15 Temmuz darbe girişiminin beşinci yılında Türkiye’nin önünde çok ciddi bir bilanço var: Fethullah Gülen’e inanmış ama darbe girişimi başta olmak üzere diğer suçlara doğrudan bulaşmamış, hatta bunlardan haberdar olmayan, bununla birlikte mağdur edilen binlerce kişi ve onların yakınları.
Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı
Merhaba, iyi günler. 15 Temmuz darbe girişiminin beşinci yıldönümü perşembe günüydü. Perşembe günü Ahmet Şık’la çok kapsamlı bir yayın yaptık, tartıştık. Onun öncesinde çarşamba günü “Adını Koyalım”da bunu konuştuk ve dün de Kemal Can’la yeniden, 15 Temmuz’u “Haftaya Bakış”ta değerlendirdik. Ben bu konuyu başlı başına ele almamıştım; işte bugün, cumartesi günü bunu yapıyorum. Bugün ele alacağım açıyı da Ahmet’e borçluyum. Ahmet Şık’la yayında, o benim 2013 sonunda dile getirdiğim bir tespiti hatırlattı: Cemaat’in sivil kanadı ve sivil olmayan kanadı. 13 Aralık 2013’te yazmışım ilk bu yazıyı. O günleri hayal meyal hatırlıyorum. Fetullahçılar’ın sivil gazeteci vs. akademisyen takımından çok kişi kızmıştı: “Bizde böyle sivil kanat sivil olmayan kanat diye bir şey yok, hepimiz açıktayız, siviliz” diye. Halbuki ben orada bir kategori saptamıştım. İlkin, Fethullahçılar’ın eğitim, medya, iş dünyası vs. gibi alanlarında, vakıflarda faaliyet gösteren insanlar — ki bunların sayısı yüzler, binler, belki de on binlerce. Bir de devlet içerisinde paralel bir şekilde örgütlenen; Yargı’da, Emniyet’te, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde, birçok yerde, bütün devlet kurumlarında, Diyanet’te, Maliye Bakanlığı’nda vs. gizlice örgütlenen bir yapılanma. Yani şunu ayırt etmek lâzım: Tabii ki Fethullah Gülen’e sempati duyan birisi, lâyıksa, sınavları kazanıyorsa, gerekli şartları yerine getiriyorsa pekâlâ polis de olabilir, yargıç da olabilir, savcı da olabilir; burada bir sorun yok. Ama bu kişi var olan hiyerarşinin dışında bir hiyerarşiye tâbi çalışıyorsa –ki bu yapıldı; mesela Emniyet İmamı, mesela Hava Kuvvetleri İmamı gibi–, bürokrasinin içerisinden olmayan, bizzat Fethullah Gülen tarafından atanmış kişilere bağlı çalışıyorsa, işte orada sivil olmayan, gayri meşru bir olay var. İşte bunu ayrıştırmak gerektiğini söylüyordum; çünkü Fethullahçılık bir yanıyla toplumsal bir hareket, bir yanıyla da bir istihbarat örgütünü andıracak şekilde kapalı bir yapılanma. Ahmet bunu “çete ayağı” olarak tanımlıyor. Ben “sivil olmayan kanat” diyordum. O tarihte bana çok ciddi tepkiler gelmişti; fakat o tarihte, mesela yazdığım bir yazıda şöyle demişim: “Sivil kanadı sivil olmayan kanada kalkan olunca, Cemaat topyekûn kaybetmeye başladı.” Bu çok basit bir ayrım. Yani okullar var, gazeteler var, vakıflar, dernekler, sendikalar şunlar bunlar, şirketler var; bir yanda da işte, yargıçlar, savcılar ve bunların yaptığı kumpaslar var. Tabii ki aralarında çok, mesela gazeteci olup bu çeteye dahil olan da var ya da okul yöneticisi olup çeteye dahil olan da var; ama çok sayıda insan, sempatizan gibi olan ya da çocuğunu bunların okuluna yollayan ya da gazetesine abone olan insanların bu gizli saklı