AKP’li yıllara içeriden bakış (1): Partinin doğuşu

AKP ile yaşadığımız son yirmi yılı anlayabilmek için 21 yazıdan oluşacak bir seriye başlıyorum. Bu seride kendi hikâyemden, benim ve bir muhafazakâr ailenin dönüşüm öyküsü üzerinden son yirmi yıla dair bir yorum yapacağım. Biliyorum yalnız değilim, benden yüzlerce değil, binlerce var. Yani benim hikâyem biricik değil, aynı hikâye binlerce sayfası olan bir kitapta yazılı. O sayfalardan birini açmak istiyorum bu seriyle. İlk yazıya bizi AKP’ye hazırlayan AKP öncesi dönemle giriş yapacağım. Ardından her bir yıl için bir yazı yazacağım. 21 yazıda yapacağım bu değerlendirme belki bir zemin oluşturur. Ne yapmalıymışız, şimdi ne yapabiliriz, bunu tartışmaya başlayabiliriz.

AKP’nin doğuşu

80’lerin sonları. Beş veya altı yaşındayım.  Bir pazar günü Sapanca’ya, İskenderpaşa Cemaati lideri Mahmud Esad Coşan’ın evindeki sohbete gidiyoruz. Birçok ilden müridinin katıldığı rutin sohbetlerden biri daha. Arabada ben, ailem ve Sapanca’ya gitme imkânı olmayan birkaç üniversiteli genç kız var. Ben onlardan birinin kucağında oturuyorum. Toprak yolda tozdan zar zor ilerliyoruz, etrafımızda vızır vızır kamyonlar hafriyat taşıyor. Bir anda bir fren sesi ve bir kamyonla çarpışıyoruz. Babam hemen dışarı fırlıyor. Benim haricimde araçtaki kimseye bir şey olmamış. Alnımı yangın söndürücüye çarpmışım ve alnım iki yerden yarılmış, kanıyor. Tühh. Tam da Sapanca’ya yaklaşmışlar. Tam da sohbete az kalmış, olacak iş mi? O sırada sohbetin olacağı evden şehre bir şeyler almaya giden başka bir araç babamı görüp duruyor. Aynı cemaatten olduklarını anlıyorlar. Babam onlara “Madem siz şehre gidiyorsunuz, çocuğu hastaneye siz götürün” diyor. Adamlar şaşkın ama aceleyle kabul ediyorlar. Babam arabasındaki üniversiteli irşad edilmesi gereken kızlarla sohbet evine giderken, ben de tanımadığım adamların kucağında hastaneye gidiyorum. Adamlar gülümseyerek nasıl olduğumu sorup duruyor. Hastaneye gittiğimizde doktor şaşırıp kalıyor, bu çocuğun ailesi nerede? Her birinin bana bakıp gülümsemesi durumun tuhaflığını fark ettiriyor. Yoksa babamın gaddarlığı şaşıracağım bir şey değil, o benim normalim.

AKP'nin doğuşu: İskenderpaşa Cemaati lideri Mahmud Esad Coşan (1938-2001)
AKP’nin doğuşu: İskenderpaşa Cemaati lideri Mahmud Esad Coşan (1938-2001)

Tanımadığım bu adamların kucağında alnıma dikiş atılırken doktor soruyor. “Acıyor mu?” Konuşmuyorum. Ne diyebilirim ki? Hiç değilse babamdan daha şefkatli bu adamlar sayesinde bir an önce tedavim yapılıyor. Suskun çocukluğum boyunca belki de ailemle ilgili kararımı verdiğim ilk olaydı bu.

Ailemin içinde bulunduğu cemaat, siyasette etkisi olan bir cemaat. Hem Erbakan’ın hem Özal’ın partilerindeki bazı siyasi figürlerin kendi cemaatlerinden olduğunu söylerlerdi. O kişilerin kendi beyanları olmadığı için onların adını geçirmeyi doğru bulmuyorum. Ama cemaat işleri ve parti işleri paralel gidiyor. Herkes biliyor, M. Esad Coşan ile Erbakan arasında bir tartışma var. Cemaatin içindeki birçok kişi, hocalarının genel başkanı ile anlaşmazlığa düştüğünü bilmelerine rağmen mecburen Refah Partisi’ne destek veriyor. Ailemden birkaç kişi bu partide çok önemli figürler ama onların cemaatle ilgisi yok. Cemaat, Cumhuriyet sonrası oluşturulmaya çalışılan laik devlet yapısı ve seküler yaşam biçimine direnebilmek için hem müritlerini sürekli bir arada tutuyor, onlara sürekli aslında kim olduklarını hatırlatıyor hem de parti faaliyetleri ile siyasal zeminde İslam dinine yaraşır bir yönetimi getirmeye çalışıyor. Sadece İskenderpaşa değil, tüm cemaatler canla başla aynı şey için kendi içlerinde organize oluyor. Devlet izin vermiyorsa açık kimlikleriyle var olmalarına, o halde gizlice devlete yerleşmeliler. Bu yüzden de her cemaat kendi içinde devlete sızma girişimlerinin peşini bırakmıyor. Delikten bir kişi geçti mi, başlıyor peşi sıra kime alan açabiliyorsa onları da yerleştirmeye. Özellikle Fethullahçılar’ın yerleştiği kadrolar ayyuka çıktıkça diğer cemaatler de şevkleniyor. Onlar da daha aktif olmaya çalışıyor.


