Seçimler yaklaştıkça iktidar ve muhalefet arasındaki moral üstünlüğü değişiyor mu? Başörtüsü tartışması kimin işine yaradı? Muhalefetin kendi içindeki adaylık tartışması seçim sürecini nasıl etkiliyor? Seçim yarışında muhalefet mi önde, iktidar mı?
Ruşen Çakır ve Levent Gültekin, siyaset gündemini yorumladı.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Levent Gültekin stüdyoda konuğumuz. Kendisiyle muhâlefeti, iktidârı ve tabiî ki geçen hafta sosyal medyada tartıştığımız başörtüsü meselesini konuşacağız. Levent, hoşgeldin.
Levent Gültekin: Merhaba, hoşbulduk. İyi yayınlar.
Ruşen Çakır: Bir tâkipçi, “Şimdi Levent Gültekin’i izleyip moralimi bozmak istemiyorum” demiş. Moral mi bozuyorsun?
Levent Gültekin: Bence umut arayanlar ya da umudu çabucak kırılacak olanlar beni izlemesin. Ben umut verme çabası içinde değilim. Evet, moral bozuyorum. Çünkü gerçekler moral bozuyor. Ya gerçekleri dinlemek isteyenler izleyecekler, ya da umut tâcirliği yapanların peşinden gidecekler. Ben umut tâcirliği yapmıyorum.
Ruşen Çakır: Yayının başlığını “Seçim yarışında iktidar mı, muhâlefet mi önde gidiyor?” diye koyduk. Geçen hafta Hatem Ete’yle bir yayın yaptım. Biliyorsun, PANORAMATR düzenli olarak aylık rapor çıkartıyor. Eylül ayını çok güzel özetlemişler: “İktidârın iç politikada, ekonomide ve dış politikadaki adımlarıyla özgüveni arttı. Muhâlefette de iç tartışmalar meydana geldi. HDP’li bakan ve başkanın kim olacağı tartışmaları nedeniyle ilk defâ 2022’de net bir şekilde muhâlefetin aşındığı, iktidârın özgüveninin arttığı bir ay oldu” demiş. Ekim ayının ortasına doğru geliyoruz, böyle devam mı ediyor?
Levent Gültekin: Bence özellikle Kemal Bey’in son başörtüsü çıkışı, muhâlefet cephesinde hem büyük bir tahrîbat yarattı hem de bir tedirginlik, bir umutsuzluk dalgası yarattı. Muhâlif kesimi de kastediyorum. O kadar çok insan yolda önümüzü kesiyor ki. Hem hep seninle de konuştuğumuz gibi, Altılı Masa’nın bir türlü heyecan verici bir yaklaşım içine girememesi ve o birlikteliği sağlayamaması, hem partilerin ekranlardan birbirlerine masa altından lâf sokma çabaları ve toplumun muhâlefetten beklediğini muhâlefetin bir türlü yapmaması, muhâlif kesimde bir dağınıklık yarattı. Diğer taraftan da, iktidârın süratli bir şekilde başlattığı bir seçim ekonomisi var. Ulûfe dağıtır gibi her tarafa, esnafa, gence, öğrenciye, kadına yönelik attığı hamleler: konut, kredi, şu bu…
Bir taraftan anket şirketlerinde, meselâ MetroPOLL’ün söylediğine göre, özellikle kararsızların yavaş yavaş geri dönmeye başlaması ve AK Parti’nin oylarında bir artış gözlemlenmesi, ister istemez iktidar cephesinde pozitif bir hava yarattı. Muhâlefette ise, HDP üzerinden yapılan bakanlık tartışması, Meral Hanım’ın ekranlardan Kemal Bey’in adaylığıyla ilgili tam olarak ne olduğu belli olmayan bir çıkışı, diğer taraftan Kemal Bey’in durup dururken bir başörtüsü hamlesi yapması ve ardından Meral Hanım’ın Kemal Bey’in başörtüsü hamlesine yönelik, “Kapanmış yaralarla uğraşmayı bir tarafa bırakmamız lâzım” anlamına gelen îtirâzı… Bütün bunlara baktığımızda bir dağınıklık var. Bütün olup bitene rağmen, muhâlefette henüz o dağınıklığı toparlayacak güçlü bir duygu oluşmuyor. Çünkü muhtemelen tartışma konusu olabilecek konuları masaya getirmek istemiyorlar. Tartışma konularını erteledikçe, bu, muhâlif kesimde bir moral bozukluğu yaratıyor.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ruşen Çakır: Teker teker bunların üzerinden geçelim. Başörtüsü meselesini sonra tartışacağız — ki bence çok önemli bir husus. Seçime etkisi tabiî ki var.
Şöyle bir şey var: Altılı Masa artı HDP’den bahsediyoruz. Halbuki HDP olayında, Mersin saldırısının ardından bayağı ilginç bir tartışma başlıyordu; o da unutuldu gitti. Şöyle bir olay var: Gelecek ve DEVA partilerinden ne bekleniyordu? Bunlar, AKP’den kopuşu hızlandıracaklar. Hattâ belki de milletvekilleri, birtakım yeni isimler gelecek falan… Yani AKP’ye milletvekili geçiyor. Bildiğim kadarıyla, meselâ DEVA Partisi’ne AK Parti’den geçen Mustafa Yeneroğlu’ndan başka bir milletvekili yok. Hep aynı şeyler deniyor. Bekliyorlar, “Acele etmeyin” diyorlar; ama olacağı yok. AKP’den çok fazla oy alabiliyor değiller. Bir yanda bu var.
Bir yanda, İYİ Parti yükseliyor denirken, bahsettiğin kamuoyu araştırmalarında da bir süredir İYİ Parti’de bir gerileme olduğu görülüyor. Muhâlefete baktığımız zaman, muhâlefette, sürekli bir şeyler yapmak isteyen ama partisinin oyu çok da fazla artış göstermeyen bir CHP var. Ortada bir yalan var. Hangisi yalan? Ya kamuoyu araştırmaları yalan söylüyor… Meselâ şu olabilir, bir ara öyleydi: İYİ Parti yükselişte, ama İYİ Parti’nin yükselişini muhâlefetin yükselişi olarak sayabiliyorduk. Şu anda kimsede böyle bir şey yok.
