Aydın Selcen yazdı: Altılı yönetimde olası politik ve teknik sorunlar

Altılı Masa paydaşı partilerin üzerinde uzlaşması gereken öncelikle “seçim ittifakı” olmalıydı. Olmadı, bugünkü yapıya geldik. Bugün “Millet” değilse de “Emek ve Özgürlük” geç ama doğru bir iç tartışma yürütüyor. Seçime ortak listeyle girmek, en fazla sayıda milletvekili çıkarmanın anahtarı. Kabaca Millet’in 300 ve Emek ve Özgürlük’ün de 60 milletvekili sayısını bulup geçmesi ise olası politik ve teknik kilitlerin açılmasının tek anahtarı. Teknik derken kastım icraata, yürütmeye ilişkin ve politik derken de kastım anayasaya, egemenliğe, temsile yönelik potansiyel ama muhtemel sorunlar. Muhtemel sıfatının içinde ihtimal var, ihtimaliyat planlaması yapmak siyasetin gereği ve ihtiyatı elden bırakmamakla felç olmak, afallamak arasında fark var.

Esasen yazının başlığı da yanlış. Gelecek olan yeni cumhurbaşkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun iktidarı. Zira değindiğim ortak 360 milletvekili çoğunluğuna erişilemediği takdirde, ki oldukça zor gözüküyor, cumhuriyetimiz yüzüncü yılında demokrasiyle taçlanmak yönünde gelişim gösterecekse de, başkanlık sistemiyle yönetilmeye devam edilecek. Başka deyişle, bugün bizlere, yurttaşa, seçmene Altılı Masa tarafından yazılı açıklanan tüm anayasa değişikliği önerisi, ortak program, uzlaşı bildirgesi vb. belgeler birer “centilmenlik anlaşması” niteliğinde. Bunların uygulanması tümüyle gelecek cumhurbaşkanı Kılıçdaroğlu’nun ahlâkına, erdemine, yönetme tarzına kalacak. Bu gerçeği kaygıyla belirtmiyorum, yalnızca malumu ilâm ediyorum, ihtirassız bir saptama yapıyorum.

Belki “kahvehane anayasacılığı” olacak ama deyim yerindeyse “yüksek” siyasetten yahut siyaset teorisinden başlayalım: Sistem çok’un bir’de temsiline dayanıyor. Kılıçdaroğlu’nun “oyun kurgusu” yahut “taktik dizilimi” ise: 1-5-2. Beş ittifak paydaşı genel başkan, o makamlarını da koruyarak (ki Kılıçdaroğlu da CHP genel başkanlığını sürdürecek) cumhurbaşkanı yardımcısı ama istişari; iki büyükşehir belediye (BB) başkanı da bilahare cumhurbaşkanı yardımcısı ama icracı konumda olacak. İki BB başkanının 2024 yerel seçimlerinde ne yapacakları, ayrıca özel olarak İmamoğlu’nun CHP’ye genel başkan olmak hevesi veya seçilme olasılığı hatta olanağı bulunup bulunmadığı da ek sorular.

Altılı Masa öncelikle bir “seçim ittifakı” olamadığı ve öyle kalamadığı için kendiliğinden bir tür “kurucu meclis” kimliği kazandı. Burak Bilgehan Özpek hoca kimi zaman “politbüro” diye tanımlıyor, bazen “evliyalar” benzetmesi yapıyor, teoride doğru söyledikleri pratiği aksatacağı gerekçesiyle sert eleştiriliyor. Ancak bu yoldan yapmaya çalıştığımız, yapmamız gereken tartışmanın içi dolmuyor, düzey yükselmiyor. Nitekim biz yönetimin yapısının ve tek yöneticinin kimliğinin değişmesinden yana olan “muhalif” seçmen veya yurttaşlar onlara tabiatıyla böyle bir vekalet vermediğimiz halde, şimdilik dördünün oy oranı toplamda belki 5%’i bulabilen dört partininki de dahil, sözkonusu altı lidere hepimiz adına cumhuriyetimizin yeni tasarımını ve yönetim biçimini belirleme ödevini vermiş sayılıyoruz.

Yinelemek gerekirse çok katmanlı bir egemenlik durumu ortaya çıkıyor: En tepede seçilmiş cumhurbaşkanı, altında tamamını onun atayacağı beş istişari ve iki icracı cumhurbaşkanı yardımcısı, kabine ve (kaldırılamayan) bakan yardımcıları ve seçilseler de etkinlikleri (sistem gereği) kısıtlı milletvekilleri. Bu politik durumun, yürütme kademelerindeki koltukları aralarında paylaşacak altı paydaşlı yönetim açısından teknik yansımaları da olacak. Yine unutmayalım ki yönetim “kağıt üzerinde” veya aralarındaki “centilmenlik uzlaşısı” uyarınca altı paydaşlı. Yoksa aslında tek yönetici cumhurbaşkanı. Yeni cumhurbaşkanı Kılıçdaroğlu alacağı kararlarda ancak nezaket, pragmatizm, sağduyu bağlamında paydaşlara danışmak gereği duyabilir. Özcesi, TBMM içinden çıkıp, yine TBMM’ne karşı sorumlu olacak bir koalisyon hükümetinden söz etmiyoruz.

