Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Dindar ailelerin çocuklarının anlam arayışı

Yayına hazırlayan: Yusuf Said Akcakaya

Merhaba, iyi günler. Bugün, ilâhiyatçı Prof. Mustafa Öztürk ile bir söyleşi yaptık. Daha önce de kendisi Medyascope stüdyolarına gelmişti; bu sefer uzaktan, evlerden yaptık. Çok iyi bir söyleşi oldu yine. Gerçekten Mustafa Öztürk çok özgün bir ilâhiyatçı, cesur bir ilâhiyatçı. Netâmeli konulara girdik ve netâmeli konulara girdiğimiz için, tabii esas olarak Mustafa Öztürk belli ki birçok kesimi birden rahatsız edecek, hiç şaşırmayacağım. Ama onun dile getirdiği görüşlerin, Türkiye’deki kısır tartışma ortamına bir nebze olsun katkıda bulunacağı kanısındayım. Orada, LGBTİ bahsinde bir soru sorarken bir şey anlatmaya çalıştım; ama meramımı tam anlatamamış olabilirim, onu burada biraz açmak istiyorum.

Aslında bu ne zamandan beri kafamda olan bir yayındı. Bugünkü olayın ardından, yani söyleşideki tartışmanın ardından, bunu artık yapmanın zamanının geldiği kanısına vardım. Bu aslında değişik zamanlarda yaptığım –bu deizm, ateizm yayınlarında da vardı– Türkiye’de muhafazakâr ailelerin çocukları içerisinde –genel olarak gençlik, ama özellikle muhafazakâr aile çocukları içerisinde– sorgulama eğilimlerinin arttığı yolunda birtakım gözlemler var. Bilgiler var ve şikâyetler var. 

Şikâyetler tabii ki nereden? Devlet katında, eğitimcilerde –daha doğrusu eğitimciler demeyelim, eğitim kurumunun tepesindekilerde, özellikle de din eğitimi ile ilgili kişilerde– bir rahatsızlık var. Gençlerin çok fazla sorguladığı ve deist eğilimlere yöneldiği, hatta ateist eğilimlere yöneldiği yolunda şikâyetler, raporlar vs. vardı. Ben de bu konuda kendi gözlemlerimi paylaşmıştım. Bu olay kolay kolay kapanacağa benzemiyor, çünkü çok dinamik bir olay. Ve geçenlerde aldığım kısa bir e-postanın bu konuda kafamı daha da açtığını söyleyebilirim. 

Kendisi de o çevrelerden olduğunu söyleyen bir arkadaş –bir erkek, adını söylemeyeyim, zaten gerçek adı da olmayabilir– diyor ki: “Toplumca yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz travmalar yetişkinlerin hipnozunu artırsa da, muhafazakâr ailelerin çocuklarının bir kısmı ciddi bir sorgulama içerisindeler. Bunun birçoğuna, o mahallenin içinde yetişmiş biri olarak bizzat şahit olduğumu belirtmek isterim. Bu durum deizm diye adlandırılıyor olsa da, bu aslında bir çeşit nihilizm, yani ‘hiççilik’ diyelim. Bu gençlerden biri ailesine aynen şöyle diyor: ‘Size ezberletilen bu klişelerin hiçbirisine inanmıyorum. Sizin bu düşüncelerinizin topluma iyilik üreteceğini de düşünmüyorum’. Bir nevi ‘Bırak dağınık kalsın’ durumu bu.”

Burada söylenenler, tanıklıklar önemli. Tek bir e-postadan hareketle böyle büyük lâflar edilmez diyenler olabilir. Bu aslında sadece son bir örnek. Çünkü değişik zamanlarda değişik tanıklıklardan, sohbetlerden edindiğim birtakım izlenimler var. Bunların kimisi çok yakın tanıdığım, İslâmî hareket içerisinden gelen kişiler — hâlâ dostluğumuzun sürdüğü kişiler. Onlarla yaptığımız sohbetlerde, özellikle kendi çocuklarını –ki çocukları üniversite çağında ya da daha yukarı yaşlarda oluyor–, 80’li yıllarda Türkiye’de İslâmî hareket içerisinde aktif bir şekilde yer almış, o sırada diyelim ki üniversitede öğrenci olan gençlerden bahsediyorum. Şimdi onların çocukları onların yaşına geldi, araya bir kuşak eklendi. Kendileri gibi olmadığını söylüyor birçoğu. Tabii ki öyle olanlar da var, tabii ki ailelerin çizgisinde gidenler de var. Belki de ailelerin çizgisinde gidenlerin sayısı çoğunluktur, o da olabilir; bunda hiç şaşılacak bir durum yok. Ama esas önemli olan husus; sorgulayan, itiraz eden, merak eden kesim –bunların sayısı ne olursa olsun–, her halükarda bunlar değişimin gerçek taşıyıcıları oluyor. 

