Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Öner Günçavdı yazdı: AKP döneminde bir popülizm aracı olarak servet transferleri

Yaşadığımız şehirdeki ve/veya Türkiye genelindeki sorunları kamuoyunda görünür kılmak ve onların çözümüne yönelik ilerleme kaydedebilmek için seçimlere ihtiyacımız var görünüyor. Hatta bazen çözüm alabilmenin de yolu seçimlermiş gibi geliyor bana. Örneğin iktidarın geniş halk kesimlerinin gelirlerinde enflasyon nedeniyle oluşan kayıpları normal dönemlerde tam manasıyla telafi etmesi zor görülen iktidarın, seçim zamanlarında böyle ihtiyaçlara çok daha fazla duyarlı oldukları görülüyor. Örnekleri bu şekilde uzatmak mümkün.

Ülkemizdeki ekonomik popülizmin kaynağı her zaman siyasilerin iktidarlarının dayanağı olan kesimlerin ekonomik taleplerine boyun eğmeleridir. Eğer bir iktidar gücünü kırsal kesimden alıyorsa, ekonominin koşulları uygun olsa da, olmasa da bu kesimin ekonomik taleplerine boyun eğecektir. Maalesef iktidarın kesimsel dayanaklarında bir değişim olmadan ekonomik tercihlerin değişmesi mümkün olmuyor. Hatta ekonominin bütününe giderek daha az gelir sağlayan bu kesimler, ekonomiden kullanmayı talep ettikleri kaynak miktarı zamanla artmasına rağmen, sırf iktidar koalisyonundaki ekonomik gücüyle orantısız güçlerini kullanarak ekonomik kaynaklara neredeyse el koyabilmektedirler.

Toplumdaki değişim baskılarına karşı bizim gibi ülkelerdeki siyasi yapıların kolayca uyum göstermesi çok görülen bir durum değildir. Böyle bir değişimin önünü açacak parti içi demokratik uygulamalara genellikle izin verilmez. Bu da siyaseti bir bütün olarak muhafazakârlaştırır.

Türkiye farklı dönemlerde farklı iktisadi nedenlere tepki olarak toplumsal ve ekonomik dönüşümler geçirmiştir. Bunlardan en çok iz bırakan ve hala devam eden, nüfusun kırdan kente göçüdür. Bu beraberinde ekonominin geleneksel üretim yapısının terk edilip, daha modern bir ekonomik yapı ve organizasyona dönüşün önünü açar. Elbette bu süreçler sonunda ortaya çıkan nüfus hareketleri ve beraberinde oluşan ekonomik ve siyasi talepler de siyasette de değişim taleplerini tetikler.

Türkiye’de 1950’lerde hız kazanan kırsal kesimden kentlere doğru göç, sanayileşme sürecinin gereksinim duyduğu “ucuz işgücü” ihtiyacını sağlamıştır. Bu dönemde sanayi işletmelerinde iş bulma ümidiyle kentlere gelenler aynı zamanda kazandıkları düşük gelirlerinin onlara sağlayacağı düşük refah düzeylerine rıza göstermek zorunda kalmışlardır. Bu insanların kazandıkları düşük ücretle uyumlu olması beklenen yaşam maliyetleri onların zorunlu olarak belli bir hayat tarzına mahkûm etmiştir.

Kentlere yeni gelenlerin düşük gelirleriyle karşılamakta zorlandıkları ihtiyaçlarının bir kısmını karşılayabilmek için piyasa dışında mekanizmalardan elde edilen ek olanakları vardı.

Bunlardan biri belli ölçülerde bugün bile devam eden kırsal bağlar sebebiyle ayni olarak kırsaldan transfer edilen gelirlerdir. Diğer ise, kentlerdeki barınma ihtiyacını karşılama yöntemidir ve bu düşük gelirli hanehalkının bütçesinde kira harcamalarının payının düşürülmesine yol açmıştır. Bu kamudan ciddi bir dirençle karşılaşmadan, hazine arazileri “işgal edilerek” kentlerin çeperlerinde “gecekondulaşmaya” izin verilmesidir. Bu şekilde kentlerdeki barınma ihtiyaçları olabilecek düşük maliyetle karşılanabilmiştir. Bu aynı zamanda sermaye birikimi için kamunun özel kesime sağladığı bir olanak veya kaynak transferi olarak düşünülebilir.

