Ruşen Çakır’ın konuğu Prof. Dr. Murat Somer | Ekrem İmamoğlu-Murat Kurum yarışının temel dinamikleri

İstanbul’da mevcut belediye başkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin adayı Ekrem İmamoğlu’nun rakibi eski Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği bakanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi İstanbul milletvekili Murat Kurum oldu. Kurum, adaylığının açıklanmasının hemen ardından seçim çalışmaları kampanyasına başladı. Kurum, İstanbullulara trafik, deprem gibi sorunları çözeceğini vaat ediyor.

Ruşen Çakır ve konuğu Prof. Dr. Murat Somer yerel seçimlerde partilerin stratejilerini, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Murat Kurum’u aday göstermesini ve İstanbul’daki seçim yarışını değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Yerel seçimde İstanbul için çekişecek adaylar belli oldu. Murat Kurum, Ekrem İmamoğlu’nun karşısına aday olarak çıkıyor. Diğer partiler de adaylarını çıkaracak, ama yarış bu iki isim arasında geçecek. Bu yarış siyâsî olarak nasıl bir yarış olacak? İstanbul’un sorunları ve dünya çapındaki birtakım eğilimlerle berâber bakıldığında, İstanbul seçimlerini nasıl okumak gerekiyor? Bu soruları Özyeğin Üniversitesi Siyâset Bilimleri ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Murat Somer’le konuşacağız. Murat merhaba.

Murat Somer: Merhaba Ruşen.

Seni Polonya’da yakaladık, ama konuşacaklarımız tam senlik konular. Oradan dönmeni bekleyemedim ve bunu muhakkak konuşalım istedim. Sen Polonya’dan döndükten sonra stüdyomuzda da ayrıca bir yayın yaparız, o zamâna kadar İstanbul’daki ve Türkiye’deki yarış daha da netleşmiş olur. 

AK Parti’nin İstanbul adaylarıyla ilgili olarak Ali Yerlikaya, damat Selçuk Bayraktar ve Murat Kurum’un isimleri konuşuluyordu. Sonuçta İstanbul adayı Murat Kurum oldu. Öncelikle şunu sormak istiyorum: Erdoğan, diğer seçenekler arasından niye Murat Kurum’u seçmiş olabilir? Ne düşünüyorsun?

Somer: Bu gerçekten iyi bir soru. Murat Kurum’un adaylığı kesinleştiğinde benim de aklıma bu soru geldi. Erdoğan’ın, Ekrem İmamoğlu gibi karizmatik bir siyâsetçinin karşısına Murat Kurum’u neden çıkardığı hemen ilk başta anlaşılmıyor. Çünkü Murat Kurum pek de güçlü, kamuoyunda çok tanınan, karizmasıyla öne çıkan bir kişilik değil. Bunun üzerinde hakîkaten düşünmek gerektiğini ben de hissettim. Burada belki bir isimden çok, o ismin temsil ettiği proje ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, Ekrem İmamoğlu’nun karşısına nasıl bir iddiayla ortaya çıkacağı önem kazanıyor. Galiba bu iddia Murat Kurum’un kişiliğinde ön plana çıkıyor. Sayın İmamoğlu’nun, sâdece Murat Kurum’la değil, merkezî hükûmetle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la bir yarışma içerisinde olacağını zâten biliyorduk, ama yine de neden Murat Kurum seçildi? Kendisinin bürokrat kimliği ve Türkiye’nin bütün çehresini değiştirmiş olan bâzı önemli projelerin, özellikle emlâk projelerinin gerçekleştirilmesindeki rolünü düşündüğümüz zaman, hakîkaten çok düşündürücü bir hâle geliyor. 

