Rende binası trollerinin, ekonomik kriz ve AKP yönetiminin paçalarından akan pislikler konuşulmasın diye her şeye kaşar rendeleyip fırına vermesi son sürat devam ediyor sevgili okur. Bu hafta nasibimize düşenler; saraydan tükürülen “elitistler” suçlaması (!?!), Tuncay Özkan hakareti, Yusuf Dikeç’in annesiyle alay edilmesi, Diyarbakır’da HÜDA-PAR yani Hizbullah’ın kafe basarak seküler yaşam tarzına gözdağı vermesi, Malazgirt’le Büyük Taarruzu yarıştırmak (hangi ahmağın aklına gelir, geliyor işte), kuvvet komutanları & milliyetçileri, domuz bağıyla teröre bağlamak… Bu hafta da aç kalmadık şükür, nefrete doyduk. Saraydaki nefret jeneratörü tıkır tıkır çalışıyor maşallah, barekallah.
İstiyorlar ki kaos yiyelim, kaos kusalım, bakalım mevlam neyler, neylerse güzel eyler. Çünkü övünecek bir şeyleri kalmadı, anlatacak hikâyeleri kalmadı, bu yüzden kaosa güveniyorlar, kaosa yatırım yapıyorlar. Şahsımın yaptığı bütün büyük kötülükler linç dağına doğru yürürken, dedi ki, ‘her şey olmak isterken, hiçbir şey olamadım, bari en nefret edilen adam olayım’. Açtığı hakaret davalarıyla da kaydını tuttu ne kadar nefret edildiğinin, depremde dedi ya hepinizi yazıyorum diye. Yazdı tek, tek. Her gece açıp hakaretlerimize bakıp iç geçiriyor: “Daha fazla ne kadar nefret edilebilirim?”
Kendi yerli ve milli kaynaklarıyla açtıkları tek fabrika kaos fabrikası oldu. Fabrika 7/24 çalışıyor, troller gelip gidip müdüre soruyor:
“Efendim, bu hain fazla ileri gidiyor, FETÖ’den mi gidelim, vatan hainliği mi, terörö mü yoksa EGM’ye mi sevk edelim?”
Kaos üretimine örnek vaka olarak Yusuf Dikeç vakasını inceleyeceğim. Twitter’da önüme şöyle bir haber düştü.
Görür görmez Fahrettin’in işi olduğunu anladım çünkü bu ülkede kaç kişinin anası, hadi anayı geçtim, anneannesi-babaannesi böyle görünmüyordur ki? Kaç kişi böyle bir fotoğrafla dalga geçer? Kaç kişi bir insanın annesini aşağılayarak alay eder? Ancak, ülkesinin onlardan olmayan diğer yarısını düşman olarak gören kansızlar yapabilir bu kadar aşağılık bir şeyi. Ağızlarını açtıkları anda içlerindeki lağım ortalığa saçılan, ülkelerindeki huzuru baltalamak için paralı askerlik yapan Fahrettin’in trolleri yapar bu kadar aşağılık bir şeyi. Fahrettin süvarileri göndermiş, Yusuf Dikeç’in annesiyle alay ettirmiş, başörtüsüne hakaret ettirmiş. Ardından piyadeleri gönderip “vay siz nasıl başörtülü anamıza hakaret edersiniz, bre CEHAPE’liler” diye yaygara koparttırmış. Ülen Fahrettin, yine kendini rezil ettin. Bu kadar rezil, bu kadar kör göze parmak da yapılmaz yani bu iş. Yokuş aşağı yuvarlanırken dizginleri tutamaz oldun di mi?
Neden Yusuf Dikeç, çünkü onların adamı değil, saldırılabilir. Malum, Dikeç madalya aldıktan sonra bir önceki olimpiyatların hemen öncesinde silahının elinden alınmasına gönderme yapmıştı. Onların ellerinin değdiği yerde ot bitmez zaten, kendi kendine bitiyorsa, ellemeyi unuttukları içindir. Bu yüzden Yusuf Dikeç’in ikon olan fotoğrafı viral olunca elleri ayaklarına dolandı. Olimpiyatlarda bir şeyle popüler olmuştuk ve o şey de onlardan değildi, nalet gelsin böyle kadere!
