Seçimlerin ardından CHP’de değişim rüzgârları esiyor, tüm gözler Ankara’da. Değişim nasıl olacak? Kiminle olacak? Seçimlerin ardından yaptığı ilk açıklamalarla İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, değişimin öncüsü olmak istediğini söyledi. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile Ekrem İmamoğlu ile temaslar da sürüyor. Ekrem İmamoğlu ile Kemal Kılıçdaroğlu arasında yaşananları, Refah Partisi döneminde Recep Tayyip Erdoğan’ın başını çektiği Yenilikçi Hareket’e benzeten yorumcular var. Peki Kılıçdaroğlu-İmamoğlu arasındaki ilişki, Erbakan ile Erdoğan arasındaki ilişkiye benzer mi?
Refah Partisi’ni ve AKP’nin kuruluşunu yakından izleyen Ruşen Çakır, “Kılıçdaroğlu Erbakan, İmamoğlu da Erdoğan mı?” sorusuna yanıt aradı. Çakır, İmamoğlu’nun bugünkü “değişim” çağrılarıyla Erdoğan’ın zamanındaki çağrıları arasında benzerlikler ve farklılıklar olduğu görüşünde.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Seçimden bu yana Kemal Kılıçdaroğlu ile Ekrem İmamoğlu bugün üçüncü kez bir araya geldiler, baş başa konuştular. Daha da süreceğe benziyor, çünkü tüm gözler CHP’ye dönmüş durumda. Kurultay kararı alındı, MYK’da değişiklikler yapıldı. Ama yerel seçime iddialı bir şekilde girebilmesi için CHP’nin bayağı bir değişmesi gerekiyor. İşte bu değişimin nasıl ve kiminle olacağı meselesinde bir odak Kılıçdaroğlu tabiî ki ve ilk andan îtibâren yaptığı açıklamalarla Ekrem İmamoğlu bu değişim sürecinde önemli bir rol oynamak istediğini alenen beyan etti. Aralarındaki bu temaslar sürecek. Buradan ne çıkacağını zaman içerisinde göreceğiz. Ama bütün bunlardan hareketle, yaşı erenler bu yaşananların bir zamanlar Refah Partisi’nde Erdoğan’ın başını çektiği yenilikçi harekete benzetmeye çalışıyorlar. Bunu daha önce yaptığımız bir yayında soran izleyicilerimiz de oldu. Başka yerlerden kişilerin de bu türden sorularına muhâtap olduğum için bu yayını yapıyorum; çünkü o târihte Refah Partisi içerisindeki bu hareketi çok yakından tâkip etmiştim ve o hareketin adının “yenilikçi” olmasında da benim bir payım vardır. Çünkü o târihlerde büyük medyada Refah Partisi çok fazla önemsenmezdi, onunla ilgilenilmezdi. Ben bu partiyi tâkip eden az sayıdaki gazeteciden biriydim ve Erdoğan’ın b–aşını çektiği hareketin önemini ilk görenlerden oldum. Ve bu hareketi bir şekilde adlandırmak gerektiğinde –şu anda bunun nasıl geliştiğinin detaylarını tam hatırlamıyorum ama–, medyada –o târihlerde medya da denmezdi–, basında bu harekete “yenilikçi” sıfatını, tanımlamasını ilk olarak ben dile getirmiştim ve hattâ bu yüzden de bayağı bir tepki vermişlerdi bana, tepki göstermişlerdi: “Bizi bölemezsin” vs. diye. Fakat sonra kendileri de bu yenilikçi tanımını benimsediler, çünkü pozitif bir tanım.
