14 Mayıs seçimlerine Yeşil Sol Parti çatısı altında giren Halkların Demokratik Partisi (HDP), parlamento seçiminde umduğu oy oranı ve milletvekili sayısını yakalayamadı.
Neden böyle oldu?
Ruşen Çakır ve eski milletvekili ve siyasetçi Altan Tan tartıştı.
Seçimlerde Kürtlerin kaybettiğini söyleyen Altan Tan, “HDP’nin ve PKK’nın yaptığı yanlış ve bilinçsiz siyaset Türk milliyetçiliğini maalesef şaha kaldırdı. Oylar ortada, hiçbir gerekçe mağlubiyetin üstünü örtemez. 2015 seçimlerinde yüzde 13,1 oy almış, kademeli olarak düşmüş, bugün yüzde 8,8’e düşmüş. Diyarbakır’da 19 puan düşmüş, 2015 ile mukayese edersek. Burada mağlubiyet yok, başarısızlık yok derseniz, Kılıçdaroğlu gibi olursunuz. Yani hâlâ ‘Ben yenildim, olmadı’ demiyorlar” dedi.
HDP’yi eleştiren Tan, “Kılıçdaroğlu kazansaydı bir siyasî af olacak mıydı? Bir Kürtçe anadil olacak mıydı? Dış politikada, Suriye’de bir şeyle olacak mıydı? Sizin elinizde 6 milyon oy vardı, bir gazoz alabildiniz mi? Aldıysanız gösterin. Seçimde hepimiz ‘Kürt oyları belirleyici olandır, HDP’li olanlar da olmayanlar da belirleyecek’ dedik. Sen elindeki bu kadar büyük sermayeyle siyaset pazarına çıkmışsın ama bir gazoz bile alamamışsın” diye devam etti.
Tan’a göre Edirne Cezaevi’nde tutuklu bulunan HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın aktif siyaseti bırakması doğru değil:
“Demirtaş’ın bir siyasî lider olarak tabii ki iddiaları var. Bunların hiçbirisi yeni değil. Ben HDP’nin de, PKK’nın da, Demirtaş’ın da siyasetini yanlış görüyorum. Silahla, şiddetle, demokrasi Meclis’te olmaz, bunu açık bir şekilde söyleyebiliriz. Demirtaş bunların hiçbirini açık bir şekilde söyleyemedi. Demirtaş diyor ki, ‘Ben cumhurbaşkanı adayı olmak istedim, yapmadılar.’ Parti de ‘Hayır, böyle değil’ diyor. Demirtaş yazısında, ‘Bazı şeyler var, bugün halka açıklamayı uygun görmüyorum’ diyor. Neyi uygun görmüyorsun? Varsa söylemen lazım. Mesela Ayhan Bilgen’in eş başkanlığına Demirtaş izin vermedi. Sezai Temelli’yi Demirtaş önerdi, daha sonra ağır laflar söyledi. Parti içinde dedikodular var.”
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Altan Tan stüdyoda konuğumuz. Kendisiyle, son seçimlerden Kürtler’in nasıl etkilendiğini konuşacağız. Hoş geldin Altan.
Altan Tan: Hoş bulduk, hayırlı yayınlar.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ruşen Çakır: Sağ ol. Seninle seçimden önce yaptığımız yayında bayağı bir şey konuştuk ve ben açıkçası, “Altan acaba hangi partiden ya da ittifaktan aday olacak?” dedim. Hiçbir yerden olmadın.
Altan Tan: Eh ama bana “Yüzde kaç?” diye sordun. Ben de 35, maksimum 40 dedim. Sen de “Bilerek az söylüyorsun” dedin. Ben ihtimâlin az olduğunu söylemiştim zâten.
Ruşen Çakır: Olmadı.
Altan Tan: Evet, olmadı.
Ruşen Çakır: Peki, olmaması hayırlı mı oldu?
Altan Tan: Sonuçlarına baktığımız vakit hayırlı oldu. Çünkü ben hiçbir yere, yani ne iktidar kanadına ne de muhâlefet kanadına tam olarak sığmıyordum. Bir tarafa sığsaydık veya sığdırılsaydık da, zorlamayla yine eğreti dururdu. Hayırlısı Allah’tan.
Ruşen Çakır: Bu yayının başlığını “28 Mayıs sonrası Kürtler” diye verdim. Ama daha öncesinde, “Kürtler kaybetti ve kaybettirdi” başlığıyla bir yayın yapmıştım, çok kızdılar. Şimdi sana bunun sağlamasını yaptırmak istiyorum. Öncelikle, kaybettiği tespitine katılır mısın?
Altan Tan: İkisine de katılıyorum. Hem kaybettiğine hem kaybettirdiğine.
Ruşen Çakır: Önce kaybettiği konusuyla başlayalım. Neden kaybetti, nasıl kaybetti?
Altan Tan: Ben biraz daha geriden başlamak isterdim, ama sen kitabın ortasından girdin. Top sende, direksiyon sende, mecbûren öyle gidelim. Türkiye’nin sağ iktidarlarının, İttihat Terakkî’den bu yana, hattâ Abdülhamit döneminde bile iki önemli argümanı var. Bunlardan birisi din. Yani Osmanlıcılık, İslâmcılık, Türkçülük, o paradigmalardan gel, son Kurtuluş Savaşı yıllarına gel. Toplumu bir arada tutan en önemli faktörlerin başında, birincisi din geliyor. Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı boyunca da yazdığı mektuplarda, verdiği demeçlerde, 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin açılışında bile yoğun bir din etkisi var. Mevlitler, Kur’an okumalar, salavatlar, tekbirler… Yani toplumu birleştiren, yan yana getiren en önemli argüman nedir derseniz, birincisi din, ikincisi güvenlik, devlet. “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi…” Kanunî Sultan Süleyman, devletle sağlığı mukayese etmiş. “Ya devlet başa ya kuzgun leşe…” Eğer devlet ve millet tehlikedeyse, bütünlük tehlikedeyse gerisi teferruattır. Pahalılık, evlât, ölüm kalım, bunların hiçbirisi önemli değildir.
