
“Tarikat ve cemaatler nereye gidiyor?” başlıklı dizimin bu bölümünde, iktidara yakınlığıyla bilinen Nurcu gruplardan Yeni Nesil’in Isparta-Barla’da düzenlediği Nurcu buluşmasından izlenimlerimize ve vakfın başkanı, aynı zamanda eski AK Parti Isparta Milletvekili Said Yüce ve eşi Sema Yüce ile yaptığımız röportaja yer veriyoruz.
Bu yazı dizisi üzerine çalışmaya başladıktan kısa süre sonra, Nesil Grubu’na ait İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın Isparta’da düzenlenecek olan 2. Muhabbet Buluşması’nın ilanını görüyorum. Bunun Türkiye’nin dört bir yanından Isparta’ya gelen Nurcular’la görüşmek için iyi bir fırsat olduğunu düşünerek vakfın başkanı Said Yüce’yle iletişime geçiyorum. Yüce’ye hem röportaj teklifinde bulunuyor hem de etkinlikte çekim yapıp yapamayacağımızı soruyorum. Röportaj teklifimizi kabul ediyor ve çekim yapabileceğimizi söylüyor.
Şu an İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın başkanlığını yürüten Yüce, 25. ve 26. dönem AK Parti Isparta Milletvekili. Doğduğundan beri Nurcular’ın içerisinde yer alan Yüce, bir müddet gazetecilik yaptıktan sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Çevre Bakanlığı, Devlet Bakanlığı, Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, TBMM ve AK Parti Genel Merkezi’nde uzmanlık, basın müşavirliği, baş müşavirlik gibi görevler üstlenmiş. Daha sonra 25. dönemde Amasya’dan 26. dönemde Isparta’dan milletvekili olmuş.
Vakıf, Risale-i Nur ve Bediüzzaman’ın hayatı hakkında pek çok ulusal ve uluslararası sempozyum, konferans, çalıştay, seminerler dışında, katılıma açık Risale-i Nur dersleri de organize ediyor. Uluslararası işbirlikleriyle Ukrayna, Malezya, Endonezya, Kanada, Tunus, Bangladeş, Belarus, Lübnan gibi pek çok ülkede etkinlik düzenlenmiş bulunuyor.
Vakıf tarafından düzenlenen etkinliklere AK Partili isimlerin ilgisi de dikkat çekiyor. Örneğin 29-30 Kasım’da düzenlenen “İnsani Değerlerin Güçlendirilmesi ve Ötekileştirmenin Tehlikeleri” başlıklı konferansa Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve aralarında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin de yer aldığı pek çok AK Partili tarafından destek mesajları iletilmiş. Vakfın internet sitesinde dolaştığınızda AK Partililer’in rağbet ettiği tek etkinliğin bu olmadığı da görülüyor.
Etkinlikten bir gün önce Isparta’nın Eğirdir ilçesine bağlı Barla Köyü’ne gidiyoruz. Barla, Said Nursi’nin 1926-1934 yılları arasında sürgün hayatını geçirdiği köy. Said Nursi’nin Barla’da kaldığı evler, imamlık yaptığı Mus mescidi daha sonra restore edilmiş, eserlerini yazdığı Çamdağı’na çeşitli tesisler kurulmuş. Bu nedenle Türkiye’nin dört bir yanındaki Nurcular için önemli bir turizm merkezi haline gelmiş.
Yol yorgunluğunu atmak için Barla’nın girişindeki bir çay bahçesine oturuyoruz. Çay bahçesini bir karı-koca işletiyor. Bahçede otururken, kitaplıklarda bulunan Risale-i Nur’lar hemen dikkatimi çekiyor. Gidip incelediğimde, bunların Hayrat Neşriyat’a ait olduğunu, içlerinden bazılarının Osmanlıca Risale-i Nur kopyaları olduğunu görüyorum. Hayrat Neşriyat ve Hayrat Vakfı, Nurcular’ın Yazıcılar koluna ait.
Çay bahçesinin sahiplerinin Nurcular’ın Yazıcılar koluna mensup olduklarını düşünerek, kendileriyle konuşmak için yanlarına gidiyorum. Mutfakta çay ve yiyecekleri hazırlayan hanımefendi, Barla’da yerli nüfusun zaten çok az kaldığını, kalanların çoğunun da cemaatle çok ilişkisinin olmadığını söylüyor. Kendisi ise ilçede Yazıcılar tarafından düzenlenen derslere gidiyormuş ancak Nurculuk’un kolları arasındaki ayrımın onun için çok bir önemi olmadığını söylüyor.
