Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan’ın imdadına bir kez daha muhalifleri yetişti

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 3 Ekim gecesi yayınladığı video mesajda başörtüsü sorununun çözümü için yasal değişiklik teklifinde bulundu.

CHP, yasa değişikliği teklifini Meclis’e sundu.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise 5 Ekim’de partisinin grup toplantısında Kılıçdaroğlu’nun teklifine karşı anayasa değişikliği çağrısında bulundu.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, anayasa değişikliği teklifiyle ilgili çalışmayı pazartesi günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunacaklarını söyledi.

Muhalefet içinde bazı kesimler Kılıçdaroğlu’nu “Erdoğan’a pas vermekle” eleştirirken, Erdoğan da Prag dönüşü gazetecilere yaptığı açıklamada “Kılıçdaroğlu, bize bir pas verdi. Bizim de golü atmamız lazım” dedi.

Kılıçdaroğlu ise Erdoğan’a sosyal medyadan verdiği yanıtta aile düzenlemesi teklifini reddetti, başörtüsü konusunda ısrarcı oldu.

Kılıçdaroğlu, “Bu riski almak zorundayım, başarılı olur muyum bilmiyorum ama deneyeceğim” dedi.

Ruşen Çakır yorumluyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Salı gününden beri, aslında pazartesi gecesi Kılıçdaroğlu’nun o kısa videosundan beri başörtüsü meselesini konuşuyoruz. Bir süre daha konuşacağa da benziyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daha önce söylediği, şimdi açtığı ve tabiî ki şaşırtıcı olmayan şekilde LGBTİ+ bireyleri hedef alan âile düzenlemesine yönelik anayasa değişikliği de konuşulacağa benziyor. Bugün cemevleriyle ilgili yaptığı açıklamalar da herhalde konuşulacak – ki onunla ilgili bir “Hızlı ve Kısa Yorum” yaptım — YouTube’dan ve Medyascope’un sayfasından görebilirsiniz. Bana göre bu, Türkiye’deki sivil Alevîliği devletleştirme ve denetim altına alma girişimi, adımı.