Şimdi bu seçimde de doğal olarak Tayyip Bey iki şeyi maksimum seviyede kullandı: Birincisi “karşımızdakiler”. Dinsiz imansız, kitapsız, mezhepsiz, işte Kur’ansız, namazsız, her türlü argüman. İkincisi de güvenlik, ülke, terör şiddet, “Memleket bölünüyor”, “Bunlar PKK’li”, “HDP eşittir PKK”, “PKK çok açıktan Kılıçdaroğlu’nu destekliyor”… Bu argümanları sonuna kadar kullandı. Burada bir sorun var mı? Tabiî ki kökünde bir sorun var, ama politik olarak bir sorun yok. Yani nasıl hem var hem yok? Politik olarak şu: Maalesef, politikada insanlar her türlü argümanı kullanıyorlar.
Şimdi gelelim senin soruna. “Kürtler kaybetti ve kaybettirdi” meselesine gelelim. Bu, bilinen bir sosyoloji. Tayyip Bey de bunu kullanıyor. “Niye kullanıyor?” demek yerine, sizin karşı bir atağa geçmeniz lâzım. Onun elindeki bu din, iman, Allah, Peygamber, namaz argümanını boşa çıkarmanız lâzım. Yani sorunun din meselesi olmadığını, bu ülkede dinin, imanın, Allah’ın, Peygamber’in de tehlikede olmadığını anlatmanız lâzım. Meselâ Fatih Altaylı’nın seçimlerden 3-5 gün önce yazdığı bir yazısı vardı. Diyordu ki: “Keşke bu Halk TV seçimden önce 3 gün yayınına ara verse”. Sayın Kılıçdaroğlu helâlleşme diyerek, ılımlı bir şekilde, dindar kesimlere açılım yapmaya ve Tayyip Bey’in o argümanını çürütmeye çalışıyor. Ama biri çıkıyor Halk TV’ye veya başka bir yere, “Bu seçim, Taliban rejimi ile laikliğin, modernliğin, medeniyetin kapışacağı bir seçimdir” diye konuşuyor. Ya arkadaş, neyin Taliban’ından bahsediyorsun? Bugün Türkiye’nin sâhilleri, Mersin’den başla, Alanya’dan, Antalya’dan, Kaş’tan, Finike’den, Fethiye’den gel, yukarıya doğru Marmaris, Bodrum, İzmir, Foça, Çeşme, Ayvalık, Çanakkale, Yalova’ya kadar plajlarla, meyhanelerle, diskoteklerle dolu. 21 senedir dolu. Bunlarda bir azalma olmadı, artma oldu. Üstelik buraya gidenlerin en az yarısı, AK Parti döneminde sözde sınıf atlamış muhâfazakâr, dindar âilelerin çocukları. Belki bizlerin de çocukları. Burada “onun çocuğu, benim çocuğum” diye bir ayrım yapmıyorum. Peki, sen toplumun sinir uçlarına niye basıyorsun? Taliban’la bir alâkası var mı bu uygulamaların? Kadın meselesi, LGBT meselesi… Yani “yumuşak karın” dedikleri, iktidârın kullandığı her alanda istemedikleri kadar malzeme sundular — bu bir.
Şimdi gelelim Kürtler’e. Şunu hepimiz gördük: Tayyip Bey meydan meydan… Sinevizyon mu diyorlar o dev ekranlara? Onları kurdu. Kandil’den Cemil Bayık bir konuşma yapmış, “Bu faşist iktidar gitmezse iç savaş başlayacak, Kılıçdaroğlu’nu destekliyoruz”. Tak! Hemen bu konuşmayı gösteriyor. Bir başkası bir beyânat veriyor: “Biz Millet İttifâkı’nı ve Kılıçdaroğlu’nu destekliyoruz. Bütün Kürtler sandığa gitsin”. Tak! Onu da gösteriyor. Bir başkası, HDP adayı, Diyarbakır’da çıkıp, “Afrin’i geri alacağız” diyor. Şimdi, Çankırı’daki, Çorum’daki, Trabzon’daki, “Afrin’de kim var?” diye bakıyor. Türkiye Cumhuriyeti askeri var. Kimden geri alacak? Bizden geri alacak. Al sana bir tartışma daha.
“Kürtler kaybettirdi” derken, yine Fatih Altaylı’dan bir örnek vereyim: Tam hatırlamıyorum ama galiba seninle yaptığı yayında “Bize ters kolpa çektiler” dedi.
Ruşen Çakır: Evet, benimle yaptığı yayında söyledi.
Altan Tan: Doğru, sizin yayınınızda söyledi. Yani sözde, PKK Erdoğan’a karşı iken, seçim karârı alındığından bu yana, Kandil’den, Kılıçdaroğlu’nun ne kadar kendilerine yakın olduğu, AKP’nin ise ne kadar kötü olduğu yolunda açıklamalar geldi. Fatih Altaylı bunu, “ters kolpa” diye tanımladı. Bilardo gibi, bu tarafa vuruyorsun, top buraya gidiyor. Netîcede ne kadar argüman lâzımsa, iktidâra bunları verdiler.