Kendisinden ayrıca, Barla’da Nurcular’ın birçoğunun dershanesi, tesisi olduğunu, özellikle yaz aylarında gençlerin dershanelerde kalmak, kamp yapmak amacıyla bölgeye geldiklerini öğreniyorum.
Said Nursi’nin Barla’daki evinde Nurcular’la sohbet
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Daha sonra Said Nursi’nin Barla’ya sürgüne gönderildiği yıllarda ikâmet ettiği ilk evine gidiyoruz. Evin içi şu an mescit olarak dizayn edilmiş. Ziyaretçiler evde hem namaz kılıyorlar hem de Risale-i Nur dersi yapıyorlar. Evde, Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş Nurcular’la konuşma fırsatım oluyor. Nurcular’ın hemen hemen her kolundan ziyaretçiler evi ziyaret etse de özellikle köyde dershaneleri/tesisleri bulunan cemaatlerden gelenler ağırlıkta.
Mescitte ibadet eden bir hanımefendiyle tanışarak epey uzunca sohbet ediyoruz. Kendisi İstanbul’da yaşayan bir öğretmen. Önce Nurculuk’un hangi koluna mensup olduğunu belirtmek istemeyerek “Bu ayrımlar önemli değil, önemli olan Risale-i Nurlar” dese de daha sonra Yeni Asya koluyla bağlantılı olduğunu öğreniyorum.
Hanımefendi, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra Nurculuk’un yanlış anlaşıldığını söyleyerek epeyce dert yanıyor. Siyasetle ilgili sorularıma, “Bizim için önemli olan siyaset değil, dini meseleler” diye yanıt verse de siyaseten kafasının karışık olduğunu anlıyorum. AK Parti’nin de yanlışları olduğunu ancak kötü niyetli olmadıklarını umduğunu, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısında samimi olmasını temenni ettiğini söylüyor. Ayrıca çocuklarının Risale-i Nur’a karşı ilgisiz olmalarından dert yanıyor.
İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın Barla’daki dershanesinden izlenimler
Oradan ayrıldıktan sonra Said Yüce’yle röportaj yapacağımız yere gidiyoruz. İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’na ait üç-dört katlı bir apartmana giriyoruz. İçeride Yüce, ailesi ve Yüce’nin AK Parti’de de görev alan, ismini gizli tutmamızı isteyen bir arkadaşı bizi karşılıyor. Ayşegül Karagöz, kamerayı ayarlarken, Yüce ve yanındaki isimle sohbet etmeye başlıyorum. Yüce’yle yaptığımız röportajın yanında, bu sohbetin içeriğinden de bahsetmek istiyorum çünkü benim için dikkat çekici detaylar mevcut.
Yüce’nin yanındaki isim, siyaset, gençler, cemaatlerin yapısına ilişkin her sorumu bir şekilde LGBTİ+ hareketine getirerek, bu konudaki rahatsızlığını ifade ediyor. Özellikle, LGBTİ+ hareketine destek veren başörtülü gençlerden rahatsızlığını belirterek onların gerçek olduğuna inanmadığını söylüyor. Bu duruş, AK Parti’nin “geleneksel aile yapısını koruma” politikasına ilişkin söylemlerini günden güne arttırdığı bir konjonktürde çok şaşırtıcı değil aslında. Ancak konuştuğumuz her konunun buraya bağlanmasına şaşırmıyor da değilim. Bu konu onlar için önemli bir tabu hâline gelmiş gibi gözüküyor.
Daha sonra Nurculuk hareketinin bölünmesi ve değişik kolları arasındaki görüş farklılıkları meselesine geliyoruz. Konuştuğumuz isim, Nurculuk hareketinin muhalefetle bir araya gelemeyeceğini söylüyor. Muhalif duruşuyla bilinen Yeni Asya’yı sorduğumda ise, Yeni Asya’nın Fethullahçı olduğunu, muhalif duruşlarının sebebinin de bu olduğunu söylüyor. Kendisine, bu suçlamanın özellikle 15 Temmuz’dan sonra Nurcular’ın tamamına yöneltildiğini ve Nurcular’ın bu durumdan rahatsız olduklarını her fırsatta dile getirdiklerini, bu durumun Nur cemaatleri içerisinde de bir suçlama aracı olarak kullanılmasının garibime gittiğini söylüyorum. Ancak bu konudaki ısrarını sürdürüyor. Bu duruşu da AK Parti’nin AK Partili olmayan her kesime terörist damgası yapıştırmasıyla ilişkilendiriyorum.