Ama başörtüsü meselesi hep konuşulacağa benziyor. Bunu da Erdoğan, bugün Prag dönüşü, uçakta gazetecilere –gazeteci diyorum ama, evet, diyelim– yaptığı açıklamalarda dile getirdi. Orada meselâ, bir yandan, “Ya, böyle bir şeye ihtiyaç yok zâten” diyor. Onu zâten çarşamba günü demişti. “Bir defâ yasal bir düzenlemeyi gündeme getirmesi bile çok gayriciddîdir. Üstelik de o masanın etrafında olanlardan bir tânesi, utanmadan sıkılmadan, ‘biz de destekleyeceğiz’ diyor. Kimlerin olduğunu anlayın artık” — burada Davutoğlu’nu kastediyorlar herhalde ve bir başka şey de: “Kılıçdaroğlu’nun ortaya attığı bu tez, siyâseti ne kadar bilmediğini, kendisinin bir siyâset fukarası olduğunu gösteriyor. Bir defâ ortada şu anda yasal bir düzenlemeyi gerektirecek bir durum yok” deyip, sonra anayasa değişikliğine geliyor. Tabiî ki en çarpıcı bölüm: “Gol pası”. Erdoğan aynen şöyle demiş: “Bu beyefendi, getirdi bunu gündeme koydu. Bu da ne oldu? Bu pek pas vermekten de anlamaz; ama farkında olmadan bize bir pas verdi. Artık bizim de golü atmamız lâzım. Bilmiyor benim ömrümün santrforlukla geçtiğini. Artık Allah’ın izniyle…” vs.. Erdoğan diro ki: “Kılıçdaroğlu bana pas verdi başörtüsü çıkışıyla. Ben de santrforum zâten. Bunu gol yapacağım” ve tekrar başa döndük. Şöyle başa döndük: Pazartesi akşamı Kılıçdaroğlu bunu açıkladı; salı günü yasa teklifini verdiler, biz bunu tartışmaya başladık. Tartışma biraz sönük geçiyordu. Ama çarşamba günü Erdoğan’ın grup konuşmasıyla birlikte tartışma büyüdü ve büyük çoğunluk –“sesi çıkan büyük çoğunluk” diyelim– Erdoğan’ın gollük pası gole çevirdiğini iddia etti ve bunlar da muhâlefette olan kişiler. Ben de bunun tam tersi olduğunu iddia ettim ve hâlâ da onu iddia ediyorum. Erdoğan’ın, “Bu beyefendi bize gollük pas verdi” demesi aslında doğru değil. Eğer öyle bir şey olsaydı, o grup toplantısında böyle söylerdi. Memnûniyetini, bugün uçakta gösterdiği alenî memnûniyetini grup toplantısında gösterirdi. Halbuki grup toplantısında çok öfkeli, Kılıçdaroğlu’nun yalancı olduğunu, inandırıcı olmadığını söyleyen, bunun için de bir yığın geçmişten videoları buldurmuş, çıkartmış, onları sergileyen bir Erdoğan vardı. Şimdi bunları diyorum ama, şunu açıkça söyleyeyim: Hani o mâûm fıkradaki ters yola girmiş sürücü gibi hissediyorum kendimi. Hani demişler ya? “Bir kişi ters yola girdi”; o da demiş ki: “Ne biri? Yüzlerce, binlerce…” Ben biraz o durumdayım. Yalnız olmadığımı biliyorum; ama benim gibi burada Kılıçdaroğlu’nun hamlesinin isâbetli olduğunu ve Erdoğan’ı zor durumda bıraktığını yüksek sesle savunan çok az kişi var. Çoğunluk tam tersini söylüyor ve o sâyede de Erdoğan, bugün uçaktaki o konuşmayı yapabiliyor. Yani aslında Kılıçdaroğlu’nun vermediği pası, başkalarının, kendilerini muhâlif olarak tanımlayan kesimlerin, “İşte, tam Erdoğan’a yarayan bir olay” diye kuyruğa girmesinden aldığı cesâretle bu kadar rahat hareket edebiliyor ve bu da bizi bu yayının başlığına getiriyor: “Erdoğan’ın imdâdına bir kere daha muhâlifleri –hattâ düşmanları– yetişti.”

Bu neden oluyor? Şundan oluyor: Erdoğan’ın gücünün azaldığını kabul etmeme konusunda muhâlefetin içerisinde çok yaygın bir anlayış var ve bir türlü Erdoğan’ın yanlış yapamayacağı ya da düştüğü sorunları atlatabileceği söyleniyor. Atlatamasa veya seçimi lehine çeviremese bile, bu sefer de ne deniyor? “Seçimi iptal edebilir. Kaybetse bile iktidârı teslim etmeyebilir” gibi sözler söyleyerek, sürekli Erdoğan’a güç atfetme yarışında olan kişiler var. Bu, iflâh olmaz bir yaklaşım ve bitmiyor. Meselâ Erdoğan’ın daha sonra söylediği yeni anayasa düzenlemesi, kadın-erkek birlikteliği temelinde yükselen âile ve tabiî ki onu daha sonra açtı: LGBTİ+ propagandası vs.. Bu çıkışına da Kılıçdaroğlu’nun yol açtığını söylüyorlar. Halbuki Adalet Bakanı Bekir Bozdağ bu hazırlığın, bu tartışmanın çok öncesinde yeni anayasa hazırlıkları içerisinde olacaklarını söylemişti. Bir şey hazırlanıyordu ve belli ki Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışı bâzı süreçleri hızlandırdı ve apar topar bunu yapmak zorunda kaldılar. Şimdi, Kılıçdaroğlu’nun hamlesinin yanlışlığı üzerinden hareket edildiği zaman, ondan sonra gelişen her şey buna bağlanıyor. Bir de şöyle bir yaklaşım var: “Erdoğan şimdi LGBTİ+ meselesini getirdi, bunun üzerinden anayasa değişikliği dayatacak. Hattâ Meclis’te anayasa değişikliği olmayacağı, olamayacağı için, yeterli oy alamayacağı için referanduma götürecek. Referandumda ülkeyi ikiye bölecek. İşte, ‘Siz böyle ahlâksızlara vs.’ye mi prim vereceksiniz, yoksa manevî değerlere mi?’ diye bunu oylatacak ve böylece de seçimleri alacak” gibi senaryolar yazılmaya başlandı. Daha Erdoğan ağzını açtığı andan îtibâren, onun nasıl oyunu çevirebileceği üzerine teoriler yapılıyor. 

