Erdoğan’ı Bahçeli’den kopartma çabaları

Cumartesi günü Erdoğansız AKP mümkün mü? başlıklı yayınımda, AKP’yi “fabrika ayarları“na döndürme çabalarının Erdoğansız formülünü ele almıştım. Bugün de Cumhur İttifakı’nı sonlandırarak, Erdoğan ile birlikte eski AKP’ye dönme temenni ve arayışlarını yorumladım.

Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı 

Merhaba, iyi günler. Bugün ikinci kez karşınızdayım. Öcalan’la ilgili yaptığım yayında da söylemiştim; tereddütlüyüm yapıp yapmayacağıma diye, ama yapmaya karar verdim: Bahçeli’yle Erdoğan’ın birlikteliğinin, ittifakının sonlandırılma çabaları… Şimdi, şöyle bir hakikat var: Türkiye’de iktidar artık siyaseti ilkeler üzerinden, politikalar üzerinden yürütmüyor, tamamen iktidarda kalma üzerinden yürütüyor ve bu anlamda da esas olarak önüne rakamları koyuyor. Rakam derken de, daha çok, öncelikle tabii ki seçimde çıkması muhtemel rakamları koyuyor. Recep Tayyip Erdoğan, daha Refah Partisi il başkanlığından beri Türkiye’de kamuoyu araştırmalarına en çok önem veren siyasetçilerden birisiydi. Hâlâ öyle olduğunu biliyorum, duyuyorum. Dolayısıyla seçmenin nabzını herhalde en iyi o tutuyordur ve oyların hem kendi partisinden hem şahsen kendisinden, ama bir bütün olarak da Cumhur İttifakı’ndan kaydığını ve yeniden seçilmenin şu haliyle mümkün olmadığını görüyordur. 

Onun yapıp ettiklerine baktığımız zaman, öncelikle bu %50+1 oyu nasıl toparlayacağı, yüzde %50+1 olamıyorsa bunu indirmenin yolunu nasıl bulacağı şeklinde giden bir sürü arayış var ve şu âna kadarki arayışlarından pek bir sonuç alabilmiş gibi gözükmüyor. Bir ara, biliyorsunuz, İYİ Parti’ye yönelik bayağı bir ilgileri vardı — gerek Bahçeli’nin gerek Erdoğan’ın. Bu pek olabilecek bir şey değildi; MHP’nin olduğu yerde İYİ Parti’nin de olması çok mümkün gözükmüyordu. Öte yandan, bu çıkışın ne kadar anlamlı olduğunu, o çıkışın, yani o davetin ardından İYİ Parti’nin oylarını sistemli bir şekilde arttırıyor olması –tabii bunu kamuoyu araştırmalarına göre diyoruz– gösterdi. Yani İYİ Parti’deki bir yükselişi gördüler, öngördüler ve onun önünü almak istediler, fakat engelleyemediler. 

Şu haliyle, CHP ve İYİ Parti’den oluşan Millet İttifakı’nın gidişatı Cumhur İttifakı’na göre daha parlak gözüküyor; ama tabii ki ortada hâlâ çok bilinmeyen husus var. Bu bilinmeyen hususlardan bir tanesi, tabii ki öncelikle HDP meselesi. HDP’nin de tercihini 31 Mart’ta olduğu gibi bir şekilde Millet İttifakı’ndan ya da onun cumhurbaşkanı adayından yana yapacağını varsayarsak –bu yüzde yüz kesin bir şey değil tabii ki–, çok şey olabilir o zamana kadar, Öcalan yayınında da değindim: Devlet Öcalan’ı bir koz olarak kullanmak isteyebilir yeniden; ama ne kadar etkili olur o da belli değil, her neyse. Geride birtakım diğer partiler kalıyor. Yani Gelecek, DEVA, Saadet Partisi, daha sonradan kurulan Memleket Partisi ya da Mustafa Sarıgül’ün Türkiye Değişim Partisi; bunların ne kadar etkisi olur? Tabii ki Memleket Partisi’yle Değişim Partisi’ni ayrı bir yere koyalım; Gelecek ve DEVA hakkında ilk başlarda ilgi daha fazlaydı bunlara yönelik, sonra ilgide bir azalma oldu. İlginç şeyler yaşanıyor orada, ilginç açıklamalar yapılıyor. Cumartesi günkü yayında bundan bir şekilde bahsettim; ama DEVA’dan konuştuğum bazı isimler böyle bir şeyin olmadığını, onların yönünün tamamen AKP dışında, iktidar dışında olduğunu, yani kendilerini muhalefet partisi olarak gördüklerini söylediler ve örnek olarak da, en son Ali Babacan’ın –yanılmıyorsam Trabzon’da–, bir vatandaşın sorusu üzerine, “Kesinlikle Cumhur İttifakı’na gitmeyeceğiz” demesini gösterdiler; fakat burada bir incelik var bence — ki bunu Deva Partisi’nden muhataplarına da söyledim, o da şu: “Cumhur İttifakı’na gitmeyeceğiz, orası kesin” diyorlar; fakat “Erdoğan’la yan yana durmayacağız” sözü en azından o cümlede yoktu. Cumhur İttifakı deyince sadece AKP’yi anlamıyoruz, AKP+MHP diye anlıyoruz. Bunu bir yere kaydetmek lâzım bence.

