Ankara’dan siyasetçilerle gündeme ilişkin konular hakkında sürdüreceğimiz “Ankara Söyleşileri” başladı. İlk söyleşiyi çözüm süreci döneminde, 2009-2013 arasında Adalet Bakanı olan Sadullah Ergin ile yaptık. Geçmişte neler yaşandı, masa neden dağıldı, eksikler neydi, bugün bir süreç yaşanacaksa nasıl yürütülebilir gibi birçok sorumuza yanıt aradık.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Meclis’in açılış töreninde DEM Partililer ile el sıkışmasının ardından “yeni çözüm süreci” tartışmaları başladı. Gazeteci Amberin Zaman, Öcalan’ın Kandil’deki PKK liderleriyle görüşmesine izin verildiğini öne sürdü. Zaman ayrıca Öcalan’ın PKK liderlerine “silahları bırakmayı müzakere etmenin zamanı geldi” dediğini aktardı.
Türkiye’de yeniden alevlenen Kürt sorununda çözüm tartışmaları, dikkatleri önceki süreçte neler yapıldığına yeniden çevirdi. Önceki süreç için her ne kadar 2013-2015 arasındaki gelişmeler damga vursa da ilk adımları 2009’da başladı.
- Türkiye’nin çözüm süreci serüveni: Diyalogdan müzakereye, müzakereden çatışmaya (2013-2015)
- Türkiye’nin Selahattin Demirtaş’a ihtiyacı var
2009-2011 ve 2011-2013 dönemlerinde Adalet Bakanı olan kabinede görev yapan Sadullah Ergin ile çözüm sürecini konuştuk. Sadullah Ergin, şu an DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürütüyor.
Sadullah Ergin 2009 sürecinden 2013’e giden yolu anlattı
- Sürecin başladığı ilk günlere gidelim. Neler hatırlıyorsunuz, nasıl başladı?
O dönem Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bu süreç başlamadan önce yakında güzel şeyler olacak mesajları oldu. Arkasından Güroymak’a Norşin diye yani Kürtçe ismiyle hitap etmesi olayların bir nevi hızlandırıcısı gibiydi. Kimine göre Kürt sorunu, kimine göre Doğu sorunu, bir tarafa göre de terör sorunu olarak dillendirilen bir sorun vardı. Bu sorunu çözme iddiasıyla bir çalışma başlattık. Bu çalışmada ben yeni Adalet Bakanı olmuştum. O süreçte yaşananlara bakınca bugün aradan geçen yaklaşık 15 sene sonra gördüğüm söyleyeyim.
Parlamentoda bir tek AK Parti bu işi savunuyordu. CHP ve MHP sürece hararetle karşı çıkıyordu. Yalnız kalan bir AK Parti vardı. Yıllara sari bu problemi çözme arzusu AK Parti’de vardı. Dolayısıyla ‘Ben bu işi çözerim’ motivasyonuyla konu için değişik kesimlerden destek arayışına girmeden ilerledi. Ne yapılabilirdi? Sivil toplum bu işe katılabilirdi. Geniş halk kesimlerine bu işin gerekçeleri ve orta, uzun vadede Türkiye’ye kazandıracakları anlatılabilirdi. Bizden sonraki kuşaklara güçlü bir demokrasi, ortak bir gelecek tasavvuru bırakma noktasında önemli bir heyecan oluşturan bir motivasyon vardı. Ama bu motivasyon maalesef şu eksiklerden dolayı çok netice alamadı diye düşünüyorum.
“AK Parti yalnızdı bu işte”
Bir, AK Parti yalnızdı bu işte. İki, bu işin yasal altyapısı dediğimiz hukuki altyapı. Parlamentoda bu süreci kolaylaştıracak, hızlandıracak ve bu süreçteki çalışmaları makul ve meşru sınırlar içerisinde yürütmeyi sağlayacak bir hukuki altyapı inşa edilemedi. Bu süreç yapılabilseydi parlamentoda daha sağlam ayağı yere basarak yürünebilirdi. O da olmadı.
