Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Gezi mi, Ukrayna mı? – Seçime doğru diplomasi

Putin’in Ukrayna’yı işgali Erdoğan’a diplomaside manevra alanı açtı. Türkiye, Ukrayna’ya savunmasının sacayağından birini oluşturan SİHA’ları sattı, Montrö’yü uyguladı ve hava sahasını da Rusya’nın askeri uçuşlarına kapattı. Yaptırımlara uymadı ama delmedi de. Zevahiri kurtarmak için olsun, Rusya ve Ukrayna’yla konuşabilen ve saldırganla kurbanı bir araya getirebilen komşu olduğunu da gösterdi. Erdoğan’dan daha fazlası beklenmiyordu, şimdilik “daha fazlası” için bir talep de yok. Daha önemlisi, bizzat Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky, Türkiye’den duyduğu hoşnutluğu belirtti ve Erdoğan’a defalarca teşekkür etti.   

Böylece Ankara yeniden Batılı liderlerin (Mitsotakis, Scholz, Rutte, Duda) uğrak yeri oldu. Erdoğan, NATO zirvesi marjında Macron ve Draghi’yle ayrı ayrı “sıcak” görüşmeler yapabildi. Biden’la hiç yoktan telefonla temas kurdu. ABD Dışişleri, Kongre’ye F-16 mektubunu yazdı. Blinken muhatabı Çavuşoğlu’nu Vaşington’a davet etti; Senato’da Türkiye ve Hindistan gibi müttefiklerle “ortak olabilme pozisyonunda olursak Rusya ile öteden beri savunma ilişkisi olan pek çok ülke bu ilişkilerini yeniden gözden geçirir” dedi. Sınırdaş Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki PKK üslenme alanlarına yönelik bahar harekâtını başlattı, Bağdat dışında (o da usulen) kimsenin kaşları kalkmadı. Üzerine, İsrail’le işleri yola koymanın “kelebek etkisi” Vaşington’da hissedildi. Mısır’la gerilimin azaltılması hem Doğu Akdeniz/Libya hem Müslüman Kardeşler boyutlarıyla, Suudi Arabistan (SA) ve BAE’nin yanı sıra Fransa’da da olumlu etki yaptı.  

Kaşıkçı Davası SA’na devredilince, bu defa temas talebi Riyad’dan geldi, Mekke’de namaz kılma fırsatı doğdu. Katar’ın yanı sıra, SA ve BAE’den seçim ufkunda “kasa rahatlığı” sağlama olanağı belirdi. Enflasyon gibi İstanbul’da konut satış fiyatları ve kiraları da denetimden çıkıp patlarken, “yukarıdan bakış” yurttaşlık satışları, savaştan kaçan oligark, Ukraynalı mağdur ve Rus rejim karşıtlarının da buraya yönelişi aynı “kasa rahatlığı” açısından mutlulukla karşılandı. Bahar-yaz mevsimiyle, “bolluk-bereket” aylarına girildiği iddiası da tarımıyla, turizmiyle birlikte, aynı anlatının garnitürü yapıldı.  

Önündeki “madeni” gören Erdoğan orada durmadı. “Dostları” Orban ve Vuciç’in seçim zaferlerini not etti. Soğuk Savaş ortamındaki gibi Türkiye’nin jeopolitik değerinin öne çıkmasının “bin ayıp örteceğini” fark etti. Bu defa, şu yapay “on büyükelçi krizinde” Türkçe ve İngilizce metinleri farklı yazmak cinliğiyle “liyakat” nedir anlatan hariciyeye de iş düşmedi. (Hariciyede liyakatın ne olduğunun farklı bir yorumu için dileyenler eski AİHM yargıcı Büyükelçi Rıza Türmen’in Gezi Davası yorumunu okuyabilir.) Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet, diğerlerine 18’er yıl hapis cezası çıkmasına AB başkentlerinden bazı cılız sesler duyulurken Ankara’daki diplomatik temsilcilikleriyse, derslerini almış da ediyor ezber olacaklar ki, “uslu” durmayı seçtiler.

ABD Başkanı’nın zoraki Ermeni Soykırımı açıklamasına*, keza zoraki tepki verildi. Üstelik karşı çıktığı tezkereye dayandırılarak başlatılan Pençe-Kilit harekâtına “mehmetçiğin ayağına taş değmesin” diyerek Kılıçdaroğlu refleksif destek çıkarken, “altılı masa” da son toplantısında Biden’e yine refleksif had bildirme zorunluluğu hissetti. Ermenistan’la normalleşme süreci, İsrail’le ılımlı ilişkilere benzer biçimde maliyeti düşük, getirisi yüksek bir girişim olarak zemin yumuşattı. Aynı bağlamda, İsrail’in Mescid-i Aksa’ya terörle mücadele gerekçesiyle Ramazan tasallutu da geçiştirildi.