“Dinden uzaklaşmayı görmüyor değiliz ama abartıldığı gibi değil”
Kameranın ayarlanmasıyla Yüce’yle röportaj yapmaya başlıyoruz. Yüce’ye ilk olarak cemaatlerinin genç kuşaklarla olan ilişkisini soruyorum. Türkiye’de sekülerleşme ve dinden uzaklaşma iddiasının abartıldığını, durumun abartıldığı kadar “vahim” olmadığını belirtiyor. Ancak bu durumu az da olsa gözlemlediklerini de ekliyor: “Zaman zaman soğumalar olur, tabii şu sıra var, böyle bir şey görmüyor değiliz ama bu, ‘Cemaatler bitiyor mu, dinden tamamen uzaklaşılıyor’ söylemine tam olarak katılmıyorum.”
Bu durumun nedenini sorduğumda, sosyal medya ve internetin önemli bir etkisinin olduğunu söylüyor. Ayrıca, radikal örnekleri göstererek insanları dinden uzaklaştırmak isteyenler olduğunu da belirtiyor. AK Parti iktidarının bunda bir etkisinin olup olmadığını soruyorum. İlk başta bu soruya doğrudan yanıt vermeyerek, cumhuriyetin ilk yıllarında Said Nursi’nin ve Nurcular’ın yaşadıklarından ve 28 Şubat döneminden uzun uzun bahsetse de aynı soruyu yinelediğimde, soruma şöyle cevap veriyor:
“Geçmişte dinden uzak, seküler iktidarların, hükümetlerin olduğu dönemlerde dindarların kendi inandıkları şeyi daha çok sahiplendikleri bir vakıadır, bu sosyolojik bir durumdur. Ama ne zaman ki böyle şimdiki gibi dinin biraz daha rahat yaşandığı siyasî ortamlar olduğu zaman dindarlarda da bir gevşeme olmuştur. Bu gevşeme, burada kalmayıp eğer siyasetçilerin yaptığı yanlışlar varsa, yani dini çok kullanır gibi hareketler, söylemlerde bulunursa bu sefer dine karşı bir soğukluk elbette olur. Yani ben ama bugünkü AK Parti iktidarının başında bulunan Recep Tayyip Erdoğan’ın geri planda aslında samimi olduğuna inanıyorum. Yani hem dine hem millete hizmet etmek istediğini. Ama neticede bir siyasetçidir.”
AK Parti’ye olan desteklerinin altını biraz daha açmak istiyorum. Çünkü Said Nursi, zamanında Demokrat Parti’yi açıkça destekleyen bir isimken; Nesil Grubu’nun AK Parti’ye olan desteklerini Risale-i Nur’a dayandırıp dayandırmadıklarını merak ediyorum. Vakfın önemli isimlerinden Mehmet Fırıncı’nın vefatından önce sık sık AK Parti’yi demokrat tavrı nedeniyle desteklediklerini beyan ettiğini hatırlatarak, AK Parti’nin bu çizgisini devam ettirip ettirmediğini soruyorum.
Yüce, AK Parti’nin kuruluş yıllarındaki demokrat tavrının halk tarafından benimsendiğine dikkat çekerek gelişen dünya şartları, FETÖ ve güvenlik problemleriyle hukukun içinde kalarak mücadele etmekte zorlandığını anlatıyor. Ancak yine de kendisinin ve cemaatinin AK Parti’nin demokrat çizgisini devam ettirdiğine inandığını söylüyor.
“Biz hiçbir zaman ‘Bizden milletvekili olsun’ talebinde bulunmadık”
Sıra, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin kendilerini nasıl etkilediği ve FETÖ’nün boşalttığı kadroları kimin doldurduğuyla ilgili tartışmalara geliyor. Fethullahçılar’ın Risale-i Nur’ları sadeleştirmesinden sonra Said Nursi’nin talebeleri Mehmet Fırıncı, Abdullah Yeğin, Said Özdemir, Abdulkadir Badıllı’yla beraber Recep Tayyip Erdoğan’ı ziyaret ettiklerini ve kendisinden Risale-i Nur’ların devlet eliyle basılmasını ve Ayasofya’nın açılmasını istediklerini anlatıyor. Ayrıca, Bediüzzaman ve talebelerinin dindar ve demokrat siyaseti destekleseler de siyasetçilerden hiçbir zaman “bizden milletvekili olsun, genel müdür olsun, vali olsun” gibi talepleri olmadığını söylüyor.