Levent Gültekin: Yok. Çünkü bence analizler yanlıştı. DEVA ve Gelecek partilerine yüklenen anlam yanlıştı. Ben, DEVA Partisi kurulmadan da söyledim. İstedikleri kadar parti kursunlar, oy almaları teknik olarak mümkün değil. O zaman da yine dayak yiyordum, DEVA ve Gelecek, parti kurduğunda, bir varlık göstermeleri bana göre mümkün değildi. Niye? Çok iyi parti, çok kötü parti meselesinden bağımsız. Şu nda Türkiye’de, “Ülkeyi muhâfazakâr dindarlar mı yönetsinler, sekülerler mi yönetsinler?” diye kutuplar arasında bir yarış var. Muhâfazakâr dindarların temsilciliğini MHP-AK Parti’nin Cumhur İttifakı, sekülerlerin temsilciliğini ise Millet İttifakı yapıyor. Seçmen, bu iki kutup arasında Türkiye’yi kimin yöneteceğine dâir bir tercih yapıyor. Parti tabanı olarak baktığımızda, muhâfazakâr kesimden oy alan DEVA ve Gelecek partileri, aslında taban olarak burada, vücut olarak oradalar. DEVA ve Gelecek partileri kurulduğunda özellikle kimi yorumcular, “Bizim onlardan beklentimiz, zâten iktidar olamazlar, ama bâri AK Parti’yi zayıflatmaya, yıkmaya yararlar” diyorlardı. Bunu bir AK Partili ya da AK Parti’den kopan, muhâfazakâr veyahut milliyetçi diyebileceğimiz seçmen de görüyordu. Onlar da doğal olarak, “Bunlar zâten iktidar olamayacak, demek ki bunların tek bir amacı var. Bizim iktidârımızı yıkmak” diyorlardı.
Artık sistem değişti Ruşen, bunu bir türlü kabul etmiyoruz. Partiler bir türlü kabul etmiyorlar. DEVA Partisi’nin tek başına varlık göstermesi ya da CHP’nin tek başına varlık göstermesi teknik olarak mümkün değil. Adayların yarıştığı cumhurbaşkanlığı sisteminde artık partiler yok. Bu yeni sisteme göre partilerin anlamı yok. Dahası, seküler-muhâfazakâr yarışında, Millet İttifakı’nın içindeki muhâfazakâr partiler buradan oy alamıyorlar. Almaları zâten mümkün değil. Analizler yanlıştı. “AK Parti’den kopacak, milletvekili gelecek, DEVA şöyle patlayacak…” Ben daha ilk günden, o partiler kurulmadan önce bu görüşlere katılmadım. Yazılarım, konuşmalarım duruyor. Beklenti yanlıştı. Şimdi beklentinin, yorumun, analizin yanlış çıkması, “Niye öyle olmuyor?” değil.
Diğer taraftan muhâlefette herhangi biri tek başına Türkiye’yi yönetme irâdesini de ortaya koymuyor. Tek başına İYİ Parti, senin sıklıkla vurgu yaptığın gibi merkez sağa kayabiliyor mu? Kayamıyor. Hafiften bir niyetleniyor. Bir bakıyorsun, biri bir yerden damarına bastığında yeniden, “Aman MHP tabanını kaybetmeyeyim” diye milliyetçi reflekse dönüyor. CHP’de Kemal Bey’in kendince çok büyük bir uğraşı var. “Merkez parti” yapmak diyeyim. Ama Kemal Bey tek başına uğraşıyor. Partinin genel başkan yardımcılarının tamamı 15-20 yıllık. Kadro öyle. Yani orada da bir yenilenme yok, CHP’nin bagajını taşıyorlar. Kemal Bey, partisini kendi çizgisine getirebilmiş değil. “Yanlış yaptık, şuna dikkat etmemiz lâzım. Şurayla barışmamız lâzım” fikrine getirebilmiş değil partisini.
CHP bir taraftan seküler kesimi idâre etmeye çalışıyor, ama aynı zamanda Saadet Partisi’nin de peşine takılmak zorunda kalıyor. Adam İstanbul Sözleşmesi’ne masada “hayır” diyor. Ya da Davutoğlu gidip, “Aman, başörtüsü konusunda çok güzel yaptınız” diyor. CHP, %2’lik, 3’lük partilerle bir köprü, bir diyalog kurayım çabasıyla, bu sefer kendi seçmenini de küstürüyor. Orada ortak bir dil oluşmuyor. Dahası, sâhici hiçbir şey konuşulmuyor.
Ruşen Çakır: Yalnız burada şöyle bir şey de var: Bu söylediklerinin dışında şöyle bir şey de var. Geçen hafta, Medyasope’un Hafta Sonu Yazıları’nda “Muhalefetin ‘eş başkanları’ arasındaki soğuk savaş” başlığıyla bir yazı yazdım. Akşener’le Kılıçdaroğlu arasında özellikle yerel seçim zamanında ciddî bir uyum olduğunu görüyorduk. Senin söylediğin gibi, Altılı Masa’da iki büyük parti, artı, diğer partiler var. Diğer partiler bâzen sorun çıkartıyor diyorsun…
Levent Gültekin: Doğal olarak.
Ruşen Çakır: Ama iki büyük olarak farz edilebilecek, yani önde giden iki partinin arasındaki uyum da eskisi gibi değil.
Levent Gültekin: Sana bir şey söyleyeyim. Seninle beni, şu an bizi izleyenlerden farklı kılan nedir?
Ruşen Çakır: Nedir?
Levent Gültekin: Biz daha mı zekiyiz?
Ruşen Çakır: Hayır.
Levent Gültekin: Siyâset yorumu yaparken daha mı akıllıyız? Bizi, izleyenlerden farklı kılan bir şey var: Kulis bilgilerimiz, siyâsetçilerle yaptığımız sohbetler, fikr-i tâkip…
Ruşen Çakır: İşimiz bu.
Levent Gültekin: Evet, işimiz anlamında söylüyorum.Yani bugün burada yaptığımız yorumları, bizi izleyenlerin yaptığı gibi sâdece siyâsetçilerin bir konuşmasına, bir tavrına, bir sözüne bakarak yapmıyoruz, onu demek istiyorum. Buradaki konuşmalarımın arkasında, bizi izleyenlerin vâkıf olmadığı yüzlerce telefon konuşması var, yüzlerce kulis bilgisi var. Ben ona dayandırıyorum.
Ruşen Çakır: Ben o kadar yapmıyorum, ama sen yapıyorsun.
Levent Gültekin: Ben, bütün fikrî altyapıma sâdece, “Bizi izleyenlerden çok akıllıyım, sizden daha iyi siyâset yorumlarım” diyerek girmiyorum; öyle bir iddiam da yok. Ben siyâsetçilerle konuşuyorum, bir siyâsetçi bir cümle ettiği zaman telefona sarılıyorum. Bunu niye söyledi, hangi amaçla söyledi, neye mâtuf etti? Sen “Meral Hanım’la Kemal Bey arasında uyum vardı” diyorsun. Ben uyumun olmadığını, bir rekabet olduğunu ilk günden biliyordum.
Ruşen Çakır: Rekabet vardı.
