Gezi Parkı davasından tutuklu bulunan Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay’ın milletvekilliği TBMM Genel Kurulu’nda okunan Yargıtay kararı ile düşürüldü. TBMM Başkanvekili Bekir Bozdağ’ın kararı okumasının ardından TİP, DEM Parti ve CHP’li vekiller başkanlık divanın işgal etti ve ıslıklarla protesto etti. Bazı milletvekilleri “Can Atalay’a Özgürlük” yazılı pankartlarla Bozdağ’ın önüne geldi. Ruşen Çakır, Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesini değerlendirdi ve “Bundan sonra neler olacak?” sorusuna yanıt aradı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Sonunda Meclis Başkanvekili AKP’li Bekir Bozdağ Can Atalay’la ilgili fezlekeyi okudu ve Türkiye İşçi Partisi Hatay Milletvekili Can Atalay’ın milletvekilliği düşürüldü. Uzun zamandan beri beklenen bir süreçti. Ancak Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un bunu yapmak istemediği söyleniyordu. Nitekim onun yurtdışında olduğu bir sırada bu yapıldı. En azından kendine böyle bir mâzeret yaratmak istemiş olabilir. Ama tabiî ki Numan Kurtulmuş Meclis Başkanı olarak anayasanın kendisine verdiği yetkiyi kullanmış olsaydı bu fezleke okunmazdı, ertelenirdi, geciktirilirdi. Bir şekilde Can Atalay’ın, halk tarafından, millet tarafından seçilmiş, onaylanmış milletvekilliğini tanırdı. Ama burada çok bâriz bir anayasa ihlâliyle karşı karşıyayız. Anayasal düzenin reddedilmesiyle karşı karşıyayız. İktidar partileri bunu yaptılar. Milliyetçi Hareket Partisi ve lideri Devlet Bahçeli bu işin başını çekiyor gözüktü. AKP çok da fazla istemiyormuş gibi gözüktü. Sanki bir tür kötü polis/iyi polis gibi bir olay da yaratıldı. Fakat sonuçta AKP’li bir Meclis başkanvekilinin yönettiği oturumda bütün îtirazlara rağmen bu okundu. Şimdi ne olacak? Anayasa Mahkemesi tekrar bunun hak ihlâli olduğunu söyleyecek ve bâzılarının sandığı ya da ileri sürdüğü gibi böylece sorun çözülmüş olmayacak. Çünkü bir süredir bir formül dile getiriliyor; Enis Berberoğlu-Ömer Faruk Gergerlioğlu formülü diye. Fezleke okunduktan sonra Anayasa Mahkemesi hak ihlâli karârı verince olay bitiyor ve Can Atalay lehine sonuçlanacak gibi bir hava yaratıldı. Ama biraz önce Ömer Faruk Gergerlioğlu ile konuştum. O net bir şekilde kendi durumunda yaşananı, Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay için yeni bir karar vereceğini, ama tekrar yerel mahkemeye gideceğini söyledi. Ve yerel mahkemenin tavrının da ne olduğunu biliyoruz. Onların da topu tekrar Yargıtay’a atacağını –öyle gözüküyor– ve bir kısır döngü hâlinde, Can Atalay’ın milletvekilliğinin tanınmamasının çok kuvvetli bir ihtimal olduğunu söylüyor. Mucizevî bir şekilde bu sefer Anayasa Mahkemesi’nden gelecek olan hak ihlâli karârının ardından yerel mahkeme kalkıp bir şekilde erteleme karârı alırsa –infaz erteleme gibi– o zaman olabilir; ama bunun olma ihtimâli maalesef çok yüksek değil. Bir mûcize olur ancak.
Türkiye’de sağ siyâsetin özellikle hep ağzında bulunan, her vesîleyle dile getirdikleri “millî irâde”yi nasıl yok saydıklarını ve gasp ettiklerini burada çok net bir şekilde görüyoruz. Ve bu anlamıyla tam da bugün Devlet Bahçeli’nin, “Parlamenter sistemle bu iş olmuyor, parlamenter sistem ayakbağı oluyor” demesiyle aynı günde yaşandı bu olay. Herhalde bu rastlantı değildir. Evet, Türkiye bir başkanlık sistemine geçti, bunu biliyoruz. Ama Meclis hep var, Meclis hep vardı. Kurtuluş Savaşı’ında da vardı, sonrasında da. Cumhuriyet’i kuran bu Meclis oldu. Ve Meclis her şeyin üzerinde olarak görüldü. Fiilen böyle olmadığını biliyoruz Başkanlık Sistemi’nde; ama daha seçimler yeni yapıldı, insanlar seçildi, yeminler edildi, komisyonlar var, genel kurullar toplanıyor, grup toplantıları yapılıyor ve milletin vekili oldukları söylenen kişiler bir şeyler yapıyorlar Başkanlık Sistemi’nin izin verdiği ölçüde. Buna bile bir tahammülün olmadığını bu olayla berâber görüyoruz. Bu tabiî iktidârın çok ciddî bir güç gösterisi. Göstere göstere yapılan bir olay, bir süreç yaşandı. Daha önceki örnekler başka türlü olmasına rağmen Anayasa Mahkemesi’ni Yargıtay eliyle düzenli bir şekilde aşağıladılar, küçük gördüler. En üst mahkeme olduğu gerçeğini –ki anayasada yazılı olan gerçek– kabul etmediler. Zâten bunun ötesinde yine anayasada olan Avrupa, yani Uluslararası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını da siyâsî gerekçelerle kabul etmediler ve Türkiye sonuçta bir hukuk devleti olma özelliğini zâten kaybetmişti, anayasanın da hükmünün olmadığını bir kez daha gördük. Burada aynı zamanda neyi gördük? Muhâlefetin çok güçsüz olduğunu gördük. Zâten güçsüz olan muhâlefetin son seçimlerden sonra iyice etkisini kaybettiğini gördük. Kendi ayakları üzerinde durabilmekte zorlandığını gördük ve bir yandan da iktidar, AKP’si ve MHP’siyle yerel seçimler öncesi burada muhâlefete ve onun üzerinden de tüm kamuoyuna bir güç gösterisi yaptı. Otoriter sistemin bir çivisi daha çakıldı. Bu çivi aslında Türkiye’de hukuk devletinin, demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin ve anayasanın tabutuna çakılan bir çivi oldu.