Kendimden örnek verecek olursam: 1970’li yıllarda Galatasaray Lisesi’nde okurken solcu olduk. Ve burada birçok arkadaşımız bizimle beraber sol hareketin değişik grupları içerisine girdiler. Bunların içerisinde emekçi sınıf çocuklarının sayısı çok azdı — hiç yok değildi, çok azdı. Onun dışındakilerin önemli bir kesimi orta sınıf, belki alt-orta sınıf, orta sınıf ve üst-orta sınıf ailelerin çocuklarıydı. Özellikle o tarihte, sol içerisinde hep öyle söylenen “burjuva çocukları” ya da “küçük burjuva çocukları” diye tanımlanan çok geniş bir kesim vardı — üniversitelerde okuyanlar, liselerde okuyanlar… Ve bunların içerisinde çok önemli bir kesiminin, aslında ailelerin imkânları yerindeyken, ailelerinin sistemle çok da fazla sorunu yokken sol hareketin içerisinde yer almaları, bir nevi bu statükoculuğa isyandı, itirazdı. 

Daha sonra, 80’li yıllarda, bu statükoculuğa itiraz konusunun İslâmî harekette daha fazla olduğunu gözledim. Bir nevi, 80’lerde ya da 70 sonlarında-80 başlarında yenilgiye uğramış olan solun yerini büyük ölçüde İslamcılar aldı — sadece Türkiye’de değil, dünyada da. Ama benim gazeteci olarak gözlediğim, Türkiye’de İslâmî hareketin 80’li yıllarda, 80 ortalarında-90 başlarında yer alan gençlerin önemli bir kesimi muhtemelen 70’li yıllarda yaşıyor olsalardı solcu olacaklardı. Yani, aslında bir süreklilik söz konusu; ama sürekliliğin ifade alanları farklılık arz ediyor. Ama bütün bunlarda temel husus, var olan durumdan şikâyet etmek. Kendi çevresinin içinde bulunduğu durumdan da, imkânlar olsa da bir şeylerin iyi gitmediğini, toplumda eşitsizlik, adaletsizlik, sömürü olduğunu düşünen gençler, kendi ailelerine rağmen bir kopuş yaşayabiliyorlar, bir itiraz dile getirebiliyorlar. 

Şimdi, 80’li yıllar, aslında Türkiye’de muhafazakâr orta sınıfların kademeli bir şekilde merkeze taşındığı yıllardı. Bu, geçmişten, Milli Selamet Partisi’nden itibaren gelen ama bir şekilde Adalet Partisi ve daha sonra ANAP ile beraber iyice hızlanan bir süreçti. Ama bu sürecin sancıları ile beraber birçok genç de düzen-karşıtı, sistem-karşıtı bir pozisyon aldılar. Ve daha sonra bunlar önemli bir şekilde, AK Parti’nin iktidara gelmesinde –bilerek ya da bilmeyerek– aktif katılımla ya da dolaylı destekle katkıda bulundular. Ve büyük bir kısmı, bu var olan yeni iktidar yapısından bir şekilde faydalandı, faydalanıyor. 

Doğrudan içerisinde yer alanlar var; milletvekili, bakan, üst düzey yönetici olanlar var; ya da devletle çok iş yapan, kendi işini kuran, serbest meslek sahibi ya da sanayici-tüccar olarak devletle bir al-ver ilişkisi içerisine girenler var. Bu arada da imkânları artan, gücü artan, ekonomik durumu daha iyi olan ve çocuklarına da daha iyi imkânlar sunan bir “yeni” –daha doğrusu “yenilenmiş” diyelim– muhafazakâr orta sınıf, hatta üst-orta sınıf şekillendi. Ve bunların çocukları, işte bu geniş imkânlar ortamında, kimisi bundan çok memnun olup hayatını en iyi bir şekilde yaşamayı tercih ederken, kimileri de “Bu işte bir şeyler yanlış gidiyor” demeye başladı. Ailesinin pozisyonlarından rahatsız oldu, çünkü burada ona artık ailesi tarafından verilen, empoze edilen İslam anlayışı/yorumu aslında devlete itaati önceleyen bir İslâmî yorum, değişimi değil de statükoyu öne çıkaran bir İslam yorumu. Ve gençlerde bu anlamda bir sorgulamanın olduğunu görüyorum. 