Zannediyorum iktidar burada şöyle bir vaatle toplumun karşısına çıkacak: Özellikle deprem endîşelerinin yükseldiği bir dönemde, iktidârın, kentsel dönüşüm projeleriyle, daha güvenli, büyük bir yatırım atağı başlatacağı ve bu yatırım atağının arkasında da, kamu bankalarıyla, devlet gücüyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın olacağı ve insanların, ekonomik krizin altında ezilirken, bir şekilde bir ev sâhibi olabilecekleri, hayatlarında olumlu anlamda bir dönüşüm yaşayacakları, daha iyi bir geleceğe kavuşabilecekleri, bunun karşılığında da Ekrem İmamoğlu’nun muhâlif bir siyâsetçi olarak önünün kesileceği –ki bu, merkezî hükûmet tarafından da doğrudan söylenecek– dolayısıyla, İmamoğlu’nun vaatlerini gerçekleştiremeyeceği, bu tür kentsel dönüşüm projeleriyle, insanlar, bu yapısal yoksulluktan, yoksunluktan kaynaklanan bir ruh hâli içerisindeyken, bu sâyede hayatlarında bir iyileşme yaşayabilecekleri ve bunun için oy vermeleri istenecek.

Birkaç soruyla bunu detaylandıralım. Çünkü birtakım “ama”lar var. Bunlardan bir tânesi, depremi propaganda malzemesi olarak kullanacak, ama ülkeyi 20 küsur yıldır bu iktidar yönetiyor ve deprem konusunda, özellikle İstanbul’da şu âna kadar yaptığı herhangi bir şey yok. Meselâ bu “ama”yı İmamoğlu ya da rakipleri kullanamaz mı?

Somer: Kullanabilir tabiî, ama nasıl kullanacakları çok önemli. Çünkü Türkiye’deki özellikle son 10-15 senelik siyâsete baktığımız zaman, olguların hayal karşısında yenik düştüğünü görüyoruz. Geçmiş seçimlerde, gerçekler, olgular, muhâlefet tarafından hep dile getirildi. Son 20 sene içerisinde İstanbul’da, deprem toplanma alanlarına bile AVM’ler yapıldı. Gündelik hayatta hepimiz görüyoruz, her yer büyük bir betonlaşma içerisinde. Depreme karşı dişe dokunur bir önlem alınmadı. Bu bir gerçek, bir olgu. Aynı şekilde olgular açısından bakarsak, iktidar tarafından, Türk Lirası’nın değerini kaybetmeyeceği vaat edildi, söylendi. Oysa Türk Lirası müthiş bir değer kaybetti. Bizler büyük bir yoksullaşma yaşadık bu dönemde.

Ancak, muhâlefet bunları toplumun karşısına çıkardığı zaman da istediği kadar başarılı olamadı. Bunun karşılığında iktidar, toplumun büyük bir kesimine bir tür bir hayal pazarladı. Aslında belki de bunu yüzde yüz hayal olarak tanımlamamamız lâzım. Bu dönem içerisinde bütün olumsuzluklara rağmen toplumun büyük bir kesimi neden iktidâra destek vermeye devam etti? Bunu çok iyi anlamak gerekiyor açıkçası.

Yine aynı şekilde, olgular ve iktidârın propaganda ya da zihinleri iknâ etme meselesine bakalım. Meselâ kentsel dönüşüm konusuna bakıldığı zaman, sanki “Herkes kentsel dönüşümden mutlu olacak. Hem deprem riskinden kurtulacaksınız, hem evleriniz değer kazanacak” havası yaratılıyor. Ama aslında, yoksulun daha yoksullaştığını ve birilerine rant alanı yapılacağını, daha önce yaşadığımız örneklerden gördük. Müteahhitler, büyük sermâye grupları, özellikle inşaat ve buna bağlı sektörleri ihyâ etmeye yönelik yeni rant alanları yaratacak. Muhtemelen yine Körfez ülkelerinden sermâye gelecek filan. Murat Kurum şimdi halktan oy isterken halkın iyiliğineymiş gibi bunu anlatıyor. Aslında bu halkın iyiliğine, yarârına değil. Ama bunu insanlara anlatabilmek, insanları buna iknâ edebilmek mümkün görünüyor mu sana?  