Esasen bu denli cerbezeli çözümlemelere de gerek yok. Anlayacağınız özetle Erdoğan’ın dediği şu: “Ukrayna’da savaş en az gelecek on yıl için uluslararası bağlamı değiştirdi. Bildiğin, tanıdığın, verimli çalışacağın ortak benim. Bak ‘demokratik’ muhalefetin de Batı’ya bakışı bilemedin benden hallice. Dolayısıyla ceberrutluğuma şimdilik göz yum. Şu seçimi de kazasız-belâsız atlatalım, bak ben de eskisi gibi sıkıntı çıkarmıyorum.” Öyle de, yine düzayak başka gerçekler de var. “Dünya dönüyor ama Ankara’nın çevresinde değil”, bunlardan biri. “Papaz (!) her zaman pilav yemez”, bir diğeri.  

Almanya’daki ABD üssü Rammstein’de Ukrayna’ya destek vermekte benzer düşünen ülkeler toplandı.  Toplantı İsrail, Fas, Katar, Japonya ve Avustralya gibi devletlerin ve AB’nin de temsiliyle 30 üyeli NATO’nun ötesinde kırktan fazla katılımcıyla yeni bir uluslararası koalisyona dönüştü. MSB Akar da oradaydı. Sözkonusu “temas grubu” her ay düzenli toplanacak. Bugüne dek Ukrayna’ya beş milyar dolar düzeyinde askeri yardım yapan ABD doğal olarak lider ülke. Ardından gelen Britanya’nın ikiyüz ve Fransa ile Almanya’nın yaklaşık yüzer milyon dolarlık katkılarda bulunması sıklet farkını gösteriyor.

Ağırlaşıp, derinleşerek süren Rusya’ya yönelik yaptırımların ucu açık. Amaç, Putin’in devrilmesi ve rejim değişikliği değilse de artık Rusya’nın dişlerinin sökülmesi. Nükleer başlık sayısı ABD’ye, ekonomik büyüklüğü ise ancak İspanya’ya denk Rusya’nın âleme nizama verme iddiasını taşıyamayacağı da açık. Küreselleşme duraksamış olabilir ama yeniden kurulmakta olan küresel düzende Rusya’nın hiç değil ama Çin’in de o tasarlanan düzeni bozucu olmasına izin verilmeyecek.

Erdoğan, Brüksel’de Macron ve Draghi ile temaslarında yeniden SAMP-T alımına ilişkin müzakerelerin önünü açtı. MSB Akar Rammstein’da yerini aldı. Almanya ABD üretimi nükleer silâh taşıma ve ağ içinde harekât yeteneğine sahip F-35 alım kararı verdi. O ortamda SSB Demir de çıktı, F-35 programından çıkarılmamıza neden olan S-400 konusunda “Masaya iki sistem için oturduk. Biz bunun birinci partisini aldık. İkinci partiyi de hemen akabinde teslim alabilirdik. ‘Türkiye düşündü taşındı Amerika ne derse desin ben ikinci sistemi de alacağım’ diye inatlaşıyor manzarasından çok Türkiye baştan verdiği kararın aynısını uygulamaya devam ediyor.” açıklamasını yaptı. İçişleri Bakanı Soylu’nun olur olmaz her fırsatta dile getirdiği ABD karşıtı demeçleri de herhalde yalnızca kendini bağlıyor.

Dağıttığımız parçaları toplayalım. Seçim gündeminde Ukrayna var mı, Kürt sorunu var mı, Gezi Davası trajedisi var mı? Pek yok sanki. Çorak ülkemizde “bağımsız yargı” epeydir oksimoron. “İfade özgürlüğü” bir serap. Muhalefetin toptan yasaklanmasına ramak** kaldı. Siyasetin ihanete eşitlenmesinin eli kulağında. Erdoğan Kavala’yı “yerli Soros” ilan ederken, “AİHM’lik iş kalmadı, bitti o iş” derken hikmet buyurduğuna kani. (BE Türmen ise sürenin 11 Mayıs’ta bittiğini anımsatarak “Türkiye 12 Eylül döneminde bile AK’nden ihraç edilmedi ama AİHM bu tespiti yapar ve karar uygulanmazsa ihraç edilebilir.” diyor.) Seçim tarihi yaklaştıkça, baskın seçim olasılığı varken ve olanağı da Erdoğan’ın elindeyken içinde bulunduğumuz karanlığın göz gözü görmez hal alacağı belli. Bakın bugün Putin, dün Stalin’in yaptıklarına gereksinim duymuyor artık yalanlarını halkına pazarlamakta.    

