Ruşen Çakır izleyicilerle yorumladı: Sekizinci yılında 15 Temmuz darbe girişimi

15 Temmuz darbe girişiminin sekizinci yıldönümü.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 15 Temmuz Şehitler Köprüsü üzerinde bulunan anıtı ziyaret etti. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu da İBB’nin Saraçhane’deki merkez binası önündeki anma etkinliğine katıldı. 15 Temmuz’un sekizinci yıldönümü nedeniyle TBMM’de de anma töreni yapıldı. Törene Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel de katıldı. Siyasiler 15 Temmuz’da TBMM’ye atılan ilk bombanın düştüğü alandaki anıta karanfil bıraktı. Daha sonra Meclis’teki törende hayatını kaybedenler için Kur’an-ı Kerim okundu. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş da programda dua etti.

Erdoğan, darbeyi yapanların tarihe “kara bir leke” olarak geçtiklerini söyledi, “Çanakkale ruhu nasıl bir asır boyunca milletimize rehberlik etmişse 15 Temmuz ruhu da Türkiye Yüzyılı’nın inşasına öncülük edecektir. Cumhur İttifakı olarak bunu ayakta tutacağız ve sürdüreceğiz. Her 10 yılda bir demokrasimizin askıya alınmadığı milli iradenin sürekli tehditle yaşamadığı, milletin egemenliğine kastetmeye kimsenin cüret edemediği bir Türkiye’yi inşa edeceğiz” dedi.

Ruşen Çakır 15 Temmuz darbe girişiminin sekizinci yıldönümünü izleyicilerden gelen sorularla değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Bu yayını dün yapıyorduk, ama benim dişlerim birden düşüverdi, implantlarım daha doğrusu. Daha başında kesmek zorunda kaldım. Çok özür diliyorum tekrâr izleyicilerden ve kaldığımız yerden tekrâr baştan alalım. 8. yılında 15 Temmuz darbe girişimi… Aslında çok da fazla yapma niyetlisi değildim. Hattâ dişler düştükten sonra da; ‘‘Demek ki Allah istemiyor’’ demiştim. Neden yapma isteklisi değilim; çünkü içi iyice boşaltıldı. 15 Temmuz Türkiye’ye her açıdan bir yığın kötülük getirdi ve içi boşaltıldı. Yakın zamâna kadar 15 Temmuz’dan öncesinde Fethullah Gülen’i ve onun hareketini yere göğe sığdıramayanlar birden FETÖ düşmanı kesildi vs. Ve daha da ötesinde Erdoğan yönetimi ülkeyi demokrasi adına, biliyorsunuz, 15 Temmuz resmî tatil ilân edildi ve içinde tatilin ‘‘demokrasi’’ lâfı var; ama 15 Temmuz ülkede demokrasinin son kırıntılarının da kaldırılmasının bahanesi oldu. Otoriter rejim iyice pekişti. Olağanüstü hâl vs. Daha sonra tek adam rejimi, şu, bu. Yine de konuşalım ama; çünkü Türkiye târihinde çok çok önemli bir yer. Nasıl yapacağız; benim ve Medyascope’un YouTube sayfalarında chat bölümlerine sorularınızı, yorumlarınızı, eleştirilerinizi yazabilirsiniz.

Dünden kalma güzel bir soru var. Görkem Bey sormuş: ‘‘Türk siyâsî târihinde başka darbe girişimleri de oldu. Neden onların anma günleri yok ama 15 Temmuz’un anma günü var? Aradaki fark nedir?’’ Buradaki fark tabiî ki diğerlerinin başarılı olması ve oralarda siyâsî süreçlerin, 27 Mayıs’tan sonra ya da 12 Mart’tan sonra, 12 Eylül’den sonra askerlerin yönetime bir şekilde el koyması. Burada başarısız bir darbe girişimi var ve bu darbe girişimini esas olarak halkın ya da milletin engellediği söyleniyor, resmî söylem en azından böyle ve dolayısıyla bunun böyle bir resmî tatil olması durumu var. Şimdi bu anma mıdır, kutlama mıdır; biraz karışık bir durum tabiî. Bir yanıyla darbe girişimini engellemek; kutlanıyor ama darbe girişimi sırasında çok sayıda kişi hayâtını kaybettiği için, sivillerden ve askerlerden ve değişik kesimlerden insanlar hayâtını kaybettiği için de bir anma boyutu var. Hepsinin bir arada olduğu bir olay. Resmî tatil olması doğru muydu, ben çok emin değilim bu konuda ve zâten baktığımız zamân insanlar bunu bir tatil günü olarak değerlendiriyorlar. Bir de yaza denk geldiği için, Temmuz tabiî ki, tatillerine eklemeye çalışıyorlar. Yoksa ülke çapında çok büyük bir 15 Temmuz’da büyük bir seferberlik, coşkulu bir 15 Temmuz’u değerlendirme vs. yapılmıyor. Diğer bayramlara göre baktığımız zamân çok çok gerisinde. Bir de tabiî ki kutuplaşmayla alâkalı bir şey. İktidâr bunu çok güçlü bir şekilde bir enstrüman olarak kullanmak istediği için iktidâr karşıtları 15 Temmuz’a tabiî ki mesâfeli bir şekilde bakıyorlar. Ama diğer bayramlar böyle değil tabiî ki.

Şimdi bakalım sorulara, görüşlere.

Safiye Hanım diyor ki: ‘‘Ne çok çektiniz Ruşen Bey bu dişlerden. Geçmiş olsun.’’ Aslında, evet yani de, tam öyle değil. Neyse, dişlerim iyi, merak etmeyin.