Ruşen Çakır: Murat Karayılan’ın son açıklamasını gördün mü? “Kılıçdaroğlu Alevî ve Kürt olduğu için kazanamadı. Başka bir aday olsaydı kazanabilirdi” diyor.
Altan Tan: Bu da abuk subuk bir lâf. Milletin zekâsıyla oynuyorlar. Biz de çok zekiyiz diyemeyiz ama, işte benim senin gibi birkaç tâne böyle her sınıfın bir iki uyanığı olur ya? Tabiî o uyanıklar da çok dayak yer; her gelen öğretmen onları döver. Biz bu oyunu gördük. Danışıklı dövüş mü yapıyorsunuz, ne yapıyorsunuz? Bir insanın ya aptal olması lâzım… Yani din, laiklik, Atatürk ya da neyse, bu mevzûlarda iktidârın eline bu kadar koz verme. Kürt siyâsetinde de –HDP’yi ve PKK’yi kastediyorum– bu kadar malzeme vermesi için aptal olması lâzım. Eğer aptal değilse… Yani ya aptallığı kabul edecek, “Ben siyâseti bilmiyorum, ağzıma geleni konuşuyorum. Böyle düşünüyorum, böyle söylüyorum. Hiçbir hesap da bilmiyorum” diyecek, veyâhut da, “Bunu bile bile yapıyorum” diyecek. Sen biliyorsun, yıllar evvel, hendeklere karşı çıktım, şiddete, teröre, silâha karşı çıktım ve “Kürtler’in bundan sonraki mücâdelesi demokratik ve legal yollardan olacak. Silâhın dönemi bitti” dedim. Tu kaka oldum. Ben “Niye hendek kazıyorsunuz?” diyorum. “Altan Tan AK Parti’den ihâle alıyor” diyorlar. “Arkadaş, silâhın dönemi bitti” diyorum. “Altan Tan’ı iki üç dönem milletvekili yaptık, hâinlik yapıyor” diyorlar. Yahu arkadaş, benim dediğime cevap ver. Üstelik öyle bir denklem kurulmuş ki, bir tarafta İYİ Parti, bir tarafta HDP. Bu ikisi Kılıçdaroğlu’na oy vermeden sonuç çıkmıyor. Peki, sen bu söylemleri yaptığın vakit, İYİ Parti seçmeninden nasıl oy alacaksın? İşte, “Kürtler kaybettirdi” işine geliyorum. Sinan Oğan nasıl %5 aldı ve nerelerden aldı? Aç bir bak bakalım.
Dolayısıyla HDP’nin ve PKK’nin –“bilinçsiz” diyeyim; “bilerek yapıyor” demek daha büyük bir iddia– bu yanlış ve bilinçsiz siyâseti, maalesef Türkiye’deki o Türk milliyetçiliğini şâha kaldırdı.
Ruşen Çakır: Peki Selahattin Demirtaş’ın çıkışına ne diyorsun?
Altan Tan: Ona gelmeden evvel, “Kürtler kaybetti” meselesiyle ilgili de bir iki şey söyleyeyim: Oylar ortada. Hiçbir gerekçe, yenilginin, mağlûbiyetin üstünü örtemez. HDP 2015 seçimlerinde yüzde %13,1 oy almış. Ondan sonra kademeli olarak düşmüş. Bugün 8,8’e düşmüş. 2015’le mukayese edersen, Diyarbakır’ın içinde oyu 19 puan düşmüş. %79,5’tan %60,5’a düşmüş. Bu Hakkâri’de, Mardin’’e, Şırnak’ta orantısal olarak dağılmış. “Burada bir yenilgi yok, bir mağlûbiyet yok, bir başarısızlık yok” derseniz, Kılıçdaroğlu gibi olur. Hâlâ “Ben yenildim, olmadı” demiyorlar, diyemiyorlar. Bir muhâsebe yapamıyorlar. Yani Kürtler bu seçimde, tâbir-i câizse kolanın asidi kaçtı. Ben bunu öngörüyordum seçimden evvel yaptığım tahminlerde. Çünkü bölgedeyim, sâhada yaşıyorum.
Tabii bu oy oranının ötesinde bir kayıp var. Sayın Kılıçdaroğlu da kazansaydı… Ümit Özdağ onunla bir protokol yaptı resmen. Ve %2,5-3 oy kaymış kendisine. Siz %10 oy veriyorsunuz elinizde hiçbir şey yok. Sayın Kılıçdaroğlu kazansaydı, bir siyâsî af olacak mıydı yani İYİ Parti ile, Ümit Özdağ’la? Kürtçe anadil eğitimle ilgili bir şey olacak mıydı? Dış politikada, Suriye’de bir şey değişecek miydi? Ne olacaktı? İktidar tarafının, AK Parti’nin zâten hiçbir tavrı yok. Sizin elinizde 6 milyon oy var. Ben bir yazı yazdım, dünya kadar küfür ettiler bana. İşte 6 milyon oyla bir gazoz bile alınamadı. Aldıysan göster. Bu seçimde hepimiz, “Kürt oyları en belirleyici oylardır” diyorduk. Hem HDP’li hem de HDP’li olmayan, dışarıdakiler, “Kim bu oyları alabilirse seçimi kazanacak” dedi. Sen elindeki bu kadar büyük bir sermâyeyle, potansiyelle siyâset pazarına çıkmışsın ve bir gazoz bile alamamışsın. Sonra Twitter’da, “Biz gazozcu muyuz? Gazozu sen iç. Gazozun kapağını bilmem ne yap”, “Bizim pazarda ne işimiz var?” diye yazıyorlar. Yani IQ seviyesi bu kadar yüksek cevaplar.