Tek adam rejimleri dış politikayla iç politikanın, siyasetle iktisadın bağlantısını koparabiliyor, çoğu zaman koparıyor da. Yargıya ve medyaya egemen olmak seçmenin gerçek algısını değiştirip, dönüştürüyor. Erdoğan da tekadamlıkta “ustalık” döneminde. HDP Eşbaşkanı Sancar ve kaçıncı kez linçe uğrayan Paylan’ın aralarında olduğu on milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması TBMM’ye gelecek. HDP’nin kapatılması, yağmur gibi siyaset yasakları da gündeme. Elde kalan alternatif medyanın ocağına incir dikmek de zihinlerde. Başta İmamoğlu, pek çok belediye başkanını yolsuzluktan alaşağı edip, yerlerine kayyum atamak da. TÜGVA’nın kapısına patlayıcı bırakıp hemen yakalanan terörist, Bursa’daki terör saldırısı da belki aynı senaryonun parçaları.

Dış politikada bütüncüllük, uzgörü, sağduyu, çokboyutluluk, eşgüdüm, ulusal çıkarlar deyip duruyoruz. Dışarıdan bakış Ukrayna tek başına Gezi’yi, Kürt sorununu, diğer her şeyi ikinci plana itmiş olabilir. Ancak muhalefetin başat hedefi “cumhuriyeti gerçek demokrasiyle taçlandırmak” olacaksa dışla iç politika arasında tutarlılık da aynı bütünün, aynı programın parçası olmak zorunda. Yoksa dış politikada devletin ardında hazırola geçmek de, haritadaki konumun ilanihaye ardına saklanmak da marifet, aklın gereği, hikmet-i hükümet filan değil.

Akşener’in “1908” ve “ya istibdat ya hürriyet” çıkışı bu bakımdan çok değerli. “Sen Abdülhamit’liğe özeniyorsan, ardından 1908, hepsinin ardından da Atatürk’ün laik cumhuriyeti geliyor” demek. Tutup “Akşener İttihat Terakki mirasına mı sahip çıkıyor” diye sorgulamak ise bence abesle iştigal. 1908-13 arasındaki kısa ömürlü çoksesliliği öne çıkarmak daha uygun. Kılıçdaroğlu’nun “öfke” vurgusunun ise korkarım “işlem paragrafı” eksik. Mersin mitinginin de, Adalet Yürüyüşü’nün olduğu gibi arkası gelmediydi. Durmak, durmayı önermek pek elverişli bir muhalefet tarzı gibi gelmiyor bana. Anayasaya sahip çıkmak, anayasadaki laiklik ilkesine, protesto hakkına sahip çıkmak “oyuna gelmek” mi?

“Her insan yaşamı boyunca kendi heykelini yontar” demiş ya İlhan Selçuk, o efsunkâr “liyakat” böyle de bir şey. Çocuğunuzun gözüne, sabah dişlerinizi fırçalarken kendi gözlerinize gözlerinizi kaçırmadan bakabilmek. Nice ışıltılı kariyerler müptezellikten müstehcenliğe evriliyor gözümüzün önünde. Bunun Türkçesi “üç kuruş için, üç günlük ikbal için değer miydi?” Buyurun, yavaştan hepimiz Kürt olmak neymiş öğrendik, geçmiş olsun. Bugün bile kendi itikatlarınca “makbul yurttaş” olma yarışını azimle sürdüren kimi muhaliflere de selâm olsun.

Elbet bir gün perde kapanacak, ışıklar açılacak. Kimimiz alelacele kulise, fuayeye saklanırken, Osman Kavala, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Yiğit Ekmekçi sahnede uzun uzun ayakta alkışlanacak. Selahattin Demirtaş, Selçuk Mızraklı ve diğer niceleri de.        

*Zahmet buyurup metni okuyanlar, kendi içinde oldukça dengeli ve Ankara açısından kullanışlı, hatta pek çok yönüyle temel alınabilir de olduğunu görecektir.

** Arapça “rmk” sözcüğünden: “Ölümden önceki son yaşam belirtisi, bakış.”

***Doç. Dr. Seda Demiralp’in Işın Eliçin’in son Femfikir yayınında dk.45:22 itibarıyla söylediklerini izlemenizi öneririm.     

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.