Bir diğeri de tabii ki, özellikle Gelecek Partisi’nden ve Ahmet Davutoğlu’dan peş peşe gelen açıklamalar. Onun son dönemde iyice Bahçeli üzerinden, özellikle Kürt meselesini de bir şekilde katarak iktidarı eleştirdiğini görüyoruz. Mesela en son, “Bahçeli en son Diyarbakır’a ne zaman gitti?” diye sordu. Bahçeli’yi katarak bir muhalefet çizgisi izliyor. Bütün bunlar bazı gazetelerde çıkıyor; MHP’nin AKP içerisinde kendilerinden uzaklaşmak isteyen, yani MHP’yle ittifakı bitirmek isteyen kesimlerden rahatsız olduğu yolunda birtakım spekülasyonlar var.  

Kimler bunlar? Öncelikle tabii ki AKP içerisinde hâlâ bir şekilde güçlerini korumaya çalışan Kürt isimler, Güneydoğu’daki teşkilatlar vs.. İlk akla gelen budur; ama bunun da ötesinde, aslında bu MHP ile ittifak olayının giderek kendilerine kaybettirmeye başladığını ve AKP’nin bu haliyle, MHP’yle birlikte iktidarı korumasının mümkün olmadığını, iktidarı koruması için yeni oyları katmanın yolunun ise birtakım siyasi açılımlardan geçtiğini ve bunu da MHP’yle yapmanın mümkün olmadığını düşünüyor olsalar gerek — ki hiç de isabetsiz bir düşünce değil. Burada, AKP’nin tekrar otoriterlikten bir şekilde, kademeli bir şekilde arınıp, Türkiye’yi tekrar bir hukuk devleti, daha demokratik bir ülke, kuvvetler ayrımının olacağı bir ülkeye doğru çevireceği… Burada engelin esas olarak MHP olduğu şeklinde; aynı şekilde, AKP’nin tekrar Kürt meselesi konusunda bir şeyler söyleyebileceği, ancak bunun da MHP’den arınmasıyla mümkün olduğu yolunda bir görüş var. Bu ne derece gerçekçi? Bence değil; ama bir son ümit olarak buna bağlanmış olan AKP içinden ve dışından çevreler olduğunu görüyorum. 

Eminim sizler de görüyorsunuzdur, tanıyorsunuzdur böyle isimleri, böyle kişileri; ama bunun nafile bir çaba olduğu kanısındayım. Öncelikle, birincisi Erdoğan’ın MHP tarafından aklının çelinmesi diye bir şey yok. Erdoğan bir tercih yaptı, belki de ilk başladığındaki tercihi buydu; yani “Doğru yoldaydı, sonra bir şekilde doğru yoldan saptı” şeklinde yapılan yorumlar, özellikle “AKP’nin fabrika ayarları” diye bir şeyden bahsedenler –bunların kimisi AKP’nin içinde, kimisi ayrılmış olanlar– tekrar Erdoğan’ı doğru yola çekmek istiyorlar. 

Bu ne derece doğru? Açıkçası emin değilim; çünkü pekâlâ tersi de olabilir. Erdoğan’ın gerçek yoluna, kendi yoluna koyulabilmek için belki de tercih etmediği bir yolla başladığını, sonra zamanı geldiğini düşündüğünde esas gönlünden geçeni, bu tek adam rejimini inşa ettiğini düşünmek daha gerçekçi olabilir. Ama her halükârda şunu biliyoruz: Erdoğan iktidarını kaybetmek istemiyor, iktidarını kaybetmemek için de her şeyini değiştirebilir, yenileyebilir; çünkü şu âna kadarki bütün süreçte sürekli bir önceki dönemini tekzip eden, bir önceki döneminin müttefiklerini karşısına rakip alan, hatta düşman olarak çıkartan bir Erdoğan oldu. Bahçeli ve MHP de zaten Erdoğan’ın uzun bir süre en önemli hasımlarından birisiydi. Aslında MHP için bu daha da fazla geçerliydi. MHP’nin de aslında en büyük özelliği ve stratejisi, AKP’yi ve Erdoğan’ın şahsını eleştirmekti; ama sonunda birleştiler. Pekâlâ tekrar eski günlerine dönebilirler teorik olarak; ama burada bir başka sorun var, o da bu ittifakın ek ortağının MHP olmadığı. MHP’nin dışında da, geçmişte devletin değişik kademelerinde yer alan, bugün de yer alan çevrelerin de bu ortaklığın bir parçası olduğu yolunda çok güçlü bulgular var. Sedat Peker’in açıklamaları bir anlamda bunları bize gösterir gibi olmuştu; ama devamı gelmedi. 