Somer: Bu hakîkaten kolay bir şey değil. Siyâsî yetenek ve çok iyi bir anlatıcı gerektiğini düşünüyorum. Bunu sâdece olgularla başarmak mümkün değil. Halkın, gündelik hayâtındaki bazı duygularına dokunabilmek gerekiyor. Bunu duygular üzerinden yürütmek ancak mümkün. Çünkü hayal de sonuçta bir duygudur; olacağına inanırsınız. Tabiî ki iktidar hiçbir zaman “Ben kentsel dönüşüm yapacağım. Birilerine büyük rant kazandıracağım, sizi de yoksullaştıracağım” demiyor. Tam tersine, “Senin eski bir evin varken, artık modern görünümlü bir evin olacak” diyor. Ama o ev şehrin dışında, insanların yaşam kalitesinin çok daha düşeceği bir yerde olabiliyor. 

Türkiye’de son 20 yıldaki millî gelir ve servet dağılımı rakamlarını çok dikkatli okumak gerekiyor. Bir defa müthiş bir servet aktarımı ve müthiş bir rant kazanımı oldu. Tabiî bu rant da millî servetin ve geleceğimizin yenmesi anlamına geliyor. Fakat bu aktarılan servet ve yaratılan rantın bir kısmını da, iktidar, en azından kendisini destekleyen kesimlere dağıtmayı da başardı. Aslında insanlar büyük resme baktıklarında, belki hayat kaliteleri yükselmese de râzı edildikleri bir yaşam biçimi içerisinde sanki biraz daha iyileşme olmuş gibi hissettirildiler. Ben buna “Rızâ siyâseti” diyorum. Böyle bir hikâye satıldı onlara. Birileri müthiş zenginleşirken, yat, kat, özel jetlere sâhip olurken, yurtdışında ev sâhibi olurken, özel jetleriyle uçarken, bir kesim de, “Ben de balkonumu camla kapatabildim” ya da “Buzdolabım yoktu, buzdolabı alabildim” hikâyesiyle avutuldu. Bütün bu olup bitenlerden sonra, “Bizim hayatlarımız nereden nereye geldi?” sorusunun cevâbını insanlara çok etkili bir şekilde ve onların adâlet duygusuna da dokunarak anlatabilmek lâzım. 

Toplum bu 20 sene boyunca disipline edildi bence. Bu, dünyanın başka ülkelerinde de, farklı târihsel dönemlerde yaşamış olduğumuz bir şey aslında. Târihte kapitalizmin gelişiminde, İngiltere’de 18. yüzyılda yaşanmış olan “çitleme” ya da “kapatma hareketi” denen bir dönem vardır. Senin Medyascope’ta yaptığın bir değerlendirmede buna bir atıfta bulunmuştun. O dönemde de aslında halka âit olan milyonlarca metrekarelik arâzi, siyâsî güç kullanılarak birdenbire çitlenip etrâfı çevriliyor ve “Burası artık özel arâzi” deniliyor. Hattâ bu özel arâzi yapılan yerlerin korunması için kanunlar da çıkartılıyor. Geçmişte halkın serbest olarak kullandığı, hayvanlarını otlattığı, odunundan yararlandığı arâziler için, “Artık burası özel arazi, kimse giremez. Girenler çok ağır cezâlarla cezâlandırılır” deniyor. Bunu korumak için de hukuk sopa olarak kullanılıyor. Böylece insanlar mülksüzleşiyorlar. Tabiî insanlara, “Siz mülksüzleştiniz” denmiyor. “Siz emeğinizle özgür birer insan hâline geldiniz” deniyor. “Özgür” hâle gelen bu insanlar, aslında çok düşük ücretlere, bu özel arâzilerin sâhibi olan kişilerin fabrikalarında işçi olarak çalışmak zorunda kalıyorlar. 