Hani Delal diyor ki: ‘‘Okumuyorsunuz, okumayacaksınız ama gene de yazalım’’ diyor. Okuyalım hadi bakalım, inadına okuyalım: ‘‘Kendi deyimiyle lütuf sunulan ve darbeyi alan kim; görebilen için çok çok belli, ama en büyük sorun feraseti kör bir millet olmak.’’ Evet, Erdoğan’ın darbeden bir nimet olarak bahsettiğini biliyoruz; ama bundan böyle bahsediyor olması darbeyi onun yaptırdığı ya da onun bilerek göz yumduğu anlamına gelmiyor. Ama dediğim gibi bu yayında mümkün olduğu kadar bu tartışmaya çok girmek istemiyorum çünkü bunun içerisinden hiçbir şekilde çıkamayız.

Şair Sonat: ‘‘Bu milletin kutsalı paradır, hâliyle iktidârın da öyle’’ demiş. Eyvallah.

Öyle Biri demiş ki: ‘‘15 Temmuz bayram olmamalı, anma günü olmalı’’ demiş. Olabilir. Ben de dedim, hem bir kutlama hem bir anma birlikte var, bir karışık bir durum var. Ama siz diyorsunuz ki, sadece anma olsun.

Safiye Hanım diyor ki: ‘‘Sadece AKP bayramı olduğu için olabilir mi?’’ Evet, yani AKP’nin ve Erdoğan’ın buna çok sıkı bir şekilde sâhip çıkması toplumun diğer kesimlerinin mesâfeli durmasına yol açıyor.

Kahraman KaTa: ‘‘Soruşturmaların 2 milyon kişiye yayılması doğru muydu? Neden bu yöntem denendi?’’ Evet, bu çok önemli bir husus, bu çok tartışmalı bir husus. Bunu yaptılar ve yanlış yaptılar bence. Özellikle darbe, Fethullahçılıkla alâkalı; onun derneklerine, sendikalarına üye olan, gazetelerine abone olan, bankasına para yatıran vs. herkese…  Herkes değil, pardon; bâzı kesimlere bunu yapmadılar çünkü onlar bir şekilde iktidâr tarafından ayrıldı; ama büyük bir kesime bunu yaptılar. Bence bu çok yanlış bir şey oldu. Doğrudan darbe girişimine katılanlar, Fethullahçılığın o şebekesine, yasa dışı devlet içerisindeki paralel örgütlenmesine dâhil olanlar neyse… Ki bunların büyük bir kısmı kaçtı, biliyorsunuz. Bir şekilde geride kalan insanlara çok acımasızca bir şey yaptı devlet. Ben bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. KHK meselesinin özellikle. Hattâ burada tabiî şunu da yaptı devlet; Fethullahçılar’a ek olarak birtakım Kürt hareketiyle ya da sol hareketle ilişkili olduğunu düşündüğü kişileri de bu bahaneyle, bu sâyede devletten uzaklaştırdı. Bu kadar büyük bir operasyon olması çok önemli. Bir de tabiî şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Şimdi Türkiye’de İslâmî hareketin bütün temel anlatısı; tek parti döneminin, Atatürk’ün, İsmet İnönü’nün vs. din karşıtı olduğu üzerine giderler ve bir yığın şey olur… İstiklal mahkemelerinde idam edilenler, yasaklanan tarikatlar, şunlar bunlar, diyelim ki ülkeyi terk etmek zorunda kalanlar vs. Tamamen bir İslâm düşmanı bir Cumhuriyete karşı mücadele üzerine kurulmuştur. Bunun değişik tonları vardır. Kimisi çok sert yapar, kimisi yumuşak yapar. Ama şu son dönemde, özellikle darbe girişiminin ardından Erdoğan iktidârının Fethullahçılarla mücadele adı altında yaptıkları Cumhuriyet târihinin toplamında olmamıştır. Çok ciddî bir şekilde iddia ediyorum. Bu kadar kişinin; binlerce, on binlerce kişinin, aileleriyle birlikte düşündüğümüzde 100 binlerce, belki de milyonu aşkın kişinin doğrudan mağdur edildiği bir durum. Ve bu kişilerin ortak özelliği de Fethullahçılıkla ilgili olabilir, olmayabilir ama bu kişiler dindar insanlar ya da dindar olduklarını söylüyorlar ve özellikle Anadolu’da bu çok daha net gözüküyor. Yani diyelim ki Anadolu’da Fethullahçı öğretmenler, imamlar vs. hapse atılıyor, işten atılıyor ve oradaki komşuları, şunlar bunlar da bunları yakından tanıyorlar. Büyük şehirlerde biraz daha gözden uzak olabilir ama bu aslında dindarların başka dindarları tasfiyesi operasyonu oldu aynı zamânda. Bu olay çok önemli ve Türkiye’de belli bir süredir çok fazla konuştuğumuz dinden uzaklaşma, özellikle genç kesimdeki dine karşı mesâfeli davranma eğilimlerinin güçlenmesinde ben bunun çok etkili olduğunu düşünüyorum. Yani dindarın dindara yaptığını kimse yapmadı, diyelim. Bu çok anlamlı bir olay oldu.

Kemal İslim diyor ki: ‘‘Liberaller akıllanmış mıdır, yoksa sola karşı her düşmanlık besleyene yancı olmak fıtratlarında mı var?’’ Burada tabiî ki esas olarak Fethullahçılara destek verenleri kastediyor herhâlde Kemal Bey. Ama şunu da unutmayalım; Fethullahçılara en büyük desteği AKP verdi. AKP’nin Fethullahçılar için yapmadığı şey kalmadı. Ne dedi Erdoğan: ‘‘Ne istediler de vermedik’’ dedi. Bu hep birlikte yaşanan bir olay.

