Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Şayet Süleyman Soylu’nun dediği gibi 15 Temmuz darbe girişimini ABD’nin yaptırdığı apaçıksa…

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “ABD’nin 15 Temmuz’un arkasında olduğu apaçık ortada” sözlerinin çok büyük yankı uyandırmamış olması manidar. Yine de bu derece sert bir suçlamanın siyasi sonuçları olması kaçınılmaz.

Yayına hazırlayan: Senem Görür 

Merhaba, iyi günler. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin arkasında Amerika Birleşik Devletleri’nin bulunduğunu söyledi ve hiçbir şey olmadı ya da kıyamet kopmadı. Çok az şey oldu. Tartışılmıyor, edilmiyor. Bekliyorum, bakıyorum, bunun bir yansıması yok. Tabii ki Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price bir açıklama yaptı ve dedi ki: “Temelsiz ve sorumsuz iddialar, Türkiye’nin ABD ile NATO müttefikliği ve stratejik ortaklığıyla çelişmektedir”. O kadar, şimdilik o var. Onun dışında çok uzun boylu, tartışılmış bir olay değil. Önce bir hatırlatma yapalım: Haber Global’de bir yayında önce Süleyman Soylu 15 Temmuz’un arkasında FETÖ’nün olmadığını söyledi. Biraz kafalar karıştı. Aslında orada îmâ ettiği, söylediği, “FETÖ görünüyor, ama aslında başka güçler var” diyerek Amerika Birleşik Devletleri’ni işaret etmişti. Daha sonra Hürriyet gazetesinde Nedim Şener kendisiyle konuştu. Burada çok çarpıcı sözler var. Mesela, “Amerika’nın 15 Temmuz’un arkasında olduğu apaçık ortada. Onların talimatıyla bunu icra eden FETÖ idi. Yüzlerce başvurumuzu kabul etmediler. Cinayette kim azmettirdiyse katili de o korur. Azmettiren adamını koruyor” diyor Soylu bu röportajda, daha doğrusu Nedim Şener’in köşesine taşıdığı –telefonla konuşmuş herhalde– sözlerinde. Öncesinde de diyor ki: “Ben zaten bunu 15 Temmuz’un hemen ardından söyledim. O tarihte bakan değildim, daha sonra bakan oldum. Bunu biz zaten hep söylüyoruz” diyor. E peki o zaman çok soru var. Çok soru var ve söylüyorsunuz da ne oluyor? 15 Temmuz’un arkasında apaçık bir şekilde Amerika varsa, Türkiye’nin ABD’yle ilişkileri –15 Temmuz’dan bu yana yaklaşık 5 yıl oldu– nasıl gelişti? Bu eksende gelişti mi? Ya da bir başka versiyonuna da bakalım. 15 Temmuz’da doğrudan ilişkili kişiler tabii ki tutuklandılar; kaçanlar kaçtı, kaçamayanlar tutuklandı. Çok ciddi bir şekilde yargılanıyorlar. Ağır cezalar da alıyorlar. 15 Temmuz ile doğrudan alâkası olmamakla birlikte Fethullahçı yapıyla ilişkili çok sayıda, binlerce kişi de işini kaybetti, özgürlüğünü kaybetti. Kadınlar var, hamile kadınlar var, gençler var. Toplumun her kesiminden, Türkiye’nin her yerinden insanlar cezalandırılıyor bu konuda. Doğrudan darbeyle ilişkili olmasalar da, darbeyi yapan Fethullahçı yapıyla şu ya da bu şekilde ilişki içerisinde oldukları için cezalandırılıyorlar. Bu konuda cezalar, cezalandırma yöntemi, cezaların dozu… bunlar ayrı bir konu. Ama deniyor ki: “15 Temmuz darbe girişimi ve bunun arkasında olan yapı ve bu yapıyla ilişkili kişiler.” 

Tamam, bunlar bir yerde duruyor ve hâlâ sürüyor, operasyonlar hâlâ sürüyor. İnsanlar hâlâ cezaevlerinde. Yeni tutuklamalar oluyor. Birçok insan işlerine geri dönemiyorlar. 15 Temmuz üzerinden yürüyen bir soruşturma bu. Peki, esasında Amerika Birleşik Devletleri yapmışsa bu 15 Temmuz’u… “görünen yüzü FETÖ, ama esas yapan apaçık bir şekilde yapan ABD” diyor. Şöyle demiş: “Amerika iyi yönetti. Avrupa da bu işe teşne oldu. Neticede 15 Temmuz’u yaptılar.” Avrupa’yı da dolaylı bir şekilde katıyor Süleyman Soylu. Ve bu sıradan bir kişi değil, sıradan bir AKP yanlısı değil, köşe yazarı değil, Türkiye’nin güvenlik politikalarında çok önemli bir yeri olan Süleyman Soylu ve popülaritesi Erdoğan’dan sonra en yüksek olan iktidar sözcüsü. 