Ruşen Çakır: Evet, bunları gördüm. Demin söylediğin bir husus var: Kürtler’in tercihi seçimin kaderini belirleyecek önermesini ben yıllardır söylüyorum. Bu seçimde böyle çıkmadı.
Altan Tan: Ama tersinden yaptılar, bizim gibileri ters köşeye yatırdılar. Bunu 2015’te de yaptılar. 2015’te de benim 5 gazetede tam sayfa röportajım var. Yani o 7 Haziran’la 1 Kasım arasındaki o 4,5 aylık sürede… Merak edenler bakabilir internette. Ben o târihte de milletvekiliydim, şunu söylüyordum: “Biz Erdoğan’ı iktidardan indirdik”. Hani tek başına hükûmet kurulamadı ya? Koalisyon, işte, istikşâfî görüşmeler yapıldı filan. Sonra birden bombalar başladı, hendekler kazılmaya başlandı, Devrimci halk savaşı îlân edildi. Benim beyânâtım şuydu: “Biz Tayyip Erdoğan’ı iktidardan indirdik, ama korkarım ki PKK tekrar Başkan yapacak”. Ve Başkan yaptı. Aynı oyun bu sefer bir daha oynandı. Bu siyâset devam ederse, yani bu CHP ve bu HDP yönetimi, PKK zihniyeti olduğu müddetçe, on seçim daha geçse sonuç değişmeyecek.
Ruşen Çakır: Peki Selahattin Demirtaş’a gelelim. Ne diyorsun?
Altan Tan: Selahattin’in, yani Selahattin Bey’in, öyle diyelim, yani biz arkadaş olarak, ağabey olarak Selahattin diyebiliriz de, Sayın Selahattin Demirtaş’ın bir siyâsî lider olarak tabii ki siyâsette iddiaları var. Bu kapışmalar, tartışmalar yeni bir şey değil. Şimdi herkes diyor ki: “Filan tarihte de şöyle olmuştur, falan tarihte de böyle olmuştu”. Ben lâfını kıvırmasını seven biri değilim. HDP’nin siyâsetini de yanlış görüyorum, PKK’nın siyâsetini de yanlış görüyorum. Buna ilâveten, Selahattin Demirtaş’ın siyâsetini de yanlış görüyorum. Niye yanlış görüyorum? İkimiz arasındaki sohbetlerde de Selahattin Demirtaş’a defâlarca söyledim — ki zâten aramızın iyi olduğu dönemlerde “Altan Abi” diyordu. Aramız limonî olduğu vakit “Altan Bey” oluyordum. Beylik ve ağabeylik arasında böyle uzun yıllar gittik geldik. Ben elimden geldiği kadar anlattım ona ve dedim ki: “Selahattin Bey, yapacağın şey önce kendi zihninde netleşmek. Silâhla, şiddetle demokrasi, Meclis birlikte olmaz. Bunu en yüksek sesle en açık bir şekilde söyleyebilmelisin”. “Eh, söylersem, şu var, bu var, dağ var, ova var, şöyle tepki olur, böyle tepki olur.” Bunu söyleyemediğin müddetçe… Bizde buna “vızıldama” derler. Vızıldama, yani bir şeyleri ihsas ettiriyorsunuz, ama tam açık ve net olarak söyleyemiyorsunuz. Birincisi, Selahattin Bey bunu söyleyemedi. Hâlen de açık ve net bir şekilde söyleyemiyor.
İkincisi, partinin bir ideolojisi var. Sol, sosyalist, devrimci ya da neyse. Bunu son dönemlerde, bizim gibiler tamâmen tasfiye edildikten sonra daha yüksek sesle, daha rahat söyleyebiliyorlar. Hâlbuki kitle öyle bir kitle değil. Sen istediğin kadar “Ben Türkiye partisiyim, sosyalistim, sosyal demokratım, laikim, sekülerim” de, senin üzerinde siyâset yaptığın kitle, aslında AK Parti’nin Kürt versiyonu. Yani muhâfazakâr, dindar, gelenekçi… yani müziği, yemeği, kültürü… Bir metafor kullanmıştım, belki hatırlarsın. 2007 seçimlerinden sonra “Tencere-Kapak” metaforu vardı. HDP’de taban yani tencere ayrı, kapak ayrı. Ben bunu 2007’de söyledim. Uzun yıllar tartışıldı bu. Şu anda Selahattin Bey’in ona da karar vermesi lâzım. Yani eğer Kürt kitlesi üzerinde bir siyâset olacaksa, bu partinin ideolojisi ve şu anki konumu da sorgulanmalı. Yani iki önemli şey var: Biri “Silâh artık kesin bitti” — bunu söyleyebilmeli. İkincisi, kitlenin geleneğine, kültürüne, taleplerine, yani o oy veren kitlenin hassâsiyetlerine göre bir parti olmalı. Parti sosyalist, sosyal demokrat, laik veya dindar değil, en geniş anlamıyla demokrat şemsiyesi altında olmalı. Bunun altına dindar da girmeli, solcu da girmeli, liberal de girmeli, herkes girmeli. Az girmeli, çok girmeli o başka bir tartışma. Bunu söylerken de, parti şeriatçı, İslâmcı, ümmetçi bir parti olsun demiyorum. Çünkü hemen oradan vuruyorlar sizi, “Kahrolsun siyasal İslâmcılar, yine ötmeye başladılar” diye. Sizin yedi sülâlenize, siyâset, liberalizm, sosyalizm dersi veririm ben. Bir tânenize değil yedi sülâlenize. Beni söylemediğim şeyle vurmaya çalışıyorlar. Ben diyorum ki: “Bir demokrasi şemsiyesi olacak, bunun altına herkes girecek. Kimse kimsenin üzerine çıkmayacak”. Şimdi buna karar verdi mi vermedi mi? Bunlar esas meseleler.