Levent Gültekin: Öyle rekabet değil ama. Ortalama bir siyâsî rekabetten bahsetmiyorum. Birbirlerine kırıcı davranacak kadar lâf dolaştığını, Kemal Bey’in kulağına hangi lâfın gittiğini, Meral Hanım’ın kulağına hangi lâfın gittiğini biliyorum. Adını vermeyeceğim, bir gün bir siyâsî liderle telefonda sohbet ediyorum. Siyâsî lider diyorum, ortalama bir siyâsetçiden bahsetmiyorum. Bana bir şey söyledi ve bir yorum yaptı. Ertesi gün, aynı konuyla ilgili, kamuoyuna, bana söylediğinin tam tersi bir yorum yaptı. Arayıp dedim ki: “Biz dün konuştuk, siz bana böyle böyle dediniz. Ama bugün kamuoyunda böyle söylediniz”. Bana şöyle dedi, hiç unutmuyorum: “Biz siyâsetçiyiz, lâflarımızı kamuoyuna göre ayrı söyleriz, sana ayrı söyleriz. Bunlara dikkat etmen lâzım.” Bu kadar açık söyledi.
Bizi izleyenler, daha çok kamuoyuna söylenmiş sözlere bakarak yorum yapıyorlar. Ama biz, en azından ben, kendi adıma tekrar söylüyorum: O kadar çok insanla, “Ne oluyor? Bunu niye yaptı? Acaba buradan ne bekliyordu? Hangi adıma mâtuf bunu yaptı?” gibi tartışmalar yapıyorum ki…
İYİ Parti’yle CHP arasında tuhaf bir ilişki var. Meral Hanım bir gün çıkıyor, “Minnet borcumuz var. Âileme söyledim, Kemal Bey bize emânet” diyor. Ertesi gün Habertürk’e çıkıyor, “Borcumuz yok, hepsini ödedik” diyor. Bir gün “Kemal Bey’in adaylığına îtiraz edemeyiz” diyor. Başka bir gün, “Mansur Yavaş da olabilir” diyor. Ama ben burada kulaklarımla duyduğum bir bilgiyi paylaşıyorum: Mansur Yavaş’la Ekrem İmamoğlu’nun sistemin dışına itilmesini isteyen Meral Akşener’dir. Anketlerde Mansur Bey ve Ekrem Bey’in oranları çok yüksek çıkmaya başladığında, Meral Hanım Kemal Bey’e, “Biz bundan çok rahatsızız. Bu iki arkadaşın adları o kadar çok anketlerde dolaşıyor ki, biz teşkilâtları motive edemiyoruz” dedi.
Ruşen Çakır: O zaman kendisi de adaylıktan çekildi, zâten geriye Kılıçdaroğlu’ndan başka kimse kalmıyor.
Levent Gültekin: Bunu tekrar söylüyorum, bu bir yorum değil. Bunu bir bilgi olarak paylaşıyorum. Kemal Bey, Altılı Masa’da dağınıklık olmasın, Meral Hanım’la bir küskünlük ve rahatsızlık olmasın diye çıktı, “Belediye başkanları aday olmayacak” dedi. Meral Hanım, önce Mansur Bey’i ve Ekrem Bey’i devre dışı bıraktı. Sonra kendisi çıkıp, “Ben aday değilim” dedi. Ama orada bu belliydi. Çünkü Meral Hanım’ın kafasında, Kemal Bey’i aday yapmak var. Bu bugün değil, bir buçuk yıl önce alınmış bir karardır. Kemal Bey bunu bildiği için adaylıkta bu kadar ileri gitti.
Ruşen Çakır: Şu anda Kemal Bey’in dışında bir seçenek yok diyorsun yani.
Levent Gültekin: Kalmadı ki. Zâten teknik olarak da kalmadı. Meral Hanım, “Vallahi aday değilim, billâhi aday değilim” diyerek orayı kapattı. Meselâ dün il başkanları ile yaptığı toplantıda Meral Hanım, “Kemal Bey kararlı, yapabileceğimiz fazla bir şey yok” demiş. Ben sonra birkaç il başkanıyla da görüştüm, İYİ Parti’de çok büyük rahatsızlık var. Zâten yayınlarımı sürekli tâkip eden izleyiciler şunu bilir: Ben yaklaşık 1 yıldır, Meral Hanım’ın kafasında Kemal Bey’i aday yapmak olduğunu söylüyorum. Bunu açıktan söyleyemiyor, çünkü partisinde bir îtiraz dalgasının büyümesinden korkuyor.
Ruşen Çakır: Peki, orada en büyük karşı çıkış, “Kemal Bey seçilemez” meselesi. Bunu dert etmiyor mu?
Levent Gültekin: Hayır, etmiyor.
Ruşen Çakır: Birçok kişi, “Kemal Bey iyi birisi, ama seçilme şansı düşük” diye îtiraz ediyor.
Levent Gültekin: Hayır, Meral Hanım’ın böyle bir derdi yok.
Ruşen Çakır: Yani seçileceğine kesin olarak inanıyor mu, yoksa…?
Levent Gültekin: Onu bilemem. Seçileceğine çok mu inanıyor, yoksa başka bir hesâbı mı var bilmiyorum. Şöyle söyleyeyim: Muhâlif liderlerin yaptığı bir hareketin, söylediği bir sözün, muhâlif kesimde olumlu olumsuz bir karşılığı vardır. Diyelim, Meral Hanım Sedat Bucak’a gidiyorsa, onun muhâlif kesimde yaratacağı dalgayı az çok hesâba katmış olması lâzım. Ya da CHP, Bolu Belediye Başkanı’nı ihraç aşamasındayken Bolu Belediye Başkanı’nın misâfiri olarak Bolu’ya gidiyorsa, onun muhâlif kesimde yaratacağı dalgayı bilir. Muhâlif liderler, muhâlif kesimdeki negatif enerjinin, ayrışmanın büyümesini hesâba katmıyorlarsa, burada biraz liderlere bakmamız gerekiyor.
Siyâsetçiler bizim gibi bakmıyor meseleye. Benim en çok üzüldüğüm nokta, o duyguyu bizi izleyenlere geçiremiyorum galiba. Biz bu seçime hayat memat meselesi olarak bakıyoruz. “Bu seçim ülke için kader seçimi. Mutlaka kazanılması lâzım. Çünkü sonrasında hayâtımız cehenneme dönecek” diyoruz. Bunu abartısız söylüyorum; liderlerin hiçbiri bu meseleye bizim gibi bakmıyorlar. Söyledikleri o, “Aman ne yapıp edip kazanmamız lâzım” cümleleri tamâmen kamuoyunun gazını almak için söylenmiş şeyler. O liderler daha çok şöyle bakıyorlar: “Kim aday olursa ben pozisyonumu nasıl korurum? Hangi aday olursa ben en az zararla çıkarım?” Şimdi burada iddiada bulunuyorum: Kemal Bey yarın gidip Meral Hanım’a, “Meral Hanım, ben düşündüm taşındım aday olmak istemiyorum. Mansur Bey’i aday yapalım” dese, Meral Hanım kabul etmez. Çünkü Meral Hanım’ın Mansur Yavaş’ın adaylığı ile ilgili düşüncelerini kulaklarımla duydum. “Filanla şöyle konuştum, falan şunu dedi” diye aktaramam ki. Sâdece bilgilerime dayanarak yorum yapıyorum ki izleyiciler de akıllarını kullanarak neye işâret ettiğimize dikkat etsinler. İzleyiciler bu arka planı bilmedikleri için… Sonuç olarak bunlara dikkat etmemiz lâzım.
