Yayına hazırlayan: Gamze Elvan
Merhaba, iyi günler. Gezi Davası sonuçlandı ve herkes beraat etti. Bu yayını yapmayı planlıyordum, ama davanın bitip bitmeyeceği belli değildi. Bir iddiaya göre hızlı bir şekilde dava sonuçlandırılacaktı. Ama öncesinde yargılananlar ve savunma avukatlarının büyük bir kısmında, büyük bir ümitsizlik, karamsarlık vardı; mahkeme heyetinin tavrı, savcının tavrı, savcının esas hakkındaki mütalaası, Türkiye’deki siyasî atmosfer vs… çok kötü beklentiler vardı, istenen cezaların büyük ölçüde verileceği düşüncesi vardı. O kadar kötüydü ki, normal şartlarda gitmeyi düşünüyordum, ama o kötü atmosferin içerisinde olmayı açıkçası istemedim. Bu anlamda çıkan kararla birçokları gibi çok sevindim. Beklemeyen çok kişi vardı, herhalde sanıklarda da, onların savunma avukatlarında da, onların yakınlarında da hep bir kötü haber beklentisi vardı ve olabilecek en iyi haber çıktı, herkes beraat etti. Hani az buçuk ceza verip bunların sonra infazla yanması ve Osman Kavala’nın tahliyesinin olması gibi bir durum olmadı; net bir şekilde Osman Kavala başta olmak üzere herkese beraat verdi. Şu âna kadar ifade vermeyen, haklarında tutuklama kararı olanlar hakkında da bu karar kaldırıldı ve sadece ifadelerinin alınması için yakalama emri çıkarıldı.
Sonuç olarak çok güzel bir haber, sevindirici bir haber, tüm Türkiye için iyi bir haber. Ama bu güzel haberin üzerinden değerlendirmelere girdiğimizde işler biraz karışıyor. İşler neden karışıyor? Çünkü bu yargılama tamamen siyasîydi. Dolayısıyla buradan çıkacak olan sonucun siyasî bir sonuç olacağı değerlendirmesi yapılıyordu. Sonuçta siyasî iktidar ve özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, hem Gezi konusunda hem de özel olarak Osman Kavala konusundaki tutumu da bilindiği için olumsuz sonuçlar bekleniyordu. Böyle olunca da, açıkçası kafalar biraz karıştı. Bazılarının kafası çok net aslında, çok eminler, pazarlık yapıldığı meselesi. Kiminle yapıldı? Batı’yla yapıldı, bir şeyler alınmış-verilmiş olabilir vs. Olabilir, pekâlâ mümkündür; daha önce yaşadığımız Rahip Brunson olayında ABD’yle, Deniz Yücel olayında Almanya’yla, genç bir gazeteci olayında Fransa’yla pazarlıklar olmuştu. Hatta bir yayında ben Osman Kavala’nın en büyük talihsizliğinin yabancı ülke vatandaşı olmaması, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması olduğunu söylemiştim. Onun adına pazarlık edecek tek bir ülkenin olmadığını, dolayısıyla onun bu kadar uzun süre içeride kaldığını söylemiştim. Burada bir pazarlık olmuş mudur? Olmuştur, ama çok da önemli değil, bunun özellikle altını çizmek lâzım. Eğer bir şekilde bu olay Batılılar’ın gündeminde ise ve Batılılar –Avrupa Birliği olabilir, başkaları olabilir– Osman Kavala konusunda Türkiye’ye, Erdoğan yönetimine baskı uyguluyorlarsa, bunun en büyük nedeni, birilerinin, Türkiye’de sivil toplumun ve az da olsa bazı gazetecilerin vs. bu olaya sahip çıkmasıdır, insanların Osman Kavala’ya ve sonra onun yapıştırıldığı Gezi’ye sahip çıkmasıdır. Dolayısıyla bu yaşananın demokrasi, özgürlükler açısından bir kazanım olarak değil de başkalarının gizli kapaklı birtakım pazarlıklarının sonucu olarak görmek, bence siyaseten son derece yanlış bir tutum. Bu pazarlıklar olmadığı anlamına gelmiyor, bilmiyorum –olmuşsa da bilmeyeceğiz–, ama açıkçası bunun hiçbir önemi yok. Deniz Yücel bırakıldı, karşılığında ne alındı? Bilmiyoruz, açıkçası çok da umurumuzda olmayabilir; çünkü sonuçta haksız bir tutuklama özgürlükle sonuçlandı. Burada da yaşanan, tam olarak böyle.
