Türkiye 14 Mayıs’ta seçime gidiyor. Seçim çalışmaları tüm hızıyla başlamışken, ittifaklar da oy havuzlarını genişletmeye çalışıyor. Son olarak Hür Dava Partisi (HÜDA PAR), cumhurbaşkanlığı seçiminde Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleyeceğini ilan etti. Fatih Erbakan’ın lideri olduğu Yeniden Refah Partisi’nin kararı da bekleniyor.
HÜDA PAR, özellikle Kürt sorunu ile ilgili bazı konularda HDP’den daha radikal tutumlarıyla biliniyor. Peki AKP-MHP-BBP-HÜDA PAR ittifakı nasıl olacak? Bu partiler nerede ortaklaşıyor, nerede ayrılıyor? Hizbullah’ın geçmişi ve önce derneğe daha sonra partiye evrilişi nasıl oldu? HÜDA PAR Cumhur İttifakı’na katkı mı sağlar, birtakım kopuşlara mı yol açar?
Ruşen Çakır yorumluyor.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Dün Millet İttifâkı’nın cumhurbaşkanı adayı ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu sosyal medyada bir paylaşım yaptı. İlginç bir paylaşım, çok da ilgi gördü: “Muhâfazakâr genç kadınlara seslenmek istiyorum. Biz baskıcı olan her şeyden arındık, demokratikleştik. Onlar en baskıcı olanı yanlarına çektiler. Kadına şiddetin önlenmesi kanununa savaş açanı ittifak ortağı yaptılar. Kazanım ve özgürlüklerinizin yok edilmesine izin vermeyeceğiz”. Çok büyük bir ilgi gördü. Burada kastettiği esas olarak HÜDA PAR, yani Hür Dâvâ Partisi. Ama aynı zamanda, Cumhur İttifâkı’yla görüşen Yeniden Refah Partisi’nin de aynı şekilde kadın konusunda, kadınların birtakım kazanımlarının iptal edilmesi konusunda görüşleri var ve bunu da Cumhur İttifâkı’na dayattıklarını biliyoruz. Nitekim Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Doğan Aydal, bir televizyon yayınında bunu açık açık söyledi. Esas olarak İstanbul Sözleşmesi söz konusu tabiî ki; ama onun da ötesinde, 6284, âilenin korunmasıyla ilgili, kadına yönelik şiddetle ilgili. Ve ne oldu? Kılıçdaroğlu’nun demin bahsettiğimiz paylaşımına özellikle AK Partili kadınlar, milletvekilleri, Kadın Kolları yöneticileri uzun uzun cevap yetiştirmeye çalıştılar. Bunun ardından da Kılıçdaroğlu ikinci bir paylaşım yaptı. Diyor ki: “Hepinize teşekkür ederim, AK Parti milletvekillerine. Panikle yazdıklarına göre, İletişim Başkanlığı da bu konunun ne kadar önemli olduğunun farkında. 6284’ün kaldırılmasına asla izin vermemeliyiz. Bu tüm kadınların ortak meselesidir”. Yani bir tarafta HÜDA PAR, bir tarafta Yeniden Refah Partisi, İstanbul Sözleşmesi’nin kalkmasının ötesinde, 6284’ün de kaldırılmasını talep ediyorlar ve bu konuda çok açık konuşuyorlar. Hattâ Yeniden Refah Partisi yöneticisi, iktidârın da bu taleplerini kabul ettiğini söyledi. Ne derece doğru bilmiyoruz. Çünkü Bakan Derya Yanık dedi ki: “Varlığının tartışmaya açılması dahi bizce kabul edilemez”. Ama buna bir nokta konmuş değil; bu mesele masada. Burada da tabiî ki Yeniden Refah Partisi de var; ama en önemli unsur HÜDA PAR. Çünkü HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu cumhurbaşkanlığı seçiminde Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleyeceğini açıkladı. Milletvekili seçimleriyle ilgili olarak da müzâkerelerin sürdüğünü söyledi. Büyük bir ihtimalle orada da bir anlaşma olacaktır. HÜDA PAR şu anda Cumhur İttifâkı’nın bir parçası oldu, yarım da olsa bir parçası oldu. Ama büyük bir ihtimalle bu tamamlanacak ve özellikle Güneydoğu’daki AKP listelerinde HÜDA PAR’ın birtakım isimlerini görmemiz kuvvetle muhtemel.