Bence bir de tâlî meseleler var Selahattin Demirtaş meselesinde. Parti içi çekişmeler. Bunlar her partide olur biliyorsunuz. Nedir bunlar? “Ben Cumhurbaşkanı adayı olmak istedim, yapmadılar. Bir gerekçe göstermeden reddettiler” diyor Demirtaş. Onlar da, “Hayır, öyle değil. Zâten cezâsı vardı. Biz zâten bunu konuşmuştuk. Önce bir kadın aday önerildi” diyorlar. Bu sefer el altından bir fısıltı devreye konuluyor ve deniliyor ki: “Kendi eşini, Başak Demirtaş’ı cumhurbaşkanı adayı olarak önerdi”. O da diyor ki: “Hayır, ben öyle bir şey demedim. Ben ‘Gönlümün cumhurbaşkanı eşimdir’ gibi yarı şaka yarı ciddî bir cümle kurdum”. Ayhan Bilgen’le bu parti liderliği içerisinde olan… Meselâ iki sefer Ayhan Bilgen partinin eş başkanı olacaktı, Selahattin Bey bunu engelledi. Ben, partinin içinde üç devre milletvekilliği yapmış biri olarak, bütün bu tartışmaları sonradan öğrendim. Bunu bütün taraflar için söylüyorum. Kendine demokrat diyen, halka karşı şeffaf olmak gerekir diyen herkes için söylüyorum.
Meselâ Selahattin Demirtaş son açıklamasında, “Bâzı şeyler var ki bugün halkımıza açıklamayı uygun görmüyorum” diyor. Neyi uygun görmüyorsun? Varsa söyle işte. Meselâ Sezai Temelli’yi sonradan duyuyorum. Bunların olduğu dönemde benim asla bir bilgim yok. Sezai Temelli’yi Selahattin Demirtaş önerdi. Ama sonra Sezai Temelli onun hakkında “medya fenomenliğine soyunan” diyerek ağır lâflar söyledi.
Ruşen Çakır: “Sosyal medya fenomeni” dedi.
Altan Tan: Şimdi bir de parti içi dedikodular var. Bu parti içindeki çekişmelerin olduğu dönemde bunların hiçbirisini bilmiyorum. Çünkü milletvekilinden, MKYK üyelerinden danışan, görüşen, fikir alan yok. Çok dar bir çevre içinde oluyor bunlar. Meselâ, Ayhan Bey’in eşbaşkanlığını Selahattin Bey niye iki sefer engelledi, neler oldu bilmiyorum. Ben bunları çok sonra, hattâ bâzılarını birkaç sene sonra duydum. Buraya artık bir nokta koyayım. Bu parti içi işlerle alâkalı, kısmen dedikodu, kısmen magazin faslına gelen şeyleri, Sayın Ahmet Türk’ün, Sayın Sırrı Süreyya Önder’in, Sayın Sırrı Sakık’ın, Sayın Selahattin Demirtaş’ın, Sayın Ayhan Bilgen’in onda biri kadar bilmiyorum.
Ruşen Çakır: Peki, bu konuya noktayı koyalım. Bâzı partiler, seçime başka partilerin listesinde girdiler, sonra da ayrıldılar. Meselâ Gelecek, DEVA ve Demokrat Parti ayrıldı. EMEP ayrıldı. Ama meselâ HÜDA PAR, AKP listesinden seçildiler ama ayrılmadılar. Belki sonra ayrılırlar bilmiyorum. Ama HÜDA PAR’la AK Parti arasında bayağı bir iç içe geçmişlik var. Seçim sürecinde bölgede de böyle miydi? 40 yıllık AK Partili gibi kampanya yapıp sandık başında durduklarını duydum. Doğru mu bu?
Altan Tan: Sandık başında durdular, evet, kendi adayları vardı. Bölgede de vardı. Meselâ Batman’da.
Ruşen Çakır: Yani şu anlamda söylüyorum: Daha çok, AK Parti’nin örgütsel olarak bölgede zayıfladığı ve bunun HÜDA PAR tarafından takviye edildiği söyleniyor.
Altan Tan: Bölgede AK Parti kadrolarında bir moral bozukluğu, kısmî de olsa bir gerileme var. Bu, seçim sonuçlarında da var. Bir puan da olsa, iki puan da olsa, bir önceki seçime göre bir gerileme var. Zâten AK Parti’nin Türkiye genelindeki oyu da % 42’den 35’e düştü. Bölgede de belli oranlarda bir gerileme var. Sonuç olarak, her ilde, kendi seçmen sayısına göre bir gerileme var. HÜDA PAR bundan önceki seçimlerde, kısmen geriden verdiği desteği… Meselâ geçen cumhurbaşkanlığı seçiminde de HÜDA PAR, Diyarbakır’da ve diğer illerde oyunu Tayyip Bey’e verdi. Daha doğrusu Cumhur İttifâkı’nın aldığı oya HÜDA PAR’ın oyunu ilâve ediyorsunuz. Çünkü bâzı yerlerde parti olarak, Batman ve Diyarbakır’da bağımsız olarak girdiler. Neredeyse milimetrik örtüşme var. Oylarını verdiler. Ama bu seçimde, sandık başında, yani partide, bir de resmen de partili oldukları için, daha açık göründüler.