Dernekler ve evlerdeki sohbetler

90’lar. Kurulan dernekler ve evlerde yapılan sohbetler sayesinde müritler ve cemaat liderleri arasındaki bağ hiç kopmuyor. Müritlerden her biri “Emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker” (İyiliği emret, kötülükten men et) düsturunca yeni insanların cemaatlerine katılmaları konusunda çalışıyor. Hepsi daha fazla çoğalmaları gerektiğinin bilincinde ve zayıf gördüğü, dine ilgisi olabileceğini keşfettiği herkesi, cemaatinin sohbetlerine götürüyor. Beş kişi götürse, bir kişiyi “kurtarsa” kâr sayıyor. Ailemin bağlı olduğu cemaat, bu düsturu zamanın ruhuna uygun olarak yapabilmek için, müritlerinden topladığı paralarla bir radyo kuruyor. Babam da cebinde üç kuruş parası olmadığı için naçizane bizim bileziklerimizi bağışlıyor. Sonradan öğreniyoruz. Cemaat için bir de holding kuruluyor. Server Holding. Bilin bakalım yöneticileri kimler : ) Cemaatin en liyakatli insanları yönetici oluyor elbette. 

Bir yanda yeni kurulan özel televizyonlarda gördükleri hayat tarzları karşısında dindar insanların “cık cık cık” naralarıyla izlediği ve çocuklarının ahlakı bozulacak diye korktuğu bir 90’lar yaşanırken, bir yandan Uğur Mumcu gibi gazeteciler cemaat tehlikesine dikkat çekmeye çalışıyor. İki taraf da kendi yaşam tarzı için diğerinin açmayı başardığı alanları tehlikeli buluyor. Bu sırada devlet çöküyor. Neredeyse şu ankine benzer bir kriz yaşanıyor. Ancak o zamanlar daha şeffaf ve demokratik bir devlet olduğu için vatandaşın ne olup bittiğinden haberi var. Halk televizyonlarda bir yandan uzaya gideceğini izlerken bir yandan ucuz marketlerin devletine operasyon çektiğini söyleyen utanmazları izlemiyor. Sürekli yerli ve milli bir savaşta olduğu için bütün dünya ile mücadele ettiği yalanlarıyla manipüle edilmiyor. Gazetecilerin, siyasetçilerin kıyasıya tartıştığı açık oturumlarda ne olup bittiğini yorumlamaya çalışıyor. 1996’da Susurluk’ta gerçekleşen kazada hayatını kaybedenler arasında devletin de olduğu anlaşılıyor.

AKP'nin doğuşu: Susurluk olayları
AKP’nin doğuşu: Susurluk olayları

Bir yanda laik-dindar yaşam çekişmesi, bir yanda ekonomik kriz, bir yandan kimin eli kimin cebinde belli olmayan siyasi krizle baş edemiyor hükümet. Dönemin başbakanı Erbakan, Türkiye’nin dört bir köşesinde başlayan “Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” eylemleri ile temiz siyaset isteyen halkı, “Mum söndü oynuyorlar, gulu gulu dansı yapıyorlar” diyerek hafife alıyor. Refah Partisi üyeleri kısmen ele geçirdikleri iktidara güvenerek fütursuzca laiklik ve Atatürk karşıtı, şeriat düzeni isteyen açıklamalar yapıyor.

AKP’nin doğuşu: 28 Şubat süreci

28 Şubat 1997 günü MGK toplanıyor. Toplantıda sürekli artan cemaat tehlikesinin önünü almak ve hükümete çekidüzen vermek için irtica ile mücadeleye yönelik kararlar alınıyor. Ancak dönemin başbakanı Erbakan, bu kararları uygulamayı reddediyor. Ardından yaşanan baskılar sonucu oluşan siyasi gerilimi azaltmak için hükümeti Çiller’e devretmek üzere istifa ediyor ve hükümet düşüyor. Demirel yeni hükümeti kurma görevini Refah-Yol Hükümeti’nin diğer üyesi Tansu Çiller’e vermek yerine Mesut Yılmaz’a veriyor ve Anasol-D hükümeti kuruluyor. Bu hükümet esnasında Erbakan döneminde uygulanmayan 28 Şubat kararları uygulanıyor. Aynı süreçte Refah Partisi “Lâik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri” sebebiyle kapatılıyor. Türkiye’nin dört bir yanında liseler ve üniversitelerde başörtüsü yasağı uygulanmaya başlıyor. 