Ne yapıldı? Bu 5 yıl içerisinde hiçbir şey yapılmadı. Açık açık suçlular bulunmadı. Yapılmadı ve bundan sonra yapılacak mı bu açıklıkta? Süleyman Soylu’nun açıklığında bu kadar yetkili bir ismin ABD’yi suçlamasına daha önce tanık olmadık — hep îmâlar vardı, biliyoruz. İlk defa böyle bir şey var. Bunun birtakım sonuçları olması gerekiyor. Siyasî, diplomatik sonuçları olması gerekiyor. Olacak mı? Açıkçası sanmıyorum. İşin ilginç bir yanı da şu: 15 Temmuz darbe girişiminin olduğu sırada Amerika Birleşik Devleti’nin yönetiminde Obama vardı, Barack Obama. Yıl sonunda yapılan seçimde Demokrat Parti adayı Hillary Clinton Trump karşısında kaybetti. Hillary Clinton o sırada Dışişleri Bakanı idi. Ama şimdiki Başkan Biden da başkan yardımcısıydı. Şimdiki yönetim aslında dört yıllık aradan sonra Obama yönetiminin devamı olarak görülüyor. Obama dönemindeki kadroların büyük bir kısmı Biden yönetiminde görevler alıyor ve zaten parti de Demokrat Parti. Sonuçta diyelim ki Obama döneminde darbeyi ABD tezgâhladı — Fethullahçılar’ı kullanarak. Ama sonra Trump geldi. Trump geldikten sonra, diyelim ki Trump doğrudan bundan sorumlu tutulmadı. Şimdi Biden tekrar geldi. Eğer gerçekten 15 Temmuz’un arkasında ABD’nin olduğuna inanıyorsa Türkiye’yi yönetenler, bunun hesaplaşmasını Biden’la –geç kalan hesaplaşmasını diyelim– en azından yapmak durumundalar. Düşündürtüyor, ABD’nin hemen cevap vermesi şaşırtıcı değil ama cevabın dozu aslında onların da çok büyütmek istemediğini bence gösteriyor. Aksi takdirde bunu çok ciddiye almış olsalardı, bunu çok daha yüksek düzeyde birisi tarafından yaparlardı. Belki daha sonra yaparlar. Ama şunu söyleyeyim: Türkiye-ABD ilişkilerinde bu husus, Süleyman Soylu’nun bu çıkışı hep karşımıza çıkacak. Şöyle ya da böyle çıkacak. Amerika Birleşik Devletleri tarafından kullanılacak. Kimi zaman da Türkiye tarafından açık ya da örtülü bir şekilde kullanılacak. 