Dünyanın demokrasi ve endüstrileşme târihinde, bir yandan, insanların eşit oy hakkına sâhip olmaları, parlamentoların kurulması, zaman içerisinde kadınların, mülk sâhibi olmayan insanların oy hakkına sâhip olması, eşitliğin gelişmesi, ama bir yandan da insanların disipline edilmesi, birtakım şeyleri hayal edemez hâle getirilmesi, mülksüzleştirilmesi gibi karanlık bir yönü var. Bizim beyaz yakalı Türklerin de en sevdiği şehirlerinden olan New York’un târihine baktığınız zaman, aynı şekilde 1940’lardan 60’lara kadar, Manhattan’da yaşayan insanların, tıpkı Türkiye’de TOKİ’nin uyguladığı politikalara benzer politikalarla şehir dışına sürüldüğünü görüyoruz. Ama o insanlar şehir dışına sürülürken, çoğu da bu politikaları uygulayanlara destek verdiler, çünkü onlara bir hayal satıldı. Ama bir gün geldi ki o insanlar New York’un merkezine, Manhattan’a gelemeyecek bir duruma geldiklerini gördüler. Çünkü orası köprülerle, yollarla ayrıldı ve artık orada yaşamak onlar için çok pahalıydı. 

Sonuçta bir tarafta gerçekler, bir tarafta hayaller var. Sen sosyal medya hesâbında “CHP seçmeni Murat Kurum’u aday olarak görünce çok erken sevinmişe benziyor” gibi bir paylaşım yapmıştın. Meâlen söylüyorum tabii. İlk anda, “Ekrem İmamoğlu onu çok kolay yener” gibi bir hava oluştu, ama olay aslında Erdoğan’ın başında olduğu büyük bir proje. Bu projenin en önemli özelliği, rızâ üretiminin olması. Yani hayaller. Ekrem İmamoğlu bu projenin karşılığında nasıl bir hayal sunabilir? Billboard’larda, metrolarda, “Ben şunları şunları yaptım” diye sıralıyor; bunları görüyoruz. Ama bunların hepsi çok tekil şeyler. İnsanlar günlük hayatta daha çok, diyelim bozulan yürüyen merdiveni ya da bozulan metrobüsü görüyor. Tabiî iyi şeyleri de görüyorlar, ama İmamoğlu nasıl bir şey sunabilir? Tamam, karizması daha fazla, siyâsî ağırlığı daha çok, ama karşısında merkezi hükümet ve büyük bir proje var. Ekrem İmamoğlu’nun projesinin tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz sanki. Yanılıyor muyum?

Somer: Doğru. Burada biraz eksiklik gözüküyor. Sayın İmamoğlu’nun şu âna kadarki başarılı yönleri, performansı ve potansiyeli yanında, eksik olan yönlerden biri bu. Söylediklerine katılıyorum. Burada Ekrem İmamoğlu’nun karşısına çıkacak bir proje ve bir hayal var ve bu projenin arkasında da, âdil olmadığı da bilinen merkezî bir hükûmet yer alıyor. Bugün Türkiye’de herkes, iktidârın, iktidarda kalmak için elindeki bütün güçleri acımasızca kullandığının farkında. Bunun değişebileceğine olan umûdu çok zayıflamış olduğu için, “Bu zâten değişmeyecekse, bu değişmeyecek durum içerisinde acaba ben kendi küçük hayâtımı az da olsa değiştirebilir miyim?” ya da “Kime oy verirsem, hayâtımda az da olsa bir iyileşme olabilir?” diye düşünüyor birçok insan.

