Kahramanmaraş-Pazarcık’ta 6 Şubat Pazartesi günü sabaha karşı saat 04.17’de 7,7 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Yerin 7 kilometre derinliğindeki deprem Kahramanmaraş, Hatay, Osmaniye, Adıyaman, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Malatya ve Adana’yı vurdu. Aynı gün Elbistan’da saat 13.24’te 7,6 büyüklüğünde ikinci bir deprem daha kayda geçti ve çöken binalarda binlerce kişi enkaz altında kaldı.
“Depremin yaşandığı illerin büyük kısmının depremden olumsuz etkilendiğini biliyoruz. Dolayısıyla çok zor bir süreç başlıyor. İnsani yönü çok kuvvetli bir süreç, aynı zamanda siyasi yönü de olan bir süreç başlıyor. Her ne kadar “Deprem söz konusu olduğunda siyaseti bir kenara bırakalım’ sözleri söylense de siyaset en başından beri işin içinde. Depremin kendisinin olması değil ama depremin bu kadar büyük hasara yol açması tamamen siyasetle ilgili bir şey. Türkiye gibi deprem coğrafyası olan bir ülkede ve depremin olması beklenen bölgelerde bu kadar büyük kayıpların verilmesi sadece kader ile açıklanacak bir şey değil.”
“Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki Türkiye Cumhuriyeti ve AKP’nin öteden beri hep bir iddiası var. Bu konularda başarılı olduklarını söylediler. Fakat depremin ilk anlarında böyle bir başarı görmedik.”
Twitter ülkeyi yönetenleri neden rahatsız ediyor?
Hatay’dan depremle ilgili Erdoğan’a rest çeken Kılıçdaroğlu’nın “Bu meseleyi asla ve asla siyaset üstü görmüyorum. Onun için de kendisiyle asla görüşmeyi düşünmüyorum” sözleri nasıl yankılanacak?
Bugün Meclis’te üç aylığına ilan edilen OHAL’e muhalefet neden karşı çıkıyor?
Ruşen Çakır, depremin siyasi sonuçlarını ve OHAL’in süreci nasıl etkileyeceğini yorumluyor.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Deprem ülkemizi çok kötü vurdu ve hâlâ enkaz kaldırma çalışmaları sürüyor. Resmî rakama göre 16 bini aşan kaybımız var. Daha da artacağı kesin. Umarız çok fazla artmaz. 60 bini aşkın yaralıdan bahsediliyor ve 10 ayrı şehire yayılmış, ama bâzı şehirlerde çok daha sert olarak; Hatay’da, Kahramanmaraş’ta ve Adıyaman’da özellikle çok daha büyük hasar, her anlamda büyük kayıplar var. Devletin tek elde toplamaya çalıştığı, ama sivil toplumun da elinden geldiğince dâhil olduğu bir yardım kampanyası var. İnsanlar gidiyor, araçlar götürülüyor; ama hâlâ çok eksikler var. Yine de yaralar sarılmaya çalışılıyor. Zor bir dönem ve kolay kolay da bitecek bir dönem değil. Bayağı bir zamân alacak. Enkaz kaldırılması kişilerin, o şehirlerde yaşayan depremden doğrudan etkilenen – ki bâzı kasaba, köy ve hattâ şehirlerin neredeyse tamâmına yakın kısmının depremden olumsuz etkilendiğini biliyoruz. Dolayısıyla çok zor bir süreç başlıyor. İnsanî yönü çok kuvvetli bir süreç ve bu süreç aynı zamânda siyâsî bir süreç. Her ne kadar deprem söz konusu olduğu zamân, siyâseti bir kenara bırakalım sözleri çok söylense de siyâset başından beri işin içerisinde. Zâten depremin kendisinin olması değil ama depremin bu kadar büyük hasara yol açması tamâmen siyâsetle ilgili bir şey. Bunu ilk günden beri konuşmaya, dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışıyoruz. Türkiye