Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Senem Görür yazdı: Dünya Kupası’nın kazananı İran halkı mı olacak?

Ne diyorlardı? Durun buldum. “48 ayın sultanı ve futbol severleri 7/24 ekran önüne kilitleyen” 2022 Dünya Kupası Katar’da başladı. Hem de tüm rezillikleriyle. Neden mi rezil? Kısaca özetleyelim, nedir bu rezillikler?

Katar’da düzenlenecek bu organizasyon için yedi stadyum, yeni bir havalimanı, metro sistemleri, bir sürü yol ve 100 yeni otel inşa edildi. Hatta ve hatta final maçına ev sahipliği yapacak Lusail Iconic Stadyumu’nun etrafına koca bir şehir yapıldı. Tabii bu inşa sürecinde çalışacak insan lazım, nereden getirildi bu işçiler? Bangladeş, Hindistan, Nepal ve Filipinler’den. Hükümet sadece stadyumların inşası için 30 bin göçmen işçinin işe alındığını söylüyor. Gelelim ölüm sayılarına: 2010’dan bu yana yaklaşık 6 bin işçi “çalışma koşulları” nedeniyle öldü. Hükümetse “6 bin değildir o, iyi bakın, bize gelen bilgiye göre 37’si inşaatlarda, sadece üçü çalışma koşullarından öldü” filan dedi. Yedik. Sonra bir de getirilen alkol yasağı ve LGBTİ+’lara yapılan işkenceler tuz biber oldu. Ve Katar da bize bunu “Bu bizim kültürümüz, saygı duyacaksınız” diye satmaya çalıştı. Yedik. Oturduk, izliyoruz 48 ayın sultanını. Aman zeval gelmesin.

Ben de bir süredir eve hapsoldum. Acayip bir grip salgını var ve diğer tüm salgınlar gibi beni de vurdu. Aman maske takmaya, iyi beslenmeye ve vitamin almaya devam edelim. Aslında bu yazıyı yazacak kadar kendimi de iyi hissetmiyordum ama bazen insan iş yaptıkça iyileşir ya, editörüm amirim “Var mı bu hafta yazı müdire?” deyince aldım hasta yatağımda kucağıma bilgisayarı, karalamaya başladım. 

21 Kasım Pazartesi günü herkesin gözü İngiltere ile İran arasında oynayacak maça kitlenmişti. Herkes sosyal medyada “Gönlümüz İran’la” paylaşımları yapıyordu. Çünkü İran’daki her şey gibi futbol da protestolardan etkilenmişti. Çünkü ülkelerinde protestolar devam ederken 11 erkeğin nasıl bir tepki vereceği merak konusuydu. İran’ın Dünya Kupası’ndaki maçlarını izlemek için İranlı olmanıza gerek yok, dünya gündeminden bihaber değilseniz merak edersiniz. Her maçı izlediğimizde insan hakları ihlallerinin bir kez daha suratımıza vurulduğu Katar’da, sahaya çıkan 11 erkek, ülkelerinde kadınların ve gençlerin liderlik ettiği, toplumun ve dünyanın dört bir yanından destek toplayan bu protestolarla dayanışma gösterdi, liderlerine meydan okudu. 11 oyuncunun hiçbiri milli marşlarını okumadı. Ve bunu yaparken “Acaba başımıza ne gelecek?” diye düşünmediler, tek düşündükleri 155 şehirde sokaklara dökülen İranlılar gibi intikam almak isteyen bir devletten intikam almaktı.

Gerçi böyle bir protestonun geleceği zaten belliydi. Daha önce de takım kaptanı Ehsan Hajsafi, protestolarda çocuklarını kaybeden ailelerin yanlarında olduklarını ve ülkelerindeki insanların mutlu olmadıklarını dile getirmiş; takımın forveti Serdar Azmoun Instagram hesabından her şeyi göze aldığını belirterek şunları yazmıştı: “En kötü ihtimalle milli takımdan atılacağım ama bu İranlı kadınların tek bir saç teli için bile küçük bir bedel. İnsanları öldürdüğünüz için utanın!” Hatta Azmoun, bu paylaşımın ardından İran Spor Bakanlığı’nın radarına girmiş ve İran Teknik Direktörü Carlos Queiroz’a “Azmoun’u takımdan çıkarın” diye baskı bile yapılmıştı.

Bu protestonun etkileri İran’a çabuk yansıdı. İran, İngiltere’ye 6-2’lik skorla mağlup olunca ülkenin genelinde sevinç gösterileri yaşandı, “Hamaney’in takımı yenildi” sloganları atıldı, protestolarda İngiltere bayrağı dolaştırıldı. Siz de benim gibi “Acaba neden böyle yaptılar?” diye düşündüyseniz, cevabı İran uzmanı siyasetbilimci Arif Keskin veriyor: “Protestocular bayrağı, milli bayrakları olarak görmüyor. Marşı, milli marşı olarak görmüyor. Milli takımlarını, İran Milli Takımı olarak görmüyor. İran İslam Cumhuriyeti’nin bayrağı, marşı ve takımı olarak niteliyor. İran’daki yönetimi, milletin temsilcisi değil, düşmanı olarak görüyorlar. Meselenin özü bu.” 