Cemaat mensuplarıyla ilgili merak ettiğim bir diğer konu, politik tercihlerini belirlerken, ekonomik mi yoksa dinî kaygılarının mı daha belirgin olduğu. Said Yüce, “kaygı” kelimesini kullanmasa da hem kendileri hem de diğer dinî grupların bir numaralı düşüncelerinin “dine taraftar siyasetin yanında olmak” olduğunu ve bugün de bu siyaseti Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığını belirtiyor:
“Benim inancıma göre -çünkü hepimiz öleceğiz, kabir var, ahiret var, kabir kapısı kapanmıyor- siyaset gelir geçer, domatesin, patlıcanın fiyatı şöyle olur, böyle olur. Ben, çocuklarım ve ailem, bu dinin muhipleri, sevenleri dinizimizi rahat yaşayabilmeliyiz, yani bana dokunmasın.”
“CHP tek parti döneminde yaptığı yanlışları fark etti”
Elbette CHP’nin helalleşme söylemiyle ilgili ne düşündüğünü, bu söylemi samimi bulup bulmadığını da merak ediyorum. Said Yüce, Said Nursi’nin Risale-i Nur’lardan tüm toplumun istifade etmesini arzu ettiğini, CHP’nin de tek parti döneminde yaptığı yanlışları fark ettiğine inandığını söylüyor. Elbette CHP’yi desteklemeyeceklerini ancak bu söylemin dindarlar arasındaki “Acaba AKP giderse, başkaları gelirse bu kazanımlarımız elimizden gider mi?” endişesini kırdığını dile getiriyor.
Daha konuşacak çok konu var ancak neredeyse bir saati doldurduğumuzdan seçimlerin sonucuna ilişkin beklentisini de sorarak röportajı bitiriyorum. Seçimlerin çekişmeli geçeceğini düşündüğünü fakat AK Parti’nin kazanacağına inandığını söylüyor.
Kadınlar ne düşünüyor?
İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın Barla’daki binasında röportaj yaptığım ikinci isim Sema Yüce. Sema Yüce, Said Yüce’yle evli ve ev hanımı. Yüce, lise yıllarında Nurcular’la tanışmış ve tesettüre girmiş. Üniversitede okurken başörtüsü nedeniyle yaşadığı problemler sonucu okulu bırakmak zorunda kalmış. Sema Yüce, daha sonra çıkan aflar olsa da çocuklarına bakması ve Risale-i Nur okumaya daha çok önem vermesi nedeniyle üniversiteye dönmemiş. Kendisiyle konuşmalarımızdan AK Parti’ye olan bağlılığının temelinde 28 Şubat’ın yattığını anlamak çok zor değil.
Sema Yüce’ye Türkiye’nin 28 Şubat döneminden bambaşka bir konjonktürde olduğunu ve bu konjonktürde gençlerin duruşunun, dine ve cemaatlere bakışının nasıl olduğunu soruyorum. Yüce, gençlerin dikkatinin çok değişik alanlara çekildiğini, geçmişten haberleri olmadığını ancak tanıdığı “kulluk bilincine ermiş” birçok gencin olduğunu söylüyor.
Hükümete bakışına geldiğimizde ise AK Parti’ye çok fazla insanın girdiğini, bunların içinde kendi menfaatini düşünenlerin de olabileceğini ancak partinin geçtiğimiz 20 yılda çok iyi işler yaptığını söylüyor. Bunları başörtüsü meselesi, camilerin ihya edilmesi, yollar, Doğu’ya yapılan yatırımlar olarak sıralıyor. Ayrıca gençlerde “imana çok büyük bir dönüş” yaşanacağını söyleyen Yüce, bu konuda hükümetin çalışmalarını da önemli bulduğunu aktarıyor.
“Helalleşme söylemini samimi bulmuyorum”
28 Şubat’ı yaşayan bir isim olarak elbette ki Sema Yüce’ye de Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısını soruyorum. Soruyu sorarken Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü meselesinde “Biz hata yaptık, insanlarını hayatını mahvettik” dediğini dile getiriyorum. Yüce, Kılıçdaroğlu’nun bu sözleri kullanmadığını, yalnızca helalleşme çağrısında bulunduğunu belirtiyor. Notlarımdan Kılıçdaroğlu’nun sözlerini okuyorum. Samimi bulmadığını, oy için bu söylemde bulunduğunu, ayrıca CHP’nin farklı kesimlerinden bu konuda çok farklı fikirler duyduğunu söylüyor.