Meral Hanım’ın derdi Kemal Bey’in kazanıp kazanmaması mı bunu bilemem. Ama şöyle bir derdi olduğunu biliyorum. Habertürk’teki konuşmasının temelinde de, kamuoyu önünde bugüne kadar Kemal Bey’in adaylığına çok açıktan destek vermemesinin de nedenleri var. Birincisi, son güne kadar İYİ Parti’deki îtirazları ertelemek; ikincisi, seçim sabahı muhtemel bir yenilgide, “Ben çok uğraştım, her türlü fedakârlığı yaptım, aday bile olmadım, ama Kemal Bey çok istekliydi. Sırf o masa dağılmasın diye ‘Evet’ demek zorunda kaldım. Gördüğünüz gibi ben fedakârlık yaptım, ama böyle bir sonuçla karşılaştık” cümlesini kullanabilme hakkını elde etmek.
Ruşen Çakır: Basralıların kullandığı eski bir deyiş vardır: “Bad’el harâb’ül Basra”, yani: “Basra harap olduktan sonra…” Bu da o minval. Neyse. İktidar konusuna gelelim. Seçim ekonomisi ve dış politika hamleleriyle Erdoğan sanki tekrar kendi gücünü tâzeliyor gibi. Bu yanıltıcı mı, yoksa sâhici mi?
Levent Gültekin: Bence Erdoğan’ın bütün gücü muhâlefetin dağınıklığından kaynaklanıyor. Sen de çok sık vurguluyorsun programlarında. Türkiye’de ne kadar aklı başında siyâset yorumcusu varsa, herkesin dikkat çektiği, altını çizdiği bir cümle var: “Erdoğan’ın topluma verebilecek ne bir umudu ne bir heyecânı var”. Ne bir hayal yaratabilir, ne yeni bir söz söyleyebilir. Tükenmiş bir lider. Siyâseten tükenmiş, toplumda ahlâkî üstünlüğünü kaybetmiş. Ekonominin çökmüş olması, toplumun kutuplaşması… Bütün bunlara baktığımızda, Erdoğan’ın topluma, “Ben size şunu yapacağım” diye bir cümle kurmasının teknik olarak bir karşılığı olmaz. İnsanlar doğal olarak, “20 yıldır niye yapmadın?” derler.
Ruşen Çakır: Geçen gün dedi ya: “Yolsuzlukların, rüşvetin olmadığı, yoksulluğun olmayacağı bir Türkiye’yi biz hallederiz. Bunu biz yaparız. Şu an îtibârıyla onun hazırlığı içindeyiz.”
Levent Gültekin: Erdoğan her sözü havada kalacak bir pozisyonda. O yüzden, eğer bir güç topluyorsa, bütün cesâretini, bütün özgüvenini muhâlefetin dağınıklığına borçlu. MetroPOLL ve birçok anket şirketi, son bir iki aydır kararsız seçmende AKP’ye bir geri dönüş olduğunu söylüyor. Niye dönüyorlar? AK Parti çok iyi olduğu için değil. Burada bir umut, bir güven bulamadıkları için. Aylardır hepimiz, “Muhâlefetin güven vermesi, kararsız seçmeni derleyip toparlayacak bir şeyler yapması lâzım” diyoruz. Meselâ seçmen, evi terk etmiş, kapıyı vurup çıkmış, kapının önünde “Nereye gideyim?” diye bakınıyor. Kararsız seçmen odur. Oraya bakıyor, buraya bakıyor, “Lânet olsun!” deyip, isteksiz ve morali bozuk bir şekilde tekrar o eve geri dönüyor. Erdoğan’ın özgüveninin kaynağı, o insanların tekrar geri dönüyor olması. İYİ Parti’nin milliyetçilik refleksleri, CHP içerisindeki farklı tartışmalar, başörtüsü tartışması — ki bana göre muhâlefete verilmiş büyük zarar. Onun ardında gelen, kimi muhâliflerin çıkıp, 90’lı yılların ağzıyla başörtüsü karşıtlığı yapması, orada yeniden, “Bunlar hiç akıllanmamışlar” duygusunun oluşması… Bütün bunlara baktığımızda, Erdoğan, kazancını ya da özgüvenini bu taraftaki zayıflığa bağlamış durumda. Bu taraf ne kadar dağınık olursa, ne kadar birbirleriyle tartışırlarsa, ya da ne kadar güçlü bir birliktelik kuramaz hâle gelirlerse, diğer taraf devam edecek. Çünkü insanlar şöyle bir duyguyla hareket ederler ve bununla ilgili yüzlerce araştırma vardır, örneği de vardır. Venezuela, Arjantin, Mısır… “Cebimde 5 liram vardı. Bu adamla 2 lirasını kaybettim. 3 liram kaldı” derler. İnsanlarda güvenlik duygusu birinci sırada yer alır. “Acaba bu giderse, yerine gelenle geriye kalan 3 liramı da kaybeder miyim?” duygusuna kapılırlar.