Harun Küçük: ‘‘İslâm’ın Cumhuriyet düşmanlığını ne yapacağız?’’ İslâm’ın Cumhuriyet düşmanlığı diye bir şey yok. Yani ben öyle olduğunu düşünmüyorum. İslâm’ın içerisinden Cumhuriyet de çıkar, demokrasi de çıkar, başka şeyler de çıkar. Böyle bir yaklaşımın doğru olduğu kanısında değilim.

Muhammed Ünal: ‘‘Ruşen Bey aslında iki kardeşti bunlar. Kendi aralarındaki kardeş kavgasına girmemek gerek.’’ Muhammed Bey, ilk bakışta söylediğiniz doğru gibi geliyor ama bu hareketleri birazcık bilen insanlar aslında aralarında bir kardeşlik ilişkisi olmadığını da bilir. Öteden beri Fethullahçılarla Milli Görüşçüler birbirlerine düşman demesek bile hasmane, yani böyle birbirlerinden hoşlanmazlardı. Ama bir şekilde, özellikle Türkiye’de askerî vesâyeti kaldırmak adı altında bir ittifâk yaptılar ve bu ittifâk yaptıkları zamân da hep birbirlerine şüpheyle baktılar. Ama burada en büyük, nasıl söyleyeyim, hani en büyük enayiliği diyeyim, AK Parti yaptı. AK Parti gerçekten önlerini çok açtı. Yani ilk başta direndi Erdoğan, çok fazla yanaşmadı. Bunun bir süreci vardır. Ama sonra kapıları tam açtı ve ondan sonra da 17/25 Aralık’ta — zâten MİT krizi daha önce — gördü ki Fethullahçıların tek derdi sadece askerler değil; askerlerden sonra sıranın kendisine geleceğini, geldiğini gördü ve o zamân işi toparlamaya çalıştı ve çok sert oldu. Yani bunu iki kardeşin kavgası gibi görmemek lâzım. En fazla üvey kardeş belki diyebiliriz.

Deniz Şahin diyor ki: ‘‘Şimdi de aslında MHP ile hiç kardeş falan değiller ve aynı şey tekrârlanıyor.’’ Evet, aynısı Deniz Bey. MHP’lilerle Milli Görüşçüler’in, dünkü Refah Partililerin meselâ birbirlerinden nasıl nefret ettiğini ben çok iyi bilirim. Şimdi uzun bir süredir birlikteler ama yarın öbür gün pekâlâ ayrışabilirler.

Mert Esen: ‘‘17/25 Aralık ile 15 Temmuz arasındaki süreçte muhâlefet cephesi ile cemaat arasındaki yakınlaşmayı nasıl yorumlayabiliriz?’’ Evet, bu çok önemli bir soru ve sorun. Kılıçdaroğlu, biliyorsunuz 17/25 Aralık’taki tapeleri grup toplantılarında okudu, etti. Bayağı bir destek verdiler. 17/25 Aralık olayında tabiî ki çok ciddî yolsuzluk suçlamaları vardı, bayağı da bunun kanıtları vardı, görüyoruz. Bu hiç öyle komplo falan değildi; ama esas olarak bir iktidâr savaşıydı. Yani Fethullahçılar Erdoğan’ı tasfiye etmek için bayağı bir çalışmışlar; polisiyle, savcısıyla, yargıcıyla, istihbaratçısıyla ve bunu hazırlamışlar ve orada yargı eliyle Erdoğan’ı iktidârdan etmeye kalktılar. Ve başarabilirlerdi de. Fakat Erdoğan ilk şokun ardından durumu toparlayabildi. Hızlı bir şekilde bütün her şeyi görevden alarak, meselâ çok sert yaşandı orası ama orada işler çok karıştı. Tabiî ki darbe girişimi olmadığı için çok büyük operasyonlar yapmadı Erdoğan. Sadece yargıdaki ve polisteki birtakım kişileri görevden aldı. Çok zorlandı. Ve Erdoğan’ın zora düştüğünü gören muhâlefet de buradan yürümeye çalıştı. Ama belli bir yerden sonra tıkandı. Çünkü ortada çok ciddî bir sorun vardı. Yani Zekeriya Öz gibi savcılar ülkenin iyiliğini falan istemiyorlar. Buldukları birtakım şeyler somut olaylar olabilir; ama onların esas derdi Erdoğan’ı devirip yerine kendilerinin geçmesiydi ya da daha güvendikleri birilerinin geçmesiydi. Dolayısıyla belli bir yerden îtibâren tıkandılar. Çünkü bir operasyondu 17/25 Aralık. Tamam, elde birtakım çok ciddî güçlü iddialar vardı; ama niyet bambaşkaydı. Ve muhâlefet burada inisiyatifi ele alamadı, aldığını sandı. Aslında muhâlefetin bir kesimi Fethullahçıların peşinden sürüklendi. Çok büyük bir yanlış yaptılar. Orada hem yolsuzluk iddialarına sâhip çıkıp ama aynı zamânda Fethullahçılara mesâfe koyarak bir strateji izleyebilirlerdi, bunu izleyemediler ve çok kötü çuvalladılar. Dünkü yayında yarım kalmıştı meselâ onu söyleyeyim. Bu 15 Temmuz’da en çok Habertürk cansipârâne bir şekilde yayınlar yapıyor. Ben o süreçte, 17/25 Aralık sürecinde Habertürk‘te çalışıyordum, bilenler hatırlayanlar olacaktır. Yazıyordum ve yorum yapıyordum televizyonda. 17/25 Aralık sürecinde ve sonrasında Habertürk bizim yaptığımız… Neydi? Masalı bir şeydi, adını unuttum şimdi. O programa muhakkak bir tâne Fethullahçı gazeteci çıkartıyordu. Hattâ önce birisi çıktı, sonra daha kuvvetli birisiyle değiştirdiler. Habertürk orada savaşta her iki tarafı da birden gözetiyor; ama esas olarak Fetullahçılara daha yakın bir çizgi izledi meselâ. Darbe girişiminden sonra, Habertürk de mecburen yönünü değiştirdi. Bu arada Habertürk‘ün birtakım yöneticileri, Ankara ve İstanbul’daki bâzı yöneticileri darbe girişiminin ardından tutuklandılar. Şimdi böyle hesaplar yapanlar oldu ya da 17/25 Aralık’ta Fethullahçılarla iş birliği yapan bâzı isimler Fethullahçılar’ı bırakıp Erdoğan’a yaklaştılar. Bir kısmı Fethullahçıların yanında kaldı. Sonra ne oldu? Darbe girişiminden sonra Fethullahçılardan yana kalanların hepsi içeri girdi, gazeteciler özellikle. Fethullahçı olmayan ama Zaman gazetesinde ya da televizyonlarda yazan çizen isimler; meselâ Ali Bulaç, Şahin Alpay gibi isimler, Mümtaz’er Türköne gibi isimler içeri atıldı. Ama son ânda buralarda yazmayı bırakanlara bir şey olmadı. Yani 17/25 Aralık aslında ilk gerçek milattı.