Toplumun birbiriyle barışması gerektiğini düşünüp düşünmediğini ve toplumdaki kutuplaşma hakkında ne düşündüğünü merak ediyorum. Toplumda bir kutuplaşma olmadığını, kendisinin herkesle diyaloga açık olduğunu fakat karşısındaki insanların buna yaklaşmadığını, kendisinin tesettürüne, namazına, ezanına tahammülü olmadığını söylüyor. Yüce, helalleşme konusunda CHP’den somut bir icraat göremediğini, zaten konuyla ilgili partiden bir adım beklemediğini anlatıyor. Seküler bir yaşam tarzına sahip olsalar da CHP’lilere dini öğrenmelerini tavsiye ettiğini söylüyor. Ayrıca AK Parti’nin gitmesi durumunda kazanımlarını kaybedeceğini de belirtiyor:
“Evet, kesinlikle kazanımlarımızı kaybedeceğimizi düşünüyorum. Çok büyük bir kargaşa ortamının yaşanacağını düşünüyorum. Zaten çok büyük bir kargaşa yaşayan ve bir araya gelemeyen insanlarla hiçbir tarafa gidilemeyeceğini çok net bir biçimde ben görebiliyorum. Ve AK Parti’nin şimdiye kadar yaptıkları şeylerin güzel olduğunu; yalnız menfaatperest insanların fazlasıyla içine girdiğini düşünüyorum. Bunlar da tabii ki büyük toplulukların içinde olur ama bunların ciddi anlamda temizlenmesi gerekiyor.”
Son olarak, Millet İttifakı’nın içindeki muhafazakâr tandanslı partilerin elde ettikleri kazanımların korunacağına dair kendisine güven verip vermediğini soruyorum. Altı partinin birlikte sağlıklı bir politika üretemeyeceğini, bir araya gelemeyeceklerini ve bu partilerin tek amaçlarının Tayyip Erdoğan’ı yıkmak, ondan oy koparmak olduğunu düşündüğünü belirtiyor.
Ertesi gün, Çamdağı’nda muhabbet buluşması var. Sabah erkenden Çamdağı’na gidiyoruz. Çamdağı’nda çeşitli evlerde, dağın bazı bölgelerinde büyük megafonlar var. Megafonlardan verilen Risale-i Nur dersi her yerde yankılanıyor.
Muhabbet buluşmasında erkekler ağaçlık bir alana dizdikleri sandalyeler ve yere serdikleri örtülerde oturuyorlar. Kadınlar ise erkeklerin bulunduğu yerden 400-500 metre uzaklıktaki bir evin terasında, erkekler tarafından okunan dersi dinliyorlar. Zaten okunulan ders, dağdaki megafonlar aracılığıyla neredeyse her yerden duyuluyor.
Genç yüzler görmek zor
İlk olarak erkeklerin bulunduğu kısma gidiyoruz. Benim gözüme ilk çarpan, buluşmada hep orta-yaşlı veya yaşlı diyebileceğimiz insanların ya da ebeveynleriyle gelen çocukların olması. Yaz tatili olduğunu düşündüğümüzde gençlerin katılımını engelleyecek bir durum olmamasına rağmen, neredeyse hiç genç yüz görememek beni şaşırtıyor.
Derste katılımcılar sırayla Risale-i Nur okuyorlar. Biz de onları rahatsız etmemeye çalışarak, çok ortalıkta dolaşmadan çekim yapıyoruz. Ancak aradan yaklaşık bir 10 dakika geçtikten sonra, dersi İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın YouTube kanalı için kayda alan bir beyefendi yanımıza gelerek, “Ara görüntülerinizi aldıktan sonra giderseniz iyi olur, biz size görüntüleri veririz zaten” diyor. Çok az işimizin kaldığını, alandan ayrılacağımızı söylüyorum. Bir beş dakika sonra tekrar gelerek, insanların rahatsız olabileceğini, Said Yüce’nin de ayrılmamız gerektiğini söylediğini iletiyor. Oradan ayrılıyoruz.
Çekim için izin almış olsak da bizim orada bulunmamızı çok hoş karşılamamaları garip değil aslında. Çünkü iki kadın gazeteciyiz. Haremlik-selamlık kurallarına önem veren cemaat için bizim orada bulunmamız ve çekim yapmamız oldukça sıra dışı.
Oradan ayrıldıktan sonra kadınların bulunduğu tarafa geçiyoruz. Kadınların sayısı erkeklere göre oldukça az. Kadınlar tarafında da pek genç yüz göremediğimi söylemeliyim. Yalnızca terastan içeri girdiğimde oyun oynayan veya ağlayan bazı çocukları ve telefonuyla meşgul olan bir genç kızı görüyorum. Orada da bazı isimlerle konuştuktan sonra, Çamdağı’ndan ayrılıyoruz. Nurcular, buluşmalarına yemek ve çay faslıyla devam ediyorlar.
Yarın: Hangi İsmailağa?