Dikkat edersen, Erdoğan’ın bütün konuşmalarında, “Düzeltirsem ben düzeltirim” vurgusu var. Bu bir algı operasyonu. Muhâlefetin dönüp, “Hayır, biz düzeltiriz. Sana şöyle bir Türkiye hayali sunuyoruz. Biz aramızda şöyle bir işbölümü yaptık…” Örnek veriyorum: “Ekonomide şöyle bir ekip kurduk: İYİ Parti’den Bilge Yılmaz, DEVA’dan filanca kişi, Gelecek Partisi’nden falan kişi… Ekonomide böyle çok güçlü bir ekip kurduk ve onlar bize şöyle bir yol haritası çıkardılar. Tarımda, şu partinin şu yetkin ismini, o partiden bu ismi aldık ve şöyle bir plan yaptık.” Böyle bir kadro hareketini toplumun önüne koysalar, Erdoğan’ın söyleyecek bir sözü yok. Ama biz neyi görüyoruz? İYİ Parti çıkıyor ekrana, ekonomi politikası konusunda Ali Babacan’la kavga ediyor. “Senin politikaların olmaz, biz yapacağız” diyor. Ama siz zâten berâbersiniz. Ya da dış politika konusunda Meral Hanım başka bir şey söylüyor, Kemal Bey bambaşka bir şey. Suriye politikası söz konusu olduğunda, Meral Hanım Cumhur İttifakı’nın hizâsına geliyor, Rusya konusunda başka bir çizgiye geliyor. CHP Suriye konusunda daha sol refleksle hareket etmek istiyor. DEVA bambaşka düşünüyor. İstanbul Sözleşmesi söz konusu olduğunda Saadet Partisi başka yerde, öbürü bambaşka bir yerde. Bütün bunlar seçmeni ister istemez ürkütür: “Bunlar iktidâra gelirse daha mı kötü olurum? Var olanı da kaybeder miyim?” duygusuna girer. Erdoğan’ın yapabildiği tek bir şey var: “Toparlarsam ben toparlarım” vurgusunu yapmak.
Ruşen Çakır: “Zâten beni tanıyorsunuz” diyor.
Levent Gültekin: Evet. “Beni zâten tanıyorsunuz. Denediniz. Zarârınızı da, ne kadar kaybettireceğimi de gördünüz” diyor.
Ruşen Çakır: Peki. Şimdi konumuza gelelim. Biraz önce, “Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü meselesini gündeme getirmesi zarar verdi. Hem de başörtüsü yasağını savunanlar anlamında zarar verdi” dedin. Ama sonuçta, onlarla, senin gibi düşünen insanlar aynı şeyi söylediniz: “Kılıçdaroğlu yanlış yapıyor” dediniz.
Levent Gültekin: Kesinlikle yanlış yapıyor. Ben bunu kendi programımda da söyledim. Bu, siyâseten yanlış.
Ruşen Çakır: Niye?
Levent Gültekin: Söyleyeceğim. Aslında Kemal Bey’in yaptığı çok olağanüstü bir şey. Onurlu Çıkış kitabımda da yazmıştım: Hatâsından dönen, “Yanlış yaptık, geçmişte biz de çok yanlış düşünmüşüz” diyen insanlara çok kıymet veririm. Meselâ Selahattin Demirtaş, “Keşke o cümleyi söylemeseydim” diyor. Benim için çok kıymetli bu. Yâhut Meral Hanım’ın çıkıp, “Geçmişte şöyle bir cümle kurmuştum. Düşünüyorum da çok yanlışmış” demesi çok kıymetli. Kemal Bey CHP’yi kendince demokratik bir çizgiye çekmeye çalışıyor ve eski yanlışlarından da ders alıyor. Bu gerçekten çok kıymetli. Ama bunu zaten “helâlleşme” adı altında yapıyordu. Başörtülü kadınlarla buluşma, İmam-Hatipli gençlerle buluşma… Ama başörtüsü meselesini iktidarla değil tabanla konuşmalıydı; onlara güven vermeliydi. Güven sözle verilir, yasayla verilmez. Türkiye’de hangi yasa uygulanıyor ki? Anayasada laiklik ilkesi var. Uygulanıyor mu? Bence Kemal Bey başörtüsü çabasını, Erdoğan’ın eline bir koz vermeden, “Evet, geçmişte yanlış yaptık. Çünkü bizim endîşelerimiz vardı. Biz Cumhuriyet’i koruyalım diye yaptık bunu. Kötü bir niyetle yapmadık. Ama belli ki endîşemiz yanlışmış, şimdi anlıyoruz” diyebilirdi.
Peki, niye yanlış oldu bu? Şu anda endîşeli kesim kim? Başörtülü kadınlar değil sekülerler. Benim kızım 22 yaşında. Kızım bu ülkede nasıl yaşayacak ben onun endîşesini yaşıyorum. Sadece benim kızım değil. Milyonlarca kadın, “İleride bunlar başımızı zorla örtme aşamasına gelecek mi?” endîşesini taşırken, bu kadınların siyâsetteki sözcüsü, umudu bir parti çıkıp, tam tersine karşı tarafı tartışma konusu yapması, muhâlefette bir moral dağınıklığı yarattı.
Ruşen Çakır: Bence tam tersi. Bunlar birbiriyle çelişen şeyler değil ki.
Levent Gültekin: İkinci nedene geleceğim. Sana programdan önce söylediğim sözü bir de burada söyleyeyim: Beni en çok şaşırtan sensin. Bu seküler kesimde, muhâfazakâr kesimi, İslâmcılar’ı en iyi tanıyan yazarsın. Kitabın var, o mahalleyle diyalog içindesin. Muhâlefet, genelde İslâmcı’yla muhâfazakârı karıştırıyor.
Ruşen Çakır: Evet.
Levent Gültekin: Ama senin karıştırmaman lâzımdı. Niye bunu söylüyorum? Türkiye’de başörtüsünü dert eden seçmen oranının yüzde 20’yi geçtiğine ihtimal vermiyorum.
Ruşen Çakır: Bence daha az.
Levent Gültekin: Bence de daha az. Kararsız seçmenin derdi başörtüsü olsaydı, zâten AK Parti’yi terk etmezdi. Cumhur İttifakı’nın kararsızlar dağıtılmadan oy oranı yüzde 30. Bunu görüyoruz. Geriye kalan yüzde 70. Kemal Bey’in o yüzde 70’e oynaması lâzım. Başörtüsü konusu, o yüzde 70’in ve yüzde 30’un içindeki yüzde 10-15’in de umurunda değil. Kimisi havaalanına bakıyor, kimisi yoluna bakıyor, kimisi milliyetçilik duygusuna bakıyor. Peki, Kemal Bey başörtüsü için yasa teklifi vermekle kimin oyunu alacak? Senin yüzde 20’den az dediğin kesimden zâten alamaz. Başörtüsünü dert eden biri İslâmcı’dır. Muhâfazakâr da vardır, ama sayısı az. Daha çok İslâmcı’dır. İslâmcı, karşısındaki seküler siyâsetçinin sabah akşam câmide namaz kıldığını görsün, yine de oy vermez.
Ruşen Çakır: Bu öyle bir şey değil Levent.