Sayın İmamoğlu’nun, bunun karşısına daha eşit, daha âdil bir proje çıkartması lâzım. Bu hayal sözcüğünü de bilinçli olarak kullanıyorum çünkü burada duygular çok önemli. İnsanın hayatında hayal de önemlidir. Merkezî hükûmetten farklı olarak bu hayâlin altını doldurabileceğini, kendi partisi iktidarda olmadığı halde, yani, bizim vergilerimizden ve diğer kaynaklardan sağlanan bu muazzam bütçenin yönetimi kendi elinde olmamasına rağmen, bu hayâli gerçekleştirebileceğine insanları inandırabilmesi lâzım. Bunun mutlaka İstanbul’daki herkes için daha adâletli, daha âdil, daha medenî, daha insanca bir yaşam projesi olması lâzım. “Adâlet” sözcüğünü bilinçli olarak kullanıyorum. Çünkü hep söylediğim gibi, duygular çok önemli. Adâlet de gündelik hayatta insanların, büyük toplumsal kesimlerin içten içe açlığını hissettikleri bir şey gibi geliyor bana. Buna dokunmak lâzım ve burada şunu anlatmak lâzım: Çok kuşbakışı bakıldığı zaman, AKP dönemlerinde de İstanbul bâzı açılardan modernleşti. Bir sürü yollar yapıldı, tüneller yapıldı, gökdelenler yapıldı. Evet, bütün bunlar yapıldı; ama bunun yanında “Kanal İstanbul” gibi bir proje öne sürülüyor. Neden bu öne sürülüyor? Ama İmamoğlu’nun öncelikle şunu anlatması gerekiyor: Bütün bu yapılanlar ve üstüne bir de Kanal İstanbul gibi bir proje hayâta geçerse, İstanbul ortalama bir vatandaş için nasıl bir yaşam alanı sunacak? Nasıl bir şehir hâline gelecek? Burada muazzam eşitsizlikler olacak ve İstanbul’un sunduğu nîmetlerin çok büyük bir bölümüne ortalama vatandaşlar erişemeyecekler, hayatları çok daha kısıtlı bir hâle gelecek.  

Bunun karşılığında Sayın İmamoğlu’nun iki şeyi düşünmesi gerekiyor: Birincisi, nasıl bir projeyle bunun karşısına çıkacak. Bunun karşısına çıkaracağı İstanbul hayâlinin, daha farklı, daha eşitlikçi, daha insancıl bir İstanbul olacağı, yeşilin, doğanın daha çok olduğu, insanların nefes alabilecekleri alanların daha çok olduğu, çocuklarını daha medenî, daha sağlıklı bir ortamda büyütebilecekleri, çalışma ortamlarının daha insânî, daha uygun şartlarda olacağı bir şehir hâline getireceği hayâlini insanların karşısına çıkarması gerekiyor. Tabiî burada ekip, kadro ve söylem de çok önemli olacak. Çünkü Sayın İmamoğlu’nun çok önemli siyâsî yetenekleri var; karizmatik bir siyâsetçi, insanlara dokunabiliyor. Ama öte yandan kendisinin de bir müteahhitlik geçmişi var. İnsanlar bütün bunlara bakıyorlar. Ortalama insanla konuştuğunuz zaman bunların farkında olduğunu görüyorsunuz. Çünkü insanlar, “Ekrem Bey iyi hoş ama, o da varlıklı bir insan. Onun da bir müteahhit geçmişi var. Bu yapılaşmanın, betonlaşmanın karşısına daha farklı bir şey yerine getireceğini nereden bileceğiz?” diyorlar. İşte burada Ekrem İmamoğlu kendi belâgat gücünü de kullanarak, çevresindeki insanları da buna göre seçerek, oluşturduğu kadroyla İstanbul’a daha farklı bir gelecek sunabileceğini anlatması gerekiyor.

Peki, eğer bu seçimi kazanırsa, İmamoğlu’nun 2028 projesinin olacağını düşünüyor musun? Onunla ilgili “İkinci Erdoğan” yorumları da yapılıyor ya. Şöyle bir senaryo var: Kazanırsa Türkiye’nin siyâsetine damga vuracağı, kaybederse muhtemelen CHP’nin liderliğine tâlip olacağı söyleniyor.