Dolayısıyla Erdoğan’ın burada sadece MHP’yle ipleri kopararak kendine yeni bir yol çizmesi bir kere pratikte mümkün değil. Onun dışında, şu anda iktidarı paylaştığı tüm çevreleri tamamen dışlayarak, nerede kalmıştık deyip geçmişe giderek, tekrar Kürt meselesi, demokrasi –neydi o? “İleri demokrasi”, ne zamandır kullanmıyor– bunları diyebilmesi bana hiç gerçekçi gelmiyor. Yani buraya yatırım yapmak, böyle bir seçeneğe yatırım yapmak, bence büyük ölçüde çaresizlikten. AKP içerisindeki çaresizleri anlamak mümkün; onlar da belki son bir koz olarak, son bir ümit olarak bunlara yöneliyorlar ve daha sonra da belki bu AKP treninden inecekler; ama zaten AKP’den kopmuş olan kesimlerin böyle bir, oluru olmayan, oluru olsa bile geleceği olmayan bir şeye bel bağlamaları… Yani şunu söylüyorum: Tamam, diyelim ki Erdoğan MHP’den kurtuldu, tekrardan bir şeyleri yeni baştan hiçbir şey olmamış gibi yapmaya çalışıyor; bu ona ne getirecek? Bu ona tekrar iktidarı getirir mi? Tekrar iktidarı korumasına yarar mı? Açıkçası hiç sanmıyorum. 

Bir kere, en önemli mesele inandırıcılık sorunu olacak. Bir diğer önemli mesele, tabii bütün bu süreçteki en önemli belirleyici husus ekonomi. Her ne kadar Erdoğan Amerika Birleşik Devletleri’ne giderken yaptığı açıklamada, sanki bir sorun yokmuş gibi, sorun varsa da kendisinden kaynaklanmıyormuş gibi yapsa da. Yani bir zulümden bahsediyor, hayat pahalılığı zulmünden bahsediyor. Dünyanın hiçbir yerinde iktidardaki kişiler hayat pahalılığından öteki bir şeymiş gibi, kendileriyle alâkası olmayan bir şeymiş gibi bahsedemezler, hiçbir inandırıcılığı yok; ama bu inandırıcılığı olmayan açıklamayı yapmak zorunda hissediyor Erdoğan kendisini. Çok büyük bir çaresizliği var. Her halükârda öncelikle çözmesi gereken sorun ekonomi. Ekonomi konusunda birtakım adımlar atacaktır illâki; daha önce gördüğümüz gibi –ki bunu yanılmıyorsam Davutoğlu da söylemiş– mesela tanzim satış mağazaları yapmıştı yerel seçim öncesi. O zaman da ben bunun çok büyük bir stratejik hata olduğunu söylemiştim; zira tanzim satış mağazaları yaptığınız zaman, siz, hayatın pahalı olduğunu kabul ediyorsunuz, bunun sorumlusunun kendiniz olduğunuzu kabul ediyorsunuz ve bunu çözmeye yönelik adım atmak diye bir şey yapıyorsunuz; ama bu adımın çok kısıtlı ve sürdürülebilir bir adım olmadığı ortaya çıkıyor; nitekim tanzim satış mağazaları da belli bir süre içerisinde unutuldu gitti. Benzer bir şeyi MHP “askıda ekmek” diye yapmaya çalışmıştı; onlar da bu olayın ne kadar kendilerinin aleyhine olduğunu herhalde gördükleri için bundan vazgeçtiler. Dolayısıyla Erdoğanlı senaryoların her biri, ekonomik sorun mevcut olduğu müddetçe kolay kolay Türkiye’de iktidarı tekrar muhafaza etmeye yetmeyecek, öncelikle bunu vurgulamak lâzım. 

