Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Atarlı özgüven, özgüven değildir

Dış politikada eylem-söylem makası epeydir açıktı. Belki işin doğası gereği öyledir, böyle olmak zorundadır ve bize özgü de değildir. Ancak bizim özelimizde Erdoğan ve kendilerine biçtikleri başat ödev ona yaranmak olan mutad zevatın bunu apayrı bir düzeye taşıdıkları da teslim edilmelidir sanırım. Yedi düvele atar-giderle geldik bugüne. Makası giderek açılan eylem ile söylemin yanı sıra bir de düşlem boyutu vardı. O da ana hatlarıyla ümmetin uhuvveti ve Osmanlı’ya İslamcı zihinlerdeki özlemin, o ergenlik hayallerinin sınırlarımızın ötesine, derken giderek tüm nüfusunun çoğunluğu Müslüman ülkelere yansıtılmasına dayanıyordu. 

Kasa tamtakır olup sular çekildiğinde kimlerin mayosuz denize girdiği maatteessüf anlaşıldı, bir büyük boşlukta bozuldu büyü. “İstifini bozmayan ağır abi” pozlarıyla geniş U dönüşü yapıldı. Ancak ağır abiliğin gereği ya Sedat Peker’vari “burnum düşse eğilip almam” ve “her koyun kendi bacağından asılır” olmalıydı. Veya o bir dönem viral olan temizlik emekçisinin “olm bak git” çıkışıyla dışa vurduğu tutum. Nitekim “sakin güç” atar-gider yapmaz. Bir şey atacaksa, söğüt yaprağı biçimli Sürmene çakısı gibi yarası dikiş tutmaz “cerrahi” kesikler atar.

Buna karşılık bence muhalefete düşen ortadaki bu temel çelişkiyi, yani imkân ve kabiliyetlerle hedeflerin tutarsızlığını ayan-beyan teşhir etmek ve bunu sürekli yineleyerek gündemde tutmak olmalıydı, “dediğimize geldiniz” demek değil. Ayrıca bir alternatif vizyon da önerilmeliydi, yüzüncü yılda yeniden kuruluşla uyumlu. Onun yerine korkarım CHP ve İYİP’in de malûl olduğu taşracı ve egemenlikçi yaklaşım, AKP ve MHP’nin İslamcı-milliyetçi atarlı sahte özgüveniyle örtüştü. Başka deyişle, iktidar ile muhalefet devletçilikte buluştular belki.

Mecazdan mecaza koşma pahasına özetleyelim: Anlatılan, “kurda sormuşlar ‘neden ensen kalın’ diye, ‘kendi işimi kendim görürüm ondan’ demiş.” Olan, yaşanan, ise “gordünğ mü, gordünğ mü, havaları basmayı gordünğ mü, paraları basmayı gordünğ mü?” Hey gidi hey hey, “yiğit muhtaç olmuş kuru soğana”, eyvah! Sürekli kendi göbek deliğimize bakmaktan, dünyayı kendi çevremizde döner sanmaktan, çevremizde ve yerkürede olan tektonik kaymaları ıskalıyoruz. Pekiyi, kendi sıkletimizde, bizim ligimizde gördüğümüz, öyle sandığımız kimi “egemen güçler” de bizim gibi davransaydı nasıl bir tablo ortaya çıkardı? Gelin, izleyen paragrafta onu deneyelim.    

Rus gazına muhtaç olduğumuz şu günlerde dahi Almanya’mızın nükleer enerjiden çıkmasını isteyenler Versay zihniyetinin artıkları vatan hainleridir. Ey Macron, AUKUS nükleer denizaltı kazığını yediğin ABD’ye Fransa’mızın Sahel’deki askeri lojistik hizmetini sen nasıl teslim edersin? Bunlar, üzerinde güneş batmayan, donanması duman attıran Britanya imparatorluğumuzu Manş Denizi’nde balıkçılık haklarıyla uğraşır hale getirmediler mi? Kendi savaş gemisini, hava savunma sistemini, helikopterini yapan İtalya’mızın siyaset sahnesinin gelişmiş dünyada maalesef güldürü konusuna dönüşmesi elbette düşündürücüdür.

Oralarda da dilbaz Fahri’ler, Ömer’ler, Mahir’ler gibi muhteşem dimağlar olsa, reyislerine böyle konuşma notları yetiştirirlerdi herhalde. Velev ki ne reyis, ne reyislik düzeni oralarda yok. Bizdeyse bakınız son olarak maşallah efelerin efesi iletişim şeysi Fahri Reuters’e babalandı. Okudularsa Reuters’in Londra’daki genel merkezinde de “21. yüzyılda ‘Türkiye İletişim Modeli’ mi? Ay sus sus, şimdi çatlayacam gülmekten” demişlerdir muhtemelen. Sarkazm çıkmaz sokaktır, uzatıp tadını kaçırmayalım.             

İsmiyle müsemma Abdülhamit Han araştırma gemisi Mersin-Taşucu’ndan, trampetler tıkırdasın, Antalya Körfezi açıklarına oradan İskenderun Körfezi’ne dualarla, hamdüsenalarla, alayü valayla selâmetlendi. Sahi, kızaktaki gemileri bordasında şampanya kırarak denize indirme gavur adeti yerine pekmez kavanozu kırmak noktasında… Neyse.

İtalyan muhribi önce geldi Sarayburnu’nda liman ziyaretinde bulundu. Sonra demir aldı, Kıbrıs çevresinde ENI’nin petrol-gaz araştırma gemisinin güvenliğini sağlamaya seyretti. Üstelik İtalya’dan ilk kez Doğu Akdeniz’de “ulusal çıkarları” koruma açıklaması eşliğinde.