- Eksik olan neydi?
Bununla beraber AK Parti’ye destek veren unsurlar ihtiyatlı bir iyimserlikle sürece destek vermeye çalıştılar. AK Parti’ye karşı sivil toplum ya da medya cenahında büyük bir tereddüt ve olumsuz bir bakış açısı oluşmuştu. Bu durum kamuoyuna yönelik aleyhte propaganda yapma zemini oluşturdu.
Dolayısıyla bu işin sivil toplum ayağı, medya ayağı, geniş kitleleri ikna etme ayağı maalesef eksik kaldı. Meclis ayağı eksik kaldı. Nihayetinde bu süreç şunun yüzünden, bunun yüzünden aksadı diye konuşmak doğru olmaz. Nihayetinde bu süreç akamete uğradı.
Sadullah Ergin: “Sınırda mahkeme kurulacağından iki gün önce haberimiz oldu”
- Habur sürecinde Adalet Bakanı idiniz. Sınırda mahkeme kuruldu. Bu kimin fikriydi?
Görüşmeleri yapan Milli İstihbarat Teşkilatı’ydı. Taraflar arasında müzakereleri yürüten siyasetin muhataplığı ile değil, Milli İstihbarat Teşkilatı üzerinden süreç yürüyordu. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın o günkü yöneticileri yaptıkları görüşmelerde Türkiye’ye gelecek ilk heyetin, Türkiye’de bilinen herhangi bir suç eylemi olmayan kişilerden olmasını planlamıştı. Bunların girişiyle ilgili MİT ve muhatapları kendi aralarında böyle bir mutabakata varmışlardı. Silopi’de adli işlemler yapılacak ve anlaşmaya göre bunların bir suç kayıtları bulunmadığı için salıverilecekleri öngörülmüştü. Bu görüşmeler o dönem Adalet Bakanlığı’nın bilgisi dışında yapılmış. Bu mutabakatın sonucundan, gelişlere iki gün kala haberimiz oldu. Sürecin başında haberimiz olsaydı belki bunu daha makul bir çerçeve içerisinde formüle etmek mümkün olabilirdi.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
- 2012’deki “çözüm süreci” nasıl başladı? Neler yaşandı?
2012’de yaşanan süreci fikrini olgunlaştıran cezaevlerindeki açlık grevleri oldu aslında. 2012’nin sonbaharında cezaevlerinde ana dilde eğitim ya da ana dilde savunma ve Abdullah Öcalan’ın cezaevi koşullarına ilişkin bir takım taleplerle cezaevlerinde 700 kadar tutuklu açlık grevine başlamışlardı. Yaklaşık 65 gün sürdü. Bu süre içerisinde toplumun değişik kesimlerinden sürece dair çok daha farklı talepler yoğunlaştı. Bu süreçte tabii o dönem BDP yetkilileriyle biz de Adalet Bakanlığı olarak cezaevlerinde bir olumsuzluk yaşanmasın, hiç kimsenin burnu kanamasın diye hassas bir çalışma yürüttük.
Sadullah Ergin: “İkinci sürecin başlamasında temel etken açlık grevleriydi”
Ve nihayetinde o dönem yapılan bir takım görüşmeler sonrasında aileden Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan, İmralı Cezaevi’ne gitti. Abdullah Öcalan ile görüştü ve dönüşte de eylemin sonlandırılmasına dair süreç başladı. Eylemler kimsenin burnu kanamadan bitirildi. Bu eylemlerin suhuletle sonlandırılması yeni bir denemenin başlangıcı olarak görüldü. 2012 sonbaharı itibariyle ikinci çözüm süreci diyebileceğiniz süreç başladı.
- Birinci süreçten farkı neydi?