Burada, tabii tek başına bu yok; artık küreselleşmenin ortasında doğdu bu gençler, küreselleşmenin çocukları. Artık bilgiye, her şeye ânında ulaşabilen insanlar. 80’li yıllarda hatırlıyorum; o tarihte de vardı. Ama internetin olmadığı tarihlerde de, internet ve benzeri küresel teknolojilerin olmadığı tarihlerde bile, muhafazakâr ailelerin çocuklarının merakı bitmiyordu ve aile reisleri de bu merakı gidermek için ya da engellemek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Mesela bir anım vardır: O tarihlerde, internet öncesinde, ”Alo bilgi” –sonrasında Bilgi Üniversitesi’nin temelini atacak uygulama– telefonla yapılan birtakım hizmetler vardı. Bu hizmetler internetin ilk örnekleriydi, telefon üzerinden yapılan. Çok iyi biliyorum, tüketim toplumu karşıtı görüşleriyle bilinen tanıdığım bir İslâmî kesim entelektüeli, çocuklarının bu  ”alo hatları”yla kurduğu ilişkiden çok ciddi bir şekilde rahatsızdı — bunun telefon faturalarına yansıdığı için görüyordu. 

Ya da bir başkası — ki o tarihlerde Netflix gibi ya da kablolu televizyon vs. gibi şeyler yoktu, internet zaten yoktu; ama çok kanal vardı televizyonlarda. Ve bazen televizyonlardaki bazı kanallarda müstehcen görüntüler vs. olabiliyordu — bir muhafazakâr aileyi rahatsız edebilecek. Bir arkadaşım, hiç unutmuyorum –bundan çok rahatsız olan bir arkadaşım– şöyle bir çözüm bulduğunu söylüyordu: ”Kumanda evde bende oluyor. Bir şey olduğu zaman hemen değiştiriyorum”. Ben de ona şaka yollu demiştim ki: ”Peki, ama hangi kanalda neyin çıkacağını nereden biliyorsun? Her an başına bir şey gelebilir” diye şakalaşmıştım. O da bana, hiç unutmuyorum –kanalı unuttum, TRT’nin bir belgesel kanalı vardı o tarihlerde– en garanti yerin orası olduğunu ve bir âcil durumda hemen oraya gittiğini söylüyordu, o kanala gittiğini söylüyordu.

O günden bugüne çok şeyler değişti; ama çocukların ve gençlerin merakı, sorgulaması, itirazı ve ailelerinden rahatsızlıkları hiçbir şekilde değişmedi. Küresel bir ortamdayız artık; ailesine bir şey soran çocuk, aldığı cevaptan tatmin olmayınca Google’a girip o şeyi oraya yazıp, ânında birden fazla alternatif cevabı karşısında bulabiliyor. Dolayısıyla şu anda, özellikle belli bir seviyeye gelmiş –ekonomik anlamda, sosyal anlamda– muhafazakâr ailelerin çocuklarını istedikleri gibi yetiştirme ve onları belli bir statükocu İslam anlayışının içerisine sokmaları zaten zordu; şimdi iyice imkânsızlaşıyor bence.

Ve burada, tabii İslâmî iddialı bir partinin ve liderin iktidarda olması işleri bazen kolaylaştırıyor, ama birçok durumda da zorlaştırıyor. Çünkü gençler, eğer Türkiye’den memnunsa, Türkiye’de gerçekten eşitliğin, adaletin olduğunu düşünüyorlarsa, çevrelerine baktıklarında diğer arkadaşlarıyla konuştuklarında hep bir mutluluk öyküleri dinliyorlarsa, tabii ki o devleti ve o iktidarı korumak isteyecekler. Ama, her bir yandan gelen, kendilerinde gözledikleri şikâyetler, itirazlar onları sorgulamaya ve iktidardakilerin İslâmîlik iddiaları da buna eklenince, buna bağlı olarak dinî anlamda da birtakım sorgulamalara yol açıyor. Bu bir realite. Buradan illâ ki bir deizm çıkmak zorunda değil, hele ateizm çıkması hiç zorunda değil –ki böyle olaylar olduğunu da biliyoruz–; ama o başta bahsettiğim e-postadaki gibi bir nihilizm çıkma ihtimali kuvvetli, yüksek.