Uzunca yıllar ülkemizdeki göçün kentlerde yarattığı barınma sorunu büyük ölçüde piyasa mekanizmasının dışında oluşturulmuş bir “gecekondulaşma” pratiği ile çözülmüştür. Burada kamu için tek maliyet elindeki hazine arazilerine piyasa ve hukuk dışı bir şekilde ihtiyaç sahipleri tarafından el konulmasıdır. Hatta gayri resmi yerleşime açılmış olan bu yerlere herhangi bir altyapı harcaması yapılmasına gerek duyulmadığı için, bu yatırımların maliyeti de oralarda yaşayanların sırtına yüklenmiştir.

Gecekondulaşmanın ilk yıllarında böyle muhitlerde yer alan derme çatma binaların barınma amaçlı fonksiyonu, onların bir reel varlık olarak sahip oldukları değerden çok da fazladır.

Ancak ülkedeki siyasi rekabetin arttığı yıllarda, bu tarz bölgelerde yaşayanların artan sayısı siyasiler için gecekondu bölgelerini ciddi bir oy deposu haline getirdi. Yerel siyasette bu insanlarımızın artan belirleyiciliği yaşadıkları bölgelere yönelik kamu yatırımlarının yönlendirilebilmesine yol açtı. Yapılan her bir altyapı yatırım bu bölgelerdeki barınma ihtiyacının kalitesini arttırırken, sınırlı düzeylerde de olsa bu varlıkların piyasaya açılmasına imkân sağlanmıştır.

Ama tapu sorunları çözülemediğinden bu gecekonduların tam olarak piyasalaşması ve orada yaşayan hanehalklarının bütçelerine bir “servet etkisi” oluşturabilmesi çok mümkün olmamıştır. Zira tapu bu gecekonduların gayrimenkul haline gelebilmesine ve bu şekilde resmi mali piyasalar üzerinden kaynak aktarımına elverişli bir statüye kavuşmasına olanak sağlamaktadır.

Büyük şehirlerin çeperlerinde giderek büyüyen bu kesimler siyasette de etkili olmaya ve alınan siyasi kararları etkilemeye başlamıştır. Ancak 1990’lı yıllara kadar bu etki sınırlı düzeyde kalmış ve hazine arazileri üzerine de olsa bu bölgelerdeki illegal yerleşim zımnen kabul görmüş ve büyük ölçüde kamu hizmetleri ile bu bölgelerdeki insanların siyasi rızası alınmaya çalışılmıştır.

Kentlerdeki tapusuz gecekondulara ve bunların bulunduğu bölgelerdeki halka yönelik politika değişimi büyük ölçüde Sayın Recep Tayyip Erdoğan İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı olmasından sonra başlamıştır.

O yıllarda düşük gelirli hanehalklarının yaşadığı bölgelerdeki insanlarımızın Sayın Erdoğan’ı sevmelerini onu kendilerinin “avatarı” olarak görmelerine dayandıranlar olmuştur. Bu büyük ölçüde doğrudur. Ama o insanlarla için Sayın Erdoğan’ı kendilerinden biri yapan, aslında onun yaşadığı konutun da, onlarınki gibi tapusuz ve kaçak olmasıydı. Hatta bugün Cumhurbaşkanlığı sarayı olarak inşa ettirdiği Beştepe’deki küllüye bile aynı mantıkla kaçak olarak inşa edilmiştir.

Ülkemizdeki gecekondulaşma, meşru olanın ve devlete ait yasalarla tanımlanan alanın dışında, doğrudan halkın kendi inisiyatifi ile oluşturduğu, sözüm ona “sivil” ama bir o kadar da “gayri resmi” bir hukukun sınırlarının içine dâhil olmuş kesimlerin barınma ihtiyacını karşılama şekli olarak toplumumuzda genel kabul görmüştür. Bu kabulde uzun yıllarca kentlerde barınma sorununa yönelik politika geliştiremeyen ve bu sorunu kalıcı olarak çözemeyen siyasilerin sorumluluğu vardır. Bunun tüm topluma sirayet etmiş olan utancı da gecekondulaşmanın toplum tarafından kabul görmesine neden olmuştur. Topluma hâkim olan suçluluk duygusu, gayri meşru eylemlerin önünü açmıştır.