Birinciden farklı olarak ikincisinde bir merhale geçirmiş, tecrübe etmiş bir AK Parti vardı. Yine parlamento ayağı olmaksızın, yine AK Parti’den başka siyasi bir destek olmaksızın yürüdü süreç. Ama 2009’dan farklı olarak bu defa Akil İnsanlar heyeti diye bir heyet oluştu. Bu heyette sosyal demokratı, liberali, muhafazakarı, gazetecisi, akademisyeni toplumun her kesiminden insan vardı. Kanaat önderleri vardı. Ve bunlar Türkiye’yi karış karış taradılar. İllerde konferanslar, toplantılar, paneller, esnaf ziyaretleri yapılarak çok geniş bir halk kesimiyle bu sürecin Türkiye’ye neler kazandıracağı paylaşıldı, anlatıldı.
“Akil İnsanlar çok başarılı bir kamuoyu iletişim faaliyetiydi”
- Akil İnsanlar heyeti sürece katkı sağladı mı? Toplumda bu sürecin daha iyi anlaşılmasına yol açtı mı?
Türkiye’nin dört bir köşesinde çok olumlu dönüşler aldı. Nihayetinde o dönem arşivlere bakın, yüzde 75’in üzerinde bu sürece toplumsal bir destek, sempatiyle bakan bir kamuoyu oluştuğunu görürsünüz. Bu çok başarılı bir kamuoyu iletişim faaliyetiydi. Bu süreçlerin aslında aşama kaydetmesi diyebileceğimiz bir hadise.
2012-2013 sürecinin toplumsal desteği yükselmişti ama siyasal destek yine eksikti. Parlamento yine eksikti. Diğer siyasi partilerle ortaklaşılamaması ve bu durumu sadece bir partinin meselesi olmaktan çıkarılıp, Türkiye’nin meselesine dönüştürülememesi eksikti. Bu ayak yine eksik kaldı.
- Başaramadığınız en önemli olay neydi?
Silahlı unsurların yurt dışına çıkış süreci tam olarak işlemedi. Bu süreçte ikinci adım olarak yurt dışındakilerin suç işlememiş olanlarından başlayarak yurda dönüşleri söz konusu olacaktı. En nihayetinde bu gelenlerin toplumla buluşturulması, topluma kazandırılması ya da artık normalleşme sürecine geçişin altyapısının kurulması gibi adımlar vardı planlamalarda. Ancak bunların mevzuat altyapısı, parlamentodaki o uzlaşma zemini oluşmadığı için bir tek partinin yapacağı bir çalışma siyaseten de çok verimli olmayacaktı. Bu başarılamadı. Bir, siyasal katılım. İki, hukuki altyapı eksikliği. Bu 2012-2013 sürecinin de maalesef zayıf yönleriydi.
“İmralı, Kandil ya da Avrupa ile temasların tamamı Milli İstihbarat Teşkilatı üzerinden oluyordu”
- İmralı Heyeti’nin görüşmelerini kim koordine ediyordu?
Sürecin 2009 ayağında da 2012-2013 ayağında da İmralı, Kandil ya da Avrupa ile temasların tamamı Milli İstihbarat Teşkilatı üzerinden oluyordu. Bunun tamamlayıcı adımları elbette ki siyaset aktörlerindeydi. Biz o zaman BDP üzerinden siyasetçiler olarak kendi aramızda ne yapabiliriz, neler yapmalıyız noktasında konuşuyorduk. Ama İmralı’yla, Kandil’le ya da Avrupa ayağıyla temaslar tamamen Milli İstihbarat Teşkilatı üzerinden koordine ediliyordu. Yine İmralı’ya yapılan çalışma ziyaretlerinde başat aktör Milli İstihbarat Teşkilatı’ydı ve orada Abdullah Öcalan’ın irtibatı BDP üzerinden şekilleniyordu.
İmralı Heyeti ile görüşmeler
- Siz İmralı Heyeti ile görüşüyor muydunuz?
Tabi ki onlar siyasetçi ve zaman zaman bir takım konuları istişare etmek üzere görüştük. Çok doğal sürecin bir parçası zaten. Mesela Sayın Bahçeli’nin Meclis’in açıldığı günkü el sıkışması meselesi gibi. Bu başka ülkede haber olmaz. Zira normal bir ülkede olması gereken şeydir bu.
