, 2015’te HDP’nin oylarını artırmasından memnun olanların önemli bir kesiminin, bugün iktidarın yürüttüğü Demirtaş lincine –yürütmeye çalıştığı diyelim, çünkü pek linç edemiyorlar– Demirtaş lincine koşa koşa katılmış olmaları var, bu da ayrı bir şekilde not edilmesi gereken bir husus. Yani bugün, o tarihte, 2015 öncesi, Haziran öncesi Selahattin Demirtaş’a yayınlarında bağlama çaldırtıp onu alabildiğine pozitif bir şekilde gösterenlerin şimdi Demirtaş’ın öykülerinden, tiyatroya çevrilen öykülerinden terör malzemesi çıkarmaya çalışması aslında birçok şeyi bize anlatıyor. Selahattin Demirtaş hep aynı kişi olarak duruyor –tabii ki her insan zamanla değişir–, Türkiye’deki iktidar ilişkileri sürekli değişiyor. 2015 Haziranı öncesinde kimler muhalefetteydi, kimler iktidarın ortağıydı? Daha sonra yerler nasıl değişti? İşin içerisine Fethullahçılık girdi, çıktı, AKP’den kopuşlar oldu, vs.. Böyle bütün bu süreç içerisinde çok kişi çok ciddi bir şekilde aşındı, yıprandı — başta siyasî iktidar. Ama burada özgürlüğünden olmakla birlikte Demirtaş’ın çok da fazla zayiat yaşamadığını görüyoruz — tabii sağlık sorunları var, onu özellikle not etmek lâzım ve sağlık sorunlarının cezaevi koşulları nedeniyle daha da kötü olduğunu görüyoruz, duyuyoruz. Bu süreçte, Fethullahçıların yaptığı Temmuz darbe girişiminden alırsak –az kaldı dört yıl olmasına– o süre içerisinde güçlenen ender siyasî aktörlerinden birisi Demirtaş. Sonradan dahil olanları da katarsak, önümüzdeki dönemde Erdoğan ne kadar uğraşırsa uğraşsın ve destekçileri ne kadar uğraşırsa uğraşsın, Demirtaş eğer o Haziran 2015 – Kasım 2015 arasında gösterdiği tereddütleri tekrarlamazsa, kendisinin bir hareketin içerisinde o hareketi değiştirerek, dönüştürerek ileriye taşıyabilecek birisi olduğu gerçeğini kendisine kabul ettirirse, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde değişiminde çok önemli bir rol oynayacağı kanısındayım. Aksi takdirde kendi hareketinin kaderine, kendi hareketinin klişelerine, geleneklerine ve iktidar ilişkilerine riayet ederek, sonuna kadar sadık kalarak gidebileceği fazla bir yer yok. Tıpkı geçmişte Erdoğan ve arkadaşlarının yaptığı gibi, belli bir yerden sonra o hareketlerin bir potansiyeli var, o hareketlerin tıkandığı yerde o hareketleri açacak yeni birtakım açılımlar, yenilikçi adımlar gerekiyor. Demirtaş gördüğüm ve bildiğim kadarıyla bunları yapabilecek birisi. Tabii bunu yapabilmesi için öncelikle özgürlüğüne kavuşması gerekecek, cezaevinden belli bir yerden sonra çok yürütülebilecek bir şey değil ve ondan sonrasına bakalım ne olacak? Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.