Ben burada size esas olarak HÜDA PAR’dan bahsetmek istiyorum. Dün biraz bahsettim; bugün biraz daha uzun bahsetmek istiyorum. Çünkü HÜDA PAR konusunu bildiğimi düşünüyorum. HÜDA PAR esas olarak Hizbullah, Türkiye Hizbullahı diye biliniyor; çünkü Hizbullah uluslararası bir yapılanma. Onun Türkiye ayağı Hizbullah hakkında gazeteci olarak çok çalıştım. Bir kitabım da var: Derin Hizbullah (Metis Yay., 1. bas. 2001, 3. bas. 2016). Bu kitabı ilk olarak 2000 sonrasında, yani Hizbullah’ın lideri Hüseyin Velioğlu’nun 17 Ocak 2000’de Beykoz’da polis tarafından öldürülmesinin ardından yazmıştım. Daha sonra, şu anda kapakta gördüğünüz kişi, Edip Gümüş, o evden, Hüseyin Velioğlu’nun öldüğü villadan sağ çıktı. Bu fotoğraf onun hapishâneden çıkışındaki fotoğrafı. Hapishâneden çıktığında, kendisini karşılayanlara hitap etmişti. Edip Gümüş şu anda Hizbullah’ın yeni lideri. Yani Hüseyin Velioğlu’ndan sonraki lideri Edip Gümüş. Kendisi yurtdışında yaşıyor. Nerede olduğunu bilmiyoruz. Tabiî ki istihbarat birimleri biliyordur; ama ben şahsen bilmiyorum. Kendisiyle tam 10 yıl önce röportaj yapmıştım. Aracılar üzerinden kendisine yazılı sorular yollamıştım ve o da bana cevap vermişti. Orada Edip Gümüş çok açık bir şekilde bütün sorularıma cevap vermişti. Meselâ şunu söylemişti: “Hizbullah, doğru bildiği hiçbir kural ve prensibinden vazgeçmiş değildir. Dün ne idiyse bugün de odur. Değişen, ortam ve şartlardır”. Evet, Hizbullah Türkiye’nin en esrârengiz, en acımasız örgütlerinden birisiydi. Öyküsü PKK ile neredeyse aynıdır. Aynı yıllarda, 1970 sonlarında Kürt gençleri arasında yeşerdi; PKK nasıl sol ideolojinin etkisindeyse Hizbullah da İslâmî ideolojinin etkisinde ortaya çıktı. Kürtler’de muhafazakârlık ve İslâmcılık, özellikle gençler içerisinde çok güçlüdür. 70’li yıllarda Hüseyin Velioğlu liderliğinde örgütlenen bir hareket Hizbullah. Uzun bir süre kitabevleri ve Diyarbakır’daki İlim Kitabevi üzerinden örgütleniyor; dolayısıyla da kendilerine “İlimciler” dendi. Çünkü Hizbullah’ta belirli bir târihten sonra ayrışma oldu. Menzilciler’le İlimciler ayrıldı. İki ayrı grup; ama ana grup, bizim bildiğimiz grup İlim grubu. Hüseyin Velioğlu bunun lideri ve belirli bir târihten îtibâren PKK ile çatışmaya başladılar. Bu çatışmayı başlatan taraf kesinlikle PKK, onu özellikle söyleyeyim. Birtakım yanlış ya da çarpıtılmış târih okumaları var. PKK o dönemde, 1970 sonları ve 1980 başlarında bölgedeki tüm güçleri kendisine tâbi kılmaya çalıştı. Birçoğunu tasfiye etti. Bunun içerisinde sol hareketler de var, başka