Üstelik olası en fazla sayıda milletvekili çıkarmak için olası en geniş veya tek ortak listeyle seçime girileceğinden, ittifak içindeki partilerin özgül ağırlıklarını tam olarak bilemeyeceğiz. Yahut az çok kestirebilsek de yokmuş, sanki tek bir çatı parti varmış gibi davranacağız. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e (GPS) ilk günden (15 Mayıs’ta) geçilmiş de, koalisyon hükümeti kurulmuş gibi yapacağız. Oysa gündelik işlerin yürütülmesinde bakan bir partiden, yardımcısı başka partiden, üst düzey yönetici bürokratının siyasal “arkası” da belki bir diğer partiden olabilecek. Cumhurbaşkanı paydaş partilere bakanlık tahsis edecek, “tahsisli” bakanlar ancak o partinin genel başkanı olan cumhurbaşkanı yardımcısının onayıyla görevden alınabilecek. Yazılı olmasa da, işleyişin doğası gereği herhalde aynı yordam bakan yardımcıları için de geçerli olacak. İlk günden (mecazen) kellelerin alınması da, her yöneticinin kendi kadrosunu kurarak göreve başlaması da haliyle oldukça güçleşecek veya gecikecek. 

Akşener haklı olarak bu seçim yitirildiği takdirde bir sonraki seçimin kazanılabileceğini ama artık sistem tartışması yapılamayacağını savunuyordu. Nitekim verili durumda da, muhalefet ittifaklarının toplamda 360 sandalyeyi bulup aşamaması olasılığı benzer bir sonuç verecek sanki. Hem sistem oturacak, hem partiler yeni yelpazeye yerleşecek. Bu, iki kulvarlı bir “konsolidasyon” süreci olarak da öngörülebilir. Belli ki değil ama belki Kılıçdaroğlu yönetimi, GPS’ne geçilemediği aksine “cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin” olması gerektiği (ABD ve Fransa’daki veya ikisinin harmanı) gibi işleyişinin, kurul, kurum ve kurallarının belirlenip, yerleşikleşip, benimsendiği bir dönem olacak. 

Kılıçdaroğlu başkanlığı, pek çok çelişki sürekli artan zaman baskısı altında aynı anda yönetilebilirse ülkenin aydınlığa çıkarılacağı bir dönem olacak. Sınamalar denli olanaklar da sunan bir dönem: Kılıçdaroğlu’nun ortak aday olarak HDP’yi ziyaret etmesi, kendi yönetiminde Kürt sorununun barışçıl siyasal hukuksal çözümü için olumlu bir ortam sağlayacak. Esasen dönüşen kavram ve sorun tanımlarıyla birlikte o sorunlara önerilen çözümler de dönüşmek zorunda. Güncel gerçeklerden kopmamak, sürekli güncellenmek gerek.

Aynı bağlamda, sürdürülebildiği ölçüde CHP ile İYİP’in ve onlarla birlikte diğer dört partinin iyi yönetim odaklı pragmatik uzlaşmacı yaklaşımı milliyetçilik, içe kapanma, daimi OHALcilik vb. müzmin hastalıkların da kendiliğinden ve artık tamamen atlatılması gibi bir yan ürün de çıkarabilecek. Öyle de, içinde halk olmasa pek güzel işleyecek demokrasi açıkça bir tezat. Örnekse, Ali Babacan ne denli ikna edici, akılcı ve akıllı olsa da, Deva ne denli güçlü kadrosuyla dopdolu programlar üretse de tüm bunlar oya (henüz) tekabül etmiyor. Yahut TİP depremden sonra alana ilk koşanlardan olup ne denli başarılı çalışmalar yapsa da, Erkan Baş ne denli hem ılımlı hem karizmatik bir siyasal liderlik ortaya koysa da öfkenin temsil edileceği odak noktası kimliğine erişemiyor.

Belki İYİP’i de katarak yenilerin hepsine -mevsim bahar malum- filizler, fidanlar gibi bakmak uygun. Ne denli boy atacaklarını, meyve vereceklerini yıllar içinde göreceğiz. Buna karşılık hemen seçimden sonraya ilişkin kısa erimde, yukarıda açıklamaya çabaladığım üzere yürütme ve egemenlik konularında ciddi sınamalar ve çelişkiler Kılıçdaroğlu yönetimini bekliyor olacak. Bunları yönetirken Kılıçdaroğlu bir yandan -çok bilindik deyimle- vazoyu çatlatmadan ama idare-i maslahat tuzağına da düşmeden kafasındaki tasarımını uygulamaya ve aynı zamanda da yurttaşa durumlarının belirgin biçimde daha iyiye gittiğini göstermeye uğraşacak.

Her ne olacaksa olsun, 14 Mayıs gecesi o olası ve dilerim gerçek olacak özgürlük coşkusunu yaşamak hepsini göze almaya değer. Sorunlarsa, öyle orta erimde değil, hemen ertesi gün “ayıldığımızda” başlayacak. Devralınan işletmenin defterlerinin içinden çıkmak bile en az altı ay alacakken, güçlü olasılıkla pek çok sözel veya somut alışverişin defterinin bile tutulmadığı görülecek. Özellikle -yine çok bilindik deyimle- sırtında yumurta küfesi taşıyacaklar için ilk yüz günün icraatı kritik. Amerikalıların dediği gibi: Yere inildiğinde koşmaya başlamak (“hit the ground running”) gerekecek. Ve Temel fıkrasındaki gibi “tu diyeceğum” diye ipin ucunu hiç bırakmamak.       

*Aynı izlek üzerine geçen Cumartesi günkü Medyascope ve Çarşamba günkü ArtıGerçek yazılarım:

https://medyascope.tv/2023/03/11/aydin-selcen-yazdi-cankayaya-tasinacak-bestepe-modeli-uzerine/ 

https://artigercek.com/makale/altili-masada-konsolidasyon-ve-icraat-secenekleri-242541

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.