Somer: Ben bunu o kadar da ak-kara olarak görmüyorum. Kazanamasa bile, burada vereceği mücâdele, ortaya koyacağı proje, insanlara dokunma kabiliyeti, mutlaka onun ilerideki siyâsal kariyeri için de önemli bir zemin oluşturacaktır diye düşünüyorum. Şu an için tamâmen İstanbul seçimlerine odaklanacak. Seçimlerin sonucuna göre de değerlendirmesini tekrar yapacak. Burada, kendisi hakkında oluşan bir eksi nokta şu olabilir: Bunu da çok farklı kesimlerden konuştuğum insanlara dayanarak söylüyorum. Türkiye’de genellikle toplum belli makamları insanlara kendisi biçmek istiyor. Önceden buna soyunuyor gözüken siyâsetçileri çok olumlu karşılamıyor. Örneğin Recep Tayyip Erdoğan, 90’lı yıllarda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak yükselirken, kafasında neler olduğunu bilmiyorduk. Yani kendisi ileride başbakan, cumhurbaşkanı olacağını söylemiyordu tabiî. Ben o dönemde kendisiyle tanışmıştım. Sen çok daha yakından tâkip ettiğin için daha iyi biliyorsun. İnsanlar kendisine böyle bir rolü biçmeye başlamışlardı. Sayın İmamoğlu açısından da doğru olan bu olur. Performansıyla ve siyâsî imajıyla, insanların kafalarında, yüreklerinde oluşturduğu bir imajla, gelecekle ilgili böyle bir rol olacaksa eğer, bunun, kendisine insanlar tarafından biçileceğini düşünüyorum. 

Eğer Sayın İmamoğlu seçimi kazanırsa –ki kazanmasını umuyorum–, bu, tabiî ki gelecekle ilgili kendisine çok büyük bir siyâsal sermâye sağlar. Bunu bu şekilde görmek lâzım. Dünyada da gördüğümüz çizgi bu. İstanbul gibi, Avrupa’nın birçok küçük ülkesinden daha büyük ekonomisi olan, birçok açıdan çok daha karmaşık bir şehri iyi bir şekilde yönetmek, buradaki insanların kalbini kazanmak, çok önemli bir siyâsal başarıdır ve aynı zamanda bir deneyimdir. Elbette bunun üzerine başka birçok şey inşâ etmek mümkün olur. –

Benim çok sıklıkla tekrarladığım bir fark var Murat Kurum’la Ekrem İmamoğlu arasında. Bu konuda yorumunu merak ediyorum. İmamoğlu’nun danışmanları var tabiî, ama kampanyasını nasıl yapacağı, kime gidip kime gitmeyeceği, neyi söyleyip söylemeyeceği konusunda sonuna kadar özgür. Ama Murat Kurum öyle değil; her adımını özgürce atamayacak bir durumda. İkisi arasında denetimli bir kampanyayla özgür bir kampanya farkı var. Bu, İmamoğlu’nun lehine bir durum mu?

Somer: Bir yandan lehine bir durum olarak görülebilir. Ama burada Sayın Kurum, merkezî hükûmetin tamâmen arkasında olduğu tezini savunacak gibi geliyor bana. Şöyle bir gerçek var: Türkiye’nin içinde bulunduğu rejim durumu açısından değerlendirirsek, Sayın İmamoğlu’nun kazanması hâlinde bile, merkezî hükûmet tarafında yerel yönetimin bâzı yetkilerini elinden almak, kısıtlamak gibi birtakım politikalar bekleyebiliriz açıkçası. Bunu söylerken tereddüt ediyorum tabiî, çünkü şu anda tartışılması için erken olabilir. Ayrıca eğer siz halk desteğini yanınıza alırsanız… Örneğin 2019 İstanbul seçiminde olduğu gibi bütün adâletsiz koşullara rağmen merkezî iktidâra karşı seçimi kazanırsanız, ne olursa olsun çıkış yolu olduğu ve merkezî iktidar bu tür yolları denese bile, bunun alternatiflerinin olduğunu, siyâseten bunun bir başarıya dönüştürülebileceğine inanıyorum. Ama bunu şu nedenle söylüyorum. İnsanlar şöyle düşünüyor olabilir: “Muhâlefet haklı olabilir, Sayın İmamoğlu iyi bir büyükşehir belediye başkanı olabilir, iyi işler yapıyor olabilir; ama gerçek şu ki iktidar ve güç, onun karşısındaki Recep Tayyip Erdoğan’ın ve Cumhur İttifâkı’nın elinde ve onlar onun çalışmasına izin vermez.” Veya tersinden bakarsak: “Zâten şu anda biz çok fazlasını hayal edemiyoruz. Muhâlefetin yönettiği bir İstanbul’da daha da kötü şartlarda yaşayacağımıza, bizim için belki kısmen bir iyileşme sağlayabilecek olan güçlü olanın yanında olalım.” Bu, insanların içten içe anladığı bir tez ve bunu sanki sonuna kadar kullanacaklar gibi geliyor bana. 