gibi deprem coğrafyası olan bir ülkede ve depremin olması beklenen bölgelerde bu kadar büyük kayıpların verilmesi sâdece kaderle açıklanabilecek bir şey hiç değil. Bunun birçok boyutu var; devleti ilgilendiren boyutu var, sivil toplumu, tek tek vatandaşları, bâzı sektörleri ilgilendiren boyutları var. Tabii ki ama öncelikli olarak devlet bütün bunları denetlemekle sorumlu olan, tedbirleri almakla sorumlu olan ve facianın yaşanmasından sonra en hızlı bir şekilde müdahale etmekle sorumlu olan kurum olarak devlet ve bu anlamda Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin öteden beri hep bir iddiası var. Bu konularda dünya çapında başarılı olduklarını söylediler; ama bu olayda hiç de böyle büyük bir başarıyı ilk ânda en azından görmedik. Şimdi nereye doğru gittiği konusunda hâlâ bir bekleyiş var. Hâlâ birtakım kurtarma çalışmalarının yapılması bekleniyor. Sosyal medyadan çağrılar var, ses gelen yerlerin çağrıları var. Eksiklerle ilgili çağrılar var. Sosyal medya demişken Twitter’ı neredeyse bir gün boyunca, tam olmasa da devletin kapatmış olduğunu biliyoruz ve bunun nedeninin de tamâmen burada devleti rahatsız eden, ülkeyi yönetenleri rahatsız eden birtakım paylaşımlar olduğunu biliyoruz. O paylaşımlardan rahatsız olabilirler, belki de rahatsız olmakta haklıdırlar onu bilemiyorum; ama bu mecranın yani özellikle Twitter’ın depremle ilgili en çok haberleşme, yardımlaşma ve dayanışma mecrası olduğunu bilmiyor olamazlardı. Buna rağmen kendi siyâsî gerekçeleriyle buraya çok büyük bir darbe indirdiler. Umarım o süre zarfında birtakım yardımlar, yardım çağrıları yerine ulaşmakta gecikmemiştir, birtakım faaliyetler aksamamıştır, umarım.
Olağanüstü hâl bugün 3 aylığına ilân edildi. Meclis’te kabul edildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan önce söyledi, Meclis bugün toplandı ve bu kararı aldı. Nasıl aldı? İktidâr partilerinin oylarıyla aldı. Burada ilginç bir husus var, o da şu; ilk Erdoğan OHAL’i bölgede ilân ettiği zamân İYİ Parti’den bâzı isimler çıkıp takdir etmişlerdi. Demişlerdi ki: ‘‘Nihâyet. Geç de kaldı. OHAL ilânı yerindedir.’’ Ama bugün baktık İYİ Parti grup sözcüleri Meclis’te dediler ki: ‘‘3 aylık bir OHAL’e karşıyız. 1 ay yeterli’’ dediler. Orada bir fark gördük. CHP de karşı çıktı, HDP de karşı çıktı, ama AKP ve MHP oylarıyla kabul edildi. Neden muhâlefet karşı çıktı? Özellikle İYİ Parti ve CHP karşı çıktı, bunu birazcık konuşmamız lâzım bundan sonrasını daha iyi anlayabilmek için. Dün yaptığım yayında bu konuyu, özellikle Kılıçdaroğlu’nun o meşhur videosu hakkında yaptığım yayında bu konuları ele almıştım. Orada Kılıçdaroğlu’nun çok önemli bir çıkışı vardı. O da neydi? ‘‘Bu olay siyâset üstü bir olay değildir. Ben iktidârla aynı hizada olmayacağım. Onlar bu işin sorumlusudur. Onlar olayı da enkaz kaldırmayı da yardım götürmeyi de dayanışmayı örgütlemeyi de beceremiyorlar. Biz bunu kendimiz yapacağız. İstiyorlarsa gelsinler bizi tutuklasınlar’’ diye çok ciddî bir meydan okuyuşa girdi ve bu meydan okuyuş bâzı yerlerden çok destek aldı, HDP başta olmak üzere. Muhâlefetteki Altılı Masa’nın diğer ortakları genellikle görmezden