Bugün Ekrem İmamoğlu’nun yaptığı ya da yapmaya çalıştığıyla dün Erdoğan’ın yaptığı ya da yapmaya çalıştığı benziyor mu? Tabiî ki birtakım benzerlikler var; ama çok büyük de farklılıklar var. Bir kere Erdoğan benzetmesini neden yapıyoruz? Ekrem İmamoğlu’nun da tıpkı onun gibi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmasından. Halbuki Erdoğan’ın yenilikçi hareket liderliği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmasından önce, Refah Partisi İstanbul İl Başkanı iken başladı ve o liderlik sâyesinde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na kendisinin adaylığını Erbakan’a kabul ettirdi. Erbakan son âna kadar başka isimleri düşünüyordu. Fakat Erdoğan İstanbul örgütünün parti içerisinde giderek güç kazanmasından aldığı cesâretle Erbakan’ı bir şekilde kendi adaylığına râzı etti ve o seçimi kazandı. Çok başka farklar var tabiî ki. Öncelikle Kılıçdaroğlu ile Erbakan benzemiyorlar. Çünkü Erbakan başlı başına Türkiye’nin ilk ciddî siyâsal İslâmî yasal hareketinin kurucu lideri, yani Millî Görüş hareketinin kurucu lideri. Hem organizasyon anlamında hem ideolojik anlamda onun geliştirdiği dünya görüşü o hareketin temelini oluşturdu ve o hareketi baştan aşağı da kendisi kurdu. Kılıçdaroğlu’nda böyle bir şey tabiî ki yok. Atatürk’ün Cumhuriyet Halk Partisi’nde, yıllar sonra bir şekilde Deniz Baykal’ın kaset olayından sonra görevi bırakmasıyla boşalan yer, o târihte en câzip isim olan Kemal Kılıçdaroğlu tarafından dolduruldu. Kimse de çok yadırgamamıştı onun genel başkanlığını. Fakat Erbakan’la onun arasında çok büyük bir fark olduğu da muhakkak. Parti de çok farklı tabiî ki. Refah Partisi ideolojik omurgalı bir partiydi, İslâmcı bir partiydi. Cumhuriyet Halk Partisi daha merkezde bir parti. Merkez sol diye söyleniyor, ama merkezde bir parti. Cumhuriyet ideolojisi ile İslâmî ideolojiyi karşılaştırmak çok abes olur, çok büyük farklılıklar var.
Öte yandan örgütsel olarak da insanların Refah Partisi’ne bağlılığı bir dâvâ bağlılığıydı. Ama Cumhuriyet Halk Partisi hiçbir zaman bu dâvâ bağlılığı gibi bir perspektifte gitmedi. Daha gevşek bir bağlılık var. Ve kadrolara baktığımız zaman da, bir tarafta kadroların hemen hemen hepsi Erbakan tarafından seçilmiş isimler, yani Erbakan’ın etrâfında genellikle kendisiyle yaşıt ya da kendisinden biraz daha genç yaşlılar vardı. Bu işi onlarla yaptı, güvendiği isimler onlardı; çünkü Erbakan devletten ve değişik yerlerden sızmalardan çok ürken birisiydi. Güvendiği, çok eskiden beri tanıdığı insanlarla hareket etmeyi tercih ediyordu. Böyle bir yapısı vardı. Gençlerin orada yükselmesi çok kademe kademe olabiliyordu. Ancak birilerinin yaş haddi nedeniyle, kimi zaman vefat kimi zaman bir hastalık nedeniyle devre dışı kalmasıyla, o zaman gençler partide bir yer bulabiliyordu. Ama Cumhuriyet Halk Partisi böyle değil. Burada herkes bir şekilde… tabiî ki delegeler sistemi var, şunlar var, içinde birtakım fraksiyonlar var vs.; ama hiçbir zaman liderin doğrudan belirlediği bir yapı olmadı. Dolayısıyla Erdoğan ve arkadaşlarının işi çok çok zordu. Orada çok eski bir yapı vardı, çok güçlü bir yapı vardı. Erbakan’ın kontrolü vardı. Erbakan’ın liderliği hiçbir şekilde tartışılmıyordu bile. Ve zâten Erdoğan başta olmak üzere yenilikçi hareketin önde gelen isimleri de Erbakan tarafından yetiştirilmiş kişilerdi. Orada ona meydan okumak çok zordu. Ama bir şekilde bunu başardılar. Kademe kademe, önce yumuşak bir şekilde. Daha sonra Fazilet Partisi’nin kapatılmasıyla birlikte bunu bir fırsat olarak görüp Erbakan’la devam etmeyip AKP’yi kurdular. Ama Fazilet Partisi Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmadan Fazilet Partisi’nden ayrılıp AKP’yi kurmaları imkânsızdı. Ağları çok daha sıkı örülmüş bir partiden bahsediyoruz.