Asıl Sayın Erdoğan liderliğindeki AKP Türkiye’nin yönetimine geldiğinde bu insanlar için en önemli hamleyi yapmıştır. Sahip oldukları konutların yer aldığı bölgelere yönelik altyapı hizmetlerinin artması bu insanların sahip oldukları konutların kalitesine önemli katkı yaparken, zaman içinde getirilen “imar afları” ile bu konutlar legal hale getirilmiştir.

Ama bu evlere resmi tapu verilmesinin asıl etkisi, ilgili konutların meşru konut piyasanın bir parçası haline getirerek, resmi kanallardan ve resmi mali sistemin imkânları kullanılarak alınır satılır hale gelebilmesiyle elde edilmiştir. Verilen tapularla birlikte, zamanla gecekondudan dönmüş bu konutlar birden piyasada değeri tespit edilen bir gayrimenkul cinsinden varlığa dönüşmüş ve maliklerinin bütçelerine bir “servet etkisi” oluşturmuştur. Devletin hiçbir bütçe imkânı kullanılmadan, sadece yasal bir düzenleme yaparak kayda değer bir değer yaratılmış ve bu değerin oluşturduğu servet ilgili hane halklarının bütçelerine aktarılmıştır.

Büyük şehirlere gelmiş ve hazine arazilerine “çökmüş” bir halk kitlesinin yıllarca sabırla bekleyişi sonuç vermiş; seçiminde rol oynadıkları iktidar onlara çok ciddi bir “servet transferi” yapmıştır. Bu yöntemin bir diğer türevi is hala uygulanmakta olan TOKİ sistemidir. O da kamu ve özel mülkiyette olan birtakım arazilerin imar koşullarında yaptıkları değişikliklerle, ilgili arazileri kolayca piyasalaştırıp, bunlara yönelik ciddi bir değerin, herhangi bir maliyete katlanmadan üretimi gerçekleştirebilmektedir. Kâğıt üzerinde yaratılan bu değerler de siyasi iktidarın tercihleri doğrultusunda farklı kesimlere aktarılmaktadır. Daha da önemlisi bunca yıldır ülkemizdeki siyasetin finansmanında kullanılmaktadır. Bu yönüyle TOKİ sistemi AKP iktidarının oluşturduğu bir servet oluşturma ve aktarım mekanizmasıdır.

Eğer AKP döneminin ekonomi politiğini tanımlayan “Erdoğanomi” diye bir şey varsa, onun en önemli unsurlarından birinin bu şekilde düşük gelirli kesimlere yönelik olarak yapılmış olan servet üretimi ve transferleri olduğu söylenebilir.

AKP gibi ekonomide “üretimi” değil, ama “yeniden dağıtımı” politik öncelik haline getirmiş bir siyasi anlayış için bu çok şaşırtıcı değildir. Aradan geçen 21 yılda benzer politikaları AKP toplumun faklı kesimlerine yönelik uygulamıştır. Özellikle 2018 sonrasında saplantı haline getirilmiş olan “nassa dayalı” ekonomi yönetim pratiği inadı sonucunda faizleri düşük tutularak, mali sektör üzerinden yüksek gelirli kesimlere ciddi miktarda servet aktarımı gerçekleştirilmiştir. Ancak bu politikanın tüm olumsuz etkilerine rağmen, genel kamuoyu nezdinde AKP’nin desteği anlamlı bir şekilde düşmemiştir. Ortaya çıkan olumlu ve olumsuz tüm sonuçlarında kolektif sorumluğumuzun olduğu “yeniden dağıtım” politikalarının kamuoyunda güçlü bir itirazla karşılaşmamasının ardında yatan neden, AKP iktidarda kaldığı müddetçe “yeniden dağıtım” politikalarından er ya da geç toplumun her kesiminin yarar elde etmeyi beklemesidir.

Bu yıl yapacağımız yerel seçimlerin öncesinde AKP iktidarının geçmiştekine benzer bir servet transferi yapabileceği bir durum kalmamıştır. Artık kendisine bunca yıl destek olmuş ve geçmişte servet aktarımında bulunduğu kesimlere verilebileceği, daha önce imar aflarının kapsamına sokup tapu verdiği konutları “kentsel dönüşüm” politikalarının kapsamına alıp, bu kesimleri depreme dayanaklı konutlara kavuşturmaktır. Bugün Sayın Murat Kurum’un yapmayı arzuladığı da budur.

Ama geçmişten farklı olarak günümüzdeki olumsuz mali koşullar böyle bir hedefin gerçekleştirilmesini çok mümkün kılmamaktadır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.