Levent Gültekin: Ben siyâseten söylüyorum. Siyâseten bunun getirisi yok. Ama götürüsü muhâlif kesimde var. Üçüncü götürüsü de şu: Diyelim bu bir demokratik tartışmaya dönüşmedi. Meselâ dün bir video gördüm, Bağdat Caddesi’nde kadınlara soruyorlar bu konuyu. Kadınlar da başörtüsü konusunda zehir zemberek konuşuyorlar. “Okullarda da yasaklanmalı, bunlar bu kadar yol aldılar” vs. vs.. Kapanmış bir yara, şimdi durup dururken, muhâlefetin eliyle, yeniden 90’lı yılların argümanıyla tartışılır hâle geldi. Kimi muhâlifler ekranlarda başörtüsü karşıtlığı yaptılar. O kimi muhâliflerin yarattığı hasar, muhâlefetin hânesine yazıldı. Bunu da ilk ankette, Ekim ayı sonunda göreceğiz. Çünkü Kemal Bey helâlleşme konusuyla, başörtülü seçmenle diyalog kurma çabasıyla o kadar çok mesâfe katetmişti ki. Tamam, insanların hâlâ bir şüphesi vardı, ama muhâfazakâr partilerin desteğiyle, giderek şu duyguya gelmişlerdi: “Eskisi gibi olmaz. Kolay kolay yapmazlar”. Ama Kemal Bey’in başörtüsü hamlesiyle, kimi muhâliflerin ekranlardan başörtüsü karşıtlığı yapması, “Galiba bunlar hiç değişmemiş” duygusunu yarattı.
Ruşen Çakır: Kemal Kılıçdaroğlu’nun bunda ne sorumluluğu var?
Levent Gültekin: Nasıl yok?
Ruşen Çakır: “Uyuyan devi uyandırdı” diyorsun.
Levent Gültekin: Hiç kusura bakma. Senin söylediğin söz de muhâlefetin hânesine yazılır, benim söylediğim de. Ben şimdi ekrana çıkıp, “Azerbaycan diktatörlükle yönetiliyor, ne saçmalıyorsunuz?” desem, adam, “CHP’li yazar Azerbaycan’a şöyle şöyle dedi” diye yazar.
Ruşen Çakır: Eh yazsınlar.
Levent Gültekin: Olmaz. Her birimizin sözü, özellikle de ekranlarda olanların sözü, muhâlefetin hânesine olumsuz yansıyor.
Ruşen Çakır: Muhâlefete mi yarıyor başka bir yere mi yarıyor beni ilgilendirmez ki. Ben gazeteciyim. Düşündüğümü söylüyorum. Kime yarar kime yaramaz, o benim işim değil.
Levent Gültekin: Ben şu açıdan söylüyorum. Birisi çıkıp ekranlardan, özellikle de muhâlif ekranlardan çıkıp başörtüsü karşıtlığı yapıyorsa, bunun muhâlefete yansıması olur.
Ruşen Çakır: Sonuçta, Cumhuriyet’i kuran partinin genel başkanı, “Biz geçmişte yanlış yaptık, özür diliyoruz” derse, bunun üzerine diğerlerinin söylediklerinin çok da kıymeti yok.
Levent Gültekin: “Yanlış yaptık, özür diliyoruz” demek çok kıymetli. Ama yasa teklifi vermek olmaz.
Ruşen Çakır: Yahu ne fark eder?
Levent Gültekin: Niye?
Ruşen Çakır: Yani buna yasal bir şey kazandırmaya çalışıyor.
Levent Gültekin: Yahu konu bitmiş, kapanmış. Başörtülü polis var, başörtülü hâkim var. Ortada bir hak iddiası kalmamış ki.
Ruşen Çakır: Bitmiş diyorsun, ama bitmediğini görüyorsun işte.
Levent Gültekin: Sen çomağı sokmasaydın… Şöyle düşün: Şuramda bir yara vardı, neredeyse kabuk tutmuş, kabuğu düşmek üzere. Sen çubuğu soktun, kanamaya başladı. Sonra da, “Bak, kanamaya başladı” diyorsun. Eh kanatmasaydın kanamayacaktı. Bitmiş kapanmıştı. Bir de çok tehlikeli bir nokta, yasa teklifi vermek.
Ruşen Çakır: Gelelim sosyal medyadaki tartışmamıza. Salı günü Kemal Kılıçdaroğlu yasa teklifiyle ilgili konuştu, Çarşamba günü önerge verdiler. Çarşamba günü de Erdoğan’ın grup konuşmasını izledik. Yani şimdi sen de ben de yıllardır tanıyoruz Erdoğan’ı. Ben o konuşmasında çok öfkeli olduğunu söyledim, çok bozulmuştu bu olaya. Sen de, “Öfke hitâbet sanatıdır, bu öfke kızgınlık öfkesi değil, bence özgüven patlamasının yarattığı hiddetti” dedin. Erdoğan, “Bana gollük pas verdiler, ben de santraforum, gol attım” dedi. Sen de öyle söylemiştin. Ben o konuşmasında hiç o havayı görmedim doğrusu. Erdoğan hiç beklemediği bir şeyle karşılaştı ve bence Kılıçdaroğlu Erdoğan’ın elinden silâhını almış oldu. Sen bu söylediğime katılmıyorsun tabiî, şu anda beni dinlerken de gülüyorsun. Ama benim gördüğüm bu. Bunu söylemekte bir çıkarım yok.
Levent Gültekin: Tabiî. İkimiz de yorum yapıyoruz, bundan bir çıkarımız yok.
Ruşen Çakır: Ben Erdoğan’ı gruptoplantılarında konuşurken defâlarca canlı izledim. Meselâ Ergenekon Dâvâsı’nın bâzı anlarında ya da kapatma dâvâsıyla ilgili dönemlerde çok öfkeli bazı anları vardı. Onun dışında konuşmasını hep ölçerek gider; kimi zaman alçaltır, kimi zaman yükseltir. Ama bu konuşmasında o kadar öfkeliydi ki. Hattâ anayasa değişikliği konusunu getireceğini bekliyorduk. Ama o kadar çok konuştu, Kılıçdaroğlu videoları gösterdi, bir sürü lâf etti, “Herhalde vazgeçti değişiklikten” diye düşündüm. Neden sonra, anayasa değişikliği teklifini getirdi. Açıkçası, Erdoğan’ın verdiği tepkiye kadar, olay o kadar da çok konuşulmadı.
Levent Gültekin: Muhâlif kesimde çok konuşuldu da, iktidar cenâhında çok konuşulmadı.
Ruşen Çakır: Evet. Sen, Erdoğan’ın hoşuna gittiği için böyle öfkeli olduğunu söylüyorsun.
Levent Gültekin: Evet. Erdoğan, özgüvenin yarattığı hiddeti katarak işi büyütmek istedi. Ben Tayyip Erdoğan’ı iyi tanıdığımı düşünüyorum. Sen de tanıyorsun, ama ben kültürünü bildiğim için diyeyim, biraz daha yakından tanıyorum. Ben uzun yıllardır Tayyip Erdoğan’ın ilk defâ bu kadar özgüvenli konuştuğunu gördüm o toplantıda.
Ruşen Çakır: Tamâmen zıt görmüşüz.