Cumhuriyet Halk Partisi tabiî ki böyle değil. O anlamda baktığımızda Ekrem İmamoğlu’nun işinin daha kolay olduğunu söyleyebiliriz. Ama Ekrem İmamoğlu’nun en büyük sorunu, Erdoğan gibi bir ekibe sâhip olmaması. Erdoğan bir hareketin lideriydi. Hareket dediğim, adı konmamış bir hareketti; ama esas olarak İstanbul merkezli, Refah Partisi İstanbul örgütü
merkezli, genellikle orta sınıftan kişilerden, iyi eğitimli, tabiî ki dindar, Millî Görüş hareketi içerisinde yetişmiş avukat, müteahhit, doktor, öğretim üyesi gibi isimlerden oluşan bir ekibin lideriydi. Ve bu ekibin en büyük özelliği, genç ya da orta yaşta insanlar olup, belli bir eğitime sâhip olup, dünyayı az buçuk bilip, yeni birtakım yöntemleri siyâsete taşıyabilmeleriydi. Bu anlamda adları yenilikçiydi. Refah Partisi hâlâ Millî Selâmet Partisi’nin eski yöntemleriyle devam ediyordu. Bu eski yöntem de nedir? Özellikle kendini, “câmi cemaati” diye
tanımladığımız, geleneksel dindar kitleyle sınırlamak. Dolayısıyla Millî Selâmet Partisi’nin oyunun artması insanların dindarlığının artmasıyla paralel gidiyordu. Ama Refah Partisi döneminde yeni ekip, yenilikçi ekip bunun ötesine geçti. Yani dindarlarla sınırlı olan bir perspektif değil; normal şartlarda Refah Partisi’nin seslendiği kesimlerin dışındaki kesimlere açılmanın yollarını aradı. Bu anlamda, o günleri bir şekilde yaşayanlar bilir, yaşamayanlar da duymuştur: Kendileriyle taban tabana zıt mekânlarda oy istediler. Meyhânelere gittiler, genelevlere gittiler, diskoteklere gittiler, birçok yere gittiler ve insanlardan oy istediler. Yalnız, bunu yaparken hiçbir zaman kendi ideolojik duruşlarından tâviz vermediler. Fakat ideolojik duruşlarını anlatmak yerine, o kişilere birtakım sosyal, ekonomik vs. konularda kendi programlarını anlattılar. En önemli söyledikleri husus da şuydu: Kendilerinin yolsuzluğa karşı olduğu. Ve genellikle de şöyle bir hava çıktı ortaya, 94 yerel seçimleri öncesi; bütün belediyeler Türkiye’de –merkez sağ, merkez sol hiç önemli değil– yolsuzlukla birlikte anılır. Bu anlamda zamânında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde yaşanan İSKİ skandalı CHP’yi ya da SHP’yi, o dönemdeki merkez sol partileri çok olumsuz etkilemişti. Böyle bir ortamda, böyle bir atmosferde Refah Partililer insanlara gidip kendilerinin hiçbir şekilde yolsuzluk yapmayacaklarını söylediler, yolsuzlukla mücâdele edeceklerini söylediler. Şeffaf bir belediyecilik vaat ettiler ve bayağı bir ilgi uyandırabildiler. Eskilerden bıkmış olan insanlar için şöyle bir yaklaşım oldu bâzı insanlarda: “Ya, bunlar dindar, en azından yemezler” gibi bir perspektif hâkim oldu.