Bu kampanya, en son Mayıs seçimlerinde olduğu gibi, kirli bir kampanya olacak. Dezenformasyonun kullanıldığı bir kampanya olacak. Bunun yanında, bu bahsettiğim tezin sonuna kadar kullanıldığı bir kampanya olacak. 

Tabii bir de İmamoğlu’nun önünde engel gibi gözüken, muhâlefetin diğer partilerinin, özellikle İYİ Parti’nin aday çıkartacak olması –hattâ olabildiğince güçlü bir aday çıkartacakları söyleniyor– gibi ciddî durumlar da var. DEM Parti dün yaptığı açıklamada, Ankara, Antalya ve 5 ilde daha aday çıkaracaklarını söyledi, ama İstanbul için henüz bir açıklama yapmadı. İstanbul için CHP ile en azından şimdilik konuşuyorlar. Aday çıkartmama ihtimalleri var. Ama İYİ Parti ve Zafer Partisi İstanbul’da kendi adaylarını çıkartıyor. Yani 2019’daki gibi bir durum söz konusu olmayacak.

Somer: Bu partilere, niye İstanbul’da kendi adaylarını çıkarttıklarını herkesin sorması lâzım.

Biliyorsun Meral Akşener, “Biz bu partiyi CHP kazansın diye kurmadık” diye cevap verdi. 

Somer: Yani ülke daha da otoriterleşsin, yoksullaşma daha da derinleşsin diye mi o zaman? “CHP kazanmasın, CHP’nin iyiliğine olmasın diye biz herkesin daha da yoksullaşmasına, ülkenin otoriterleşmesine yardımcı olalım” anlamına mı geliyor? Bunu sormak lâzım. Ben bunun çok büyük bir vebâli olduğu kanaatindeyim. Keşke bunu yapmasalardı. Sayın İmamoğlu bunun karşısına “İstanbul Koalisyonu” argümanıyla çıkacak. İstanbul Koalisyonu, hem daha yaşanılabilir bir İstanbul hayâlinin devam etmesi hem de eşitliğin olduğu demokratik bir Türkiye hayâlinin de devam edebilmesi için çok çok önemli. Tabiî Ankara ve diğer şehirleri de sayabiliriz, ama en önde İstanbul geliyor.

İstanbul’un da iktidârın yönetimine geçmesi hâlinde, ülkede hiç alternatif kalamayacak aslında. Biz siyâsetbilimciler demokrasi derken, Anayasa Mahkemesi, Parlamento’nun yetkileri ve işlevlerinden bahsedebiliriz. Bunlar çok önemlidir. Ama insanların büyük çoğunluğu için demokrasi, kendi gündelik hayatlarında yaşadıkları özgürlük, eşitlik, haklardır. İnsanlar bunları yaşıyor aslında. Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlar, yargı bağımsızlığı gibi konular, bir yerde bir araç. İnsanlar için sonuç daha önemli. Ne kadar eşit ve ne kadar özgür olduklarına bakarlar. Burada da kent yaşantısı çok çok önemli. Türkiye’de insanların büyük bölümü kentlerde yaşıyor. Beslendikleri gıdalar, vakitlerini geçirdikleri parklar, çocuklarını gönderdikleri kreşler, ulaşım sistemleri, oturdukları konutlar, mahalleler… Burada gerçekleşiyor yaşam. Burada da iktidârın Türkiye için savunduğu bir model var. Bu model zâten güç kullanılarak uygulanıyor Türkiye’de. İstanbul’un da el değiştirmesi hâlinde, bu model İstanbul’da da uygulanacak. Bu uygulandığı zaman nasıl bir değişim olacağını Sayın İmamoğlu’nun anlatması gerekiyor. Ben anlatabileceğine inanıyorum. 

