Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

TİHV Akademi araştırdı: “Türkiye’de yurttaşlık alanını daraltan hak ihlallerinin temelinde iktidarın ve rejimin kendisi var”

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) bünyesinde çalışmalarını yürüten TİHV Akademi, Türkiye’de demokratik düzeni tehdit eden ve özgürlükleri hedef alan baskıların 2015-2019 yılları arasında nasıl bir seyir izlediğini araştırdı. Kuşatma Altındaki Yurttaşlık Alanı – Susturma, Baskılama ve Suçlulaştırma Pratikleri raporuna göre, Türkiye’de kamu makamlarının ve siyasi karar vericilerin söylemleri, hak ihlali için uygun ortamı sağlayarak ihlalleri meşru gösteriyor ve yurttaşlık alanını daraltıyor. Raporda, “Sorunun temelinde sadece uygulamaya ilişkin yanlışlar değil, fakat esas olarak mevcut siyasi yapının iktidarın ve rejimin kendisi vardır” tespiti yapıldı.

“Kamusal alanda dile getirilen her itiraz, ‘Yabancı güçlerle işbirliği’ olarak yaftalanıyor”

Raporda, insan hakları savunucuları, sivil toplum kuruluşları, siyasi muhalefet ve genel olarak yurttaşlar tarafından kamusal alanda dile getirilen her türlü eleştiri ve itirazın suç unsuru olarak tanımlandığı şöyle anlatıldı:

Cumhurbaşkanından başlayarak hükümet yetkilileri ve siyasi müttefikleri tarafından ‘yerli ve milli’ iktidara karşı ‘yabancı güçler’le eylem ve söylem birliği içinde olmakla suçlanıyor; ‘milli güvenliğe tehdit’ olarak yaftalanıyor; hatta artık neredeyse rutinleşmiş ve sıradanlaşmış bir biçimde ‘terör’le ilişkilendiriliyor. Bu düşmanlaştırıcı söylem, zaman zaman spesifik bir muhatabı olmaksızın ‘yerli ve milli biz’ ile ‘onlar’ arasındaki sınırları ve karşıtlığı tahkim etmek; zaman zaman spesifik kişi ve grupları doğrudan hedef almak; zaman zaman da ihlalleri ve ihlalcileri savunup meşrulaştırmak üzere kullanılıyor.

“İfade özgürlüğü ihlalleri sivil topumu ve siyaset alanındaki çoğulculuğu bastırmaya yönelik”

Türkiye’de siyasal rejimin 2015 yılından itibaren hızla otoriter bir dönüşüm geçirdiğine dikkat çekilen raporda basında, sosyal medyada ve daha genel olarak kamusal alanda ifade özgürlüğünün yoğun ve sistematik ihlaller yoluyla engellendiği tespiti yer aldı:

“Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlama ve ihlaller, başta basın ve sosyal medya olmak üzere çeşitli mecralarda ve son derece geniş bir yelpazeye yayılan farklı yollarla gerçekleşiyor. İfade biçimleri açısından bakıldığında, sözlü ve yazılı ifadelerden görsel ve sanatsal performanslara, kılık kıyafetten kültürel renk ve sembollere hemen hemen tüm ifade biçimleri ihlale maruz kalabiliyor. İçerik açısından bakıldığında ise ihlallerin ana hedefini siyasal söylem ve semboller oluşturuyor. Diğer bir deyişle, ifade özgürlüğü ihlalleri öncelikle siyasal eleştiri ve itirazı susturmaya, sivil toplum ve siyaset alanındaki çoğulculuğu bastırmaya yönelik bir nitelik taşıyor.”

“İfade özgürlüğü en çok, Kürtler’in çoğunlukta olduğu illerde engellendi”

İhlallerin, illere göre dağılımına bakıldığında en sık ihlal bildirilen şehirlerin başında İstanbul, Diyarbakır ve Ankara’nın geldiğini görülüyor fakat raporda ihlal sayıları il nüfusuna oranlandığında bu sıralamanın değiştiği ve ilk üç sırayı Tunceli, Diyarbakır ve Şırnak’ın aldığı vurgulanıyor. Rapora göre 2015-2019 yılları arasında ifade özgürlüğünün en yoğun biçimde ihlal edildiği iller, Kürtler’in yoğun olarak yaşadığı iller.