hareketler de var. Ama derinden örgütlenen Hizbullah, kırsal kesimde de, ama özellikle Batman, Diyarbakır, Mardin gibi PKK’nın da çok güçlü olduğu yerlerde örgütlenen Hizbullah buna yanaşmadı, tâbi olmadı. Ve Mardin’de yaşanan birtakım saldırılar oldu; ilk olarak Hizbullah’ın bir yöneticisinin öldürülmesi, ondan sonra da Hizbullah’ın misilleme olarak PKK’ya yakın olduğunu düşündüğü birisini öldürmesiyle başlayan bir çatışma ortamı oldu karşılıklı olarak. Hizbullah özellikle o târihlerde kent merkezlerinde insanları, PKK’ya yakın olduğunu düşündükleri doktorları, öğretmenleri, gazetecileri, yani açık kimlikleriyle siyâset yapan kişileri öldürdüler. Sokak ortasında, herkesin gözü önünde öldürdüler ve o andan îtibâren de Hizbullah, derin devletin bir kolu olarak tanımlandı PKK çevreleri tarafından. O iş çok karıştı, iyice karıştı. Çünkü Hizbullah’ın bu yaptıkları sonuçta devletin işine yarıyordu. 90’lı yıllarda bölgede özellikle yasal alanda faaliyet gösteren Kürt hareketinin birtakım öne çıkmış isimleri hayatlarını gerçekten ölüm tehdidi altında sürdürdüler. Çok büyük bir vahşet yaşandı; insanların sokak ortasında, genellikle arkadan gelinip vurulmaları, öldürülmeleri şeklinde. Bunun misillemeleri de oldu. Hizbullah bu arada kendi arasında bölündü. Çok acı ve sert bir dönem yaşandı. Bütün bu dönemde de Hizbullah’a PKK tarafından “Hizbülkontra” adı takıldı. Hâlâ bu konuda bu görüş PKK çevrelerinde çok baskındır. Fakat belirli bir aşamadan sonra devletin de Hizbullah’a operasyon yapmaya başladığını gördük. İlk Batman’da başlayan operasyonlar sonucu, Hizbullah’a yönelik de birtakım operasyonlar oldu ve nihâyet 17 Ocak 2000’de Beykoz’daki o villa basıldı. Uzun bir süre Güneydoğu’da yaşamış olan Hüseyin Velioğlu bölgeden şehirlere göç etmişti ve Edip Gümüş’le berâber orada çatışmada kendisi öldü, Edip Gümüş yakalandı.
Hizbullah’a yapılan bu operasyonun ardından ele geçen bilgilerin ışığında Türkiye’nin dört bir tarafında operasyonlar yapıldı. Yapılan bu operasyonlarda, hatırlanacaktır, çok sayıda kişinin cenâzelerine ulaşıldı. Bunlar büyük ölçüde Hizbullah tarafından kaçırılıp işkenceli bir şekilde sorgulanmış ve öldürülmüş kişilerdi. Bunların içerisinde birbirinden farklı kesimlerden insanlar vardı. Meselâ örgüt üyesi olup da ajan olmakla suçlananlar ya da İslâmî kimlikleri olmakla berâber Hizbullah’a engel çıkardığı düşünülen kişiler de dâhil olmak üzere çok sayıda kişinin mezarları bulundu. Genellikle örgüt evlerinin bahçelerine gömülmüş oldukları bulundu. Bunların içerisinde