geldiler; ama iktidâr, iktidâr sözcüleri bundan çok ciddî bir şekilde rahatsız oldular. Erdoğan da hattâ üstü kapalı bir şekilde Kılıçdaroğlu’na cevap verdi. Rahatsız olduğunu gördük ve de sosyal medyada birtakım troll hesaplar çıktılar. İktidâr yanlısı bu troll hesaplar Kılıçdaroğlu’na yönelik çok ciddî birtakım faaliyetlerde bulundular, ama çok da etkili olmadı. CHP tabanının büyük ölçüde buna, Kılıçdaroğlu’nun çıkışına destek verdiğini gözledim. Ama yine de tam olarak siyâsetin dozunu deprem döneminde bu kadar yükseltmenin doğru olup olmadığını düşünenler, tartışanlar oldu. Öğrendiğim kadarıyla Ankara’ya dönmüş olan Kılıçdaroğlu bölgede yaptığı temaslardan, orada doğrudan deprem mağdurlarıyla görüşerek, oradaki yetkililerle görüşerek, orayı çıplak gözle görerek çok etkilenmiş. Olayın büyüklüğünü, zâten büyük olduğunu hepimiz biliyorduk; ama yerinden görmek herhâlde çok daha farklıdır. Ben henüz gidemedim. İlk fırsatta gideceğim, ancak orada bölgede 5 şehirde 10 arkadaşımız çalışıyor biliyorsunuz Medyascope’tan. Onlarla sürekli görüşüyoruz. Onların yaptığı videolar, haberler var. Olay buradan göründüğünün ötesinde bir vahâmete sâhip, bunu biliyoruz. Kılıçdaroğlu bunu bizzat yerinde gördü ve onun için de bu olayın siyâset dışında ele alınmasının mümkün olmadığı gibi bir noktaya vardı – ki bence yanlış bir nokta değil. Ben, Kılıçdaroğlu olayı siyâsallaştırıyor diyenlerden değilim. Olayın siyâsal olduğunu dile getiriyor, diyenlerdenim. Ama şunu yapabilirdi; olayın siyâsal olduğunu görüp yine de bir şekilde ayağı frende gidebilirdi. Bu konuda hattâ tereddüt ettiğini de sanıyorum, o videoyu yapmadan önce. Çünkü 3 ay sonra yapılması söz konusu olan bir seçim var ve bu kadar vahim bir olay yaşanıyor. Böyle bir yerde siyâseten atılacak olan adımlar birçok noktada yanlış sonuçlara yol açabilir. Bir: ülke için yanlış sonuçlara yol açabilir; iki: bizzat kendisi ve partisi için yanlış sonuçlara yol açabilir, partinin ötesinde ittifâkı için, çünkü bir Millet İttifâkı söz konusu. Bir de Kılıçdaroğlu’nun kendisinin bizzat aday olmak istediğini ve muhtemelen de olacağını biliyoruz. Dolayısıyla çok hassas bir noktaydı. Olayın siyâsî yönünü görüp, ama bunu geri plana itme gibi bir seçenek de bence önünde vardı. Bunu tercih etmedi. Bunu tercih etmemesinin doğruluğunu, yanlışlığını tartışabilirsiniz; ama deprem olayının siyâsî bir olay olduğunun tartışılacak bir yönü yok. Tamâmen siyâsî bir olaydır, onu kabul etmek lâzım. Ama bir siyâsetçi bu olayın siyâsî yönünü geri plana iter ya da ön plana çıkarır. Kılıçdaroğlu ön plana çıkardı.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Dünkü yayını izleyenler bilecektir, İYİ Parti’nin ne yapacağının belli olmadığını söylemiştim ve Meral Akşener bugün gitti, şu âna kadar şu saatlerde muhtemelen basına açıklama yapıyor olması lâzım. Çok açık, net siyâsî mesajlar vermedi. Sadece temaslarını gördük, fotoğraflarını, videolarını gördük ve daha önce de söylediğim gibi OHAL konusunda partisinden bâzı isimlerin OHAL’e destek vermiş olduğunu gördük. Bugün de örneğin Koray Aydın’ın sosyal medyadaki bir paylaşımında şunu gördüm, diyor ki; ‘‘Liderimiz Meral Akşener’le birlikteyiz, bölgedeyiz ve orada halkımızla, milletimizle, devletimizle berâber hareket ediyoruz.’’ Şimdi burada devlet dediğiniz zamân neyi kastediyorsunuz? Meral Akşener ve İYİ Parti genellikle AKP dışında bir yapı olarak devlet tasavvuruna sâhipler. Dolayısıyla öyle tanımladıkları bir devletle birlikte olduklarını söylüyorlar herhâlde. Ama AKP’yle ve Erdoğan’la bu süreçte bir tür geçici bir anlaşma ya da şöyle söyleyelim, ‘‘Saldırmazlık paktı’’ yani bir müddet eleştirmeme gibi bir yolu mu tercih ederler, bu hâlâ muallakta. Ama şimdi OHAL konusundaki tavırları çok da o noktaya gelmeyeceklerini, Erdoğan’la aynı hizada durmayacaklarını düşündürttü bana. Pekâlâ OHAL’e destek de verebilirlerdi, açıkçası şaşırmazdım. 1 ay ile sınırlı tutulmasını istemelerine şaşırdım. Ama bu yayını yapma nedenim de zâten CHP’nin değil, İYİ Parti’nin OHAL’in 3 aylık olmasına karşı çıkmasıdır. Bunun anlamlı olduğunu düşünüyorum. Neden anlamlı? Çünkü 3 aylık bir OHAL seçimi kapsamasa bile, 14 Mayıs’ta olması beklenen seçimi kapsamasa bile seçim kampanyasını kapsayacak, bunu dün de konuşmuştuk ve bu ister istemez birtakım sorunlara yol açacak iktidâr lehine, muhâlefet aleyhine. Şimdi görüldüğü kadarıyla seçimin 14 Mayıs’ta olma ihtimâli büyük ölçüde devre dışı kalıyor deprem nedeniyle. Bunu zâten deprem olur olmaz düşünmeye başlamıştık. O meşhur klişe olan, Reuters’e konuşan bir Türk yetkili de 14 Mayıs târihinin artık gerçekleşme ihtimâlinin çok zor olduğunu söylemiş. Muhtemelen Haziran’da, normal târihinde olacak gibi gözüküyor şu hâliyle. Kimileri normal târihinden de ileriye bırakılması gibi bir seçenek söylüyorlar – ki bu anayasaya göre mümkün değil. Dolayısıyla OHAL’le seçime girmenin, OHAL’in olduğu bir ortamda seçim kampanyası yapmanın iyi bir şey olmayacağını, iktidârın işine geleceğini düşünüyor anlaşıldığı kadarıyla İYİ Parti de. Nitekim Erdoğan da OHAL’i duyururken ve bugün de OHAL üzerine konuşurken hep bunları açıkçası söylüyor da. Yani OHAL’le birlikte şunu yapacağız, bunu yapacağız diyor ve öyle bir şey söylüyor ki kötü niyetlilere yönelik OHAL’i kullanacağını söylüyor. Ama Erdoğan’a göre zâten kendisine ve kendi ittifâkına oy vermeyen herkes kötü niyetli. Dolayısıyla muhâlefeti tamâmen OHAL içerisinde tutmaya çalışabilir. OHAL kapsamında muhâlefetin kampanyasını sınırlamaya ve özellikle de seçim güvenliği konusunda OHAL bahanesiyle birtakım sorunlar çıkartmaya çalışabilir. Böyle bir husus var. Tabii ki şunu unutmayalım, yerel seçimlerde de vardı ama hiç de istedikleri sonucu alamadılar. Yani OHAL’in siyâseten iktidârın lehine, muhâlefetin aleyhine olacağı açık ve dolayısıyla OHAL’in çok fazla uzamaması gerçeği ortada. Buradan hareketle muhâlefetin, Erdoğan’ın deprem dolayısıyla siyâseten iyice zor durumda kaldığını gördüğünü ve ona bir anlamda nefes alma, yardım etme yani bir tür cankurtaran simidi atmaya yanaşmayacağını söyleyebiliriz şu hâliyle. Öteki türlü ilk başta verilen tepkilerde, hani ‘‘Bu olaya siyâset girmesin’’, Akşener’in ilk söylediği; ‘‘Susmak zamânı’’ çizgisini sürdürmüş olsaydı bu tam da Erdoğan’ın istediği bir şey olacaktı.