En çok muhalifler mutlu olmuştu bu ikon fotoğrafla içlerinde kalan minnacık hayat neşesiyle. Yusuf Dikeç’in annesiyle paylaştığı fotoğraf onlar için çok yanlış bir resimdi, hem yurdum insanıydı hem başarılı olmuşt hem de onlardan değil, korkunç bir kombo! Öyleyse bir taşla bir sürü kuş; Yusuf Dikeç’i muhaliflere düşman et, mağdur edebiyatı yapıp muhafazakârları konsolide etmeye çalış, muhalifleri kendilerini savunacak duruma düşür ve trollerine goygoy yapacak malzeme üreterek gündemi satın al. Rabbim nasip eder de buradan gerçek bir rezalet doğarsa, bunu akşam TV’de elinde çubukla strateji uzmanlarına analiz ettir vs.
Uffff… Düşünürken midem bulandı, kendinize nasıl katlanıyorsunuz ya? Mahvolmuş bir ülkede sefahatiniz biraz daha sürsün diye, para karşılığında vatanınızı nasıl satabiliyorsunuz? Bir hareket düşünün ki, görüşlerini savunacak gönüllü kimse kalmamış da ancak paralı asker tutarak propaganda yapabiliyor. Bu hareketin sonunun geldiğinin en bariz göstergesi bizatihi sensin Fahrettin. Sen ve görevin, bu hareketin bittiğinin ispatısınız.
Kendilerini bu kadar rezil etmedikleri dönemlerde hatırlıyorum, en sert muhalifin bile önce bir amentü okuması gerekirdi AKP’yi eleştirmek için. AKP ilk yıllarında, mağdur edebiyatı yapıp 28 Şubat’ı kullanarak dine düşman olmakla suçlayarak sustururdu muhalifleri. Zavallı muhalifler de savunmaya geçmeden önce beceriksizce bir besmele çeker, “benim de annem-ninem başörtülüydü” vs. diye Amentü okurlardı işte. Dindarlık başka, laiklik başka diye anlatmaya çalışır ama nereden başlayıp nasıl anlatacaklarını bilemezlerdi. Öyle karında yumuşatmadan AKP’ye vuramazdı kolay kolay kimse.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bugün muhalif olan birçok kişinin ailesi, akrabaları yahut komşuları hem dindar hem de AKP’liydi çoğunlukla. Yani AKP eleştirirken bir ne yapacağını bilememe hali, bir incitmeden vurma hali bu yüzdendi belki üzerimizde. Ailemize, anamıza, babamıza nasıl vuracağımızı, nasıl canlarını yakacağımızı bilemedik, canlarını yakmak istemedik. Kaygılarını, korkularını anladık ama hak vermiyorduk, öte yandan onlar terlikle, çimdikle, laflarıyla dövüyorlardı bizi çünkü onlar ataydı, yapabilirdi, bize öyle öğretilmişti. Atadan CeHaPe’liler haricinde kolay kolay eleştiri cümleleri geliştiremedik. Atadan CeHaPe’liler de sağ olsunlar korkularını tetikleyecek cümlelerle yargıladılar, ki haklıydılar aslında ama üslup işte ve AKP kitlesini daha sıkı bağlamış oldular birbirlerine. İşte bunu yeniden yaşamak istemiyoruz dediler, yeniden nefret edilen, aşağılanan, hakaret edilen olmak istemiyoruz. Eleştiri yerine hakaret gelince konuşma bitiyor, kavga başlıyor. Bugün onlar hakaret ediyor herkese, iktidar kayığı sallanınca hakaret zuhur ediyor demek ki. Kavga ediyoruz ülkece herkesle, her şeyle, kendimizle bile.. Konuşma şansı kalmadığı gibi konuşmak da istemiyorlar zaten, çünkü kabul etmek zorunda kalacakları hakikat, yalanladıkları her şeyin meğerse buz gibi gerçek olduğu.
AKP’nin halkı eze eze kurduğu Şahsım rejiminin ayakta kalabilmesi için; Halkı kin ve düşmanlığa sevk etmekten başka şansı kalmadı. Bu yüzden “Her güne bir kaos” kampanyası 2025 seçimlerine kadar devam edecek.
Şu fotoğraftaki anne oğul, çoğumuzun telefonundaki, eski fotoğraf albümlerindeki aile fotoğraflarından biri. Bu yüzden ne kadar muhalif olursa olsun, ne kadar dinden uzaklaşırsa uzaklaşsın, kimse şu fotoğrafla alay etmez. Nefret fabrikasının trolleri hariç.