Şimdi, Diyanet İşleri Başkanı’nı Ali Erbaş’ın en son LGBTİ’ler hakkında yaptığı açıklama ve ona devletin en üst katından verilen desteğe bakacak olursak; bunlar belli bir kesimin gençlerinde bir karşılığı olabilir, ama büyük şehirlerde üniversite okuyan, her gün ekranda ve akıllı telefon başında saatler geçiren, televizyon izlemeyip YouTube izleyen ya da başka mecraları takip eden gençler için ve hele bir de düşünün LGBTİ bireylerin kendilerini açıkça deklare etmesinin son dönemde, bütün bu küreselleşme ile bağlı olarak iyice arttığını ve iyice görünür hale geldiklerini, artık bunların üniversitelerde ve birçok yerde örgütlenmeleri olduğunu biliyoruz; açık açık, kimliklerini saklamadan ve bundan gurur duyarak, pozisyonlarını ve kendi cinsel yönelimlerini deklare ettiklerini ve bununla ortak alanlarda bulunduklarını biliyoruz ve bu ortak alanlarda muhafazakâr ailelerin çocukları da var. Yani tabii ki bundan rahatsız olanlar vardır; ama önemli ölçüde de bunu çok doğal karşılayan, bundan hiçbir şekilde rahatsız olmayan çocuklar da var, gençler de var. Hele bir de bunları şöyle düşünün: Belli bir gelir grubunda olan muhafazakâr aileler çocuklarını yurtdışında okumaya yolluyorlar. Bu birçok ailede –Erdoğan ailesi de böyle– geçerli bir olay. ABD, İngiltere, Kanada ilk akla gelen yerler ve buralarda LGBTİ diye bir sorun yok. Muhakkak tabii ki birtakım tartışmalar oluyordur, ama bunlar o ülkelerde, o kampüslerde bir mainstream (ana akım) oldular. Artık hiç kimse onları aykırı, sapık falan gibi görmüyor, görenler dışlanıyor. Böyle atmosferlerde yetişmiş ve yetişmekte olan, dünyaya sonuna kadar açık gençlere, sorgulayan gençlere, siz bu tür kendileri gibi olmayanları ötekileştirici argümanları verdiğiniz zaman, burada tabii ki bunu kabul edenler olacaktır, ama kabul etmeyenlerin sayısı hiç yabana atılmayacaktır. Ve kabul etmeyenlerin gücü, toplumsal konumu, bulundukları ortamlardaki belirleyiciliklerinin daha fazla olduğunu unutmamak lâzım. 

Toplumlar her zaman için, her ülkede her yerde, bu tür meraklı kişilerle, sorgulayan kişilerle ilerler. İtiraz etmeyen, soru sormayan kişiler çoğunluğu oluşturuyor görünebilir; ama bir bakarız ki adım adım o sorgulayan kişilerin söylediklerinin açtığı oyuklardan toplumlar ileriye doğru gider. Dolayısıyla şu anda, esas güç tabii ki bir LGBTİ konusu ya da başka bir konuda devletten gelen ya da Diyanet İşleri’nden gelen ya da şu tarikatın başından ya da şu cemaatin başına gelen görüşler esas belirleyici olarak gözükebilir. Ama aslında hiç de böyle değil; tam tersine, bunların bütün o tahakküm iddiasına rağmen az sayıda da olsa –ki sayılarının az olduğunu da sanmıyorum– sorgulayan kişiler hep bir çığır açarlar, önlerini açarlar. 

Ve şu anda da bu oluyor; devlet akıntıya karşı kürek çekiyor, Diyanet İşleri Başkanlığı akıntıya karşı kürek çekiyor. Bu gençler, sorgulayan gençler, belki zamanla kendileri de bir statükocu olacaklar; ama şu anda yaptıkları sorgulamaları –kimi zaman açık kimi zaman örtülü, kimi zaman sessiz kimi zaman gürültülü– birçok şeyi adım adım değiştiriyor olacak. Gezi’de bunun ilk örneğini görmüştük. Gezi’de muhafazakâr ailelerin çocuklarından ürkek de olsa, çekingen de olsa katılımlar vardı ve çok değerliydi — Gezi’yi daha anlamlı kızmıştı. Ve iktidarın Gezi’ye olan nefretinin katlanmasına ayrıca sebep olmuştu. 

Orada kendini gösteren olayın –şu anda böyle büyük toplumsal hareketler olmadığı için pek göze çarpmıyor olabilir ama– çok ciddi bir dinamik olduğu kanısındayım. Çünkü gençliğin anlam arayışı bitmez. Siz onlara ne kadar bir şeyler dayatmak isteseniz de, ne kadar onları tatmin edici birtakım imkânlar sunmak isteseniz de, bu devam eder. Çünkü, siz, sonuçta eşitlikçi bir toplum kurabilmiş değilsiniz, kurmak diye bir derdiniz de yok. Şu anda, Türkiye’de sistem eski sistemin bir kopyası olarak, zamanında İslamcıların itiraz ettiği ne varsa belki de daha fazlasının devlet eliyle hayata konduğu bir olay söz konusu. Dolayısıyla burada, zamanındaki gençlerin İslamcılık üzerinden dile getirdiği itirazların bugün başka şekillerde dile gelmesi kaçınılmaz. Böyle düşünüyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.