işlerden haberdar olması söz konusu değil — isteseler de olamazlar, çünkü çok gizli dönüyor. En fazla sezebilirler ya da sağda solda yazılan şeylere kulak kabartabilirler; ama biliyoruz ki inanmak istemediler ya da üstüne yattılar –öyle diyelim– ve bu sivil olan kanadın oluşturduğu atmosfer, oluşturduğu zemin, ulaştığı kesimler sayesinde, bu sivil olmayan kanat iyice güçlendi, iyice hazırlık yaptı ve kabaca, o çok klasik lâfla “devleti ele geçirmek” için hazırlık yaptı — denedi ve başaramadı. Ama burada ne oldu? Sonuçta bütün hepsi beraber hedef alındı Erdoğan tarafından. Bu, öncesinde başladı; dershanelerin kapatılmasıyla başlamıştı. Darbe teşebbüsünün ardından tüm yapılara, yani Bank Asya’da parası olandan çocuğunu okullara yollayana, okullardan mezun olana, bir cemaate ya da bu gruba himmet adı altında para verene kadar, kimin izini sürebildilerse ya tutukladılar hapse attılar ya işlerinden attılar — tam bir kıyım yaşandı. Binlerce kişi… Bazıları kaçtı, kaçmaya çalışıp yollarda hayatlarını kaybedenler de oldu. Aileler… Meriç Nehri’nde ya da Ege’de boğulanlar, hayatını kaybedenler oldu. Çok ciddi mağduriyetler yaşandı ve sonuçta çok acı bir tabloyla karşı karşıya kaldık. Doğrudan, Fethullah Gülen’in daha yıllar öncesinden, 1970 ortasından itibaren kurduğu bu tezgâha çok bilinçli, irâdî bir şekilde girip yapılan bütün bu entrikalara birinci dereceden sorumluluk üstlenerek dahil olan insanların önemli bir bölümü yurtdışına çıktı; hatta yurtdışına çıkmalarına bir şekilde göz de yumuldu. Savcılar, polis şefleri… bunların hepsi değil bazıları tutuklandı, yargılanıyor; ama önde gelenler, mesela bu yayın organlarında yazan gazeteciler, dışarıdan yazan isimler hapse atıldı; ama doğrudan organik olarak var olan, çekirdekten Fethullahçı olanların önemli bir kısmı sırra kadem bastı ve büyük bir kısmı yurtdışında faaliyetlerini sürdürüyor. Düz muhabirler içeri girdi belki; gazetelerin teknik servislerinde çalışanların başlarına işler geldi belki; ama daha sivil olmayan kanada dahil olanların büyük bir kısmı açıkçası yırttı ve bütün bu süreç boyunca da büyük bir kısmı sivil kanattan olan insanların mağduriyetlerini kendilerine sermaye yaptılar, yapmaya devam ediyorlar. Burada çok büyük, çok vahim bir hata yapıldı — bunu birçok yayında söyledim, tekrar tekrar söylüyorum. Dünkü yayında, Kemal Can’ın vurguladığı bir husus çok önemli: Erdoğan bu darbe girişimini Allah’ın bir lûtfu olarak görüp, kendi iktidarını korumanın aracı haline getirdi; Türkiye’de demokrasiyi değil, kendi iktidarını korumanın aracı yaptı. Tamamen kendisi için yaptı bunu ve bunu yaparken çok acımasız davrandı; belki acımasız olmanın dışında bir seçenek yoktu önünde ve bu sayede otoriterliğini iyice güçlendirerek binlerce insanın mağduriyetlerini katladı. Bu mağduriyetlerin sonucunda şöyle tablolar karşınıza çıkabiliyor: Yılgınlığa kapılan, burada yaşadığı mağduriyetlerden dolayı, “Nereden girdin bu işlere?” deyip Fethullahçılık’tan soğuyanlar oldu. Hatta bazıları işbirlikçi oldu, itirafçı oldu; ama önemli bir kısmı buradan kin ve nefret biriktirdi. Belki