Mert Bey diyor ki: ‘‘Erdoğan’ın bu kavgayı yenmesindeki en büyük etken onun demokratik meşruiyeti miydi?’’ Tam olarak böyle söylenemez, ama tabiî ki seçimle iş başına gelmiş birisiydi ve dolayısıyla diğer taraftan da askeri bir darbe girişimi vardı ve bu anlamda bir seçilmiş kişiye karşı destek olduğu muhakkak. Onu özellikle vurgulamak lâzım. Ama bir diğer husus da tabiî ki şu: Ordu içerisinde bunun emir komuta zinciri içerisinde olmaması, ordu içerisinde,  özellikle bâzı Kemalist bilinen subayların da darbe girişimine karşı tavır almalarının da çok önemli olduğunu düşünüyorum. Başka birtakım hususlar da var; ama esas olarak burada seçimle iş başına gelmiş bir yönetimin kalmasıdır.

Timur Demir diyor ki: ‘‘MHP’lilerle Milli Görüş nasıl nefret ediyormuş birbirinden? Erbakan ve Türkeş el ele Meclis’e girdiler zamânında, barajı geçtiler.’’ Timur Bey, tam da o olayı söylüyorum. Bu olay 91 seçimleriydi ve ben 91 seçimlerini — hattâ bunu ‘‘Gomaşinen’’de de anlattım — İç Anadolu’da tâkip ettim. O zamân MHP değil, MÇP idi; Milliyetçi Çalışma Partisi’ydi ve Refah Partisi’ydi. Birlikte seçime girdiler; ama kampanya boyunca birbirlerinden hiç hazzetmediklerini ben bizzat gördüm. Çok anekdot biliyorum. Şimdi ama konumuz bu olmadığı için anlatmak istemiyorum. ‘‘Gomaşinen’’de anlattığım kısmına bakabilirsiniz.

Harun Küçük diyor ki: ‘‘İslâm’dan Cumhuriyet kesinlikle çıkmaz. Cumhuriyet, demokrasi insanın egemenliğine dayanır; İslâm ise Tanrı’nın egemenliği savunuyor.’’ Hayır, öyle bir şey yapmıyor. Ona bakarsanız Hristiyanlık da Yahudilik de savunuyor. Dinlere böyle bir şekilde bakmak doğru değil.

Oktay Ay: ‘‘Ulusalcıların İslâm’a bakış açısıyla liberallerin komünistlere bakış açısındaki ‘benzerlikler’ cemaatin toplumsal alanda güç olmasını sağlamlaştıran bir etken mi sizce?’’ Cemaatten kastınız Fethullahçılıksa, değil. Fethullahçılık bambaşka bir olay. Yani onu diğer cemaatlerle bir araya koymamak lâzım.

İbrahim: ‘‘Kaybolan Meclis araştırma raporu hakkında ne düşünüyorsunuz?’’ Ne düşüneyim, bulunsun istiyorum, ne diyeyim yani.

Şenol Yazıcı: ‘‘AKP ile cemaat ittifâkının kurulmasında laik kesimin vebali var mı sizce?’’ Yani vebali olmuş olabilir; ama yani sonuçta kirli bir ittifâk o, onu kabul edelim. Yani tamam, askeri vesâyet şu bu, bütün bunlar doğru, eyvallah. Ama öteki taraftan yapılanların da nasıl kumpaslar üzerine kurulu olduğunu da gördük. Dolayısıyla birisinin hatası diğerinin hatasını meşrulaştırmıyor.

Aren Uslu: ‘’17/25 Aralık’ın milat olduğunu kanunen neden resmiyet kazandırmıyor Erdoğan?’’ Çünkü o olay Erdoğan’ın unutturmak istediği bir olay.

Tuncay Söylemez: ‘‘Türkiye’de hiçbir şey tesâdüf değildir deniyor. Siz buna katılıyor musunuz Yani AKP bir plan dâhilinde mi? Aklımızla dalga geçiyorlar. Yani hiç ders almaz mı bir parti?’’ Tam olarak ne söylediğinizi anlamadım Tuncay Bey. Bir daha yazarsanız bakalım.

Harun Küçük: ‘‘FETÖ’nün girişiminden sonra tüm cemaatlerin tasfiye edilmesi gerekmez mi?’’ Yok, gerekmez. Ama tam tersine hattâ ne oldu; onların boşalttığı yerlere başka cemaatler dolduruldu ve onlar iyice palazlandı.