Bunların çok –nasıl söyleyeyim?– sübjektif olduğu kanısındayım. Tabiî birçok kişi beni sübjektif görüyor. Meselâ dünkü yayınıma bir izleyicinin YouTube’da verdiği yoruma bakalım. Ne demiş? “Herhalde eşi Selvi Hanım bile Kılıçdaroğlu’nu Ruşen Çakır kadar sevmiyordur.” Yani komik bir şey, onun için sizinle paylaşıyorum. Buna benzer çok şey var. Hani ben Kılıçdaroğlu’nun adaylığını istiyorum, yani: 1) Muhâlefetin adayı olmasını istiyorum; 2) Aday olursa kazanacağını düşünüyorum; 3) Aday olup kazanırsa da çok iyi bir cumhurbaşkanı olacağını düşünüyorum vs.. gibi yaklaşımlar var. Halbuki ben kendimce gazetecilik yapmaya çalışıyorum. Kim aday olur? Kim aday olmaz? Bunu daha önce de söyledim: Bu konuda netleşmiş bir fikrim yok. “Kim kazanır, kim kazanmaz?” vs.. Tabiî ki birtakım görüşlerim var; ama bu olay bir aşk ve nefret ilişkisi gibi bir olay değil bizim gazeteciliğimiz. Başka bir şey yapmaya çalışıyoruz. Hele burada başörtüsü gibi, benim kıta sahanlığımdaki diyelim, bir konu — ki bu konuyla çok uğraştım gazeteci olarak. Gazeteci olmanın dışında bir vatandaş olarak da Türkiye’de başörtüsü yasağı başladığı andan îtibâren ona açık bir şekilde karşı çıkmış bir bireyim, solcu bir bireyim ve o yüzden de hayli aforoza mâruz kalmış birisiyim. O dönemlerde de çok sorun yaşadım. Yanlıştı, hâlâ yanlış, bitmedi. Meral Hanım demiş ki: “Biz kanayan yaralara bakalım. Kapanan yaralara değil” demiş Sözcü gazetesi ziyâretinde. Herhalde Sözcü gazetesinin de gönlünü almak istemiş. Onlar da bunun kapanmış bir yara olduğunu düşünüyor olsalar gerek. O cenahta, Kılıçdaroğlu’nun bu olayı gündeme getirmesinden duyulan bir rahatsızlık olduğu muhakkak. O zaman şöyle de bir şey var: Yani madem kapanmış bir yara, o zaman hiç konuşmayın. Halbuki bunun üzerinde bu kadar tartışmanın çıkması, bu kadar yan yana durduğunu sanan insanların hemen birbirleriyle kavgaya başlaması… Yani bunu çok kişi görmüştür. Özellikle kendini muhâlefette tanımlayan kişiler, başörtüsü tartışması çıkınca birçok arkadaşıyla, eşiyle, dostuyla farklı yorumlar yaptığını görmüştür. Demek ki bu hâlâ önemli bir sorun. Kapanmış bir sorun olsa hiçbir şekilde büyümezdi. En fazla ne denirdi? “Kılıçdaroğlu fantezi dünyasında yaşıyor. Böyle bir sorun yok” denilip geçilirdi. Halbuki bu sorun var. Bu sorun en azından zihinlerde var. Bugün Erdoğan’ın dediği gibi fiilen olmayabilir; ama yarın olmayacağının garantisi yok. Bir devrin kapanması ve bir helâlleşmenin de yapılması lâzım. Sâdece yasal düzenleme değil; aynı zamanda devletin, devleti temsil eden kişilerin geçmişte başörtüsü üzerinden yaşananlar nedeniyle resmen özür dilemesi lâzım. Erdoğan’ın hâlâ bunu devlet adına yaptığını ben görmedim. Sorunu çözmüş gibi yapıyor; ama sorunun çözümünün hâlâ yasal bir dayanağı da yok ve özellikle AKP iktidârının ilk yıllarında da bunun büyük ölçüde sürmüş olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bu olay sâdece bir Kılıçdaroğlu-Erdoğan olayı değil. Bu olay gerçekten Türkiye’nin kimlik meseleleriyle ilgili çok hayâtî bir meselesi. Ben öyle görüyorum ve bunun nihâyet, zamânında başörtüsü tartışmasında kamplardan birinin içinde yer alan, aktif bir şekilde yer alan, hattâ yönlendirici olan bir partinin genel başkanının –ki kendisi de geçmişte bu olayda başörtüsü karşıtlığının sözcülüğünü yapmış bir kişi– özeleştiri vererek bunun çözümü yolunda attığı adımı, ister adaylığını pekiştirmek ister seçimi kazanmak için olsun, ne olursa olsun önemsiyorum. Yoksa buradaki mesele Kılıçdaroğlu değil. Keşke zamânında Deniz Baykal da öyle bir çıkış yapsaydı da “Deniz Baykalcı” olsaydık. “Olcay Hanım’dan daha çok Deniz Baykal’ı seven Ruşen Çakır” diye tanımlansaydık. Deniz Baykal çok şeyi kaçırdı. Kılıçdaroğlu, liderliğinin ilk yıllarında çok şeyi kaçırdı. Ama zarârın neresinden dönülürse kârdır. 