de olmadığı kadar radikalleşti. Bunların bir kısmı cezaevinde; yarın öbür gün çıkacaklar. Bu kişilerin çocukları, akrabaları içerisinde çok sayıda kişinin radikalleştiğini düşünüyorum. Birtakım işaretleri de var. Bazıları da –bu apayrı bir nokta–, bazıları da tam anlamıyla bir hiçliği tercih ediyor. Bu doğrudan mağdur edilenlerden olabilir, onların yakınlarından… Bu öyle bir hiçlik ki, artık bir cemaatten, İslâmcılık’tan ve hatta İslâm’dan ve dinden soğumaya varıyor. Çok örnek anlatılıyor. Sağda solda çok karşıma çıkıyor. Geçen, Ayşe Çavdar “Adını Koyalım”da, Avrupa’daki Cemaatçi-Fethullahçı ailelerin çocuklarında bu eğilimlerin çok yüksek olduğu yolunda birtakım gözlemleri ya da duyduklarını aktardı. Böyle karman çorman bir haldeyiz. Burada devlet, devleti yönetenler –başta Erdoğan olmak üzere– bu ayrımı yapmadılar, sivil-sivil olmayan ayrımını yapmadılar –tabii ki bunu yapmak kolay değildi, ama yapılabilseydi, buradan gerçekten Türkiye’nin hayrına bir sonuç çıkabilirdi. Bunu yapmadı, yapması belki de mümkün değildi. İstemedi zaten, böyle bir şeyi istemedi ve Cumhuriyet tarihinin en büyük sivil operasyonunu gerçekleştirdi ve hâlâ da sürüyor bu. Şimdi, şöyle bir olay var: Türkiye’deki İslâmcı anlatı, hepsinin, tüm cemaatlerin –Fethullahçılar dahil, Millî Görüşçüler, en radikalinden en ılımlısına kadar– anlatıları şudur: “Tekparti dönemi ülkeyi dinsizleştirdi ya da dindarlara baskı uyguladı, şapka devrimi vs. ile onu astı bunu yasakladı vs. yaptı, ama çokpartili hayata geçildiği andan itibaren dindarlar kendilerini toparladılar ve bir tür rövanş yaşanıyor, yaşandı diyelim. Buraya kadar tamam; ama Erdoğan-Gülen savaşı işin hiç de böyle olmadığını gösterdi ve bütün bu anlatıyı yerle bir etti. Şu anda Erdoğan’ın Fethullahçılar’a yaptığını, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde laiklik iddialı hiçbir kimse dindar iddialı hiç kimseye, gruplara yapmadı. Benim bildiğim kadarıyla yok. Böyle kitaplar vardır cilt cilt, Türkiye tarihi kitapları. Mesela Sadık Albayrak yazmıştır, Hasan Hüseyin Ceylan yazmıştı. Oralarda, hani “Tekparti döneminin dindarlara zulmü” diye tarif edilen birtakım olaylar vardır, anlatılar vardır. Onların hepsini toplayın, çarpın, bu olay çıkmaz. Bu çok büyük bir kırılma aslında. Çok büyük bir kırılma ve burada karşımıza ilginç bir sonuç çıkıyor — demin sözünü ettiğim, ki bunu bir tarihte yazmışım, onu aktarmak istiyorum bu yazdıklarımdan. İlk bu olay, savaş ilk başladığında yazdığım bir bölümü tekrar okumak istiyorum; “Yıllar sonra bugünkü argümanların, ayrıntıların çoğu unutulacak. Esas olarak İslâmî iddialı iki yapının birbirine karşı amansız bir savaş yürüttüğü, birbirini alabildiğine yıprattığı hatırlanacak. Kimsenin kazanacağını sanmıyorum. Velev ki, taraflardan biri galip çıksın; bu durum onun haklılığının kanıtı olarak da görülmeyecek, ama muhafazakâr câmianın gelecek kuşakları için bu günler kesinlikle kara bir dönem olarak hatırlanacak.” Sonuçta bu tasvirde hâlâ iddialıyım. Kimsenin kazanmayacağı noktaya tekrar dönüp dolaşıp geliyoruz. Bir ara Erdoğan kazanır gibi oldu; ama