Levent Gültekin: Evet. Ama ikimizinki de doğru olabilir, ikimiz de yorum yapıyoruz. Ben onu pas olarak değil de, “Hadi bakalım, gel” tavrı olarak görüyorum. Kemal Bey’in 10 yıl önceki konuşmalarını hatırlatma fırsatı, CHP’nin Anayasa Mahkemesi vurguları, başörtülü kızların itilip kakılma görüntüleri… Erdoğan o kadar mutlu oldu ki… “Bir şeyi ancak bu kadar güzel istismar edebilirdim” tavrını olağanüstü güzel yansıttı.
Sen de ben de kafa yoruyoruz, ikimiz de zıt düşünüyoruz. Bu çok doğal bir şey. İkimizin de derdi, en doğru yorumu yapmak, kendimizce bir katı sunmak. Ama bir şeyi merak ediyorum: Kemal Bey, ikimizin konuştuğu kadar, bu mesele üzerine biriyle konuşmuş mudur?
Ruşen Çakır: O konuda hiçbir şeye kefil olamam.
Levent Gültekin: Niye? Bence asıl soru bu. Bir partinin lideri, bu kadar önemli bir konuyu niye görüşmüyor? O zaman parti niye var? Parti Meclisi, genel başkan yardımcıları niye var? Beş genel başkan yardımcısını toplayıp, seninle yaptığımız şu sohbeti yapamaz mı? “Bu, ne getirir? Karşı hamle gelse ne yaparız?” soruları üzerinden yapmaz mı? Yapmamış.
Ruşen Çakır: Onu bilmiyorum.
Levent Gültekin: Ben bildiğim için söylüyorum. Hiç kimsenin haberi yok. Parti Meclisi’nin de haberi yok. Partide söylenen şu: “Bu kararları kiminle alıyor bilmiyoruz”. Büyük bir şaşkınlık var. Peki diyelim ki böyle bir adım atıyorsun, bir sonraki hamleni düşünürsün. Aklımızla alay ediyorlar. Senin dediğin cepheden bakalım: Çok faydalı olduğunu düşünsün. “Olur ya ters bir karşılık gelirse ne yapacağız?” diye düşünürsün. Sonuçta ne oldu? Tayyip Bey çıktı, “Anayasa değişikliği” dedi. Hemen arkasından Özgür Özel bir tweet atıp, “Ne anayasası? Seninle anayasa yapamayız” dedi. Özgür Özel’den iki dakika sonra Kemal Bey, “Getir bakalım anayasayı da bir görelim” dedi. İki farklı görüş çıktı; belli ki aralarında konuşmamışlar. Sonra İsmail Saymaz Özgür Özel’e niye farklı bir tutum aldığını sordu. O da, “Ben Tayyip Bey’in konuşmasından iki saat önce Genel Başkan’la sohbet ettim. ‘Böyle bir durum olursa ne yapacağız? Nasıl bir teklif, bir karşı hamle yapacağız?’ diye sordum. O da bana, ‘Anayasa filan yapamayız, kabul edemeyiz’ dedi”. Ayaküstü Özgür Özel’e bunu söylüyor. Özgür Özel çıkıp böyle bir tavır alıyor. Kendisi tam zıttı bir tweet atıyor. Sonra dün akşam çıkıp, “Erdoğan kim? Anayasa, âile kim?… Onunla ne âile konuşulur ne anayasa. Bu konu kapanmıştır” diyor.
Ruşen Çakır: Onu da New York’ta söylüyor.
Levent Gültekin: Evet. Ama üç gün önce öyle demedi. Üç gün önce, “Getir anayasayı bir görelim” dedi.
Ruşen Çakır: “Anayasayı getirin” demedi, başka bir şey söyledi. Ama anayasa olarak anlaşıldı. O cümlesinde anayasa yoktu.
Levent Gültekin: Tamam. Yani “Getir teklifini, değerlendirelim” anlamında kullandı.
Ruşen Çakır: Evet.
Levent Gültekin: Yine de reddedebilirsin, ama siyâset en azından gelen teklifi görmeyi bekler.
Ruşen Çakır: Zâten Kılıçdaroğlu’nun şöyle bir sorunu var: Birtakım çıkışlar yapıyorsun. Ardından devâmının gelmesini bekliyorsun, ama hiçbir şey çıkmıyor. Sonra bambaşka bir konuda çıkış yapıyor. Biz bu sabah toplantımızda konuştuk bu konuyu: Kılıçdaroğlu New York’tan, “Tanıdığım bir âilenin gökdelenine ‘hayırlı olsun’a geldim” diyerek videosunu paylaşıyor. TURKEN Vakfı’nın Manhattan’daki binâsını kastediyor. Hatırlarsan, Kılıçdaroğlu birkaç ay önce TÜRGEV ve Ensar Vakfı aracılığıyla 1 milyar liranın ABD’deki paralel bir vakfa transfer edildiğini söylemişti. Ama o kadar çok olay oldu ki, dün Kılıçdaroğlu’nun o videosunu görünce hatırladım daha önceki o açıklamasını.
Levent Gültekin: Ben de önce anlamadım. Herhalde bir âile dostunun ziyâretine gitmiş diye anladım.
Ruşen Çakır: Yani öyle şeyler yapıyor ki… birbirinden kopuk. Normal şartlarda, böyle bir gündemi bu kadar belirleyip, sonra birdenbire Türkiye’yi bırakıp ABD’ye gitmesi de bir acayip.
Levent Gültekin: Bir de, seninle bâzı arkadaşlarımızın, gündemi muhâlefetin belirlediğini söylemesine çok şaşırıyorum. Mesele gündem belirlemek midir, yoksa olumlu bir gündem belirlemek midir? Pek meşhur bir anekdot anlatayım. Adamın biri, “Ben meşhur olmak istiyorum ne yapayım?” diye sormuş birisine. “Çok basit. Cemaat dağılırken şu karşıdaki câminin duvarının dibine işe, iki günde meşhur olursun” diye cevap vermiş ötekisi. Adam gitmiş, hakîkaten câminin duvarının dibine işemiş. Cemaat dağılırken adamı görüyorlar, patırtı, gürültü filan, adamı linç ediyorlar. Hakîkaten de, adam câminin duvarına işedi diye o gün meşhur oluyor.
Yani mesele gündem belirlemek değil. Önemli olan, belirlediğin gündemle toplumun dikkatini çekip olumluya yöneltmek. Şimdi başörtüsü çıkışıyla gündemi belirledi. Ama muhâlefetin de umudunu kırdı. Yorumları gördük. Kemal Bey’in attığı tweet’in altına gelen yorumlara o kadar üzüldüm ki. Adam iyi niyetli bir şey yaptı, niyetinden şüphem yok; ama yanlış bir şeydi. Binlerce insan muhâlefet liderine olmadık sözler söylüyor. Şimdi bu gündem belirlemek mi? Muhâlefetin önceliği gündem belirlemek değil. Olumlu bir şeye toplumun dikkatini çekmek. Örnek veriyorum: Meselâ Merak Akşener çıkıp, “Bu CHP adam olmaz” dese.