Şimdi Kılıçdaroğlu’nun bugün yaptığı açıklamalara bakalım. Orada Erdoğan’ın âile meselesini, LGBTİ+ meselesini gündeme getirmesine değiniyor. Orada diyor ki: “İşte, gördük. Samîmî değilsin. Başka yerlere çekiyorsun. Senden özgürlükçü anayasa çıkmaz. Sen yasakçısın. Sen gaddarsın” diye devam ediyor ve genç muhâfazakâr kadınlara sesleniyor: “Artık onun elinde rehin olmaktan kendinizi kurtarın” diyor. Burada şunu çok açık görmek lâzım: Kılıçdaroğlu, şu anda Erdoğan’a tâbi olan, Erdoğan ne yaparsa yapsın ona oy vermekte kararlı olan değil de kopması söz konusu olan ve genellikle kararsız olarak tanımlanan kesimlere ve AKP’den kopmuş kararsızlara seslenmek istiyor anladığım kadarıyla ve başörtüsü meselesini de onların şüphelerini gidermekte önemli bir nokta olarak görüyor. Bu doğru mudur yanlış mıdır? Ben bu konuyu abarttığı kanısındayım. Yani başörtüsü konusundaki bu bağlayıcı çıkışları nedeniyle kendisine oy akışı olacağını düşünmüyorum. Ama daha önce de söylediğim gibi, CHP’ye olmaz; ama CHP’nin ittifak yaptığı partilere oy kayışını kolaylaştırabilir. Ama benim açımdan bu olay, oy getirip getirmemesi meselesinin ötesinde, böyle bir hesaplaşmanın CHP tarafından yapılması açısından çok önemli. Dün Taha Bey bizim yayınımızda, “Güne Bakış”ta böyle söyledi. CHP’deki üç önemli kopuş: Birisi İsmet İnönü’nün Atatürk’le olan bir anlamda kopuşu, ikincisi Bülent Ecevit’in yıllar önceki “ortanın solu” çıkışı ve bir de bu olayı söylemiş. Ortanın solu çıkışı kadar büyük bir olay mı emin değilim; ama çok önemli ve bir anlamda da CHP içerisinde bir dönüm noktası olarak belki târihe geçebilir. Şu hâliyle daha çok erken olduğu için bunu söylemek çok kolay değil. Ama sonuçta bu yüzleşmeyi CHP’nin genel başkan nezdinde yapması ve milletvekillerinin hepsinin de ister gönüllü ister gönülsüz buna imzâ vermeleri bence çok önemli. Buradan oy gelir mi? Çok oy gelir mi? Çok emin değilim. Ama bundan dolayı da oy kaybedeceğini sanmıyorum. Yani, “Bunu dedi, ben artık CHP’ye oy vermem” diyecek insan olur mu? Bunu söyleyenler, seslendirenler var; ama çok olacağı kanısında değilim. 