en çarpıcı olanı tabiî ki Konca Kuriş’tir. O başlı başına efsâne bir kadındı. İslâmî hareket içerisinden gelmiş, Hizbullah’la da ilişkisi olmuş; ama sonra feminist bir çizgiye gelmiş gözüpek bir kadındı. O târihlerde medyada karşımıza çıkan birisiydi. Çok sorgulayıcı perspektifleri vardı ve onun da Hizbullah tarafından kaçırılıp, sorgulanıp öldürüldüğü ortaya çıktı. Birçok sorgunun da videoya kaydedildiği ve bu video kasetlerin de devletin eline geçtiğini gördük. Bunların bâzıları kısmen de olsa kamuoyuna yansıdı. Böyle ilginç bir örgüt ve o târihe kadar Hizbullah’ın –bu konuda araştırma yapan bir gazeteci olarak çok eminim– yazılı tek bir belgesi yoktu. Genellikle örgütler bir şekilde dergiler çıkartır, kitaplar basar vs.. Hizbullah’ın o târihe kadar olan tek şeyi kasetler ve marşlardı – “Şehitler Kervanı” adıyla birtakım marşlar. Onun dışında, yazılı hiçbir şeyi yoktu. Fakat daha sonra Hizbullah, Hüseyin Velioğlu’nun ölümünden sonra artık kendini anlatma ihtiyâcı hissetti. Daha su yüzüne çıkma ihtiyâcı hissetti. Onun da bir öyküsü var. Bir kitap çıkartıldı: Kendi Dilinden Hizbullah diye bir kitap. Hizbullah’ın bir yöneticisi tarafından yazılmıştı. O kitabı bana da internet ortamından yollamışlardı ve onu ilk haberleştiren de bendim. O bir dönüm noktasıydı. Ardından Hizbullah yasal alana çıkmaya başladı. Bunun ilk çıkışı da 2000’li yılların başlarında olması lâzım, târihte yanıldığımı sanmıyorum. Güneydoğu’da Mustazaflar Derneği adı altında çıktılar. Önce Hz. Muhammed’i anma toplantıları yaptılar. Çok büyük kalabalıklar topladılar. Mustazaflar Derneği kapatıldı, başka isimle açıldı ve sonra birden 19 Aralık 2012’de HÜDA PAR kuruldu: Hür Dâvâ Partisi. Tabiî burada Hüdâ; Tanrı, Allah anlamında. Böyle bir incelik var. Ve HÜDA PAR kurulduğu andan îtibâren Hizbullah’ın parçası olarak görüldü. Onlar da açıkça kabul etmediler; ama ret de etmediler ve biliyoruz ki HÜDA PAR Hizbullah’ın partisi. Ama Hizbullah hâlâ var, Edip Gümüş liderliğinde. Edip Gümüş kendisiyle yaptığım söyleşide bana, hiyerarşik yapının gizli olduğunun doğru olduğunu; “Evet, bu doğrudur, mücâdelenin yapısı gereğidir” diyerek cevap vermişti. Yani bir tarafta bir parti olarak HÜDA PAR var, bunun örgütleri var, teşkîlâtları var, yöneticileri var; bir diğer tarafta da Hizbullah örgüt olarak varlığını sürdürüyor. Burada da Edip Gümüş dışında kimler olduğunu, nasıl bir örgütlenme içerisinde olduklarını açıkçası bilmiyorum. Artık çok da önemli olduğunu sanmıyorum; çünkü olay esas olarak HÜDA PAR üzerinden yürüyor.