Muharrem Palaz diyor ki: ‘‘17/25 Aralık sonrası ve darbeye kadar cemaatin televizyonlarına, gazetelerine yapılan baskılara karşı liberal ve bâzı sol çevrelerden destekler gelmişti. Bugün baktığımızda yanlış olduğunu görüyoruz.’’ Muharrem Bey, bu biraz karışık bir şey. Yani çok emin değilim. O günleri hatırlıyorum. Yani ben meselâ böyle bir destek falan vermedim ama iyi oldu da demedim. Selahattin Demirtaş’ın destek verdiğini hatırlıyorum meselâ; ama Selahattin Demirtaş’a en büyük kötülüğü yapanlardandır Fethullahçılar. Bunlar çok karışık işler. Yani sevmediğiniz birisinin ifâde özgürlüğüne halel geldiği zamân ona destek vermeyecek misiniz? Bu biraz karışık bir şey. Burada tabiî şöyle bir husus var, bu da bir ayrı bir gerçek; gazeteci görünümlü insanların büyük bir kısmı aynı zamânda Fethullahçı, o derin yapılanmanın insanlarıymış, onları gördük. Orada işler karışıyor.

Uluç İnal: ‘‘Devlet Bahçeli’nin Özel Harekât Komutanlığı’na ziyâretinde bizzat özel harekât komutanı tarafından elinin öpülmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Kanaatimce büyük bir rezâletti.’’ Şimdi bununla ilgili bir yayın belki bugün de yaparım, emin değilim, yapmayı düşünüyorum. Bir kere hiç kimsenin şaşırdığını sanmıyorum. Ama burada işte şunu görüyoruz: ‘‘Devlet içinde devlet’’ demiş Murat Yetkin. Tam da böyle. Devlet içinde devlet ve adı da ‘‘Devlet’’ zâten. Yani Fethullahçılar eskiden başka bir şeydi. Ülkücüler zâten hep devletin içerisinde vardı, hele özel harekâtta çok vardı. Burada da görüyoruz ki hepimizi korumakla mükellef birisi, bir siyâsî partinin, oy oranı en fazla %10-15 olan bir siyâsî partinin genel başkanının elini öpünce, o zamân diğer %85 ne düşünür? Devlet böyle bir şey değil.

Serkan Bey demiş ki: ‘‘Polis biz muhâliflere neler yapmaz, biz bu polise nasıl güveneceğiz?’’

Emre Bayamlıoğlu: ‘‘Bu ittifâka ne zamân ve nerede ‘kirli’ demeye başladınız?’’ Benim rusencakir.com diye bir kişisel web sayfam var, orada bakarsanız kurulduğu ândan îtibâren bu olayı eleştirdiğimi; özellikle Ergenekon ve Balyoz döneminde çok ciddî sorguladığımı; Ahmet Şık ve Nedim Şener olayı sırasında meselâ aldığım tavırları, Hanefi Avcı ile yaptığımız yayınları falan görürsünüz. Ben başından beri Fethullahçılığın ne olduğunu söylemeye çalışan birisiyim. Hattâ ilk askerî liselerdeki operasyon haberini 1986’da — o zamân 24 yaşında genç bir gazeteci olarak — Nokta dergisinde Can San adlı meslektaşımla birlikte yapmıştım. Onun için benim Fethullahçılık konusundaki bakışım çok nettir. İsterseniz onları kitaplarımdan ve yazılarımdan görebilirsiniz.

Emin Kalyoncu: ‘‘Bu 8 yıl içerisinde halkın darbe konusunda bilgisi hükümet medyasından. Peki bu bilgi gerçeğin hangi bölümü, gerçek nedir?’’ Darbenin nasıl olduğu vs. kim yaptı, nasıl yaptı üzerine söylenenleri falan bir kenara bırakalım. Özellikle FETÖ ile mücadele anlamında 8 yılda – ki ben FETÖ demiyorum, ama onlar FETÖ diyorlar – anlattıkları şeylerin büyük ölçüde baştan savma olduğunu söylemek isterim. Belli bir yere kadar başarılı olmuş olabilirler ama Türkiye’ye sarılması çok güç yaralar hediye ettiler ve bu işin ticaretini yaptılar. Biliyorsunuz, FETÖ borsası diye bir şey var. Niye bugün insanlar cep telefonlarından vatandaşı arayıp: ‘‘Siz FETÖ ile alâkalısınız’’ falan deyip dolandırmaya çalışıyorlar? Çünkü biliyorlar ki bu iş bir ekmek parası. Yani bu konuda yazan, çizen, eden ve buradan ekmek yiyen çok kişi var. Meselâ, demin adını andığım Nedim Şener zamânında bu konuda çok çekti ve biz de yanında durduk; ama şimdi gözü kapalı bir şekilde her önüne gelene FETÖ yaftası yapıştırabiliyor.

‘‘Güvenilir bir ordu varsa Özel Harekat neyin nesi’’ demiş Ünal Bey. Özel Harekat dünyanın her yerinde var, ordu da var vs.

Hüseyin Olgunelma: ‘‘FETÖ borsasını Şamil Tayyar açıklamıştı. Parası olan payını ödeyip elini kolunu sallayarak güvenli yerlere gitti, parasız olanlar ise hapse atıldı vs.’’ Peki o borsayı açıklayan arkadaş, Şamil Tayyar zamânında Ergenekon vesaire dönemindeki yazıp çizdiklerini kimden, nasıl aldığını da açıklamış mı? Onu da bir sorun. ‘‘Bir numara’’ diye; ‘‘Ergenekon’un bir numarası’’ diye bir şey çıkartıp bayağı bir ekmek yemişlerdi. Neyse, yani şimdi tabiî başkalarını FETÖ borsası kuruyor diye suçlamak olabilir; ama ekmeklerini uzun bir süre Fethullahçılardan yediklerini de kabul etmelerini beklemek lâzım.