Aslında Kanal İstanbul projesi de çok önemli. Kanal İstanbul, belki yeniden gündeme gelecek ve şunu biliyoruz ki bu proje kesinlikle İstanbulluların yararına olan bir proje değil. Tam bir zenginleştirme, mülksüzleştirme projesi. Sayın İmamoğlu’nun, bu projenin insanların hayâtını nasıl etkileyeceğini anlatması gerekiyor. Bu da bir önemli duygu. Burada İmamoğlu’nun negatif kampanyayla pozitif kampanya arasında çok iyi bir denge kurması gerekiyor. Sâdece negatif kampanya üzerinden gitmesi doğru olmaz, ama bunu bir nebze yapacaktır. Çünkü Murat Kurum’un, örneğin Kanal İstanbul gibi projeleri kullanarak seçimi kazandığında, neler olacağını, İstanbul’un nasıl yönetileceğini ve kendi yaptığı bâzı şeylerin nasıl geri çevrileceğini, bunun yerine nasıl projeler devreye gireceğini anlatması lâzım. Bunun yaratacağı bir duygu var insanlar üzerinde, bunu kullanması lâzım. Ama sâdece bununla olması mümkün değil. Bunun karşılığında Sayın İmamoğlu’nun mutlaka olumlu bir proje çıkarması lâzım. 

Dediğimiz gibi, burada tek tek projeler anlatılmaya çalışılıyor. Bu konuda bayağı çaba gösteriliyor. Gerçekleştirilmiş olan projeler, yurtlar, kreşler vs… Ama bütün bunların bir ana hikâyeye de oturması lâzım. Bunu hep söyledik. Uzun süredir muhâlefetin zayıflığı bu oldu. Doğrulardan, haksızlıklardan bahsetti. Ama iktidârın sunduğu iyi ya da kötü bir hikâye var ve bu hikâye ile de rızâ üretiyor. Dezenformasyonla bile de olsa bunun bir alıcısı çıkıyor. Ama bunun karşısına da muhâlefetin çıkarması gereken, kolay anlaşılır bir hikâye, bir gelecek hayâli olması lâzım. Bu tek tek projelerin hepsinin anlam kazandığı bir hikâye, yani “Nasıl bir Türkiye?” hikâyesi. 

Final için güzel oldu bu. “Muhalefetin bir hikâye çıkartması lâzım” diyorsun. O zaman bu hikâye hem yerel hem genel olacak. 

Somer: Evet. Bu, Türkiye hayâli için de bir nüve oluşturabilir. Yerel bir seçim olmasına rağmen, aslında bu yerel seçimlerin aynı zamanda demokrasi umûdunun devam etmesi için önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Birçok insan da onun için oy verecek. Ekrem İmamoğlu’nun kişiliği ya da yaptığı hizmetler yanında, aynı zamanda demokrasi umudu için de oy verecek. Bu umudu canlı tutmak lâzım. Dolayısıyla burada yaratılacak hikâye Türkiye’nin geleceği için de çok önemli olacak, onun için de bir zemin hazırlayacak. 

Çok teşekkürler Murat. O zaman, Polonya’dan döndükten sonra stüdyoda yapacağımız bir yayın için sözleşelim. O süreçte kampanyalar iyice netleşmiş olacak. Bir de bu seçimde Ankara’da iki ülkücü yarışacak biliyorsun. AK Parti adayı olarak büyük ihtimalle Turgut Altınok ismi çıkacak. Pazar günü bu da belli olacak. Orada çok daha farklı, çok daha siyâsî bir yarış olacak belli ki. Bu konuyu da döndüğünde belki konuşuruz. Tekrar teşekkürler, Özyeğin Üniversitesi Siyâset Bilimleri ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Murat Somer’le, Ekrem İmamoğlu ve Murat Kurum rekabetinin dinamiklerini konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz.  Sizlerden de Medyascope’a sâhip çıkmaya devam etmenizi, YouTube “katıl” butonu üzerinden veya Patreon üzerinden bizi desteklemenizi ricâ ediyoruz. Söyleyeceklerimiz bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.