HÜDA PAR’ın inişli çıkışlı bir öyküsü oldu. İlk başlarda girdikleri, meselâ 2014’teki yerel seçimlerde, Batman’da %7,8, Diyarbakır’da %4,8 gibi oylar aldılar. Bunlar hiç azımsanacak oylar değil. Çünkü biliyorsunuz bu bölgelerde, bu illerde, öncelikle HDP ya da HDP’den önceki partiler var; sonra AKP geliyor ve neredeyse oyların tamâmını bu iki parti alıyor. HÜDA PAR bu bölgede üçüncü parti oldu. İlk başta belirli bir gücü vardı; ama benim gözlemime göre bunu sürdüremediler. Yasal alana geçişi tam olarak yapamadılar; çünkü çok zorlandılar. Olayın bir boyutu ideolojik. İdeolojik boyut da şöyle: Hizbullah radikal İslâmcı bir çizgide ve HÜDA PAR da onun devâmı. Evet, ama bu arada dünyada İslâmî hareketlerde çok büyük değişiklikler oldu. Özellikle El-Kaide ve IŞİD ile berâber, radikal İslâmcılık terörizmle eş hâle geldi ve bu tür intihar eylemleri vs. yapmadan radikal İslâmcı olmak çok zor bir hâle geldi. Yani bir tür açığa düştüler. El-Kaide ve IŞİD peş peşe –ki bunların her birinin Türkiye’de belli bir gücü var ve özellikle de Kürtler arasında her iki örgütün de ayrı ayrı güçleri var– büyük ölçüde Hizbullah’ın kitle tabanından, potansiyel kitle tabanından diyelim; yani Hizbullahçılar demeyelim ama Hizbullah’a gidebilecek olan birtakım insanların ya da HÜDA PAR’a gidebilecek birtakım gençlerin özellikle El-Kaide’ye ya da IŞİD’e gittiklerine tanık olduk. Hattâ Hizbullah’ın önde gelen bâzı isimlerinin çocuklarının yeni dönemde daha cihadcı bir çizgide olduklarını gördük. Bunların bâzıları çok öne çıktılar. Böyle ideolojik bir zorluk yaşadılar. Bir diğer sorun da şu: Hizbullah öteden beri, ilk andan îtibâren İran rejimiyle çok yakın ilişki içerisindeydi; hattâ kendilerini bu nedenle İran ajanı olarak suçlayanlar da oldu. Hattâ bir ara Hizbullah’ın içerisindeki bâzı insanların İran çizgisinde Sünnîlikten Şiîliğe yöneldikleri bile iddia edildi. Ne derece doğrudur? Bu konuda çok güvenilir iddialar var. Her neyse; ama yeni dönemde, özellikle bölgede El-Kaide ve IŞİD’le yaşananlardan sonra, meselâ bir Suriye olayıyla, İran’ın politikasının da çok İslâmî olmayıp esas olarak milliyetçi olduğu ortaya çıktı. Yani orada İran rejiminin velâyet-i fakih gibi birtakım ideolojilerinin, asıl olarak bir tür İran milliyetçiliğinin ya da İran’ın bölgesel güç olmasının aracı olarak kullanıldığı ortaya çıktı; dolayısıyla da dünya çapındaki tüm İran yanlısı, Humeynici olarak tanımlanabilecek gruplar çok kötü bocaladılar. Hizbullah da Türkiye’de bunlardan birisidir. Artık Hizbullah’ın İran konusunda daha İrancı bir çizgiden uzak durduğunu görüyoruz. İran karşıtı olduklarını söylemek asla mümkün değil; ama İran’a birebir angaje bir örgütlenme havası çizmemeye çalışıyorlar, onu özellikle vurgulamak lâzım. Ve bütün bunların sonucunda, diğer yandan PKK’nın her şeye rağmen, bütün yaşadığı darbelere vs.’ye rağmen çok ciddî bir güç olarak ortaya çıkması; HDP’nin çok güçlü bir şekilde %10’un üzerinde oylar alması; devletin Abdullah Öcalan’ı, PKK’yı, HDP’yi dönem dönem muhâtap alması, özellikle Çözüm Süreci’nde Kürt sorunun çözümünün muhâtabı olarak onları kabul etmiş olması… bütün bunlar da HÜDA PAR’ı ve Hizbullah’ı çok ciddî bir şekilde olumsuz olarak etkiledi. Arada PKK ile tekrar çatışma çıkar gibi oldu; ama sonuç olarak son yıllara baktığımızda aralarında çok ciddî çatışmaların yaşandığını görmüyoruz. İstisnâlar oldu; ama çok görmüyoruz. Hattâ dönem dönem birtakım dirsek temasları da oldu. HÜDA PAR hiçbir zaman HDP ile tam anlamıyla bir düşmanlık politikası izlememeye çalıştı. HDP de onları tam olarak karşısına almak istemedi. Ama zamanla HÜDA PAR’ın etkisinin azalmasıyla birlikte HDP çevrelerinin ve PKK’nın, doğal olarak HÜDA PAR’ı ve Hizbullah’ı artık çok fazla önemsemediklerini gördük ve birden HÜDA PAR karşımıza Cumhur İttifâkı’nın yeni bir bileşeni olarak çıktı — ya da çıkmak üzere.