Şimdi şöyle bir soruyu sormak lâzım. Süleyman Soylu haklı olabilir mi? Bu darbeyi aslında ABD yapmış olabilir mi? Bütün bu şeyleri darbeden sonraki süreçte defalarca değişik şekillerde ele almış birisiyim. Amerika Birleşik Devletleri’nin 15 Temmuz’dan tamamen bağımsız olduğunu, hiçbir şekilde alâkası olmadığını söylemek eşyanın tabiatına aykırı. Zira biliyoruz ki darbeyi eğer Fethullahçılar yaptıysa –ki bence öyle–, Fethullahçılar yaptıysa Fethullah Gülen’in bilgisi dışında olma ihtimali binde sıfırdır. Hiç böyle bir ihtimal yok. Ve Fethullah Gülen de yıllardır Pensilvanya’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşıyor ve Amerikan yasaları tarafından ve yönetimi tarafından doğrudan ya da örtülü bir şekilde korunuyor. Fethullah Gülen’in oradaki o yaşantısının –ABD’nin son derece gelişmiş teknolojik imkânlarını da düşünürsek– ABD’nin bilgisi dahilinde olduğunu söylemek hiç şaşırtıcı olmaz. Ne kadar bunu engellemeye çalışırsa çalışsınlar, Fethullah Gülen’in ziyaretçilerinin kim olduğu, yazışmalarının, haberleşmelerinin ne olduğunu büyük bir ihtimalle Amerikan gizli servisleri biliyorlardır. Şunu da söylemek lâzım, önemsedikleri için biliyorlardır. Bazı insanlar vardır ki onlara çok da fazla kafayı takmazlar, rahat bırakırlar; ama Fethullah Gülen’in böyle olmayacağı muhakkak. Bunun bir boyutu Fethullah Gülen’in Türkiye’yle ilişkileri, ama bir diğer boyutu da bu Fethullahçı yapılanmanın dünya çapında örgütlenmiş olması. Fethullahçılar’ın okulları, Amerika Birleşik Devletleri’nin Dışişleri Teşkilatı’yla neredeyse yarışır dünya çapında. Ya da CIA’in (Merkezî Haberalma Ajansı’nın) teşkilâtıyla da yarışır. Bu kadar güçlü örgütlenmeler. Orta Asya’da, Afrika’da, Asya’da, Balkanlar’da, Latin Amerika’da örgütlenen bir olaydan bahsediyoruz. Her yerde kadroları var. Orada genellikle seçkin ailelerin çocuklarına eğitim veriyorlar ve oralardan da kendilerine bir şebeke oluşturuyorlar. Dolayısıyla böyle bir yapıyı ve böyle bir yapının liderini Amerika Birleşik Devletleri herhalde takip ediyordur. Yani şunu söylemek istiyorum. Yaptırmamış olsa bile yapılacağını bir şekilde biliyor olması lâzım. Engelleme konusunda bir çaba göstermemişe benziyor. Fakat pekâlâ ABD’nin birtakım kurumlarının da bu 15 Temmuz’la bir alâkası olduğu iddiası tartışmayı hak ediyor; çünkü ABD tarihine baktığımızda dünyada birçok yerde darbe yaptırmış, ülkemiz de dahil. Darbeleri kimi zaman doğrudan kendisi yapıyor, kimi zaman darbecilerin önünü açıyor, onları teşvik ediyor, onlara sahip çıkıyor vs.. Bu anlamda, özellikle Türkiye’de 12 Eylül 1980 darbesi var. Ama onun öncesinde İran’da Musaddık yönetiminin devrilmesi, Latin Amerika’daki birçok yerde darbe yoluyla askerî rejimlerin inşası. Bütün bunların hepsinde bir ABD parmağı ve onun istihbarat örgütlerinin parmağı var. Dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’deki 15 Temmuz darbe girişimiyle ilişkilendirilmesi kategorik olarak yanlış bir önerme değil.

Fakat bu tartışmayı, eğer bu iddiayı bir ülkenin güvenlik bürokrasisinin en üstünde bir isim, aynı zamanda siyasî sorumluluğu da olan bir isim dile getiriyorsa, bunu açıkça göstermesi lâzım. Akıl yürütmeleri ötesinde; çünkü “Apaçık ortada” diyor. O apaçıklığı görmemiz lâzım. İkincisi de bunun gereklerini yapmamız lâzım. 