‘‘Yeğeniyle konuşmuştunuz. O konuda gelişme olmadı mı?’’ Mavr Matis. Evet, yeğeniyle konuştum, Ebu Seleme Gülen ile, sonra bir daha irtibata geçtim, daha fazla konuşmak istemediğini söyledi ama bayağı bir etkili oldu o yayın. Hâlâ insanlar izliyorlar.

‘‘Laiklik ve sekülerlik olmadan İslâm’ın demokrasiyle uyuşması zor; olsa olsa seçimli İran tipi teokrasi olur.’’ Tabiî ki laiklikle berâber diyorum, yoksa laiklik olmadan hiçbir şey olmuyor.

Tarık Çalışkan: ‘‘15 Temmuz herkesin bildiği bir sır olmaktan çıkıp tüm gerçekliğiyle ortaya çıkar mı sizce?’’ Yani bugün iktidâr değişirse, bugünkü iktidâr değişirse yerine gerçekten bunu ortaya çıkartmak isteyen bir irâde ortaya çıkarsa olabilir, ama pek böyle bir beklentim yok.

Furkan Erkayıran: ‘‘Cumhurbaşkanı Danışmanı Mustafa Akış’ın ‘FETÖ’nün siyâsî ayağı yok’ söylemini nasıl değerlendiriyorsunuz?’’ Şimdi hatırlıyor musunuz, ben bu kişiyle zamânında bir sorun yaşadım. O sırada AK Parti milletvekiliydi, AK Parti Konya milletvekiliydi. Hattâ onu size bulayım. Çünkü tweetlerini sildi sonra ama bunu o sırada ekran görüntülerini alıp haberleştirenler oldu. Şimdi şöyle bir şey olmuştu; Ocak 2016, yani Temmuz’da darbe oluyor, darbeden bir süre önce ben şöyle bir şey demişim: ‘‘Cemaatin en büyük yanılgılarından biri Erdoğan’ın MİT krizini sineye çekeceğini, çekmek ve bunu unutmak zorunda kalacağını sanmasıydı.’’ Ne diyorum yani; ‘‘Erdoğan Fethullahçılar’ı unutmaz, bunun hesabını soracaktır’’ diyorum. Mustafa Akış da bana diyor ki: ‘‘Senin kedi canını, nasıl hoşuna gidiyor fitne değil mi?’’ Ne yapıyorum ben; fitne yapıyorum. Nasıl fitne yapıyorum; Erdoğan’la Fethullah Gülen’i birbirlerine kırdırmaya çalışıyorum; hâlbuki onlar ‘‘dost.’’ Ben de kendisinin profiline bakmıştım, tanımıyordum. ‘‘Siz sâhiden milletvekili misiniz?’’ demiştim. ‘‘Cemil Çiçek Bey’in numarasını vereyim mi?’’ diye bana cevap verdi. O sırada Cemil Çiçek meclis başkanıydı. Ben de ‘‘Sâyenizde ilk kez bir milletvekili engellemiş oluyorum. İyi günler’’ demişim. Sonra biliyorsunuz, bütün engelleri kaldırdım, artık kimseyi engellemiyorum. O târihte bayağı engeller vardı. Şimdi bu arkadaş daha sonra Erdoğan’ın danışmanı oldu ve demin bahsettiğim, Habertürk‘te FETÖ gerçeklerini anlattı. Yani olay budur. Zamânında, Ocak 2016’da; ‘‘Olur mu böyle şey? Aramıza fitne sokamazsın’’ diyen kişi şimdi belki beni kripto FETÖ’cü falan diye de tanımlıyor olabilir, bilmiyorum, günahını almayayım.

Fransis Dover: ‘‘Cemaat gazetecilerinin yaptığı yayınlara ve belgesellere bakınca içeriğin her sene zayıfladığını görüyoruz. Kuru sıkı da mı bitti sizce?’’ Onların çoğu özgür insanlar değiller. Onlar zâten hayâtları hep böyle devletten, o zamân devlet içerisindeki örgütlenmelerden aldıklarıyla beslenen insanlardı. Şimdi beslenme imkânları da azalınca ve ülkede değiller, biliyorsunuz, uzaktan salla salla belli bir yere kadar. Çoğu zâten ıskartaya çıktı. Hattâ geçen biliyorsunuz; iki tânesi gittiler Fethullah Gülen’le konuşmaya, konuşamadan geldiler. Fotoğraf çektirdiler, ama üzerine konuşamadan geldiler. Bir saat boyunca da yayın yaptılar. Yani o Fethullahçı gazetecilerde artık bir numara yok. Zâten yoktu, artık hiç yok.

‘‘Darbe girişimi ile ilgili olarak muhtemelen 15 yıl sonra neler konuşulabilir, bir sosyopolitik dönüşüm ve muhtemel daha ileri özgürlük bağlamında?’’ Yani bir kere 15 yıl sonrayı bilmiyorum. Şu var açıkçası; şu Adil Öksüz denen kişi bir çıksa, güvenilir bir heyet tarafından sorgulansa her şey ortaya çıkar. 

Mark: ‘‘15 Temmuz’dan sonra devlet mi partileşti yoksa parti mi devletleşti?’’ Güzel soru. Her ikisi birden diyelim. Ama unutmayın, işin içerisinde MHP de var. MHP’yi de katarak bakın. Tek parti değil aslında artık Türkiye.