En yaygın suçlamalar: “Cumhurbaşkanına hakaret” ve “örgüt propagandası”

Raporda, elde edilen verilerin sadece tespit edilebilen veriler olduğu hatırlatılırken Türkiye’de yaşanan hak ihlallerinden en çok “cumhurbaşkanına hakaret” ve “örgüt propagandası” suçlamalarının ön plana çıktığı tespitine yer verildi. Bunun bir tesadüf olmadığı ve otoriterleşme süreciyle ilişkili olduğu ise şu sözlerle anlatıldı: “’Cumhurbaşkanına hakaret’ suçlamasının sıklığı iktidarın kişiselleşmesinden, ‘örgüt propagandası’ suçlamasının sıklığı ise yeni rejimin her türden eleştiri ve itirazı terörle ilişkilendiren düşmanlaştırıcı yaklaşımından kaynaklanıyor.”

“Hakaret soruşturmaları cumhuriyet tarihinde görülmemiş sayılara ulaştı”

Rapora göre cumhurbaşkanına hakaret sebebiyle başlatılan soruşturma ve davalar, Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı görevini devraldığı Ağustos 2014 sonrasında büyük bir hızla arttı ve cumhuriyet tarihinde daha önce görülmemiş sayılara ulaştı. Adalet Bakanlığı verilerine göre, 2010-2014 arasındaki beş yıllık dönemde cumhurbaşkanına hakaret gerekçesiyle başlatılan toplam soruşturma sayısı 2 bin 804, bu soruşturmalar sonucunda açılan kamu davası sayısı ise 690. Buna karşılık Erdoğan’ın görevde olduğu 2015-2019 arasındaki beş yıllık dönemde toplam 128 bin 190 soruşturma başlatıldığı ve toplam 27 bin 607 kamu davası açıldığı görülüyor.

“Barış İçin Akademisyenler Vakası: Tedbir devleti performansı”

Raporda “Yakın tarihin en kritik ifade özgürlüğü vakalarından biri” olarak tanımlanan “Barış İçin Akademisyenler Vakası”na yönelik tepkilerin, “tedbir devleti performansı” olduğuna dikkat çekilerek çok sayıda akademisyenin gözaltına alındığı, bazı akademisyenlerin ise yaşadıkları kentten can güvenliği endişesiyle ayrılmak zorunda bırakıldığı şöyle anlatıldı:

“Bildirinin imzacılarından Dr. Esra Mungan, Doç. Dr. Kıvanç Ersoy, Dr. Meral Camcı ve Dr. Muzaffer Kaya, Mart 2016’da tutuklandılar ve 40 gün cezaevinde kaldılar. Açık tehditler ve hedef gösterme saldırıları zaman içinde tedricen azalırken, disiplin ve ceza soruşturmaları, bezdirme uygulamaları, istifaya veya emekliliğe zorlama, işten çıkarma ve diğer ‘medeni ölüm’ pratikleri sistematik biçimde arttı.”

“İfade özgürlüğü ihlallerinin yüzde 54’ü medyaya yönelik”

İfade özgürlüğünün kamu gücünü elinde tutan makamlar tarafından yoğun ve sistematik olarak ihlal edildiği tespitine yer verilen raporda, 2015-2019 yılları arasında bildirilen ifade özgürlüğü ihlallerinin yüzde 54’ünün doğrudan doğruya medya ile ilgili olduğu belirtildi. Raporda, “2015-2019 arasındaki beş yıllık dönemde toplam 184 medya ve yayın kuruluşu kamu makamları tarafından kapatıldı. Kapatma işlemlerinin 170’i mahkeme kararı olmaksızın olağanüstü hal KHK’leri ile tesis edildi ve bu şekilde kapatılan kuruluşların mal varlıklarına devlet tarafından el kondu. Toplam 21 medya kuruluşu hakkındaki kapatma kararı ise daha sonra yine olağanüstü hal KHK’leri ile kaldırıldı” denildi.

“Gazetecilere yönelik çok sayıda sivil şiddet saldırısı gerçekleşti”

Rapora göre polis baskısı ve yargısal tacizlerin yanı sıra, 2015-2019 yılları arasında medya kuruluşlarına, gazetecilere ve basın yayın çalışanlarına yönelik çok sayıda sivil şiddet saldırısı gerçekleşti. Saldırılarda en az beş gazete kurumsal olarak, en az 23 gazeteci ise kişisel olarak hedef alındı. Yine aynı dönemde, Azadiya Welat gazetesi çalışanı Barış Boyraz Ankara’da, Evrensel gazetesini dağıtan Zeynep Tunçel ise İzmir’de kaçırıldı. Türkiye’de ikamet eden Suriyeli gazeteciler İbrahim Abdulkadir, Firas Hammadi, Naji El Jerf ve Muhammed Zahir el Şerkat Urfa ve Antep’te; Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı ise ülkesinin İstanbul konsolosluğunda katledildi.