Şimdi Kılıçdaroğlu’nun son paylaşımlarındaki en çarpıcı bölümü hâlâ tam anlayabilmiş değilim. Ona biraz değinmek istiyorum ve belki yarın öğle saatlerinde sizlerin de katılımıyla bir yayın yapma düşüncem var. Bütün bu olayların hepsini; yani başörtüsü meselesi, âile kousunda yeni anayasa değişikliği, Alevîlik meselesi, bir anlamda Kürt meselesi… hepsini konuşabileceğimiz, sizlerin katılacağı uzun bir yayın düşüncem var yarın öğle saatlerinde. O akşama kadar netleşir, orada devâmını getiririz. O da şu en son yaptığı paylaşımlar; diyor ki: “ ‘Benimle misiniz?’ diye seslendiğimde, elbette bu kanun teklifimin sâdece başlangıç olduğunu bilerek seslendim. Daha büyük meseleler de var ve yürekli bir şekilde çözümler getireceğiz hepsine.” Daha büyük meseleler de var, herhalde ilk akla gelen Kürt meselesi. “Tekrar ediyorum: Yürekli bir şekilde çözeceğiz” diyor, yani bunun bir devâmı olduğunu belirtiyor. Dolayısıyla hani “O kadar sorun varken, onlara değinmeyip buna değinmek” vs. gibi iddiaları da bir anlamda bertaraf etmeyi düşünüyor anlaşılan ve devam ediyor: “Ben siyâsî ikbal düşünecek değilim. Ben siyâsal hayâtımın sonunda, mîras olarak ardımda barışık bir Türkiye bırakacağım. Enerjisini dünya ile rekabet için harcayan bir Türkiye bırakacağım. Bu riski almak zorundayım. Başarılı olur muyum bilmiyorum… Ama deneyeceğim.” Şimdi bu üç cümle bir acayip. “Bu riski almak zorundayım. Başarılı olur muyum bilmiyorum. Ama deneyeceğim”. Yani insan ne diyeceğini şaşırıyor. Bir tarafıyla çok cüretkâr; ama bir siyâsetçinin, “Başarılı olur muyum bilmiyorum. Ama deneyeceğim” demesi çok naif bir şey sanki. Tabiî bunu ben bugün sosyal medyada paylaştım, bu cümle çok ilginç diye. Çok sayıda izleyici: “Ya, burası deneme tahtası mı?” vs. dediler — ki çok da haksız sayılmazlar. Yine de kastının ne olduğunu üç aşağı beş yukarı çıkarıyorum; ama bu cümle, üzerinde bayağı konuşulacak bir cümle. Yani Erdoğan’dan böyle bir cümle asla duymazsınız. “Deneyeceğim, bakalım ne olacak? Ama yapmak zorundayım” cümlesini duymazsınız. Erdoğan, her girdiği işe kendinden çok emin olarak ya da eminmiş gibi yaparak girer. Ondan sonra yanıldığı ortaya çıksa bile, artık hiç ona geri dönüp bakmaz. Sonra bambaşka bir şekilde devam eder. Meselâ ne oldu? Soruldu kendisine: “Esad’la görüşecek misiniz?” “Bugünün meselesi değil; ama neden olmasın?” dedi. Hem de Erdoğan’ın, Esad’la görüşme ihtimâli –ki onu daha önce de çok konuştuk– başlı başına çok büyük bir yenilginin îtirâfı. Ama bunu söylerken hiç de yenilmiş gibi yapmıyor. Sanki yenmiş havasıyla, edâsıyla yapıyor. Burada bir üslûp meselesi var, Erdoğan’ın bir üslûbu var. İşte o üslûp Kılıçdaroğlu’nda pek yok. Böyle naif şeyler söylüyor. Böyle naif şeyler söyleyince de insanlar, Kılıçdaroğlu’ndan doğru hamle beklemiyorlar. Kılıçdaroğlu’ndan başörtüsü olayında olduğu gibi çok stratejik birtakım çıkışlar geldiğinde de, bunun bir şekilde Erdoğan’a yarayacağı akıl yürütmesini yapıyorlar. Burada ne oluyor? Kılıçdaroğlu’nun gücünü küçümseyip, Erdoğan’ın gücünü abartma meselesi ve bunu yaparak da tam Kılıçdaroğlu’nun gündemi belirlediği bir yerde, Erdoğan’ı bir anlamda köşeye sıkıştırdığı bir yerde, “Hayır hayır!” diyorlar ve Erdoğan’a cankurtaran simidi atıyorlar. 