‘‘Meclis ve yargı denetimi olmadan 17/25’te saatini durduran kişiye bekasını teslim etmiş tek adam rejimde yönetim belli, yöntem belli: pazarlık.’’ Evet, Atalay Mete’nin söylediği burada saatini durduran kişi Devlet Bahçeli. Hattâ Can Dündar’a kabul ettiğinde göstermişti onu. Böyle şeyler oluyor Türkiye’de. Evet, ne diyelim yani.

Kadriye Şahin: ‘‘Gülen Cemaati uzantıları çeşitli isimler adı altında devâm ediyorlar. Çok başka din anlayışları var. Bunu da Said Nursi kitaplarından üretiyorlar. Kadınlar acayip çalışıyorlar.’’ Kadriye Hanım burada şunu karıştırmayın; Türkiye’de Nurculuk sadece Fethullahçılardan ibâret değil. Bu sizin söyledikleriniz farklı Nurcu gruplar olabilir. Fethullahçıların çok rahat çalışabildiğini Türkiye’de açıkçası sanmıyorum, sürekli operasyonlar oluyor çünkü. Başka Nurcu grupları da görüyor olabilirsiniz. Onların da Fethullahçılardan çok farklı olduğunu görmek lâzım. Ama özellikle 15 Temmuz’dan sonra Yazıcılar denen, o târihe kadar çok fazla kendini göstermeyen bir Nurcu grubunun devlet içerisinde, emniyet içerisinde çok ciddî bir şekilde güçlendiği söyleniyor.

Meselâ şimdi Pınar Hanım diyor ki: ‘‘Ben iktidârın 15 Temmuz’dan ders çıkardığını asla düşünmüyorum. Fethullahçılardan boşalan yerleri başka tarikat ve cemaatlerin doldurduğunu gördük maalesef.’’ Evet, aynı böyle. Ama bunların hiçbirisi Fethullahçılar gibi olamaz. Ama yine de bunu yaptıklarını biliyoruz. Demin söylediğim Yazıcılar böyle ya da Menzilciler böyle, İskenderpaşacılar, İsmailağacılar… Herkes bir yerinden devletin bir yerine yerleşiyor.

Muharrem Palaz diyor ki: ‘‘Cemaat darbede başarılı olsaydı İran rejimine benzer bir yönetim mi kurardı? Başta dinî lider Fethullah Gülen, dinî komite ve kendi müritlerinden oluşan devrin muhafızları benzer bir örgütlenme.’’ Vallahi böyle bir şey yapacaklarını çok sanmıyorum. Ne yaparlardı bilmiyorum. Bereket, olmamış tabiî ki de. Ama şunu biliyorum; eğer o darbe başarılı olsaydı ben herhâlde hâlâ hapisteydim, en iyi ihtimâlle. Belki de bir şekilde Fethullah Gülen’in sevmediği bir isim olarak belki de çoktan öbür dünyaya yolumu bulmuşumdur. Ülkeyi nasıl yönetirlerdi, açıkçası bilmiyorum.

‘‘Referanduma doğru mu gidiyoruz? Erdoğan’ın CHP ile yakın gözükmeye çalışması bu nedenle olabilir mi?’’ demiş Veselin Sergeev. Ne referandumu anlamadım, bilmiyorum. Anayasa referandumu mu? Yani çok anlamadım. Konumuzla da ilgili değil.

Emre Bayamlıoğlu: ‘‘Selo’ya ne kötülük yaptılar Fethullahçılar, biraz açar mısınız?’’ Yani o açılım dönemini baltalayan, KCK operasyonları yapan vesaire, hepsi Fethullahçılardı. Yani bunları unutmamak lâzım.

‘‘1986’dan beri soru çalmışlar, hak çalmışlar.’’ Hep çaldılar. İmkânları olsa yine çalacaklar ama şu ânda imkânları yok.

‘‘Cemaatin boşalttığı boşluğu diğerleri doldurduğu için özellikle İsmailağa yapısının bürokraside etkin olduğu malûmunuz. Şeriat tehlikesi görüyor musunuz?’’ Muhammet Bey, şeriatı herhâlde onlar istemez, ne diyeyim. Böyle bir şey yok. Türkiye böyle gidecek bir müddet daha ama ondan sonra birçok şey değişecek gibi geliyor bana. İsmailağacıların şeriat getirmek falan gibi bir derdi olduğunu sanmıyorum. Onların tek derdi kendi bekâları ve çıkarları.

Şair Bey diyor ki: ‘‘Destici’yi de hâkezâ Fethullah ve cemaati canhıraş savunurken görebilirsiniz, üstelik 17/25’ten sonra. Hani milat ya sözde.’’ Yani o kadar çok insan var ki bu konuda, inanılmaz bir şey. Yani inanılmaz bir şey. Ben çoğunu tanıyorum, sizler de tanıyorsunuz. Ben bâzılarını çok daha iyi tanıyorum. Gerçekten yani bu insanlar…

Meselâ şimdi bir izleyici sormuş: ‘‘Rasim Ozan bu süreçte neden korundu? Herhangi bir gücü ya da önemi olan bir insan değil ama başına bir şey gelmedi.’’ Vallahi bilmiyorum, neden gelmedi bilmiyorum. Ama meselâ Şahin Alpay’ın, Mümtaz’er Türköne’nin içeri atılıp yıllarca; Ali Bulaç’ın, Ahmet Turan Alkan’ın içeride tutulduğu bir ülkede bu kadar aleni tetikçilik yapan bir insanın gözaltına bile alınmamış olması gerçekten mide bulandırıcı, onu söyleyeyim.