Sonra biraz araştırdım. Aslında İran’da spor denilince akla futbol geliyordu. Ve Keskin’den aktardığımın aksine İran Milli Takımı’nın 2011’den 2014’e kadar yardımcı antrenörlüğü görevini üstlenen Omid Namazi, geçmişte milli takımın rejimden çok, İran halkını temsil ettiğini söylüyordu. Fakat 17 Kasım’da FIFA’nın İranlı futbolcuların turnuva öncesindeki fotoğraf çekiminde şakalaştığı görüntüleri paylaşması ülkede bir şok dalgası yaratmıştı. Bunun üzerine birçok kişi, fotoğrafın “FIFA’nın operasyonu” olduğunu kabul etmiş fakat futbolcuların da empatiden yoksun olduğu dile getirilmişti.

Futboldaki protestolar bununla da sınırlı kalmadı. İran Milli Futbol Takımı’nın eski oyuncularından 35 yaşındaki Vurya Gafuri, hükümete yönelik eleştirileri nedeniyle gözaltına alındı. Rejim Gafuri’yi gözaltına alırken, Katar’daki oyuncuları korkutmak, “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit” demek istiyordu. Peki neden Gafuri gözaltına alındı? İslam Cumhuriyeti aleyhinde propaganda yaptığı için. Peki ne dedi de propaganda yaptı? “İranlı Kürtler’i öldürmeyi bırakın.” Peki nasıl gözaltına alındı biliyor musunuz? Huzistan Fulad takımında oynayan Gafuri, takımca yaptıkları bir antrenman sonrası “mili takımın itibarını lekelemek ve devlet aleyhine propaganda yapmak”tan yaka paça gözaltına alındı. 

Katar’daki protestolar İran’da çok şiddetli yankı bulurken, gözler cuma günkü Galler maçına çevrilmişti. Takım, tüm dünyada alkışlanırken, ülkesinden gelen eleştiri oklarının ağırlığıyla maça çıktı. Ve gönülsüzce milli marşlarını okudular. Dudaklarını zar zor hareket ettirdikleri sosyal medyaya yansıyan görüntülerde de belli oluyordu. Ama nihai karar “okumak” yönündeydi. Milli marş okunurken kameralar ağlayan İranlılar’a odaklandı. Kimileri marşı okumadı, kimileri de bayrak sallamadı. Hatta maç başlarken şöyle ilginç bir an oldu: Elinde “Kadın, Yaşam, Özgürlük” yazılı döviz taşıyan ve “Mahsa Amini 22” forması tutan seyirciler ile Katar’daki “irşad devriyeleri” karşı karşıya geldi. Mahsa formasına el konuldu. Neden mi? Çünkü FIFA, “siyasi, saldırgan ve ayrımcı mesajlar” içeren ögeler ile stada gelinmesini yasaklamıştı. Amma, İran Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani’nin posterlerine karışmadı. Yersen…

Ve İran, Galler’i 2-0 yendi, sanıyorum beklenmeyen bir şekilde. İran’ın attığı gole sevinmek ya da sevinmemek de artık ülkedeki siyasî meselelerden biri. Bazı muhalifler “milli takım değil, molla takımı” diyor, bazı muhalifler, “Neden marşı söylediniz?” diye kızıyor, İran’ın resmi haber ajansı IRNA da milli takımın attığı gole sevinen taraftarları gösteriyor. Bakalım, İran Milli Futbol Takımı’nın oyuncuları İran’a dönünce nasıl karşılanacaklar? Belki de bunu belirleyecek önemli etmenlerden biri, 29 Kasım Salı günü Amerika Birleşik Devletleri (ABD) karşısında futbolcuların nasıl bir tavır takınacakları olacak. Çünkü rejim, ülkede devam eden protestolardan dış güçleri sorumlu tutuyor, özellikle ABD ve İsrail’i. Eğer takımdaki 11 kişi, ABD maçında isteksiz de olsa milli marşı söylemeyi tercih ederse protestocuların gözünde rejim yanlısı bir duruş sergileyen kişilere bürünebilir. Bu da o ilk günlerdeki “İran Milli Takımı sergilediği duruş ile çoktan kazandı” yorumlarına gölge düşürebilir. Evet, Dünya Kupası futbol organizasyonlarının en büyüğü. Burada bir protesto sergilemek de milli takımdaki oyuncular için büyük riskler barındırıyor. Geçimleri, gelecekleri, kazançları etkilenebilir. Ama halk bu 11 kişiden “bir şeyler” yapmalarını bekliyor.