- 2009 ve 2012 süreçlerinde toplumun bilgilendirilmesinde eksiklik yaşanıyor muydu?
2009 içi yoktu demek daha doğru. Özellikle 2009 için yoktu.2012-2013 dönemindeyse arka kapı diplomasisi dışında kamuoyuna kısmi paylaşımlar yapılıyordu. Tabii ki bu çalışmaların hepsi bir cam kavanoz içerisinde şeffaf süreçte olmayabilir. Ama toplumu zaman zaman doğru enforme ederek süreci besleyecek doğru yönde motive edecek bir iyi düşünülmüş bir iletişim ağını da oluşturmak çok önemliydi. 2009’da bu tamamen eksikti. 2012-2013’te de yeterli değildi.
Sadullah Ergin: “Öncelikle silahlı eylemciler yurt dışına çıkacaklardı”
- Bir sabah Dolmabahçe Mutabakatı olarak tarihe geçen açıklamayla uyandık. Ancak Erdoğan konuşmasıyla birlikte böyle bir mutabakatın olmadığını söyledi. Masanın dağılmasındaki temel etken neydi? Ne konuda uzlaşı sağlanamadı?
İkinci girişimde bir yol haritası oluşturulmuştu. Öncelikle silahlı eylemciler, güçler, örgütün elemanları yurt dışına çıkacaklardı. Bunlar nasıl çıkacaklar? Silahlı mı çıkacaklar, silahsız mı çıkacaklar? Bunlar çıkarken güvenlik güçleri bunları görecek mi, görmeyecek mi gibi epeyce gündem oldu. Nihayetinde bununla ilgili bir hukuki altyapı çalışması BDP tarafından talep edildi. Ancak bunun formülasyonu çok kolay bir iş değil. Şimdi siz terör örgütü üyelerine ilişkin bir mevzuat, bir kanun yazdığınızda bunun içerisine hangilerini koyacaksınız? Yani PKK’yı koyup Hizbullah’ı koymayacak mısınız? Bunun tanımlanması, betimlenmesi ve uygulanması hakikaten çok karmaşık ve zor bir süreç.
Biz 3. ve 4. yargı paketlerine o dönem özellikle 4. yargı paketine kapsamlı çalıştık. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye aleyhine verdiği ihlal kararlarının gerekçelerini ortadan kaldıran bir paket getirdik parlamentoya. Bu terörün tanımı, terörle mücadele kanunundaki muğlak ifadelerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ihlal kararlarında verdiği gerekçelere uygun bir şekilde netleştirilmesi çalışmasını da barındırıyordu. Aslında bu açıdan olumluydu gelişmeler.
Sadullah Ergin: “Çıkışlar çok net ve belirgin şekilde oluşmadı. İlk temel birinci şart buydu”
Fakat tüm silahlı unsurlar yurt dışına çıkacaktı. Ondan sonra Avrupa Birliği çerçevesindeki eksik kalan adımlar varsa onların tamamlanması noktasındaki adımlar gelecekti. Ve üçüncü aşamada eve dönüşler başlayacaktı. Bu dönemlerin rehabilite edilmesine ilişkin faaliyetler, çalışmalar başlayacaktı. Ancak dışarıya çıkışlarda biraz gönülsüz bir tutum oluştu. O gün Başbakan Sayın Erdoğan’ın bir ifadesi var. Ancak yüzde 15’i çıktı gibi bir tespitte bulunuyor. Çıkışlar çok net ve belirgin şekilde oluşmadı. İlk temel, birinci şart buydu.
Sadullah Ergin: “Muhalefetin bunu istismar etme ihtimali iktidar tarafına bu işi yaptırmadı”
Yapılmış planlama doğru işletilebilseydi belli bir noktaya evrilebilirdi. Ama yine söylüyorum bu sürecin akamete uğramasının en önemli nedenlerinden birisi bu yönde bir mevzuat yapılamaması oldu. Meclis’teki muhalefetin bunu istismar etme ihtimali iktidar tarafına bu işi yaptırmadı diye düşünüyorum.