‘‘İktidârın bünyesinde sayısız Fethullahçı olan veya abisi, kardeşi, babası bu cemaatle ilişkisi olan bakan, bürokrat veya memurlar var. Erdoğan nasıl bu kadar güveniyor, bunları yanında tutuyor?’’ Öyle olsa çok fazla tutmazdı diye tahmin ediyorum. Bu işler biraz daha karışık olabilir. Yani haklarındaki iddialar doğru olmayabilir. Yani Fethullahçı olduğunu bile bile kimseyi tuttuğunu sanmıyorum.

Ferruh Mert: ‘‘​​Ahmet Dönmez’in ‘Cemaate Son Çağrı’sını izleyebildiniz mi? Kendi içlerinde bir komisyon kurmalarını önerdi 15 Temmuz hakkında.’’ Vallahi cemaat gazetecileri hakkında demin söylediklerimden istisna olarak Ahmet Dönmez’i gösterebilirim. ‘‘Son Çağrı’’sını görmedim ama böyle bir çağrıya olumlu cevap alabileceğini sanmıyorum. Gerçekten Ahmet Dönmez orada bir şeyleri sorgulayabilen az sayıda insandan birisi. Ona özellikle not düşeyim.

Evet, Mert Bey’in katkılarına çok teşekkürler. Sizlerden de katkılar bekliyoruz çünkü başka türlü ayakta kalamıyoruz. Onu özellikle vurgulayayım.

Mehmet Dursun: ‘‘‘Darbenin haberini enişteden duydum’ denilen bir ülkede MİT müsteşarı görevinde kalıyor, hattâ ödüllendiriliyorsa duyduğum her şey yalandır’’ demiş.

Hakan Mert: ‘‘Fetullahçılardan boşalan kadrolara en çok kimler yerleşti? Ülkü Ocakları kökenli MHP’liler mi, Menzilciler mi?’’ MHP’liler var, Menzilciler var, hattâ AKP’liler de var. Çok sayıda AKP üyesi, özellikle hukuk fakültesi mezunlarının avukatlığı bırakıp savcı-yargıç sınavlarına girdiklerini ve savcı-yargıç yapıldıklarını biliyoruz meselâ.

Emin Kalyoncu: ‘‘Darbe gecesi ben darbenin Fethullahçıların darbesi olduğunu anlayamadım. Ordu darbesi sandım. Bunun Fethullah Gülen darbesi olduğunu anlayıp hareket edenler vardı halkın içinde.’’ Bir yerde o anlaşıldı, belli bir saatte o anlaşıldı, ondandır. Yoksa biraz karışık, o gece biraz karışıktı.

‘‘80 darbesi çözüldü mü ki bu çözülsün?’’ demiş bir izleyicimiz.

‘‘Bu tarafta Erdoğan nasıl bir totemse o tarafta da Fethullah benzer bir totem’’ demiş bir izleyicimiz.

‘‘Türkiye’de 100 yılı aşkın zamândır hep askerî müdahale ya da müdahale girişimi olması nasıl yorumlanabilir?’’ Kötü yorumlanabilir, demokrasinin tam anlamıyla yerleşememesi olarak yorumlanabilir, kurumsallaşmayla ilgili yorumlanabilir.

‘‘Soylu’nun tavırları yeni bir hareketlenme olabilir mi?’’ Soylu ne yapmış bilmiyorum. Çok da fazla ilgilenmiyorum. Artık eskisi kadar bir numarası kaldığını da düşünmüyorum.

‘‘Ortadoğu’da Arap ülkelerinde olmayan siyâsal İslâmcılar, tarikatçılar, dinciler, şeriatçılar neden Türkiye’de çoklar, neden Türkiye’de yoğunlar?’’ Erkan Bey demiş. Öyle değil Erkan Bey. Her yerde çok güçlüler. Arap dünyasında da çok güçlüler. Mısır’da, Tunus’ta birçok yerde iktidâra da geldiler. Ama oralarda Türkiye gibi iyi kötü bir demokratik kurumsallaşma olmadığı için iktidârlarını kaybettiler. Bizdeki özellikle demokrasinin nimetinden yararlanan bir İslâmcılık var.

‘‘Bugün AKP-FETÖ kavgası gibi, AKP-MHP kavgası başlasa, MHP devlet içindeki gücüyle FETÖ’den daha fazlasını yapabilir mi?’’ demiş Hakan Mert. Sanmıyorum ve ummuyorum. Ama tabiî Türkiye’de her şey mümkün.

‘‘Demokrasiyi bile bir şekilde dine refere edilebileceğini söylüyorsunuz.’’ Harun Bey, benimle hâlâ İslâm-demokrasi tartışması yapıyor. İslâm demokrasiyle bağdaşmaz dediğimiz zamân ve bu ülkede bayağı sayıda insan kendini Müslüman gördüğü zamân, ‘‘Türkiye’ye hiçbir zamân demokrasi gelmez’’ demek zorundayız. Öyle yapmıyorum ben, siz öyle yapıyorsunuz.

Evet, yavaş yavaş toplayalım. Çok sayıda soru geldi, hâlâ okuyamadığım yorum geldi. Ama bunlar daha çok konuşulacak olaylar. Bakıyorum, bir dakika.

‘‘Soylu, Meclis’e dokunulmazlığının kaldırılması için dilekçe verecekmiş.’’ Onu sormuş gâlibâ izleyicimiz demin. Bunlar çok fazla önemli hususlar değil, çok ciddîye almayın. Ben almıyorum, siz de almayın.

Evet, çok sağ olun. Birlikte iyi bir yayın yaptık yine. Ne diyelim, inşallah Türkiye’de bir daha ne darbe ne darbe girişimi olmaz ve Türkiye en hızlı bir şekilde demokrasiye tekrâr geri döner. Ama şu aşamada hâlâ bunun uzağındayız, maalesef. Evet, söyleyeceklerimiz bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.