Yarın kaderimizi oyluyoruz.
Özellikle 14 Mayıs’la karşılaştırıldığında olağanüstü yalın bir oy pusulası konacak önümüze:
Sıfır / Bir ?
Açık / Kapalı ?
Geri / İleri ?
Aydınlık / Karanlık ?
Tamam / Devam ?
Tılsım / Bilim ?
İstibdat / Hürriyet ?
Kutuplaşma / Kucaklaşma ?
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Kul / Yurttaş ?
Geçmiş / Gelecek ?
Korku / Hayal ?
Algı / Gerçek ?
Evet / Hayır ?
Siz de dilediğinizce çoğaltabilirsiniz bu seçenekleri, İKİLİ kalmaları koşuluyla.
Seçime ne bir gün kala, ne birkaç gün veya bir hafta kala, ne hemen 14 Mayıs sonrasında iki hafta kala akıl dağıtmaya çalışmanın pek, hatta hiç anlamı yok.
Sonucu etkileyebilecekse katılımın neredeyse tavanı delmesi, Ümit Özdağ’ın destek açıklaması, İmamoğlu ve Yavaş’ın yoğun çabaları, Kılıçdaroğlu’nun BabalaTV ve TRT performansları etkileyecek.
Uzun cümlelere, derin değerlendirmelere, ahkâm ve poz kesmelere, kendini sorgulamalara gerek yok artık.
“Asıl tehlike…” diye bir şey de yok artık. Yakın ve açık tehlike, olanca korkunçluğuyla bugün ve burada hepimizin yüzüne bakan.
“Armudun sapı, üzümün çöpü” aşaması kesin biçimde geride kaldı.
“O varsa ben yokum” demek lüksü de kalmadı.
Mükemmeli, gönlümüzde yatan aslanı aramıyoruz. Daha iyiyle yetinmek durumundayız.
Pazartesi sabahı Demirtaş’ın, Kavala’nın ve onların isimlerinde cisimleşen nice diğer siyasal tutsağın gözlerine bakabilmeyi istiyorsak, bu böyle.
Sorun yönetimde değil: Başkanlık rejimi “yönetim” konusunun içinde ama onun yorumu olan “parti-devlet” değil.
Sorun da parti-devlet. Sorun, yönetimin üzerinde durduğu rejim. Sorun; otoritarizm, nepotizm, kleptokrasi. Sorun, karadüzen.
Eşit anayasal yurttaşlık. Hukukun üstünlüğü. Yerinden etkin yönetim. Bağımsız yargı. İfade özgürlüğü. Laiklik. Hesap verme. Saydamlık. Yolsuzluğa sıfır hoşgörü. Cezasızlık kültürünün sona ermesi.
Aradıklarımız, özendiklerimiz, özlediklerimiz bunlar. Ertesi gün erişemeyecek olsak da en azından bunlara doğru yönelebilmek.
Sayın Kılıçdaroğlu –bence ona yakışan lakabı bu olsa bile- ne dedemiz, ne piromuz. Başşifacımız hiç değil.
Evliya aramıyoruz. Aramızdan birini bizi temsilen yönetici seçiyoruz.
Seçilebilirse Sayın Kılıçdaroğlu’nun ilgileneceği öncelikli konular “kalkınma ve gelir dağılımı” ile “sığınmacı ve kaçkınlar” olacak. Bu iki konuda somut adımlar atması umulacak.
Özgürleşme alanındaysa en azından AİHM kararlarını uygulayacak, “ahde vefa” ilkesine sadık kalacak.
Saçlarımızı rüzgâra bırakıp, yüzümüzü güneşe dönerek “bizler…” diye başlayıp kendi kendimizi metheden ağlamaklı manifestolar, açık mektuplar yayımlamak, topluma ve onun çoğunluğunun seçtiği yöneticilere kafamıza göre ayar vermek anında da değiliz.
PKK’nın silahsızlandırılmasını, PKK’nın resmi muhatap kabul ettirilip Kandil’le doğrudan müzakere yolunun açtırılmasını, Öcalan’ın özgür bırakılmasını sağlamak da Yeşil Sol’un (HDP’nin) işi olmamalı. Zira sorun dönüştükçe, çözümün unsurları da verili koşullara göre değişiyor.
Türkiye Cumhuriyeti tam demokratikleşmeden Kürt sorunu çözülemez, Kürt sorunu çözülmeden de Türkiye Cumhuriyeti tam demokratik olamaz. Sorunu çözmek hepimizin, herkesin önceliği olmalı.
Demek ki Millet ile Emek ve Özgürlük ittifaklarına mensup milletvekillerinin birinci işi azınlıkta kaldıkları Meclis’i demokratikleşme yönünde çalıştırabilmek olacak.
Buna karşılık cumhurbaşkanı yetkileri, TBMM çoğunluğu onu destekleyen tarafta olmasa da ona ülkeyi çatır çatır yönetme olanağını fazlasıyla tanıyor.
Demokratikleşme için Meclis çalıştırılmazsa, seçilirse yeni cumhurbaşkanı Kılıçdaroğlu çalışacak.
Yarınki yarış iki aday için de yeniden sıfır çizgisinde başlayacak. Oyların yarıdan bir fazlasını alan yarışı kazanacak.
Sayın Kılıçdaroğlu’na destek açıklayan her siyasal partiden başlıca beklentimiz köylere, mezralara dek her sandığa ve her atılan oya sahip çıkmaları.
CHP Genel Merkezi’nden tek beklentimiz ise veri akışında ve iletişimde aksaklığa olanak tanımamaları.
Güncel karadüzenin değişmesine ve cumhuriyetimizi korumaya yönelik bir adım atmak istiyoruz.
Halkımızın çoğunluğu yine aksi yönde irade ortaya koyarsa da söyleyeceğimiz, karadüzenin değişmesinden yana olanların burada konuk olmadıkları, diğer yarısını oluşturdukları aynı halktan oldukları.
Öz yurdumuzda hiçbirimiz konuk değiliz, hepimiz evsahibiyiz.
Kendimizi bir beş sene boyunca daha kafamızı kırdıra kırdıra aşağılattıracak da her yüzümüze tükürüldüğünde “ya rabbi şükür, rahmet yağıyor maşallah” diyecek de herhalde değiliz.
Türkiye 2003’ten bu yana ilk kez küresel ekonomide ilk yirminin dışında kalmış, hatta 23.lüğe dek gerilemiş durumda. Bundan sonra paraşüt de açılmayabilir, hep birlikte serbest düşüşe geçeriz.
Başka hiçbir şeyi umursamasa bile yağmaya doyamayan pişkin ve ceberrut tayfa en azından altın yumurtlayan kazı kestirmemeyi düşünsün.
Güzel bir sabaha uyanabilmek umuduyla, dinç ve esen kalın.