AKP'nin doğuşu | 28 Şubat kararları
AKP’nin doğuşu | 28 Şubat kararları

Bunun haricinde İmam Hatip liselerinde okuyan öğrencilerin katsayı uygulaması ile üniversite sınavlarında puanları ciddi oranda düşürülüyor. Bu öğrenciler hak ettikleri bölümlerin çok aşağısında kalan bölümlere kayıt olmak zorunda kalıyor. Devlet kurumlarında irtica ile mücadele etmek için memurlar görevden alınıyor, vatandaş kendi çocuğunun yemin törenine katılmak için bile başı kapalı Askeriye’ye giremiyor. Yaşlı başlı teyzeler benim arkamdan bağırıyor “İran’a gidin, İran’a gidin!!”. Toplumun her bir köşesinde yaşanıyor bu tacizler. Kürtler farklı mı sanki? Ama onların iç dünyasını ben anlatamam, onlar anlatıyor zaten, ben utanmakla yetiniyorum.

Yurdun dört bir yanında eylemler yapılıyor. Sağcısı solcusu öğrencilere destek oluyor. Sürprizz. Fethullah Gülen, hükümetle anlaşıyor (neyin karşılığında?) ve kendi cemaatindeki kızlara başlarını açmaları yönünde fetva veriyor. Yani başı sıkışan devlet, yine bir cemaatten yardım istiyor. Binlerce genç kız ağlayarak okuldan içeri girerken benimle birlikte okulun bahçesinde direnen arkadaşım kolumdan ayrılıp içeri yönelirken bakakalıyorum ardından ve anlıyorum, o da onlardanmış. Bahçede kalan küçük bir grup genç kız yapayalnız kalıyoruz. O dönemler işte, ben de cemaat lideri Mahmud Esad Coşan’ın “Eğitim için baş açılmaz” fetvası üzerine lise birinci sınıfta okuldan alındım. Bereket versin ki hoca efendinin maddi durumu yerindeymiş, onun ve cemaatin zenginlerinin çocukları Amerika’da, Avustralya’da eğitimlerini tamamladılar. Ailem yurtdışından gelen bu kişileri gökten melek inmiş gibi bize gösterir, onur duyarlardı başarılarıyla.

Bir yandan bu olaylar yaşanırken, Anasol-D hükümeti kısa süre içerisinde Türkbank ihalesindeki yolsuzluk iddiaları üzerine hükümetten düşüyor ve yeniden seçim süreci başlıyor.

Bu ülke hiçbir zaman gün yüzü göremedi.

AKP’nin doğuşu: TBMM’den

Bu ekonomik ve siyasi buhranlar yetmiyormuş gibi 1999 yılında gerçekleşen seçimler sonrası kapatılan Refah Partisi sonrasında kurulan Fazilet Partisi ile ilk defa başörtülü bir milletvekili, Merve Kavakçı Meclis’e giriyor. 28 Şubat’ta yediği dayağı unutmayan dindarlar ümitli. Ve yepyeni bir siyasi kriz patlak veriyor. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, Meclis’te sesi ve elleri titreyerek yaptığı konuşmayla Merve Hanım’ı Meclis’i terk etmeye davet ediyor. Ve saltanat yıkıldığı günden beri şiddeti artarak devam eden, 28 Şubat sürecinde iyice çığırından çıkan laik-dindar gerilimi yeniden patlak veriyor. Hükümetlerin işlerini yapmak yerine, her gelenin kendi tarafına doğru vatandaşı dizayn etme çabası, ülkenin ekonomisini alt üst ediyor. Siyasi kriz ve ekonomik kriz arasında sıkışıp kalan vatandaşın psikolojisi tüm bunlar yetmiyormuş gibi 17 Ağustos Gölcük- 12 Kasım Düzce depremlerinin ardından yıkılıyor. Türkiye la havle kalıyor. Nerede bu devlet, kim kurtaracak bizi?

İşte tam o anda Erdoğan ortaya çıkıyor. Belediye başkanlığı döneminden beri siyasal İslamcılar’ın yakından tanıdığı Erdoğan, 28 Şubat döneminden kalan tüm bakiyelerden midesi bulanan ve canı yanan halkın karşısına çıkıyor. Erdoğan Amerika’lara gidiyor. Erdoğan, Refah Partisi’nde, Fazilet Partisi’nde açık açık laiklik ve Atatürk karşıtlığı yapan hiç kimseyi etrafına almıyor. Yani kendi mahallesindeki 28 Şubat sabıkalılarını dışarıda bırakıyor. “Canımsınız ama orada durun, ben sizi ayrıca göreceğim” diyor. Gördü de, ben de gördüm, siz de gördünüz. Bunu bütün cemaatler biliyor. Hatta Erbakan ile anlaşamayan M. Esad Coşan, Erdoğan’ı destekliyor. Cemaatlere bağlı olsun, olmasın bütün dindarlar ümitli. Sonunda sıra onlara geldi. Biraz ağızlarını sıkı tutacaklar, biraz dünyanın kuralları ile iş yapacaklar hepsi bu. Erdoğan’ın adeta deli gömleğini yırtar gibi çıkardığı Milli Görüş gömleğini alıp kaldırdılar. Takım elbiseleri çektiler. Aşırı muhafazakârlara, “Aman canım sen de, bi dur şimdi” dediler.

Dindar olmayan kesim bir dönemin utancı içerisinde. Zaten ortada güvenecek kimse de kalmamış. Herkes birbirine bakıyor ve “Deneyelim” diyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.