Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Neden Sedat Peker’in iddialarını çürütemiyorlar?

Sedat Peker dokuz videoda siyaset, yeraltı, iş ve medya dünyasından çok sayıda kişiye çok ciddi suçlamalar yöneltti. Bunların bazıları Peker’i cevaplamaya çalıştılar ama pek başarılı olamadılar. Neden böyle? Bu sorunun cevabını vermeye çalışırken Gazete Duvar’da İrfan Aktan’ın Prof. Hamit Bozarslan ile yaptığı söyleşiden geniş ölçüde yararlandım: Türkiye’de ‘Başkan Babamızın Sonbaharı’ yaşanıyor.

Yayına hazırlayan: Kubilayhan Kavrazlı

Merhaba, iyi günler. Bugün ikinci kez karşınızdayım. Normalde bu saatte “Transatlantik” olacaktı. Gönül Tol ile yapacaktık; zira Ömer Taşpınar’ın okuluyla ilgili çok yoğun bir programı olduğu için Gönül ile başbaşa yapacaktık, fakat Gönül rahatsızlandı. Kendisiyle telefonla konuştum, sesi zor çıkıyor. Kendisine geçmiş olsun diliyorum ve bu hafta “Transatlantik” olamadı. Ve bu saatte Gönül’e buradan geçmiş olsun demek için, hem de boş bırakmamak için yarın yapmayı düşündüğüm bir yayını bugün yapmaya karar verdim. 

Bu yayını yapmama ilham olan da Gazete Duvar’da İrfan Aktan’ın Prof. Hamit Bozarslan ile yaptığı bir söyleşi. Sedat Peker üzerine yaptığı bir söyleşi, çok çok iyi bir söyleşi. Hamit çok eskiden beri tanıdığım, Paris’te yaşayan bir sosyalbilimcidir, arkadaşımdır. Çok güzel şeyler söylemiş. Ondan neden ilham aldığımı biraz sonra size söyleyeceğim; oradan, o söyleşiden birtakım notlarla — çok kafa açıcı bir söyleşi. Şimdi soru çok basit aslında; daha önce tek yaptığım ya da başkalarıyla, Kemal [Can] ile ya da dört kişi birlikte yaptığımız yayınlarda da çok dile getirdik: Sedat Peker dokuz videoda değişik değişik kişileri, kimi durumda kurumları çok açık bir şekilde suçluyor, birtakım iddialar dile getiriyor; bunların çoğu çok ciddi iddialar ve bu iddialara karşı şu âna kadar suçlanan kişiler ve kurumlar birtakım açıklamalar yapmak zorunda kaldılar, mecbur hissettiler kendilerini. Ama bu açıklamaların hemen hemen hiçbiri, benim açımdan hiçbiri… sizlere bazıları tatminkâr gelmiş olabilir ama, bu iddialar çürütülemedi. Bir kere öncelikle şunu görelim — şunu yapan olmadı yani: “Bu bir mafyacıdır, suç örgütü lideridir; sonuçta söyledikleri deli saçmasıdır, muhatap almaya bile gerek yok” deyip kapatmadı defteri. Süleyman Soylu yapar gibi oldu, ama bunun tatminkâr olmadığını da bildiği için iki ayrı televizyon yayınında, TRT ve Habertürk’te cevap vermeye çalıştı. O cevap verme denemelerinin tatminkâr olduğu asla söylenemez. 

TRT’deki yayın ayrıydı, Habertürk’te bu sefer muhalif olarak bilinen iki gazeteci de eklenerek çıktı. Uzun uzun konuştu. “Her soruya cevap verdim” dedi; ama birçok soruyu geçiştirdi ve verdiği cevapların içerisinde kendisini aklayacak ve işte, “Ya, Süleyman Soylu’nun günahını almış Sedat Peker” dedirtecek çok fazla bir şey olmadı, hiçbir şey olmadı; hatta bazı sorulara cevap verirken suçlamaları kendi üzerinden başka yerlere taşımaya çalıştığını da gördük. İlk günden başlayalım: Mehmet Ağar, oğlu Tolga Ağar’a yönelik ilk videodan itibaren yaptıkları açıklamalar ortada. Tolga Ağar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı öne çıkartarak kendini aklamaya çalıştı. Mehmet Ağar’ın yaptığı açıklamanın ne kadar tatminkâr olduğu ortada. Hatta ilk açıklamayı yaparken, “Marina için biz olmasaydık, oraya mafya çökecekti” de dedi ve devleti de zan altında bıraktı. Sonra özür diledi. Tolga Ağar hakkındaki, bir genç kadın gazetecinin ölümüyle ilişki konusunda yaptığı açıklama çok açık: “Bu konuda soruşturma yapıldı ve dosya kapandı”nın ötesine gitmedi. Yani var olan hukuk sisteminin arkasına kendisini sakladı. Daha sonra Binali Yıldırım’a yönelik, oğlu Erkam Yıldırım’la ilgili suçlamalar çok ciddi. Venezuella üzerinden uluslararası kokain trafiği meselesi. Buna karşı Binali Yıldırım’ın yaptığı açıklamanın çok değil hiç tatminkâr olmadığı ortada. Zaten kısa süre içerisinde Venezuela’ya oğlunun koronavirüs kapsamında yardım için gittiğini, oraya KİT götürdüğünü, maske götürdüğünü söyledi. Bunların gümrük kayıtlarında olmadığı, ancak en fazla el bagajı olarak götürebileceği çıktı. Hâlâ bu konuda bir cevap yok — ki son videoda Sedat Peker bunu tekrar dile getirdi. Niye doğrudan kendisinin cevap vermediğini söyleyerek dile getirdi. 