Girit’te konuşlu Rus malı S-300 (bizdeki full+full en dolu paket S-400’ün bir alt modeli, zamanında biz büyük düşündüktü) hava savunma sisteminin radarı NATO devriye görevi ifa etmekte olan F-16’larımıza kilitlendi. MSB Akar kendi kendine konuşur gibi bu durumun NATO nezdinde gündeme getirilmesi gereğinden söz etti. Erdoğan ise büyük oyunu gördü, derhal peçeyi çekti aldı, bunu yapanların “kimlerin maşası” olduğunu iyi bildiğini belirtti. Biz fanilere de akıl yürütmek, tahminde bulunmak düştü.     

F-35 programından kendimizi, kendimiz attırdık. Kendi düşen ağlamayacaktı ama işte “bu dünyanın direği yok, merhameti yüreği yok.” Şimdi kendimizi Kongre kapılarında F-16 yazılım güncelleme ve yeni sürüm F-16 edinme kuyruğunda bulduk. Yunanistan ise Fransa’dan aldığı Rafale’lerin yanına F-35 alıyor. Almanya’yı, Kore’yi, Finlandiya’yı vs. saymaya gerek bile yok. 

Ayasofya’yı camiye çevirdik. Sultanahmet Meydanı’nda neredeyse birbirini ezerek sıraya girenler kapısını kemirmekten, mozaiklerini sökmeye dek şükranlarını, sevinçlerini farklı ama hepsi birbirinden çarpıcı ve yaratıcı biçimlerde sergiliyorlar. O arada Bizans Kongresi de İstanbul’dan uçtu, Venedik’e kondu. Cehennemin dibine kadar yolları var. Affedersiniz, galiba şekerim düştü, bünye istemdışı hipoglisemik tepkimeye girdi, bana yakışmadı.

Schengen vizesi deseniz turizmi geçtim, kabul aldığı üniversitede öğrenim için Avrupa’ya gidecek gençten, orada yatırımı veya ticareti olan işinsanlarına, ebeveynini kısa dönemli de olsa yanına getirmek isteyen diplomatına varıncaya dek çekilen çile, maruz kalınan aşağılama, ayrımcılık katmerlendi. “Açarım baraj kapılarını, salarım sığınmacıları” kafasının faturası “yükseltirim baraj duvarını, süründürürüm yurttaşını” olarak bize geri dönmüşe benzer. Öte yandan, şu son Rusya’ya vize zorluğu kararından anlıyoruz ki meğer daha 2007’de AB ile Rusya vize kolaylığı anlaşması yapmış.

Son dönemde peş peşe uzlaştıklarımız neler yaptı? 15 Temmuz’un sponsoru olduğunu iddia ettiğimiz BAE Yunanistan’la Akdeniz’de tatbikat yaptı. Kaşıkçı’yı İstanbul Başkonsoluğu’nda parçalatan MbS, “öyle biri yok” Mitsokatis ile Atina’da yatırım anlaşmaları imzaladı. “Vanminuts”, Mavi Marmara derken İsrail’e büyükelçi beğendiremiyoruz. “Rabiamız var bizim”, darbeci Sisi tüm cilvelerimize rağmen ipe un seriyor. “Katil Esed”, Şam Sayın Putin’in arabuluculuğuna sırtını dayayıp, başta çekilme olmak üzere önkoşullar dayatıyor. Mavi Maval’ın nirengi noktası Libya, bırakın bizim mutabakat muhtırasını onaylamayı, iç savaşın eşiğinde, baki kalan Vatiye.

Gördüğünüz üzere, “burada devlet yönetiyoruz be, muz cumhuriyeti değiliz biz.” Yanlış anlaşılmasın, mesele “vursanıza soğan kırar gibi masaya yumruğu” demek değil. Aslında yapılanlar doğru. Ancak ikna edici olmaktan uzak. Zira “bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç”, bilmem zikredebildim mi Abidin? Kaldı ki elli kere yazdığım üzere dış politikada itibarın yolu sağduyu, uzgörü, tutarlılık, bütüncüllük, çokboyutluluk, öngörülebilirlik niteliklerinden zorunlu geçiyor. Güveni yitirmek marifet değil, geri kazanmaksa çok zahmetli. Yıkmak kolay, yapmak zor. Dış politika kakofonik değil senfonik olmalı.

Temel soru şu: Ağam pekiyi biz bu haltları neden yedikti? Değindiğim “radar kilidi” vakasına verilen tepkiden anlaşılan “ağlamayı iyi bilirsiniz” diye küçümsediğimiz Yunanistan’ın yolundan gitmenin yeğlendiği. Diplomasi biraz da “ağlamayı iyi bilmek” demek miymiş meğer? Nitekim bir önceki Büyükelçiler Konferansı’nın teması “masada güçlü, sahada güçlü diplomasi” iken, bu senekininki “akil ve müşfik diplomasi” idi. Ziya Paşa’nın meşhur beyti gibi: “En ummadığın keşf eder esrar-ı derûnun / Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?” Kâh sahra topu, kâh rüzgâr gülü, öyle mi?

Son sözü cihan liderimize bırakalım: “Kriz yaşanan ülkelerin her biriyle ilişkimizi ortak çıkarlar ve dengelerle yürütmemiz ayırt edici vasıflarımızdır. NATO ve AB başta olmak üzere uzunca süredir içinde yer aldığımız ittifaklarla bağımızı koruyoruz.” Ammaa:  “Güya müttefik olduğumuz ülkelerin Türkiye’ye dönük düşmanca tavırları canımızı sıkıyor.” Ancak: “İlişkilerimizin toplamındaki kâr ve zarar hanesine bakarak hareket ediyoruz.” Demek ki neymiş? Oku bakayım. Şahsen bendeniz aldım dersimi, ediyorum ezber…

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.