Şimdi sosyal medyaya bakıyoruz, iktidar yanlısı birtakım isimlere, “gazeteciler”e; ağlayıp sızlıyorlar, “Nasıl olur?”, “Nasıl bırakılır?”, “Nasıl beraat ederler?” diye bir sızlanma hali var. Sırf onların sızlanmasına baktığımız zaman bile aslında yaşananı son derece sevindirici olarak görmek mümkün. Benzer bir olayı, zamanında Ergenekon-Balyoz süreçlerinde Fethullahçılarda görürdük. Arkalarına yargıyı, polisi alıp kendi argümanlarının doğruluğunu iddia ederlerdi, “darbeci, terörist” falan derlerdi. Kendi mahkemeleri de tamamen politize olmuş mahkemeler, özel yetkili mahkemeler, cezalar dağıttıkça, onlar da kendilerinin haklı çıktığını iddia ederlerdi — tam anlamıyla yalan dolandı. Bir üçgen vardı; polis-yargı-medya üçgeni ve o üçgen içerisinde herkes birbirinin ne kadar haklı ve isabetli olduğu üzerine argümanlar ileri sürerlerdi; ama bir yerde o saadet zinciri bozuldu. Şimdi de benzer bir olay yaşanıyor ve birden Gezi üzerine o kadar yapılan karalamalar, Osman Kavala üzerinden yapılan karalamaların birden hepsi açığa düştü ve bu kişiler en büyük dayanakları olan yargıdan muaf kaldılar ve neye uğradıklarını şaşırmış durumdalar. Şimdi yargı aradan çekildikten sonra, konuşma noktasına geldiği zaman, söyleyecek hiçbir şeyleri yok. Yargının da yoktu; nitekim mahkeme kararını verirken isnat edilen suçları kanıtlayacak hiçbir delilin olmadığını söyleyerek beraat verdi. Çünkü suçlamalar suçlama değildi, “kanıt” diye söylenenler kanıt değildi, “tanık” diye söylenenler tanık değildi — böyle acayip bir davaydı. Normal şartlarda her hukuk devletinde bu davanın açılmaması gerekirdi. Siyaseten açıldı, hukuken mi kapandı? Bu davanın beraatle sonuçlanması Türkiye’de yargının bağımsız olduğunu mu gösteriyor? Tabii bu önemli bir soru; bugün şimdi iktidarın bazı sözcüleri davanın beraat sonucundan rahatsızlıklarını dile getirmeye başladılar. Bir-iki bakanın bu konuda açıklamaları gördüm –adlarını zikretmeye değmez–, büyük bir ihtimalle Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu karara saygı duymadığını bir şekilde söyleyecektir. Ama bunların hepsi bir anlamda yargının bağımsız olduğunun delili olarak kullanılacak, algılanacak. Aslında böyle bir oyunu, Türkiye’de yargının pekâlâ bağımsız olabileceği bir algıyı satın almaya hazır, içeride ve dışarıda çok güç var. Şunu vurgulamak lâzım: Bu beraat kararı çok iyi bir sonuç, olması gereken bir sonuç; ama buradan hareketle “Artık Türkiye’de yargı bağımsızlığı meselesinde çok önemli bir eşik aşıldı” dememiz maalesef mümkün değil. Burada belli ki siyaseten şu ya da bu nedenle siyaseten bunun böyle sonuçlanması gerektiği konusunda bir yönelim olmuş ve buna uygun hareket edilmiş.
Neden böyle yapıldı? İşte burada bunu tartışabiliriz: “Erdoğan, güçlü olduğu için bir pazarlık sonucu bir şekilde ikna edilip bu davanın beraatle sonuçlanmasına yeşil ışık yaktı” demek bence mümkün değil. Erdoğan güçsüz olduğu için, gücü her geçen gün eridiği için buradan bir beraat çıkmıştır. Biz 31 Mart’ı, 23 Haziran’ı göz önüne almadan, daha sonra Suriye’de, Libya’da yaşananları göz önüne almadan… Bakın, biz Libya’yı konuşmaz olduk; çünkü Türkiye iddiasından adım adım vazgeçme noktasında; Suriye ve İdlib olayında çok kötü bir şekilde açmaz içerisinde. Bütün bunları dikkate almadan bu dava hakkında siyasî bir değerlendirme yapmamız mümkün değil. Genellikle şöyle yapılıyor: En muhalif olma iddiasındaki kişiler, Erdoğan’ın istemediği her türlü sonucu değerlendirirken, yine Erdoğan’ın esas aktör, başrol oyuncusu olduğu önermesinden hareketle yapıyorlar. Bu olayın ardından da yapılan hızlı değerlendirmelerde aynı şeyi görüyorum. Burada, muhakkak ki bir şekilde Erdoğan’ın bilgisi vardı, siyasî iktidardan bağımsız bir yargımız maalesef yok; ama burada, bu varılan noktada eğer Osman Kavala ve diğer yargılananlara toplumsal destek olmasaydı; bütün zayıflığına, güçsüzlüğüne, yediği darbelere rağmen, önüne çıkarılan engellere rağmen insanlar bu desteği vermemiş olsalardı, bu dava böyle sonuçlanmayacaktı, Batı’nın da gündemine böyle geçmeyecekti. Sonuçta buranın kazananı, buranın bir pazarlık varsa pazarlığın tarafı Erdoğan’la Batı’daki şu ya da bu lider, Merkel ya da Macron ya da başkası değil, Erdoğan’la Türkiye toplumunun belli bir kesimidir. Türkiye toplumunun belli bir kesimi burada dik durarak, boyun eğmeyerek, tabii ki öncelikle yargılanan kişiler hiçbir şekilde şu âna kadar mahkemenin hiçbir safhasında boyun eğdiklerini, bir uzlaşma, pişmanlık vs. –çünkü pişman olacak bir durum yoktu– göstermediklerini özellikle vurgulamak lâzım. Dolayısıyla mahkemenin Gezi Davası’nın sonuçlanmasının nedenlerini Türkiye dışında aradığımız zaman, Türkiye’de verilmiş olan bu hukuk ve demokrasi ve özgürlük mücadelesinin hakkını ve bunu yürüten, buna katkı verenlerin hakkını yemiş oluruz, bunu özellikle vurgulamak istiyorum.