Ruşen Çakır: Peki HÜDA PAR için yapılan analizlerde, “devlet karârı” gibi bir şeyler söyleniyor. Bu sâdece bir seçim ittifâkı mı? Yoksa onun ötesinde, Erdoğan döneminde Kürtler’e yönelik politikada HÜDA PAR’a bir misyon biçme ihtimâli var mı?
Altan Tan: Bununla ilgili bir bilgim yok. Bildiğim şeyleri zâten söylüyorum. Meselâ biraz evvel HDP işinde de, Ayhan Bey’in genel başkanlık meselesinde de öyle. Bildiğimi söylüyorum, bilmediğimi de o meselede olduğu gibi sonra öğreniyorum. Benim bu konuda devletin yüksek mahfillerde böyle bir karar aldığıyla ilgili bir bilgim yok. Ama yorum dersen, şöyle diyebilirim. Şimdi meselâ bu yeni kabine de değerlendirilirken, AK Parti’nin içinde de tartışılıyor: “Daha yumuşak, daha Refah Partili bir Kabine. Önceki Kabine savaş Kabinesiydi, bu Kabine daha yumuşak bir Kabine” gibi yorumlar yapılıyor. Doğru ya da yanlış.
Bu dönemde Kürt oyları buharlaşmadı tabiî. Kürtler yerlerinde duruyor. Tamam, HDP’den bir çekilme var. Bir de, milletin henüz tam irdelemediği bir şey daha var: İlk seçimde de, bölgede seçime katılımda bir düşüklük vardı. Türkiye ortalaması 88. Meselâ Diyarbakır’da 81,5. Mardin ona benzer, Batman benzer. İkinci seçimde bir 5-6 puan daha çekilme var. Yani şu anda bölgede oy verecek parti bulamama refleksi var. HDP’ye de, AK Parti’ye de oy verenlerin büyük bir kısmının kerhen verdiği bir tablo görünüyor. Burada işte değişik senaryolar devreye giriyor. Biri, sizin dediğiniz gibi, HDP’ye, PKK’ye karşı HÜDA PAR, halk tâbiriyle biraz yeşerirse bir denge olur mu, bunu düşünüp hesaplayanlar var.
İkincisi, AK Parti, bu yeni Kabine, Cumhurbaşkanı, Başkan Yardımcısı, Maliye Bakanı ve 3-4 tane etkili Kürdün, yani bugüne kadar Kürt kimliğini asla öne koymamış ama kendi mesleklerinde başarılı Kürtler’i öne koyması, acaba AK Parti içinde yerel seçimlere doğru bir şey olur mu? Meselâ İstanbul’da yine Kürt oyları yerinde duruyor. Adana’da, Mersin’de duruyor. Ama ben henüz karar verilmiş bir stratejinin izlerini görmüyorum. Bu söylediklerim olabilir. Yani HÜDA PAR’ın yeşertilmesi de olabilir, Kürt meselesinde AK Parti’nin, tekrar bir çözüm süreci olmasa da, daha yumuşak bir ilişkiye geçmesi olabilir, yerel seçimler öncesi kadrolarını takviye edebilir. Ama şu an, “Bu oldu, şuna karar verildi ve bunun da işâretleri bunlar” diyebileceğimiz bir tablo görmüyorum.
Ruşen Çakır: Yerel seçimde AK Parti’nin, ne yaparsa yapsın, büyük illerde, Batman’da, Diyarbakır’da kazanma ihtimâli yok herhalde.
Altan Tan: Bâzı ilçelerde kazanma ihtimâli olabilir. Ama ondan önce, İstanbul, Adana, Mersin gibi şehirler var.
Ruşen Çakır: Yani oraları kazanmak için Kürtler’i kazanması gerekiyor.
Altan Tan: Tabiî. Şimdi HDP aday çıkarsa, diyelim İstanbul’da aday çıkarttı. İsterseniz %5 oy alsın. Son seçimde İstanbul’da %8 oy almış. Bu, seçimi etkileyecek. Mersin’de, Adana’da, Denizli’de, Balıkesir gibi yerlerde daha yüksek oy oranı var. Meselâ geçen seçimde Balıkesir’de İYİ Parti ısrar etti, HDP desteklemedi ve çok az bir oy farkıyla kaybetti. Dolayısıyla, bölgeden önce, genel Türkiye fotoğrafı var. Meselâ yine geçen seçimde bölgede Ağrı’yı, Şırnak’ı kaybetti. Bitlis ve birkaç yer daha eklenebilir buna. Çünkü HDP de doğru düzgün bir muhâsebe yapamazsa, hâlâ “Acımadı ki, acımadı ki” tavrını gösterirse… Sonuç olarak, HDP’nin iki şeyi yapması lâzım: Biri, bu silâh, şiddet, terör meselesini bir netîceye bağlaması lâzım.
İkincisi, tamâmen halktan kopuk kişi ve adaylar konusu. Diyarbakır halkı, seçilenlerin, diyelim 8 tâne seçilmişse 5-6 tânesini ismen bilmiyor; ben de dâhil. Tanıdığım bir iki arkadaş var, onları biliyorum, gerisinin ismini bilmiyorum. Yani HDP bu muhâsebeyi yapmazsa, gerileme devam eder.