Şimdi o kadar çok suçlama var ki, bunların… mesela SADAT ile ilgili bir suçlama var ya da Kıbrıs’taki bir turizm işletmecisine yönelik suçlamalar var. Bu kişiler kendileri açıklama yaptılar ya da bir sosyal medyada, YouTube üzerinden bağlanarak kendilerini savundular. Ne çıktı buradan? Onların masum oldukları mı çıktı? Hiç sanmıyorum. SADAT meselesi zaten sürdü. Özellikle geçen yaptığı Serdar Ekşioğlu ile FaceTime görüşmesinde, biliyorsunuz SADAT meselesini tekrar gönderme getirdi Sedat Peker. SADAT’ın kendisini savunmasının ardından oluyor. Serdar Ekşioğlu da, mâlûm, Erdoğan’la akrabalık bağı olan, hısmı olan ve Suriye’ye yardım ettiği belgeli; zaten kendisi de sosyal medyada bunları paylaşmış bir isim, bir iş insanı. O da Sedat Peker’in bu söylediklerini bir şekilde doğruladı. 

Şimdi bakıyoruz: Birçok kişiye, siyasetçiye, iş insanına yönelik suçlamalar var, verilmeye çalışılan cevaplar var, bunlar çok tatminkâr değil; ama bunlara çok fazla bir şey olmuyor, pozisyonlarını hâlâ koruyorlar — onu görüyoruz. Mehmet Ağar’ın Marina yönetiminden ayrıldığı söylendi; ama onun dışında Tolga Ağar hâlâ milletvekili ve AKP yöneticisi, ya da Süleyman Soylu yerinde duruyor, Binali Yıldırım’a bir şey olmuş değil. Böyle çoğaltılabilecek bir liste var; ama mesela en son dile getirilen Metin Külünk var. Şu anda milletvekili değil, ama AK Parti’nin MKYK’sına girdi son kongrede. Metin Külünk doğrudan kendisini savunan bir açıklama yapmadı; ama kendisinden bahsedileceğini anlamış olacak ki, sosyal medyada bir dizi paylaşım yaptı — açık olmayan, üstü örtülü paylaşımlar; devlet konsepti üzerine, elçilik üzerine; bir nevi kendisinin devletle Sedat Peker arasında elçi olduğunu mu kastediyordu? Anlaşılamadı, ama onun dışında bir savunma yok. 

Olan kime oldu? Şu haline baktığımız zaman, gazeteci diyeceğim, ya da medyada gözüken iki kişi, Hadi ve Süleyman Özışık kardeşler ortadan kayboldular, silindiler. Tekrar çıkarlar; herhalde ilk fırsatta, iktidar değiştikten sonra ya da bir yolunu bulduklarında çıkarlar belki; ama şu haliyle fatura ödeyenlerden onlar oldu. Onun dışında şu anda Habertürk çalışanı, orada program sunan, yapımcılık yapan Veyis Ateş çok ciddi bir şekilde gündemde. Henüz ondan bir cevap yok. Bakalım ne olacak? Ayrıca daha önce Boşnaklar’a ettiği aleni hakaretten sonra bir süre ortadan kaybolup sonra tekrar ortaya çıkan birisi var. O Bodrum’daki oteli kullanmaktan dolayı hakkında Sedat Peker adını geçirince bir açıklama yaptı; oradan da pek tatminkâr bir açıklama olmayacak herhalde; ama zaten bu çok da fazla önem verilen birisi değil. Pelikan konusunda adı geçenlerin açıklamaları çıktı peş peşe. Onlar da çok fazla, yani en azından Sedat Peker’in suçlamaları kadar etkili olamadı. 