Şimdi burada öncelikle bir ekip söz konusu ve bu ekibin bir perspektifi, bir vizyonu var. Bu vizyon partinin vizyonundan farklı bir vizyon. Partinin vizyonu geleneksel vizyon. Yani nedir? Kendini belli bir kesimle sınırlamak. Ama bunlar yenilikçiler; İslâmî duruşlarını bırakmadan herkese ulaşmanın yollarını yöntemlerini gündeme getirdiler ve bu arada, ilginçtir, Türkiye’de meselâ seçim çalışmalarında teknolojiyi en iyi kullanan, bilgisayarı vs.’yi ilk ve iyi kullanan bir parti olarak kayda geçtiler. Bu anlamda da yenilik perspektifleri vardı. Şimdi bunu İmamoğlu’na taşıyacak olursak: İmamoğlu’nun bir ekibi yok — varsa da bilmiyoruz. İmamoğlu’na baktığımız zaman İmamoğlu’nu görüyoruz. Zamânında Erdoğan’a baktığımız zaman onun arkasındaki İstanbul örgütündeki isimleri, onun dışında Abdullah Gül’ü, Abdüllatif Şener’i, birçok ismi, İstanbul’da özellikle çok aktif bir şekilde faaliyet gösteren kadın kollarını –Hanım Komisyonu derlerdi onlar– onları görüyorduk, bir hareket vardı. Ve tabiî ki orada bir de yeni yöntemler, yeni perspektifler ve bir vizyon. İmamoğlu’na baktığımızda bu yok. İmamoğlu’nun Erdoğan’ı yenmiş olması tabiî ki önemli. İmamoğlu’nun dili, yani aynı zamanda muhâfazakârlara da seslenebilmesi, Yasin sûresini okuması vs.. bunların hepsi önemli. Ama bunların hepsi bölük pörçük. İmamoğlu bir ekiple berâber ve bir vizyonla gitmiyor. Tabiî ki son söylediği değişim perspektifi sözlerinde bir vizyon arayışı var; ama bunu tanımlamıyor. Nasıl bir değişim? Neyi temel alıyor? Hangi perspektifte? CHP’yi şu an nerede görüyor ve nereye taşımayı düşünüyor? Bunu kimlerle nasıl yapacak? Hem kimlerle yapacak, ekibi kim, hem nasıl yapacak? Şimdi kimlerle dendiği zaman hemen akla ittifâklar geliyor. Meselâ diyelim ki Özgür Özel ile birlikte mi hareket edecek ya da şununla kavga mı edecek? CHP’nin bildiğimiz o klasik, klikler arası çatışmaları geliyor akla. Halbuki bunun dışında bir şeyden bahsediyorum. Onun gibi düşünen, birlikte hareket eden kişiler kimler? Diyelim ki İmamoğlu kendisi genel başkanlığa aday olmadı. Tekrar belediye başkanlığında ikinci kez kazanmak istiyor. Fakat genel merkezde de etkili olmak istiyor, genel başkan kim olursa olsun genel merkeze de damgasını vurmak istiyor. Peki kiminle yapacak bunu? Ortada bir iki tâne isim dışında isim bilmiyoruz; ama o isimler de, fotoğrafını görsek ”Bu odur“ diyebileceğimiz isimler değil. Dolayısıyla şu hâliyle bakıldığı zaman, ortada İmamoğlu’dan başka bir şey, başka bir kimse yok. Bunun bu süreç içerisinde, kurultay süreci içerisinde çıkıp çıkmayacağını bilmiyoruz, çıkartıp çıkartmayacağını bilmiyoruz ve bu kişilerin vizyonunu bilmiyoruz. O vizyonun târifi lâzım.
Meselâ bunu zamânında İsmet İnönü-Bülent Ecevit kopuşuna benzetenler de var. Orada Bülent Ecevit, vaktizamânında “ortanın solu” diye bir şey söylemişti ve partiyi ortanın soluna çekeceğini söylemişti. Bu büyük bir kopuştu ve bir perspektifti. İnsanlar tam olarak ne olduğunu belki ilk aşamada anlamamış olabilirler; ama oradan Bülent Ecevit, o perspektifte kendisine bir ekip inşâ etti ve o ekiple berâber yönetimi İsmet İnönü’den alabildi. Çünkü CHP tıkanmıştı ve insanlar bir açılım bekliyordu, yeni bir değişim bekliyordu ve Bülent Ecevit bunu sunmuştu. Bugün CHP’de bir tıkanıklık varsa –ki var– bunu aşmayı düşünen kişilerin tam olarak neyi istediklerini anlatabilmeleri gerekiyor. Şu hâliyle baktığımız zaman buna tâlip tek kişi gözüküyor: Ekrem İmamoğlu. Onun dışında da başka isimlerin adı geçiyor, ama bunlardan şu âna kadar çıkıp da bunu alenen dile getirmiş, “Değişim şart ve bunda ben rol oynamak istiyorum, etkili olmak istiyorum” diyen ikinci bir kişi görmedik. Aday olabilecek isimler var. Bu aday