Ruşen Çakır: Önümüzdeki döneme, Kürt sorununun gerek ülke içinde gerek Suriye ve Irak bağlamında tekrar güçlü bir şekilde gündeme gelebileceğini düşünüyor musun, yoksa daha düşük profilli mi gideceğini düşünüyorsun?
Altan Tan: Ben daha düşük profilli gideceğini düşünüyorum. Çünkü PKK’nin bu siyâseti bu şekliyle devam ettiği müddetçe bunun daha ilerisi olmaz. Şöyle bir hayal kuruyorlar: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti tekrar gelecek, bizimle masaya oturacak. Oslo’da oturduğu gibi Ankara’da oturacak veya Kandil’de oturacak ve müzâkere edeceğiz. Biz şunları şunları dayatacağız, bunları bunları alacağız”. Böyle bir şey olmayacak. Bunu yapmaya kalkan adam, Ankara’da sokakta gezemez. Türkiye’nin sosyolojisini anlamadığınız müddetçe –laikçi, Kemalist kesim için söylüyorum– bütün Türkiye’yi Bağdat Caddesi, Şişli, Beşiktaş’tan ibâret gördüğünüz müddetçe, Kandil açısından da, bütün Kürt siyâsetini veya Türkiye’yi, Cizre ve Nusaybin zannettiğiniz müddetçe, daha ileriye gitmeniz mümkün değil.
Öcalan, cezâevinden o mesajlarının dışarıya çıkabildiği dönemde, “Türkiye’nin hassâsiyetlerini Suriye’de değerlendirin” dedi. Yani siz Türkiye’ye rağmen Suriye’de bir şey yapamazsınız. “Eh biz devlet kuracağız” dediler. Şu an o Kürt bölgesi denilen, Suriye’nin kuzeyinin aşağı yukarı %50-55’i Türkiye’nin kontrolünde. Afrin’den tutun, Tel Abyad’dan Serekaniye’ye kadar o hat, yani Hatay sınırından Mardin sınırına kadar olan kesim, çok dar, etrafı kuşatılmış şekilde –Kobani hariç– olduğu gibi Türkiye’nin kontrolünde. Siz Türkiye’deki hassâsiyetleri göz ardı ederek, Türkiye’yi iknâ etmeden geri kalan yerde de bir şey yapamazsınız. Yani bir uzlaşma, bir anlaşma olacak. Yeni Suriye’de Kürtler’in statüsü belirlenirken, Türkiye’nin endîşeleri giderilecek. Türkiye ile savaşan değil, Türkiye ile anlaşan bir Kürt siyâseti çıkacak veya çıkmalı. Eh siz şimdi Türkiye ile o diyalogları sürdüren Barzani’ye bile, “Niye benimle bir olup Türkiye ile savaşmıyorsun?” diyorsunuz. Peki, Barzani PKK ile bir olup Türkiye ile savaşsa ne hâle gelir? Şu andaki statüsünü koruyabilir mi? İşte, biliyorsunuz Kerkük bile bir silâh atılmadan Irak ordusuna teslim edildi. Erbil de elden gider. Bunları söylediğinizde bir yeri kutsamak, yüceltmek değil. Reel politikayı görmediğiniz müddetçe, bu endîşeleri görmediğiniz müddetçe, o meşhur atasözündeki gibi, “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan oldu”.
Çözüm sürecinden, 2013’ten, 2014’ten bugüne kadar gelelim. Kürt siyâsetinin hangi kazanımı elinde kaldı? Bunları söylediğinizde size küfür ediyorlar. Yahu arkadaş, küfret, yine küfret. Ben küfretmesini senden daha iyi biliyorum. Çünkü biz aynı sokaklarda büyüdük. Sizin bilmediğiniz küfürleri biliyorum ben. Küfret, ben de sana küfür edeyim. Ama bu soruların cevâbını ver.
Ruşen Çakır: Peki bundan sonra Altan Tan ne yapacak?
Altan Tan: Valla bir şey yapmayacak. Önce Altan Tan’ın söylediklerinin bir müşterisinin olması lâzım. Müşteri olmadan mal üretip pazara çıkarsanız havanızı alırsınız. Önce, bu konuştuklarımızın bir kabul görüp görmediğine bakacağız. HDP açısından söylüyorum, böyle giderse, zâten ne yaparsa yapsın kendi bileceği iş. Çok bir şeyin değişeceğine de inanmıyorum, onu da söyleyeyim. Nasıl biliyorsanız öyle yapın, yolunuza devam edin. Aynen böyle devam edin, sakın dönmeyin. Bu oylar düşecek. Önce belli bir kesim sandığa gitmedi. İkinci seçimde Ümit Özdağ’a bozuldu, 5-6 puan daha gitmedi ve oylar düştü. Bu daha da düşecek. Nereye kadar giderse oraya kadar gidecek.