Şimdi bir acayip olayla karşı karşıyayız. Birisi Birleşik Arap Emirlikleri’nden alenen her yeri bombalıyor. Medyaya, iş dünyasına, siyaseti bombalıyor; en az 1 saatlik videolarda, dokuz tane video ile ve birçok kişiyi hop oturup hop kaldırıyor. Bahsettiği kişilerin hemen hemen hepsini yakından tanıyor, bazılarını aracılar üzerinden tanıyor; ama birlikte iş yaptıkları kişileri ifşa ediyor ve bunları da büyük ölçüde “Bana kötülük yaptınız” diye yapıyor. Evet ve en son attığı bir tweet var. Orada ne diyor? “Ben sizlere güçsüz olduğunuz zamanı hatırlattığım için beni bir daha görmemek üzere cezaevine kapatmak istediniz. Yüce Allah belanızı verdi. Şimdi nereye baksanız beni görüyorsunuz.” Bu, “Beni içeri atmak istediniz; atamadınız. Ben şimdi sizi aslında bir açık hava cezaevine kapattım” demeye geliyor. Birçok kişi sırasını bekledi, birçok kişinin sırası geldi ve her videoda yeni yeni isimler… 

Mesela Demirören Ailesi, Ziraat Bankası… Hâlâ buradan bir cevap gelmedi. Ne oldu bu şeyler? Doğan Grubu’nun satın alınması için verilen kredi. Kredinin ödenmediğini söylüyor; bilmiyoruz. Bu konuda “ticârî sır” deniyor, konuşulmuyor; ama eğer gerçekten bu kredilerde bir sorun olmasaydı Demirören Ailesi de Ziraat Bankası da bir dekont göstererek bu defteri kapatabilirlerdi; henüz o dekont gelmedi. 

Şimdi gelelim Hamit Bozarslan’a. Bu olayın sırrı nerede? Bu olayı sırrı işte Hamit’in İrfan Aktan’a söylediklerinde bence. Artık hayatta olmayan Fransız düşünür Jean Baudrillard’a atıfta bulunarak diyor ki: Mukavele ya da kontrat ile pakt arasında bir fark olduğunu söylüyor ve burada söz konusu olanın pakt olduğunu söylüyor. Önce mukavele: “Mukavele birbirleriyle eşit olan ama çıkarları birbirleriyle uyuşmayanların açık bir müzakere ile vardıkları uzlaşmadır” — bu mukavele. “Halbuki pakt” diyor Hamit Bozarslan, “Kanla imzalanır, kan bağı gerektirir ve bozulduğunda da kanla bozulur. Eğer bir pakt içindeyseniz onun demokratik bir niteliğe sahip olması mümkün değildir.” Burada işte, bir paktın bozulması olayı var. Deminki tweet‘te de söylediği gibi: “Siz beni içeri atmaya çalıştınız. Güçsüz olduğunuz zamanı hatırlatıyordum, beni içeri atmaya çalıştınız; ama ben sizden bunun hıncını alıyorum”. “Paktı bozdunuz” diyor ve artık kanla kurulan bu paktı kanla bozuyor. Sedat Peker’in sık sık videolarında, “Etlerini koparacağım” gibi bir dil kullanması ya da iddiada bulunduğu insanlara bir tür şöyle meydan okuması: “Gelin parmağımızı keselim, kolumuzu keselim; kim yalan söylüyorsa. Yalan makinesi…” ve her yerde kan var. Kimi durumda “kafaya sıkmak” gibi tâbirler var; silah çok geçiyor ve ortada bir kan söz konusu ve Sedat Peker kan alıyor. Burada insanlara ateş ediyor. Kimisi yaralanıyor, kimisi hayatını kaybediyor. Kanla kurulmuş bir paktı birilerinin kendisine rağmen bozduğunu düşünerek buradan bir intikam alma yoluna gidiyor ve onun açtığı bu savaşı, kan üzerine kurulu bu savaşı diğer kişiler söz üzerinden bertaraf edemiyorlar. 