Şunu özellikle vurgulamak lâzım, dün bunu yeterince vurguladığımı sanıyorum ama tekrâr tekrâr söylemek istiyorum: Erdoğan bu olayın partiler üstü bir olay olduğunu, bütün hepimizin kardeş olduğunu, bu olayla hep birlikte dayanışarak mücâdele etmemiz gerektiğini söylemedi; ‘‘Devlet her şeyi çözer’’ dedi. Doğrudan kimseye çok fazla sataşmadı belki, ama ‘‘Deftere yazıyoruz, sonra hesaplarını göreceğiz’’ demeyi de unutmadı. Ama böyle herkese, gelin kardeş olalım, bırakalım kırgınlıkları vs. gibi bir çıkışı yapmadı, yapacağa da benzemiyor. Artık Erdoğan o aşamayı geçmiş durumda. Ama etrafındaki birileri buna benzer şeyler söyleyebiliyorlar ya da Kılıçdaroğlu da siyâsî bir çıkış yaptığı zamân; ‘‘Bu yaptığın yanlıştır, tam da birlik olma zamânı’’ vs. deyip itiraz ediyorlar. Ama Erdoğan kesinlikle birleştirici bir dil kullanmadı. Yani yalancıktan da olsa, dün de böyle söylemiştim, yalancıktan da olsa böyle bir şey kullanmadı. Kullanmış olsaydı muhâlefetin işi daha zor olurdu. Yani ona rağmen, Erdoğan böyle bir el uzattığı zamân ya da çiçek uzattığı zamân onu reddetmiş olmakta zorlanabilirdi muhâlefet. Ama böyle uzatılmış bir el yok. Yani olacak bir şey değil, ama diyelim ki Erdoğan muhâlefet liderlerini de çağırdı, ‘‘Gelin, berâber gidelim’’ dedi. Böyle bir fotoğraf düşünebiliyor musunuz? Kahramanmaraş’ta Erdoğan, Devlet Bahçeli, Meral Akşener ve Kemal Kılıçdaroğlu, belki başkaları da ama diyelim ki dördü birlikte çadırkent geziyorlar. Türkiye bunun hayâlini bile kurmanın mümkün olmadığı bir ülke. Dolayısıyla Erdoğan kendisini siyâseten zor durumda bırakan bu facia karşısında, önce gördük ilk yaptığı konuşmada, çok ciddî bir şekilde şoke olmuş durumdaydı ve hemen ardından bölgeye giderek tekrâr güç toplamaya ve ayakta olduğunu göstermeye çalışıyor ve depremi, depremle berâber yaşananları bir anlamda önümüzdeki yapılacak, târihi şu ânda belli olmayan ama muhtemelen Haziran’a kalacak olan seçimde bunu kendisinin elinde bir tür argümana dönüştürmek isteyecek. Argümana dönüştürmek isterken bir yandan eksiklikleri kapatacak. Bunu da medyası aracılığıyla ya da sosyal medyaya birtakım yasaklar getirerek, engellemeler getirerek yapmaya çalışacak. Yaptığı birtakım şeyleri, devletin zâten görevi olan ve sorunlu bir şekilde yapar gibi olduğu şeyleri daha da büyütecek ve tabii ki bu arada muhâlefeti, özellikle CHP’yi şeytanileştirmeye çalışacak bu süreçte. Şu ânda daha yolun başındayız. Ama önümüzdeki süreçte bu deprem sürecinin alabildiğine politize olmuş bir süreç olduğuna tanık olacağız. Ben böyle düşünüyorum. Şu hâliyle bile yeterince politize olmuş durumda. Meselâ Fuat Oktay’ın, CHP’li belediyelere söylediği ‘‘Siz kimsiniz?’’ lâfı başlı başına bir şeydir – ki Fuat Oktay kendisi siyâsetçi değil, normalde atanmış birisi. Seçilmiş, ana muhâlefet partilerinden seçilmiş belediye başkanlarına, ana muhâlefetin liderine bunu söyleyebilme gücünü kendinde görüyor ya da bir eski AKP milletvekili çıkıp Ekrem İmamoğlu’na herkesin gözü önünde ‘‘İngiliz ajanı’’ gibi lâflar edebiliyor, bunları görüyoruz. Çok ciddî bir endişe var iktidâr çevrelerinde. Zâten işler yolunda gitmiyordu. Ekonomik kriz vardı ve son aylarda kamuoyu yoklamalarında da