Şimdi Nedim Şener ile yaptığı söyleşide şöyle bir paragraf var. “Orta Asya’da ne işi var? Ne yapıyor?” Fethullah Gülen’i kastediyor. “Kim kimin ülkesini böyle bir yapıya sokar?” Bu Orta Asya yapılanması Fethullahçılar’ın daha 1980’lerde başlayan bir yapılanma. Yani komünizmin çöküşü ile beraber başlayan bir yapılanma ve Türkiye’deki devletin önemli kesimlerinin ve Türk sağının da değişik yapılarının alkışladığı bir yapılanma. Nitekim şöyle diyor. “Müslümanlık, Türkçe, bayrak gibi kelimelerle herkesin hoşlanacağı söylemlerle faaliyette bulundular” diyor. Ama öncesinde de dediği şu: “Bizi aldattılar.” Nasıl aldattılar? Süleyman Soylu –ki aldatılanlardan olduğunu çok iyi biliyoruz; zamanında başka partideyken Fethullahçılar’ın medyasında günaşırı çıkan birisiydi ve onlarla arası çok iyiydi– bir cümle, yani iki kelime söylüyor: “Bizi aldattılar” — nokta. O kadar sonra, aklanıyorsunuz. “Bizi aldattılar, nasıl aldattılar? Müslümanlık dediler, Türkçe dediler, bayrak dediler, bizi aldattılar.” Yani siz o zaman kurtuldunuz, af oluyorsunuz. Diyor ki, “Bunu Amerika iyi yönetti”. İşte bütün bu faaliyetler… Amerika’yı çok iyi hatırlıyorum. Gazeteciliğe ilk başladığım yıllarda (1985), o tarihte İslâmî hareketten kiminle karşılaşsam bir şekilde konu Fethullah Gülen’e geliyordu. Fethullah Gülen o tarihlerde ortalıkta yoktu ve İslamcılar’ın ezici bir çoğunluğu Fethullah Gülen’i sevmezdi ve onu bir Amerikan projesi olarak görürdü. Buna kanıt olarak da özellikle Orta Asya’daki okulları gösterirdi. Amerikancı İslam’ın Türkiye şubesi olarak görülürdü ve bu çok yaygın bir inanıştı. Başından itibaren bunun bir Amerikan projesi olduğunu söylerlerdi. Bu görüş uzun bir süre etkisini korudu. Fakat sonra işlerin rengi değişti ve baktık ki o gün, o tarihte onu söyleyenlerin hatırı sayılır bir bölümü Fethullahçılar’la kol kola. Onların yayın organlarında yazdılar, onların faaliyetlerinde aktif rol aldılar. Siyasetçiler de onlarla birlikte ittifak yaptılar. Süleyman Soylu’yu bunun içerisine koymamak gerekir. Çünkü o hiçbir zaman İslamcı olmadı. O hep merkez sağ içerisinde yer aldı. Merkez sağ partilerinin de zaten Fethullahçılar’la kurduğu ilişki çok ilginçtir. Süleyman Demirel –ki Süleyman Soylu’nun çizgisinde olduğu kişinin esas olarak Süleyman Demirel olduğunu söyleyebiliriz–, Süleyman Demirel’in de Fettullahçılar’la olan ilişkisi çok karışıktı — öyle söyleyeyim. Hatırlıyorum, onların o zaman verdikleri hoşgörü ödülleri vardı. Herkese dağıttıkları, değişik kesimlerden insanlara dağıttıkları, onlardan sonuncularından birisine Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı olarak katılmıştı. Katılmıştı, ama tam olarak da böyle nasıl söyleyeyim angaje olmamaya çalışmıştı. Şimdi buna aslında bir günah çıkartma bile denemez. Yani bir nokta, “Bizi aldattılar, Allah affetsin!” ile bitiyor. Ama bunun ötesinde çok ciddi birtakım suçlamalar var. Bu suçlamaların gereği yapılacak mı? Sanmıyorum. Tekrar olacak ama; Amerika Birleşik Devletleri yönetimi bu suçlamaları hep bir şekilde akılda tutacak ve bu suçlamalar önümüze çıkacak. Buradan bir şey kanıtlanır mı? Yani apaçık ortada dönen bu ilişkiyi kanıtlayabilir mi Süleyman Soylu ya da onun gibi düşünenler? Kanıt olarak söylediği şey, mesela İnterpol’e yaptığımız başvurular cevapsız kalıyor. Bu bir kanıt olamaz. Başka şeyler bulabilirler mi bu apaçıklığı gösterecek? Çok emin değilim. Fakat ellerinde eğer gerçekten böyle bir organik bir ilişki varsa, Amerikan yönetiminin değişik temsilcileriyle Fethullahçılar’ın 15 Temmuz’u kotarması anlamında, herhalde bir yerlerde Türkiye Cumhuriyeti devletinin istihbarat birimleri de bunların bazı kanıtlarını bir şekilde bulmuşlardır diye düşünüyorum. Fakat şu hâliyle Süleyman Soylu’nun bu çıkışı anti-amerikanizm, Batı karşıtlığı üzerinden popülist bir çıkış gibi, ama siyasî sonuçları ister istemez olacakmış gibi gözüküyor. 

Bu arada tabii konuyla doğrudan alâkası yok, ama Soylu’nun LGBTİ bireyleri sapkın olarak nitelediği tweet’lerinin Twitter tarafından yasaklanması üzerine yaptığı bir açıklama var. “Emperyalizmin bu oyuncağı insanlığı teslim alamaz” diye bir açıklama yaptı. Ben yine bu açıklamasını Twitter’da gördüm. Demokrasiyi zehirlediğini söylüyor Twitter’ın. Bunlar da apayrı bir tartışma konusu. Bugün saat 16.00’da Kemal Can ile yapacağımız “Haftaya Bakış”ta gerek Soylu’nun gerekse Devlet Bahçeli’nin Twitter’da yasaklanması olayını da bir şekilde Kemal ile tartışacağız. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.