şimdi bakıldığı zaman, beşinci yıldönümünün ne kadar sönük geçtiğini gördük; Allah’ın lûtfunu çok kısa bir süre içerisinde tüketmiş, bunu gördük. Fethullahçılar’ın Erdoğan’ın zayıflamasından çok heyecanlandıklarını ve yurtdışında tekrar gaza geldiklerini görüyorum; ama onların da Türkiye’de artık çok fazla etkili olacağını sanmıyorum. Böyle bir durumla karşı karşıyayız; ama burada en büyük kaybeden, en çok kandırılan, aldatılan, işte bu “sivil kanat” dediğim kanat oldu. Öncelikle, Fethullah Gülen’in kendisi tarafından kandırıldılar; çok büyük bir kandırılma yaşadılar. Eğer bu anlatılabilseydi insanlara, anlatılmak istenseydi, buradan iyi bir sonuç çıkabilirdi; ama bunun yerine, bu aldatılan insanların… hepsi yüzde yüz aldatıldı demiyorum; birçoğu birçok şeyi gördü; görüp görmezden geldi, duyup duymazdan geldi ya da iftira olarak gördü ya da işte birtakım kötülükler atfedilen Cemaat-AKP iktidarı işbirliği döneminde atfedilen kötülüklerin hepsini Erdoğan’a yansıttılar vs. olabilir. Ama sonuç olarak, böyle bir komplonun parçası olduklarını, bütün komplonun ayrıntılarıyla parçası olduklarını düşündüklerini sanmıyorum. Sık sık yaptığım bir benzetme vardır: Fethullahçılık yapısı bir istihbarat örgütü yapılanması gibi. Yabancı dilde söylersek, bir cult yapılanması gibi. Ama, bunun içerisine bir İslâmî cemaat olduğunu düşünerek girmiş binlerce insan vardı. Bu insanlara kendilerinin bir şekilde aldatıldığını kimse anlatmadı, anlatma ihtiyacı duymadı. Onları, Fethullah Gülen’in o büyük komplosunun gönüllü, kayıtsız şartsız bağlısı olarak gördüler ve onları çok acı bir şekilde cezalandırdılar ve sonuçta şimdi baktığımız zaman, hepsinin birden kaybettiğini görüyoruz ve faturanın esas olarak bu mağduriyetleri yaşayanlara çıktığını görüyoruz. Bu mağduriyeti yaşayanlar, yaşamaya devam edenler –hapishanedekiler, işsiz kalanlar, aç kalanlar, iş bulamayanlar, KHK’lılar– bütün bunlar ne yapacaklarını bilemez bir halde sağa sola bakınırken, var kalmaya çalışırken, hâlâ o sivil olmayan yapının unsurları, onların bu mağduriyetleri üzerinden kendi propagandalarını sürdürerek, kendi komplo yapılarının ömrünü uzatmaya çalışıyorlar. Biraz karışık olduğunun farkındayım; ama sonuç olarak baktığımız zaman, bu fatura esas olarak birinci derecede sorumlu olmayan insanlara kesildi. Çok büyük bir yanlıştı. Bu yanlışa bilerek dahil oldu AKP iktidarı ve Erdoğan. Buradan dönmeyi hiç düşünmediler. Dönmeyi isteseler de bu saatten sonra dönebilecek halleri yok. AKP iktidarının, Erdoğan iktidarının gitmesinden sonra bunlar telâfi edilebilir mi? Sanmıyorum. Artık çok büyük travmalar yaşayan binlerce insan ve onların yakınları, onların çocukları, torunları Türkiye toplumuna karışacak ve kendi başlarının çaresine bakmaya çalışacaklar. Böyle bir kötü tabloyla karşı karşıyayız. Bunun sorumlusu öncelikle Fethullah Gülen, ama aynı zamanda ülkeyi yönetenler ve ülkenin genel çıkarları yerine kendi iktidarlarının sürmesini her şeyin önüne koyanlar, yani başta Recep Tayyip Erdoğan ve yanındaki ekiptir. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.