Bütün bu süreçte bir de şunu gördük: Gezi’yi savunma iddiasındaki bazı kişilerin ve çevrelerin değişik vesilelerle bu davaya destek vermekten imtina ettiklerini ya da kısık sesle davrandıklarını gördük. Burada kimileri Osman Kavala’yı bahane etti, kimileri başka bir şeyi bahane etti, böyle bir pozisyon aldılar. Onlar da herhalde bayağı utanmışlardır, ya da utanmamışlarsa utanmaları gerekir. Aslında burada Gezi’nin yarattığı toplumsal desteği düşündüğümüz zaman, davaya olan toplumsal destek onun çok çok gerisindeydi. Bir şekilde Türkiye’de demokrasi isteyen güçlerin de bunu bir şekilde sorgulamasında yarar olduğu kanısındayım. Sonuçta iyi bir sonuçla bitti; nihayet Osman Kavala 840 gün sonra özgürlüğüne kavuştu ve herkes beraat etti, bu çok iyi bir olay ve bu bir birlikteliğin, hâlâ her şeye rağmen Türkiye’de hukuk üzerinden, temel hak ve özgürlükler üzerinden konuşma cesareti gösterebilmenin sonucuydu; ama burada birtakım kendini çeken, uzak duran kişi ve çevreleri de asla akıldan çıkarmamak gerekiyor. Bundan sonra ne olur? Bundan sonra bütün davalar böyle mi sonuçlanır? Bilmiyorum. Bir Büyükada Davası var, o da saçma sapan bir dava, muhtemelen o da beraatle sonuçlanacaktır. Zaten açılmaması gereken davaların her birinin beraatle sonuçlanması gerekir. Ama hiç de emin olmamak gerekiyor, her davada farklı farklı gelişmeler olabilir. Bütün bunları Türkiye’de demokrasi güçlerinin kazanımları olarak görmek gerekiyor, bunun siyasî değerlendirmesinin en önüne bunu koymak gerekiyor. İnsanların hayatlarını, özgürlüklerini vs. büyük güçlerin masada birbirlerine karşı sürdükleri piyonlar olarak görmek çok yanlış bir tutum. Bunun sözüm ona iktidarı eleştirmek adına yapılıyor olması da apayrı bir şey.
Tekrar tekrar söyleyeceğim: Muhakkak ki yurtdışından gelen baskıların etkisi olmuştur, belki pazarlıklar da olmuştur; ama burada esas olarak kazanan Osman Kavala ve diğer yargılanan kişiler ve onların yakınları ve her şeye rağmen onlara destek veren kişilerdir. Sonuç olarak bu dava, Türkiye’de demokrasi, hukuk mücadelesinin her şeye rağmen verilebildiğini gösterdi. Burada şunu söylemek istiyorum: İktidara pozitiflik atfetmek derdinde değilim, burada olumluluk atfedilecek tek şey, her şeye rağmen demokrasi ve hukuk için, temel hak ve özgürlükler için mücadele eden, gerekirse burada risk alan kişiler, kurumlar, odaklardır. Bunu böyle özellikle vurgulamak ve onların hakkını vermek lâzım. Yargılanan kişilerin çoğunu yakından tanıyorum, bazıları çok yakın arkadaşım, onun için kişisel olarak da mutluluk duydum. Aynı zamanda Gezi olduğu zaman, Gezi’ye de inanmış, bunu desteklemiş bir yurttaşım, bu anlamda da mutluyum ve Türkiye’de her şeye rağmen demokrasinin ve hukuk devletinin, temel hak ve özgürlüklerin, çoğulculuğun hâkim olacağına inanan bu iyimserliği nedeniyle de çok kişi tarafından her vesileyle pataklanan birisiyim. İyimserliğimi bir şekilde haklı çıkardığı için de bu davanın sonucundan ayrıca mutluyum. Tabii ki bu haklı çıkarma nedeniyle mahkeme heyetine teşekkür edecek edecek halim yok, teşekkür edeceğim kişiler burada yargılanan kişilerdir. Osman Kavala’ya çok geçmiş olsun diyorum, özgürlüğüne nihayet kavuşmuş olduğu için ayrıca kendisine geçmiş olsun diyorum. Bütün yargılananlar ve onlara destek verenlere geçmiş olsun diyorum ve tabii ki helâl olsun diyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.