Şimdi bunu dün de söyledim, tekrar söyleyeyim: 2014’te aldıkları oyu bugün tekrar alabilirler mi? Çok sanmıyorum. Çünkü kendini yenileyememiş bir hareket söz konusu. Hâlâ geçmişin üzerinden giden bir hareket –ki geçmişi tabiî ki birileri için çok kötü, birileri için de iyi; yani birileri için iyi dediğim: Hizbullah geleneği içerisinden gelenler bu geçmişle övünüyorlar–; ama toplumun büyük bir kesimi, doğrudan Hizbullah’ın mağduru olmuş kesimleri için Hizbullah, eli kanlı bir terör örgütü, bu ortada. Gaffar Okkan meselesi var. Şimdi, Gaffar Okkan meselesinde şunu çok görüyorsunuzdur eminim: “Hizbullah bunu yapamaz. Bunu derin devlet yaptı, dünya devleti yaptı” vs.. Bunların hepsi fasa fiso, buna emin olun. Çünkü bu Hizbullah tarafından üstlenilmiş, isimler belli, kimlerin eylemi yaptığı belli, kimlerin bu saldırıyı yaptığı belli. Bunların bir kısmı Emniyet güçleri tarafından öldürüldü, bir kısmı yakalandı ve bunların hemen hemen hepsi de sonra bir şekilde tahliye oldular. Sonuçta bu, Hizbullah’ın yaptığı bir eylem… Bakın, 17 Ocak 2000 yılında Beykoz’da Hüseyin Velioğlu öldürüldü. 24 Ocak’ta yani bir yıl bir hafta sonra Gaffar Okkan’ı ve yanındaki polisleri katletti Hizbullahçılar. Bu bir yıl boyunca çalışılmış bir eylemdi. Hiçbir zaman reddetmediler, hiçbir zaman pişmanlık da beyan etmediler. Sonuçta Konca Kuriş olsun, başkaları olsun, bir yığın saldırıyı yapmış; ama bir de Diyarbakır’ın çok popüler –o târihleri yaşayanlar bilir– olan bir emniyet müdürünü öldürmüş bir yapı ve bundan hiçbir şekilde de pişmanlık beyan etmemiş bir yapı söz konusu. Öldürülmesinden kısa bir süre önce Gaffar Okkan’la tanışmıştım Diyarbakır’da ve kendisiyle uzun uzun sohbet etme imkânı bulmuştum. O, Beykoz operasyonunun, yani Hüseyin Velioğlu’nun öldürüldüğü operasyonun kendisi sâyesinde olduğunu ileri sürüyordu. Diyarbakır’da yaptığı operasyonlar sonucunda elde ettiği bilgilerle bunun yapıldığını söylüyordu ve Hizbullahçılar da buna cevâben bu saldırıyı yaptılar. Ama Gaffar Okkan o kadar kendinden emindi ki, yaptığı operasyonları anlatmıştı ve Hizbullah’ın bittiğini, bitmek üzere olduğunu, artık hiçbir şey yapamayacaklarını söylemişti. Ama maalesef bir yıl sonra, bittiğini söylediği yapı kendisini sokak ortasında, diğer polislerle birlikte öldürdü. Çok ilginç bir kişilikti Gaffar Okkan.