Peki Erdoğan gittiği zaman ekonomi düzelecek mi? Kesinlikle böyle bir şey yok; fakat çok önemli bir şey olacak: İktidarı devralanlar ekonomik sorunları çözme konusunda rasyonel, uluslararası standartlara uygun birtakım çözümler arayacaklarını söyleyerek ve buna uygun birtakım –bulabilirlerse– kadroları ortaya çıkaracaklar. Bu konuda özellikle İYİ Parti’nin birtakım çalışmaları olduğunu biliyorum. Önümüzdeki günlerde, herhalde Ekim ayında bu konuda ciddi bir çıkış yapacaklar duyduğum kadarıyla; bunları yaparlarsa zaten psikolojik olarak ekonomide bir canlanma, toparlanma olacaktır ve çarklar işleyebilecektir; ama Erdoğan’ın öncelikle bir sorunu var. Bunların hepsini bir kenara bırakalım, Erdoğan ideolojik olarak Bahçeli’den kopabilecek bir noktada değil; çünkü şu anda ülkedeki ideolojik-siyasî perspektifi esas çizen kişi Bahçeli. Bir zamanlar, MHP yöneticileri 12 Eylül’de yargılanırken, Agâh Oktay Güner’in lâfıdır bu, MHP Genel Başkan Yardımcısı’ydı o tarihte: “Kendimiz zındanda, fikrimiz iktidarda” demişti. 12 Eylül yönetiminin kendi ideolojilerini devraldığını söylemişlerdi. Şimdi de 12 Eylül’ü andırır bir dönemden geçiyoruz ve MHP’nin düşüncesi iktidarda ve MHP’nin kendisi iktidarda. Bu ideolojik yenilenmeyi Erdoğan’ın hızlı bir şekilde yapabileceğini sanmıyorum; bunu yapmaya çalışsa bile inandırıcı olacağını sanmıyorum. 

Fakat ortada bir başka seçenek var, tabii o da şu: Bahçeli Erdoğan’ı bırakırsa ne olur? İşte bu seçeneği çok fazla telaffuz etmiyoruz, çok gerçekçi gelmiyor bize; çünkü Bahçeli bırakırsa ne elde edecek ki? Yani iktidar var elinin altında, ne güzel iktidar var, bu iktidarı niye bıraksın? Bu soru çok ciddi bir şekilde, çok sahici bir şekilde duruyor; fakat unutmayalım: Bahçeli en son DSP ve ANAP’la birlikte koalisyon ortağıyken ve ülke ekonomik bir krize tam anlamıyla sürüklenmişken, ülkeyi seçime götürdü ve kendisi daha sonra yapılan ilk seçimde barajı aşamadı. Buna rağmen yaptı. Yani bir tür kamikaze dalışıydı bu ve gerçekten de gitti. Daha sonra toparlayabildi, ama bunu yapabilmiş bir siyasetçiden bahsediyoruz. Dolayısıyla o tarih– tabii ki o günle bugün aynı değil, kesinlikle aynı değil, çok farklılıklar var vs. ama– yine de olayı, Erdoğan’ın Bahçeli’den –bazılarının iddialarında kullandığı fiille söyleyecek olursak– “kurtulması” değil, Bahçeli’nin Erdoğan’dan kurtulması olarak da pekâlâ görmek mümkün; çünkü belli bir aşamadan sonra Bahçeli şu hesabı yapabilir: “Bu iktidarla birlikte elde ettiklerim, kazandıklarım, kaybettiklerimin gerisinde kalıyor” diyebilir. Bu hesabı nasıl yapabilir bilmiyorum; kimilerine göre burada en çok kazanan Bahçeli, ama bir yandan da baktığımız zaman MHP çok da iyi bir durumda gözükmüyor, çünkü bu iktidar adına birçok şeyinden feragat etti Bahçeli, birçok eleştirisinden feragat etti, birçok duruşundan feragat etti. Mesela şu Çin’de yaşanan, Sincan’da yaşananlara bakın: MHP’nin ağzını bıçak açmıyor. Daha önce de iktidar ortağıyken yine böyleydi, şimdi de böyle; ama bunun örneklerini çoğaltabiliriz. Atatürk, laiklik konusunda arada sırada yaptığı birtakım açıklamalar var; ama büyük ölçüde, şu son dönemde devletin AKP eliyle yukarıdan aşağıya İslamizasyonu politikalarına çok da fazla ses çıkarmadığını görüyoruz. Her neyse, toparlayacak olursak: Birileri Erdoğan’ı Bahçeli’den kopartmak istiyor. Bunun gerçekleşebileceğini sanmıyorum. Gerçekleşse de buradan bir sonuç çıkacağını sanmıyorum. O birileri içerideyse anlaşılır bir şey; dışarıdan bunu yapmak isteyenler Erdoğan’la birlikte batmayı göze alıyorlar demektir. Bence Erdoğan yatırım yapılabilecek bir siyasetçi olma özelliğini kaybetti; ama bu arada en sonda söylediğim, Bahçeli’nin Erdoğan’dan kopma ihtimalini de hiç yabana atmamak gerekir. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.