olabilecek isimlerin hepsi de adaylıklarını Kılıçdaroğlu ile endeksliyorlar; “Kılıçdaroğlu aday olursa olmam, olmazsa olurum” diyen isimler de var. Bunların hepsi eskiden bildiğimiz şeyler. Ama burada yeni bir şeyin olması için, yenilikçi bir şeyin olması için, ekip ve vizyonun olması şart. Bu vizyon birincisi kendi tabanına, kendi örgütüne anlatacağı bir vizyon. Ama daha önemlisi CHP’li olmayan kesimleri de cezbedecek, cezbedebilecek bir vizyon olabilmesi. Yani sâdece ve sâdece CHP’lilere, CHP’ye oy verenlere, “Bakın, biz şöyle olursak daha mutlu oluruz” diyerek gidilebilecek çok fazla bir yol yok. “Böyle olursa daha güçlü oluruz ve daha güçlü olmakla da daha fazla oy alırız ve diyelim ki yerel seçimlerde, önümüzdeki yerel seçimlerde kazanmış olduğumuz yerleri muhâfaza ederiz. Hattâ üstüne belki Balıkesir’i, Bursa’yı da ekleriz” diyebilmesi için, hem kendi tabanını, kendi örgütünü, hem de o âna kadar kendisine oy vermemiş insanları cezbedecek bir perspektife sâhip olması lâzım. Şu hâliyle bakıldığında kimsede bu gözükmüyor. Bu ama olmayacak bir şey değil. Son seçimler bu konuda çok acı tecrübeleri gündeme getirdi. Gördük, yaşadık. Meselâ ittifak perspektifi, o Altılı Masa olayı sonuçta kötü bir deneyim olarak kayda geçti. Altılı Masa’nın o ürettiği bütün belgeler, politikalar vs., hepsi artık geçersiz hâle geldi. Şimdi yeni bir dönemde, yeni bir perspektifle ortaya çıkacak olan kişiler, kişi ya da kişiler, ekipler ne diyecekler? Bir ittifak perspektifinden tamâmen uzak, sâdece CHP olarak bir yerlere yürümeyi mi düşünecekler? Yoksa yeni bir ittifak perspektifi ve bu ittifâkın daha anlaşılır, somut, pratik birtakım yönlerini mi dile getirecekler? İşte bütün bunlar önümüzdeki dönemde CHP’nin gerçekten değişip değişemeyeceğinin anahtarı olacak. Aksi takdirde yaşanacak olan şudur: “CHP’de kim genel başkanı olacak? Kılıçdaroğlu istifâ
edecek mi? Etmezse ne olacak? Kim güçlü olacak? İstanbul, Ankara vs. seçimlerini tekrar alabilmek için ne olacak? Adaylar değişecek mi değişmeyecek mi?” gibi, isimlerden ibâret bir tartışmaya gideriz — ki ilk akla gelen bu seçenek.
Şu âna kadar yürüyen olaylara baktığımız zaman, isimler konuşuluyor. Meselâ birtakım gazeteciler Kılıçdaroğlu’nu istifâya dâvet ediyorlar. Bu gerçekten akıl alır bir şey değil. Bir gazetecinin bir genel başkanı, bir parti genel başkanını istifâya davet etmesi kadar… Benim gazetecilikten anladığımla o kişilerin yaptıkları arasında çok büyük bir fark olduğunu söylememe izin verin. Sonuç olarak Kılıçdaroğlu’nun istifâsı söz konusu olabilir. Biz gazetecilerin yapacağı, en fazla, “Böyle bir istifâ olur mu? Böyle bir istifânın koşulları var mı? Olursa ne olur, olmazsa ne olur?” bunun analizini yapmak ve tabiî ki bunun mümkünse haberini alıp haberini yapmak. Diyelim ki CHP kaynaklarından ulaşıp Kılıçdaroğlu’nun kesinlikle istifâyı düşünmediğini bulmak –ki öyle gözüküyor–, bunun haberini yapmak. Ama bir gazetecinin çıkıp, kalkıp, “İstifâ etsin, bir dakika bile durmasın” vs. gibi şeyler söylemesi, gerçekten CHP’deki sürecin kötü gelişiyor olmasından kaynaklı bir şey. Yani oradan cesâret alıyorlar. Bu hal, yani eğer CHP’de gerçekten çok daha –bu kelimeyi siyâsete taşımak biraz sorunlu ama– sağlıklı ilerliyor olsaydı, bu kişiler bu cüreti kendilerinde bulamayacaklardı. Ama şu hâliyle bakıldığı zaman, gerçekten herkesin her şeyi söyleyebileceği bir ortam varmış gibi gözüküyor. Belki bugünkü buluşmanın ardından Kılıçdaroğlu ile İmamoğlu belli yerlerde anlaşırlar da sürecin daha
serinkanlı bir şekilde ve daha vizyon üzerinden, kişiler değil vizyon üzerinden, bir perspektif üzerinden yaşanmasını birlikte sağlayabilirler. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.