Şimdi burada başka bir not daha var: Hizbullah, İzzettin Yıldırım diye bir İslâmcı kanaat önderini, bir İslâmî grubun liderini de öldürdü. Kendilerinin açıklaması şu: “Biz öldürmedik”. Hizbullah tarafından kaçırıldı İzzettin Yıldırım; ama Beykoz operasyonu vs. nedeniyle onu tuttukları evi boşaltmışlar ve orada ölmüş. Hizbullah’ın böyle bir versiyonu var. Sonuçta İzzettin Yıldırım çok önemli bir Kürt İslâmcısıydı, Nurcu’ydu. Nurculuk içerisinde çok güçlü bir akımın –yani Kürt Nurculuğu diyelim– onun içindeki bir akımın lideriydi. Değişik bir kişiydi. Etrafında hâli vakti yerinde olan insanlar da vardı ve bu insanlar birtakım dergileri, yayınevlerini finanse ediyorlardı. Tanıdığım çok sayıda İslâmcı’nın tanıdığı, sevip saydığı, örnek aldığı bir isimdi — ki onların bâzıları şu anda Adalet ve Kalkınma Partisi’nde siyâset yapıyor. İzzettin Bey’in kendisiyle bir kere telefonda konuşmuştum. Cenâzesine gittiğimde orada karşılaştığım, şimdi AKP’de siyâset yapan bâzı kişilerin nasıl bir durumda olduklarını çok iyi hatırlıyorum.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Şimdi bu hareket Cumhur İttifâkı’na destek veriyor. Dün söyledim, tekrar söyleyeyim: Cumhurbaşkanlığı seçiminde çok fazla bir şey değişmez; çünkü HÜDA PAR, Hizbullah, bu yapıyı destekleyenler, eğer oy vereceklerse herhalde Kılıçdaroğlu’na vermeyeceklerdir; Erdoğan’a oy vereceklerdir. Dolayısıyla HÜDA PAR Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nun Erdoğan’a desteğini açıkça deklare etmesi bir yönüyle sembolik olarak önemli. Taraftarlarında, Hizbullah’a yakın olan çevrelerde, hani tereddüt ediyorlarsa o tereddüdü kaldırır; ama cumhurbaşkanlığı seçiminde çok büyük etkisi olmaz. Ama milletvekili seçimlerinde, özellikle bölgede olacaktır, olma ihtimâli var. Çünkü bâzı yerlerde, diyelim ki 1 milletvekilliği 1000 oy farkla filan kazanılıyor ya da kaybediliyorsa, burada da HÜDA PAR desteği AKP’nin işini kolaylaştırabilir. Hele bir de seçimden önce HDP kapatılırsa ve başka bir adla ya da bağımsız olarak girerse, AKP’nin şansı daha da artacaktır HÜDA PAR desteğiyle. Fakat unutmayalım ki bunun karşılığında –pazarlıklar hâlâ sürüyormuş– milletvekili pazarlığı yapılacak ve AKP bölgede; Diyarbakır’da, Batman’da, Mardin’de, Bingöl’de, herhalde HÜDA PAR’ın gösterdiği birtakım isimleri seçilecek yerlerde aday gösterecek. Sonuçta kazandırdıkları milletvekili sayısıyla kazandıkları milletvekili sayısı arasında nasıl bir fark olduğunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Ama diğer yandan şöyle de bir husus var: Bölgede, Güneydoğu’da, Kürtler nezdinde AKP’nin ve dolayısıyla Cumhur İttifâkı’nın oyları artabilir –hepsinde değil, ama bâzı yerlerde diyelim ki 2-3 puan artabilir–; ama ülke genelinde nasıl karşılayacak bunu Cumhur İttifâkı’na yönelen seçmen? Meselâ baktığımız zaman, HÜDA PAR’ın Kürt sorunu konusunda söyledikleri HDP’den bile hayli ileride olabiliyor. Özerklik gibi şeyleri dile getirebilen bir yapıdan bahsediyoruz. Kürt kimliğini açık açık söyleyen, özel olarak tüm Türkiye’nin partisi olma iddiasında, ama esas olarak bir Kürt partisi HÜDA PAR. Bunu herhalde bir şekilde MHP yönetimi, Büyük Birlik Partisi yönetimi sîneye çekiyordur. Ama belli yerlerde bunu başkaları kurcalayacaktır. Yani meselâ Ümit Özdağ bununla uğraşacaktır. İYİ Partililer bunu dile getirecektir.