Yaptığı videolar ve sözleriyle, konuşarak insanların canını yakıyor, canını acıtıyor; ama diğerlerinin ona aynı şekilde cevap verebilmesi mümkün değil. Çünkü birlikte yaptıkları birçok gayri meşru ilişkiyi, hiçbir zaman ortaya çıkmayacağı düşünülen bir ilişkiler yumağını ortaya saçıyor, arı kovanına çomak sokuyor ve burada, bu ifşalarda her biri birer suç olan ya da suçun kıyısında dolaşan eylemlerden bahsediyor. Örneğin en son Ünye’de bir yerel gazeteciye yönelik tehdidini açıkça kabul etti. Belediye başkanlığı seçimlerinde AKP’den birisinin son dakikada aday olmasını haberleştiriyorlar ve Sedat Peker devreye giriyor, rica ediyor: “O haberi kaldırın” diye ve o kişi de Cihan Çakır — soyadım aynı olduğu için hatırlıyorum. Bugün bizde de Fırat ile konuştu. Onları yayınladık, başka yerlerle de konuşmuş. Olayı anlatıyor, doğrudan Sedat Peker ile konuşmuş. Sedat Peker de “Evet” diyor, “Doğru bu olay” diyor, “O arkadaş haklı” diyor. “Bunu birazcık kurcalayın ne suçlar çıkar oradan” diyor. Şimdi alın size bir tane yerel olay. Ama bu olay sadece Ordu’nun Ünye ilçesindeki bir belediye başkanının belirlenmesi olayının ötesinde bir şey. İşin içerisine devletin değişik birimleri, birtakım bakanlıklar giriyor vs.. 

İşte şimdi bu tür ifşalara karşı ne yapılabilir? Suçlanan kişiler, “Hayır, böyle bir şey olmadı” diyemiyorlar. Çünkü Sedat Peker diyor ki: “Ben yaptım”. Ya da eski milletvekilinin dövülmesi…, orada da kan akıyor görüyorsunuz, ya da Kutlu Adalı’nın öldürülmesi. Kendi kardeşi öldürecekken bir şekilde iptal ediliyor, daha sonra başkaları katlediyorlar Kıbrıs’ta Kutlu Adalı’yı. İşin içerisinde kan var, suç var, suç için örgütlenmiş insanlar var, ilişkiler ağı var ve oyun bozulmuş. Dolayısıyla karşısındakiler ona cevap veremiyor, onu çürütemiyor ve ne oluyor? İlk andan itibaren hep şunu soruyoruz? Acaba Sedat Peker’e başına ne gelecek, bir şey gelecek mi? Çünkü hepimiz seziyoruz ki: Olay kanlı cereyan ediyor ve karşı tarafın, onun suçladığı insanların yapabileceği şey de buna benzer bir şekilde cevap vermek. 

Son videosunda ne söyledi? “Arnavut, Sırp ve Rus gruplarla anlaşmaya çalıştılar, bana yönelik” dedi ve her an bunu söylüyor, her an operasyon olabilir diyor. Ve dikkat edin hep sürekli ne diyor? “Beni öldürebilirsiniz.” Evet, kan. “Beni öldürebilirsiniz; ama ölsem de, beni öldürseniz de benden kurtulamayacaksınız” diyor. Onu geçen günkü yayında da söyledim: Muhtemelen başına birşey gelmesi hâlinde kendisine saldırabilecek kişilerin aleyhine birtakım malzemeleri, bilgileri bir yerlere depolamış, birilerine iletmiş olabilir; böyle bir ihtimal var. Sonuçta ortada bir kanlı bir mücadele var aslında. Videolar üzerinden yürüyor ya da medya üzerinden yürüyor, sosyal medya üzerinden yürüyor; ama her an anlatılan olayların hemen hemen hepsi kanundışı, yasadışı hususlar ve bunun içerisinde çok sayıda aktör var — üstelik bunlar, “Hiçbir zaman ortaya çıkmaz, hiçbir zaman bunların hesabını vermeyiz” denilen ilişkiler, birdenbire patlıyıveriyor ve insanlar bunun hesaplarını vermeye başlıyorlar. 