görülüyordu, özellikle MHP değilse de AKP ve Erdoğan tekrâr güç toplamaya başlamıştı. Kendine güveni geliyordu ve muhâlefet hâlâ çok savruk durumdaydı. Daha aday bile belirleyemiyordu. Böyle bir ortamda çıkan bu depremin, yaşanan bu felâketin, dünya çapındaki 21. yüzyılın en büyük felâketlerinden birisinin siyâseten kendisini zor durumda bırakacağı düşüncesindeler – ki haklılar. İşte buradan, her zamân olduğu gibi, Erdoğan’ın hep yaptığı gibi, Fransızca bir lâftan hareketle birkaç yayında söylediğim ileriye doğru kaçma, yani geri kaçma değil de saldırgan bir üslupla ama aslında kaçıyor. Depreme tabii ki kendisi yol açmadı, ama depremin bu kadar büyük bir bilançosunun olmasında ülkeyi 20 yıldan fazla süredir yönetenlerin payı o kadar ortada ki böyle bir olayda söyleyebileceği… Bir de anında müdahale konusunda deprem sonrasında yaşanan sorunlar, olayın koordinasyonu konusunda yaşanan sorunlar vs. bütün bunların doğurabileceği siyâsî sonuçlardan kaçmak için ileriye doğru hamle eden bir Erdoğan, iktidâr ve onun destekçilerini göreceğiz. Şu hâliyle bakıldığı zamân muhâlefet OHAL’in bir aydan fazla olmamasını savunup bu 3 aylık OHAL’e evet demeyerek Erdoğan’ın kendilerini tutmaya çalıştığı alanı kabul etmeyeceklerinin işâretini verdiler. Kılıçdaroğlu zâten vermişti, İYİ Parti de ilk aşamada bunu verdi. Bakalım bundan sonra ne olacak?
Evet, çok zor bir dönemden geçiyoruz. Daha da sürecek bu zor dönem ve Türkiye’nin zâten siyâseten çok kritik olduğu bir dönemde yaşandı ve bunu ülke olarak, bütün bir millet, halk olarak atlatabilmek, olabildiğince hızlı yaraları sarabilmek, bir anlamda var kalma sorunu, bunu kabul etmek lâzım. Olay hiç de öyle, zâten bizde hep deprem oluyor deyip geçiştirilecek bir olay değil. Çok büyük bir olay. Gerçekten çok acı, hacmi çok büyük olan ve her geçen gün, meselâ yayına girdiğimde söylediğim rakamla yayına çıktıktan sonra söylediğim rakam arasında fark olacağını biliyorum. Ölen insanlarımızın sayısının çok artacağını görebiliyoruz. Artık neredeyse saat başı sürekli yeni bir kayıp, saat başı bine yakın vatandaşımızı, kardeşimizi kaybettiğimizi öğreniyoruz. Böyle acı bir dönem. Burada bunun siyâsetle birleştiği bir ortamda bağımsız medyanın ne kadar önemli olduğu bir kere daha ortaya çıkıyor, görüyorsunuz. Yaşananları, aktarılanları, aktarılmayanları, eksik aktarılanları görüyorsunuz. Onun için bağımsız medyanın, özgür medyanın önemi böyle ânlarda çok daha fazla anlaşılıyor. Seçim sürecinde daha da fazla anlaşılacak. Çünkü iç içe geçecek bu ikisi ve bu bağlamda bağımsız medyaya ve Medyascope’a sâhip çıkmanızı, bizi desteklemenizi rica ediyorum. Başından îtibâren, ilk günden îtibâren 5 ayrı yerde 10 muhâbirle olayı anında, yerinde, doğrudan aktarmaya çalışan kendi hâlinde diyelim, bir kurumuz. Ama gerçekten boyumuzu aşan işlere girmek zorunda kaldık ve çok şükür şu âna kadar bunların üstesinden de gelebiliyoruz. Ama bunu sürdürebilmemiz için sizlerin desteğinize ihtiyacım var.
Evet, tekrâr bir ân önce yaraların kapanmasını, kayıplarımızın olabildiğince az bir düzeyde kalmasını ve Türkiye’nin tekrâr ayakları üzerinde bir ân önce durabilmesini temenni ediyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.