Ruşen Çakır: Gündemi belirlemiş olur.
Levent Gültekin: Ama muhâlefete de zarar vermiş olur. O yüzden, “Öncelik gündem belirlemek değil” diyorum.
Ruşen Çakır: Ben başörtüsü çıkışının olumlu anlamda gündem belirlediğini düşünüyorum, ama çok ciddî bir şekilde azınlıkta kaldığımın farkındayım. Olabilir. Zamânında başörtüsü yasağına karşı çıktığımda da azınlıktaydım.
Levent Gültekin: Ama ben bir yerde seninle aynı noktaya geliyorum. Kemal Bey’in başörtüsü konusunda “Yanlış yaptık” diyerek CHP’yi dönüştürme çabası çok kıymetli. Burada hemfikirim. Benim senden ayrıştığım tek bir nokta var: Bunu yasaya dökmüş olması hem muhâlif kesime zarar verdi hem de iktidârı bu konuda muhâtap aldı. Halbuki onun seçmeni muhâtap almış olması gerekirdi.
Ruşen Çakır: Peki. Hep muhâlefet diyoruz. Seçime doğru giderken, iktidar ekonomide birtakım programlar açıklıyor. Kredi Yurtlar Kurumu’na olan borçların affedilmesi, üniversite öğrencilerine memleketlerine gidebilmeleri için ulaşım desteği, esnafa kredi paketi, asgarî ücretin yılbaşında yeniden düzenlemesi, TOKİ’nin sosyal konut projesi… Bu atılan adımlar, insanlarda gerçekten olumlu bir etkiye neden oluyor mu?
Levent Gültekin: TOKİ’nin sosyal konut projesine 1 milyon insan başvurmuş. Benim etrafımdaki akraba, eş dost, tanıdık hepsi başvurmuş. Bunların hepsi muhâlif. Haklılar, kızamazsın ki, insanların eve ihtiyâcı var. Yâhut kredi, ya da sosyal yardım veya başka bir şey. Yoksulluğumuz, bizi toplum olarak siyâsette rehîne hâline dönüştürdü. Şu anda rehîneyiz siyâsette, çünkü onların eline bakıyoruz. Bu adımların bir etkisi olmayabilirdi. Muhâlefet hem o birlikteliği kurup hem de bir kadro hareketiyle topluma, “Biz yönetebiliriz” güvenini vermiş olsaydı, Erdoğan’ın bu hamleleri seçim yatırımı olarak görülebilirdi. Ama bu tarafın olmaması, doğal olarak öteki taraftaki her şeye, “Acaba?” duygusu yaratıyor. Ben, bunun önüne geçilmesi gerektiğini söylüyordum.
Bence bizim burada bir şeye dikkat etmemiz lâzım. Biz sâdece konuşuyoruz. Siyâset kararını vermiş. Bir tiyatro oynuyorlar. Ben bunları anlatıyorum ama, “Levent Gültekin komplo teorisi anlatıyor” diyorlar. Ben komplo teorisinden bahsetmiyorum. “Gelecekte şöyle olacak, filan olacak” demiyorum. 1,5 yıldır Kemal Bey’in adaylığı organize ediliyor. Niye edildiği belli. Bu tarafta da başka bir şey oluyor. Seçim sürecinde yapılacakları söylüyorum. Bütün bunlara baktığımızda, iktidardaki rahatlığın temeli sâdece seçim ekonomisinden değil, kendi kurgusunun muhâlefette uygulanıyor olmasından kaynaklandığını görüyoruz. Tutar mı bilemem, karşı taraf kazanır mı onu da bilemem. Ama şu anda muhâlefetteki kimi aktörler iktidârın oyununu sürdürüyor. Bütün bunlara rağmen o oyunun sonunda halk…
Ruşen Çakır: Yani “Halk, muhâlefete rağmen muhâlefeti seçebilir” diyorsun.
Levent Gültekin: Doğru. Şurada bir tuzak var diyelim. Ben bâzı muhâlif aktörlerin tuzağa doğru yürüdüğünü söylüyorum.
Ruşen Çakır: Peki oradaki altın soru şu: Bilerek mi bilmeyerek mi?
Levent Gültekin: Bilerek.
Ruşen Çakır: O zaman burada noktayı koyalım. Levent Gültekin’le yine çok konuşulacak bir yayın yaptık. Sağol Levent.
Levent Gültekin: Umarım dayak yemem. Hakîkaten artık yoruldum siyâset yorumlamaktan. Yani iş artık şöyle bir noktaya geldi: “Kemal Bey aday olmalı” diyenler de dayak yiyor, “Hayır, Kemal Bey’in adaylığı yanlış” diyenler de. Meselâ geçen gün Fikret Bila, Kemal Bey’in neden aday olması gerektiğine dâir bir yazı yazmış. Baktım altında 1500 yorum var. Yorumların tamâmı, “Sen ne saçmalıyorsun? Neye güvenerek Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını destekliyorsun? Bilmiyor musun bu aday seçimi kaybeder” minvâlinde. Meselâ ben “Kemal Bey’in adaylığı yanlış” dediğimde, “Sen Kemal Bey’in adaylığına nasıl karşı çıkarsın?” diye bir o kadar yorum da bana geliyor. Arada kaldık. Konuşamaz hâle geliyoruz, uyaramaz hâle geliyoruz, îtiraz edemiyoruz. Halbuki biz seninle tam zıt düşünüyoruz ama, ben eminim ikimizin de amacı ülkenin buradan çıkması. Yanlış söylüyor olabiliriz, yanlış yorum yapıyor olabiliriz. Fikret Bila da yanlış söylüyor olabilir. Ama ben, Fikret Bila’nın o yazıyı, ülkenin buradan çıkacağına inandığı için yazdığına eminim. Hiçbirimizin niyeti kötü değil ki. Yorumumuz yanlış olabilir. Zâten biz ne yapıyoruz? Sen konuşuyorsun, ben konuşuyorum, başka biri de konuşuyor. İzleyici de seni dinlesin, beni dinlesin, öbürünü dinlesin. Her birinden üç cümle alsın, tartsın. Yoksa bana, sana ya da öbürüne yüzde yüz inanmasına gerek yok ki. Bize peygamber muamelesi de çekmesinler, şeytan muamelesi de çekmesinler; istediğimiz bu.
Ruşen Çakır: Evet. Levent Gültekin’e çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.