Şöyle düşünün: Geçmişte Sedat Peker cezaevinde yatmış, sonra çıkmış Rize’de bir miting yapmış. Anlattı onun öyküsünü. Miting yapmış, nabız tutmuş ve mitingden sonra başına hiçbir şey gelmemiş; o kadar sert çıkışlar yapmasına rağmen, insanları tehdit etmesine rağmen. Sonra başka değişik insanlarla iş yapıyor. Gözaltındaki AKP eski milletvekilini dövdürüyor, başka yerde başka bir şey yapıyor ve her gittiği yerde iyi karşılanıyor, hayırsever işadamı diye ödüller alıyor, şu oluyor bu oluyor… Cumhurbaşkanı’yla fotoğraf çektiriyor ve o fotoğrafın ardından, “Bu benim artık popülerleşme ve meşrulaşmamın vesilesi oldu” diyor. Böylece aslında yeraltı dünyasının bir ismi Türkiye’deki ana akıma dahil oluyor, yönetici sınıfın bir parçası haline geliyor ve o geldiği zaman da birçok insan –gazetecisi, iş insanı, şusu busu, bürokratı– onunla gayet sakin sohbet ediyor, telefonlar ediliyor, yemekler yeniliyor vs.. Sonra işin rengi değişince, bu sefer o kişi kan almaya başlayınca, kendi tâbiriyle “onların vücutlarından parçalar koparmaya” başlayınca tam bir panik havası yaşanıyor ve şimdi adı anılan veya adının anılmasından korkan birçok kişinin beklediği belki de yegâne şey, bu paktın bir şekilde, Sedat Peker elimine edilerek sonlandırılması. Bunu bekliyorlar. Bu beklentileri gerçekleşir mi, gerçekleşir gerçekleşmez mi? Bu bizim kıta sahanlığımızın dışında bir şey, bizim bilebileceğimiz şeyler değil. 

Şimdi tekrar Hamit Bozarslan’a gelelim. Hamit Bozarslan aslında Türkiye’deki çaresizliğimizi –dün Ahmet Şık’la da konuştuk bunu–, zavallı durumumuza anlatıyor aslında. Bunu değişik vesilelerle söylüyoruz. Diyor ki: “Güçsüz olanın gücü Peker gibi bir kişiye atfetmesi”. Güçsüz olan dediği aslında toplum, toplumun geniş kesimleri. “Bu gücü Peker gibi bir kişiye atfetmesi, kendisinin yapmadığını, yapamadığını ondan beklemesi hazindir.” Evet hazin çok güzel bir sıfat. Gerçekten hazin bir durumdayız. Kanlı bir çatışmayı aslında videolar, şu bu, YouTube üzerinden izliyoruz, sosyal medyadan takip ediyoruz; ama bozulan bir paktın sonucu olarak akan kanları seyrediyoruz. Bir anlamda bu bir pornografi gibi ve burada yine Hamit’in söylediği gibi: “Dinsizin hakkından imansız gelir” deyip, birçok kişi, “imansız” gibi gördüğü Sedat Peker’den bir şekilde hoşlanıyor, onun yapıp ettiklerinden hoşlanıyor. 

Burada da işte tekrar aynı şey gündeme geliyor: Bu paktın bozulmasından Türkiye toplumunun istifade edebilmesi, bu paktın bozulmasıyla en azından şu aşamada mecâzî anlamda akan kandan Türkiye’nin daha iyi bir ülke olması için istifade etme anlamında sivil toplum, siyaset kurumu gerçekten yeterli bir güce sahip değil. Bu konuda gerçekten inisiyatif alma konusunda çok zorluklar yaşıyor. Medya deseniz, medya büyük ölçüde etkisiz; bu olayın dışında ya da burada birtakım iddiaların dile getirilmesi ve deşilmesinden ziyade iddiaların nafile bir şekilde çözülmesi için uğraşanların sayısı daha fazla çıkıyor ve sonuçta hepimiz aslında bunu uzaktan izliyoruz. Kimimiz keyif alıyor, kimimiz hüzünleniyor; ama bu olayın Türkiye’nin akışını değiştirdiği muhakkak ve birileri bizden habersiz kurdukları paktı, şimdi bizi haberdar ederek bozuyorlar. Çünkü bize ihtiyaçları var. Daha önce bize, topluma ihtiyaçları yoktu. Şu anda en azından Sedat Peker’in topluma ihtiyacı var. Çünkü orayla bozduğu pakta karşı ayakta kalabilmesi için en azından, artık kaybettiği devlet desteğini toplum desteğiyle ikame etmeye çalışıyor ve toplum da, bu olayda “Dinsizin hakkından imansız gelir” perspektifinin dışında bir şeyi henüz yapabilecekmiş gibi durmuyor. Bu da bizim gerçekten hazin halimiz; Hamit Bozarslan’ın söyleyişiyle hazin halimiz. Evet, bir kere daha şunu vurgulayalım: Özgür ve bağımsız medya gerçekten bunun için. Bu olay bize…, hep bunu söylüyorum Sedat Peker ile ilgili yayınların ardından, ama ısrarla ve ısrarla bunu söyleyeceğim: Bu olayda bizim pasif bir seyirci olarak kalmamamız ve buradan çıkan malzemeden daha iyi bir Türkiye yaratabilmemiz için öncelikle özgür ve bağımsız bir medyaya ihtiyacımız var. Ve bu da ancak sizlerin destekleriyle olabilir. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.