“Sosyal medya denetimi üzerinden siyasi baskı yapılıyor”

Raporda İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan resmi açıklamaların, Türkiye’de siyasal baskı amacıyla sürdürülen rutinleşmiş bir sosyal medya denetimi olduğunu ortaya koyduğu tespitine yer verildi. Raporda yer verilen İçişleri Bakanlığı verilerine göre 2018 yılında 42 bin 406 sosyal medya hesabı, 2019 yılında ise 53 bin 914 sosyal medya hesabı ‘terör örgütü propagandası yapan, bu örgütleri öven, terör örgütleri ile iltisaklı olduğunu alenen beyan eden, halkı kin, nefret ve düşmanlığa sevk eden, devlet büyüklerine hakaretlerde bulunan, devletin bölünmez bütünlüğüne ve toplumun can güvenliğine kast eden, nefret söylemleri içeren’ sosyal medya hesapları olarak sınıflandırıldı ve buna bağlı olarak 2018 yılında 18 bin 376 kişi hakkında, 2019 yılında ise 24 bin 224 kişi hakkında “yasal işlem” başlatıldı.

“Toplanma özgürlüğünü ihlal eden aktörler: ‘Kolluk güçleri’, ‘mahkemeler’ ve ‘mülki idare’”

Rapora göre 2015-2019 yılları arasında toplanma ve gösteri özgürlüğünün ihlal edildiği toplam 4 bin 771 vaka tespit edildi. Tespite göre, bu ihlaller sonucunda “20 bin 71 kişi gözaltına alındı, 662 kişi tutuklandı, 4 bin 907 kişiye ceza davası açıldı, 999 kişiye toplam 13 bin 370 ay hapis cezası verildi, 4 bin 450 kişi kolluk güçlerinin fiziksel şiddetine maruz bırakıldı, bin 22 kişi bombalı sivil şiddet saldırılarında yaralandı, 19 kişi kolluk güçlerinin müdahalesi sonucu öldü, 141 kişi bombalı sivil şiddet saldırıları sonucu öldü.” Raporda sivil şiddet saldırıları dışında, toplanma ve gösteri özgürlüğüne yönelik ihlallerde rol oynayan başlıca aktörlerin “kolluk güçleri”, “mahkemeler” ve “mülki idare” olduğu bilgisi paylaşıldı.

“Toplanma ve gösteri yapma hakkını can güvenliği sorunu haline getirdiler”

Tespit edilen verilere göre 2015-2019 yılları arasında barışçıl toplantı ve gösterilere yönelik 31 ayrı sivil şiddet saldırısı yapıldı. Sivil şiddet saldırılarından üçü 2015 yılında Diyarbakır, Suruç ve Ankara’da barışçıl kitle toplantılarının hedef alındığı bombalı katliamlar oldu. Söz konusu üç saldırı sonucu toplam 141 kişi öldürüldü, bin 22 kişi ise yaralandı. Rapora göre bu katliamlar, Türkiye’de toplanma ve gösteri yapma hakkının kullanımını özellikle muhalif gruplar için genel bir “can güvenliği” sorunu haline getirdi ve toplumda yarattıkları “şok etkisi” ile demokratik yurttaşlık alanının tahribatında kritik bir rol oynadı.

Gezi Davası ve Osman Kavala’nın bitmeyen tutukluluğu

Osman Kavala’nın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin serbest bırakılmasına yönelik hükmüne rağmen tahliye edilmediği bilgisine yer verilen raporda, Kavala’nın tek tutuklu sanığı olduğu Gezi Davası’nın hala sürdüğüne dikkat çekildi. Tespit edilen verilerde “terör suçları” kapsamında hedef alınan grupların HDP ve DBP ile sınırlı olmadığına, insan hakları örgütlerinden çeşitli konularda çalışan sivil toplum kuruluşlarına ve meslek odalarına kadar çok sayıda kurumun da aynı yolla suçlulaştırıldığına dikkat çekildi. Kanundaki istisnai bir tedbir olan “tutuklama”nın siyasal alandaki çoğulculuğu ortadan kaldırmak için araç haline getirildiği vurgulandı.

Raporun tamamına bu adresten ulaşabilirsiniz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.

İlgili içerikler