Altan Tan ne yapacak? Altan Tan eskiden de bunları söylüyordu, şimdi de bunları söylüyor. İki şey bence çok önemli, üçüncüsü de bunun arkasından geliyor. Bir, silâhın dönemi bitti arkadaş. Selahattin Bey’e de, diğer arkadaşlara da bunu söylüyorum. Bunu cesurca söyleyemiyorsanız, hadi kavga edemiyorsunuz, o gücünüz, o yüreğiniz yok, kızmasından korktuğunuz yerleri iknâ edemiyorsanız, birincisi, burada duracaksınız. O hendekler başlarken, ben Meclis’te de, bir röportajda da Selahattin Bey’e, “PKK’ye ‘Silâhları bırakın’ demeye, bunları durdurmaya sizin gücünüz yeter mi?” diye söyledim. Hayır, yetmez. Peki, ne yapacaksınız? “Bizim evimize gitmemiz lâzım” dedim. Siyâsetçinin işi burada bitti. Savaş başladığı vakit generaller konuşur. Elinde silâhı olan konuşur. Siyâsetçi evine gitsin. Selahattin Bey’e de söyledim bunu: “Tamam, gücümüz yetmiyor, evimize gidelim”. Evine git, gününü bekle. Açık seçik bunun artık tartışılması lâzım. Ankara, yani derin Ankara, PKK’nin silâh bırakmasını istemiyor. Bunu defâlarca söyledim. Çünkü PKK’yi göstererek, çocuğa “Öcü geliyor” diyor. Çocuk hemen babasının, annesinin kucağına atlıyor. Devlet Ana’nın, Kemal Tahir’in halk tâbiriyle Devlet Baba’nın kucağına atlıyor. Bu senaryo koktu artık. Türkiye 45 senedir bu senaryo ile yönetiliyor. Yani bir güvenlik tehlikesi, bir öcü. Tamam, yolsuzluğu konuşma, hırsızlığı konuşma, sağlığı konuşma, eğitim sorununu konuşma, adâleti konuşma, demokrasiyi konuşma, Kürdü, Alevîliği konuşma. Niye? “Öcü geliyor.” Artık bunu görmeleri lâzım.
Ben Hasan Cemal’le tartıştım. Mehmet Altan’ın mahkemesinde yan yana oturuyoruz. “Hepiniz gidip hendeklere güzelleme yaptınız” dedim. Cengiz Çandar’ı da, Hasan Cemal’i de, Mehmet Altan’ı da, Ali Bayramoğlu’su da. Liberal aydınları kastediyorum. Yahu, çıkın, “Silâhla birlikte olmaz. Varsa biz yokuz” deyin. HDP sizi Danışma Kurulu’na aldı. Ne söylediniz danışma kurullarında? Birbirinize güzelleme mi yaptınız? Önce bunu söyle. De ki: “Arkadaş, bu, duracak” — bu bir. İkincisi: “Senin Kürde zorla giydirmeye çalıştığın, yani CHP’nin Türk halkına yaptığı, ‘Kürd’ün CHP’si olma’ politikasını bırakacaksın. Kürd’ün geniş bir kitlesi, içinde sosyalist olabilir, dindar olabilir, LGBT de olabilir, başkası da olabilir, o da olur, bu da olur. Ama sen bir kimliği dayatmayacaksın ona. Türkiye’de sosyalist devrim yapmak Kürd’ün boynuna kalmamış”. Bunları söylediğim vakit feryat ediyorlar, küfrediyorlar boyuna. Küfrettiğiniz müddetçe sizden daha fazla küfredeceğim.
Şimdi TİP olayına gelelim. Sen sormuyorsun ama ben söyleyeyim. En sosyalist Kürtler bile… Adam (Ahmet Şık) çıktı, “Bu ilkel milliyetçiler” dedi. Ya, sen bir tipine bak, şekline bak. Sen nerelisin? Adana’nın hangi sokaklarında büyüdün? Hangi entelektüel kimliğin var da sen hepimize birden, “İlkel milliyetçi Kürt faşistleri” diye salladın gittin? Bak ne oylar almış Türkiye İşçi Partisi, sana söyleyeyim. Şişli’de %7,7 almış. Pendik’te ne almış? Yani o kadar işçi, köylü var, oyu %3. Beşiktaş’ta %8,5 almış. Bebek, Etiler, Rumeli Hisarı, İstinye’ye kadar. %8,5 oy. Demek o kadar işçi var orada. Zeytinburnu’nda %3,1 almış. Daha güzel bir netice: Kadıköy’de %9,6 almış. Yani Bağdat Caddesi’nde, Fenerbahçe’de, Göztepe’de %9,6 almış. Ümraniye’de, yarısı Kürt hamallar, işçiler, inşaatta çalışanlar, %1,5 almış. Bana bunun felsefesini bir anlat. Hangi sosyalizm? Nereden oy alıyorsun, alman gereken yer neresi ve bana ne yutturmaya çalışıyorsun? %9,6 Kadıköy, %1,5 Ümraniye.
Şimdi Türkiye’de bunları sorgulayamadığınız vakit, “Ben çok entelim. Bunlar ilkel milliyetçi, bunlar bilmem ne…” derseniz… Bu sonuçlar bu şekilde irdelenmediği müddetçe, aynı netîce tekrar tekrar gelecek önünüze. On seçim daha olsa, bu CHP ile bu Kürt siyâseti olduğu müddetçe sonuç değişmeyecek. Boyuna, “Dini kullandı, milliyetçiliği kullandı” diye Tayyip’i suçluyor. Tamam, kullandı da, sen niye adamın ateşine benzin döktün? Sen niye böyle yaptın? Anlatmak istediğim bu.
Sonuç olarak, benim ne yapacağıma gelirsek: Ben bunları söylemeye devam edeceğim. Kürt siyâsetinde silâhın dönemi bitti. Türkiye’de dindarlığın arkasına sığınarak, Allah’ın, Peygamber’in arkasına sığınarak yolsuzluk, hırsızlık, yanlışlık yapmanın yanlış olduğunu halka anlatacaksın. Malına müşteri çıkarsa dükkânını büyüteceksin.
Ruşen Çakır: Altan, çok teşekkürler, burada noktayı koyalım. Altan Tan’la 28 Mayıs sonrası Kürtler’i konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.