Şu cümleyi çok duymuşsunuzdur, bizim Kemal’la yaptığımız “Haftaya Bakış”larda — bu arada tabiî şu saatte “Haftaya Bakış”ı yapmamız gerekiyordu, ama Kemal’in âilesinde bir rahatsızlık olduğu için, onunla ilgilendiği için çarşamba günü “Adını Koyalım”a da katılamadı, bugün de “Haftaya Bakış”ı yapamadık maalesef. Yakınına şifâlar diliyorum burada. Şu lâfı orada da duymuşsunuzdur, ya da “Adını Koyalım”da ve başka yayınlarda: “Erdoğan siyâsetin alanını daraltıyor, siyâsetin alanını genişletmek lâzım. Muhâlefetin bunu yapması lâzım. Muhâlefet, Erdoğan’ın o çizdiği dar alanda siyâset yapıyor” vs. derken, Kılıçdaroğlu birdenbire Erdoğan’ın hiç beklemediği bir alanda açıkça siyâset yaptı, büyük siyâset yaptı, ortalık karıştı. Bu sefer de, “Yahu bu kadar da demedik” gibi bir tavır oldu. Çok ilginç. Tekrar başa gelecek olursak, hani kendimi bir yolda giderken ters yola girmiş o şoför gibi hissediyorum dedim; ama bugün Silivri’deydim, açık görüş vardı. İkinci kez açık görüş yapma imkânı oldu Gezi tutuklularıyla. Ben, arkadaşım Hakan Altınay’ın ziyâretçisiyim. Ama Tayfun’u da Can’ı da gördüm. Orada meselâ Hakan, Kılıçdaroğlu’nun yaptığının doğru olduğunu düşünüyor, takdir etmiş. Hakan’ın âilesinden, Can’ın âilesinden arkadaşlarla –bunlar bir şekilde siyâsetle ilgili insanlar– onlarla da sohbet ettim. Onlar da iyi olduğunu söylüyorlar. Yani biraz da moralim yerine geldi açıkçası. Çok da yalnız olmadığımı biliyordum; ama böyle doğrudan sevdiğim, önem verdiğim insanlardan duymak da hoşuma gitti. Ama şunu tekrar söyleyeyim: Esas sesi çıkanlar, genellikle, “Kılıçdaroğlu bunu yapamaz. Erdoğan her sorunun altından kalkar” mantalitesine sâhip olan insanlar bundan biraz kurtulurlarsa, herhalde Türkiye biraz daha rahat nefes alır. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.