Bu protestoları başlatan olayı hatırlayın: 22 yaşındaki Mahsa Amini, başörtüsünün altından dökülen birkaç saç teli göründüğü için irşad devriyeleri tarafından kenara çekildi, gözaltına alındı, öldüresiye dövüldü ve daha sonra da hayatını kaybetti. 17 Eylül’de başlayan protestolar, kısa zamanda rejim karşıtı protestolara döndü. En az 58 çocuk öldü, altı kişi idam cezasına çarptırıldı, 400’den fazla insan hayatını kaybetti, 16 binden fazla kişi gözaltına alındı. Pazartesi günkü maç oynanırken bile Kürtler’in çoğunlukta olduğu Piranshahr ve Javanrud kentlerinde polis protestoculara ateş açtı, sadece yedi kişi burada öldürüldü. Fakat polisin ve güvenlik güçlerinin bu tepkileri, protestocuların “değişim” çağrılarını susturmadı, hatta daha da alevlendirdi. İran İslam Devrimi’nin siyasî ve ruhani lideri Ayetullah Humeyni’nin doğduğu ev ateşe verildi. 

Rejim bize de tanıdık olan bir şekilde ülkede devam eden protestoların sorumlusu olarak “düşmanlarını” görse de haftalar geçiyor ve protestoların hem kapsamı hem de alanı genişliyor. Öğrenciler grev yapıyor, kadınlar sokakta, erkekler destek veriyor, Devrim Muhafızları’na bağlı firmalar boykot ediliyor, mollaların sarıkları düşürülüyor ve daha birçoğu. 

Tepedekilerde de tabandan gelen bu baskıya yanıt verebilecek bir bölünme belirtisi şu an yok. Rejim, baskıyı daha sert bir şekilde uygulamaya devam edecek fakat ülkeyi yöneten sertlik yanlıları ile boğucu, yozlaşmış ve beceriksiz yönetim altındaki gençlerin öncelikleri ve inançları arasındaki temel çelişki; her tutuklamada, Evin Cezaevi’nde atılan her dayakta ve her ölümde daha da belirgin hale gelecek. 

Peki İran İslam Cumhuriyeti’ni deviren bu mu olacak? Bu sorunun cevabını verecek yetkinlikte değilim. Fakat dinlediğimiz uzmanlara göre Amini’nin ölümüyle başlayan protestolar, daha önceki protestolara göre çok farklı. Kadınlar ve gençler daha ön planda, daha kapsayıcı. Sokağa çıkan binlerce insan, “Biz İslam Cumhuriyeti’nin bize dayattıklarını istemiyoruz” diyor ve bu motto altında birleşiyor. Tutuklanan insanların yaş ortalamasına bakın, sadece 15. Ve bu kişilerin tek istekleri, 40 yıldır hüküm süren bu pejmürde sistemin sona ermesi. 

Üçüncü ayına giren protestolar, artık sokağa çıkan insanlar için çok kişisel bir noktada. Seçme haklarıyla ilgili. Bir insanın kendi bedeniyle neyi yapıp yapamayacağıyla ilgili. Bu, evrensel değerlerle mücadele. Bu yüzden İran halkı, kutsal metinleri yorumlamak için eşi benzeri görülmeyen bir yetkiye sahip oldukları iddia edilen sözde kutsal adamlar yerine, seçecekleri kişiler tarafından yönetilmeyi özlediklerini tüm dünyaya gösteriyor. Bu yüzden bir kez daha, 2 bin 446 kilometre uzaktan İran’daki kardeşlerimizle dayanışalım: “Jin, Jiyad, Azadi!”

  • Gelelim son notta Türkiye’ye. Uzunca bir süredir, Türkiye’de Altılı Masa’yı oluşturan bileşenlerin dış politikada takın(ma)dıkları tutumu Kordiplomatik’te Emekli Büyükelçi Selim Kuneralp ile eleştiriyoruz. Hatta olur da toparlayabilirsem, birkaç hafta sonra “Muhalefetin olmayan dış politika vizyonu”nu yazmak istiyorum. Neyse, konumuz bu değil şimdi. İngiltere maçına dair sosyal medyadaki paylaşımları okurken Nilden Bayazıt’ın attığı tweet önüme düştü. İran’da yaşananlar, bir elin parmağını geçmeyen İran uzmanı dışında Türkiye’de hiç gündemde değil. İran halkı, bize hepimizin unuttuğu bir şarkıyı yeniden hatırlatıyor ve bağıra bağıra söylememize yardımcı oluyor. Cesaretleri de bize yol göstermeli. Muhalefet artık dünyada yaşanan hangi gelişmeden ders çıkarır bilmiyorum ama İran’da yaşananları kulak ardı etmese çok iyi olur. 
  • Bu vesileyle İran’da yaşananları anbean aktarmaya çalışan ve her başım sıkıştığında sorgusuz sualsiz yardımlarına başvurabileceğim şu isimlere teşekkürü borç bilirim: Arif Keskin, Gizem Aslantepe, Nevşin Mengü, Dr. Ezgi Uzun. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.