Can Atalay’ı tanırım, arkadaşımdır. Özellikle son dönemde Gezi Dâvâsı’nda tutuklu yargılandığı sırada aynı dâvâdaki Hakan Altınay’ın ziyâretçisi olarak gittiğimde de her seferinde gördüm kapalı ve açık ziyâretlerde. Gerçekten olağanüstü bir insandır, bir hukukçu. Böyle enerjik, her şeyle ilgili, bütün her şeyi dert edinen biri — ki zâten biliyorsunuz, Soma’dan Aladağ’a kadar birçok dâvâda gönüllü avukatlık yapmış birisidir. Hatay’da Türkiye İşçi Partisi’nin bir anlamda mucizevî bir şekilde kazanması ise, hem partinin çabalarıyla, ama aynı zamanda Can Atalay’ın o yarattığı etkiyle olmuştu. Ama bunu ona çok gördüler. Buradan nasıl bir sürece doğru evrilecek? Tamam, Anayasa Mahkemesi’ne gidecek, Anayasa Mahkemesi muhtemelen yine ihlâl kararı verecek. Ondan sonra tekrar bakacağız ve iktidar partisi sözcüleri sürekli olarak burada karârın uygulanmasını engelleyici açıklamalar yapacaklar. Devlet Bahçeli bunu yapıyor. Erdoğan da en son İzmir’de Can Atalay’a alenen “terörist” dedi — ki terörist olmadığını en iyi bile kişi odur. Can Atalay terörist filan değil, bunu hepimiz biliyoruz. Bunu Bekir Bozdağ da biliyor, bunu Numan Kurtulmuş da biliyor, bunu AKP ve MHP milletvekilleri de biliyor, Yeniden Refah milletvekilleri de biliyor. Hepsi biliyor. Ama burada bir güç oyunu oynanıyor. Bu güç oyununda şu anda bunun kurbanı olarak Can Atalay’ı gözlerine kestirdiler. Nispeten daha küçük bir partinin milletvekili olmasını da kendileri için bir avantaj olarak gördüler ve onun üzerinden hepimize gözdağı veriyorlar. Verdiler, vermeye devam ediyorlar. Anayasa Mahkemesi’nin bu konudaki direnci yetmiyor, yetmeyeceğe benziyor. Bu sefer yetmeyeceğe benziyor. Ve önümüzü nasıl göreceğimiz konusunda gerçekten büyük bir karanlık var.
Daha önce, hatırlanacaktır, seçim öncesinde benzer olaylar olduğunda muhâlefet partileri, özellikle CHP ve özellikle Kemal Kılıçdaroğlu, “Sıkın dişinizi, az kaldı” minvâlinde şeyler söylerlerdi. Ve insanlar dişlerini sıktılar ve dişlerini sıktıklarıyla kaldılar. Büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar. Şimdi böyle bir şey de yok, yerel seçimler var; ama yerel seçimler, adı üstünde, belediye seçimleri ve bir sonraki seçim 2028’de. Bir diğer husus da burada sergilenen hoyratlık, anayasanın göz göre göre devlet tarafından, ülkeyi yönetenler tarafından ihlâl edilmesi olayı da yerel seçimlerin ne derece âdil olacağı konusunda ve seçim sonuçlarına iktidârın ne derece riâyet edeceği konusunda da çok ciddî şüpheler yaratıyor. 5 yıl önceyi hatırlayın, İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı seçimi göz göre, hiçbir kanıt olmadan iptal ettiler. Bereket halkın sağduyusuyla, seçmenin sağduyusuyla ikinci turda çok daha büyük bir farkla Ekrem İmamoğlu tamâmen kazandı. Burada tekrar halkın sağduyusunu beklemek gerekiyor. Ama bunun hangi kanallardan nasıl akacağı konusunda şu anda bir belirsizlik var. ama gördük ki muhâlefet bu tür konularda yeterince etkili olamıyor. Olmanın yollarını bulamıyor. Bakalım nasıl geçecek? Ama an îtibâriyle baktığımızda Can Atalay üzerinden hepimize yönelik, tüm Türkiye vatandaşlarına yönelik, aslında tüm partilere yönelik bir meydan okuma yaşandı. Bu arada bütün bu süreçte, meselâ olayı ilk duyuran kişi AKP’nin grup başkanvekili, yıllar önce başörtüsü nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmuş bir kişi. Onunla sembol olmuş bir ismin bugün alenî bir hak ihlâlini iyi bir şeymiş, doğru bir şeymiş gibi duyuruyor olmasını da bir yana yazmak lâzım. Bunu birçok kişinin hânesine, bu olaya ortak olan birçok kişinin hânesine, Can Atalay’ın milletvekilliğinin iptal edilmesi, milletvekilliği hakkının elinden alınması bunların karnelerine işlenmiş durumda. Bu ne işe yarayacak bilmiyorum; ama târih her gün herkes için bir şekilde bir işe yarayabilir. Bugünlerin yarınları da var diyelim. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.