Bir diğer husus da tabiî ki Kemal Kılıçdaroğlu’nun dikkat çektiği, başta değindiğimiz husus: Bu partilerin; HÜDA PAR’ın ve katılırsa –ki katılma ihtimâli yüksek– Yeniden Refah Partisi’nin açık açık kadınların kazanılmış haklarını hedef aldığı ortada. Ve Kılıçdaroğlu çok akıllıca bir şekilde muhâfazakâr kadınlara sesleniyor. Çünkü muhâfazakâr kadınların, özellikle genç kadınların bu kazanılmış hakları geri verme konusunda çok râzı olduklarını ben de düşünmüyorum Kılıçdaroğlu gibi. Burada çok hassas bir nokta var. Erkeklerin dayattığı birtakım hususlar söz konusu. Yani Yeniden Refah Partisi’nin ya da HÜDA PAR’ın kadınlarla ilgili bu söylediklerine kendi partilerindeki bâzı kadınlar “Evet” diyebilir; ama ortalama muhâfazakâr kadınlar için bunlar kabul edilecek şeyler değil. Yani burada Erdoğan, bir anlamda kazandığından daha fazla kaybedebilir; eğer muhâlefet bu konuyu, HÜDA PAR konusunu iyi işleyebilirse. Ama onun ötesinde bir başka husus var. Şimdi bütün bu saydığımız olaylar, Hizbullah’ın târihi –Konca Kuriş olayı, İzzettin Yıldırım olayı, Güneydoğu’da katledilen milletvekilleri, gazeteciler, eczacılar, öğretmenler– bütün bunlar ve tabiî ki Gaffar Okkan olayı ve bütün bunlara yönelik olarak da o geçmişinde –tabiî ki özeleştiri anlamında birtakım şeyler söyleyebilir ama– bunun üzerinde yükselen ve bunu reddetmeyen bir hareket söz konusu. Dolayısıyla Cumhur İttifâkı’yla yapılan HÜDA PAR işbirliğinin, aslında Hizbullah işbirliği olduğunu açık açık görüyoruz. Kendilerinin de bunu reddedeceklerini sanmıyorum. Bu husûsun Erdoğan ve diğer ittifak ortakları tarafından görmezden gelineceğini anlıyoruz. HÜDA PAR’ı öne çıkartmak istemiyor olabilirler; ama bu öyle gizlenebilecek bir husus değil. Bunu da özel olarak böyle bir yere koymak lâzım. Yıllar sonra, şu anda devleti yönetenler Hizbullah’ı kendilerinin meşrû bir ortağı olarak kabul etmiş oluyorlar. Dolayısıyla yıllar önce Hizbullah’a atfedilen devletin uzantısı olma iddiası –ki ben bu iddianın çok hakkaniyetli bir iddia olduğunu düşünmüyorum, onu tekrar vurgulayayım; muhakkak devlet onların yaptıklarından istifâde etmiştir; ama burada, PKK’ya rakip başka bir yapılanmanın kendi varlığını sürdürme çabası esas belirleyici olandı–; ama yıllar sonra bu iddianın bir şekilde yasal siyâset zemininde doğrulanmış olduğunu görüyoruz. İlginç bir durumla karşı karşıyayız. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.