Sadullah Ergin: “AKP ve Erdoğan’ın samimi olduğunu düşünüyorum”
- AKP ve özellikle de Erdoğan nihai bir çözüm noktasında samimiydi bu süreçlerde?
Ben samimi olduğunu düşünüyorum. Kırılganlıklar oldu zaman zaman.Bu meseleyi çözelim derken AK Parti’nin anladığı çözüm ile muhatapların anladığı çözüm birebir örtüşmeyebiliyordu.Onun için bugün eğer yeni bir süreç başlama ihtimali var ise bugün parlamentoda geçmişten farklı olarak siyasal oluşumlar açısından daha geniş bir taban olduğunu görmek mümkün. CHP destek verebileceğini söylüyor ki ana muhalefet partisinin bu işin içinde olması önemli bir katkı sunar. Meclis’te şu ana kadar bir grup dışında diğer grupların olumsuz bir pozisyon aldığını görmedim. Bir İYİ Parti grubu açıktan bir muhalefet ortaya koydu. Onun dışındakiler ihtiyatlı ve iyimser bir bakış açısı içerisindeler. Bu bir şans bana göre.
“‘Evet bunu beraber yaptık biz yaptık’ duygusunu tatmalı”
- Geçmişte bunun eksikliğini mi yaşadınız?
Evet. Geçmiş iki dönemin de eksiği buydu. Ama o dönem zaten muhalefet partilerinin bir katkı sunma arzusu da yoktu. İktidar grubu da bu arayışa girmedi doğrusu. Bu dönem böyle bir girişim olacaksa mutlaka bu sürecin aşamalarında Türkiye’nin menfaatine oluşacak sonuçlar bu ülke insanının yararına oluşacak sonuçlardan tüm aktörler ‘Evet bunu beraber yaptık biz yaptık’ duygusunu tatmalı. Müstakbel bir sürecin başarısı için bu çok önemli bir katalizör olur.
“Niçin şimdi iyi bir şey yapıyorsunuz gibi bir soru sormak doğru değil”
- Bugün neden böyle bir tartışma başladı sizce? İsrail’in Ortadoğu’daki yeni hamleleri ve PKK’nın neredeyse tamamen Suriye ve Kuzey Irak’a çekildiği bir dönemde bu tartışma neyin üzerine kuruluyor? Nasıl yorumlarsınız?
Sayın Cumhurbaşkanı’nın ifadesi var. Bölgedeki gelişmeler nedeniyle iç dayanışmamızı güçlendirmemiz gerektiği noktasında bir tespiti var. Bu tespit doğrudur. Haddizatında böyle açık ve yakın bir tehdit olmadan da Türkiye’nin böyle bir dayanışmaya ihtiyacı vardı. Ama geçmişte bu dayanışmayı sağlayacak adımlar tam anlamıyla atılamadı. Denemeler var. 2009 var, 2012-2013 var ama netice alamadı bu girişimler.
Sadullah Ergin: “Kafa yormak ve bu sorunu biz çözmek durumundayız”
Ne için şimdi iyi bir şey yapıyorsunuz gibi bir soru sormak doğru değil. Evet, geçmişte de yapılabilir miydi? Yapılabilirdi. Ama bugün Türkiye’nin de buna ihtiyacı var. Tek sebep bu mu? Bunu bilmiyoruz biz. Görünür sebep ve kamuoyunun yaptığı değerlendirme ve yorumlar bu yönde. Sebep ne olursa olsun bu sorun bizim sorunumuz. Kafa yormak ve bu sorunu biz çözmek durumundayız. Haklı bir soru. Neden şimdi? Ama bu soruya takılmamak lazım.
“Yeter ki bu sorun çözülsün, Erdoğan aday olabiliyorsa ve seçilebiliyorsa Cumhurbaşkanı olsun”
- Burada temel eleştireler Erdoğan’ın yeni anayasa sürecinin yürütebilmek ve yeniden aday olabilmek için yeni desteklere ihtiyaç duyduğu tespiti üzerine şekilleniyor. Bu bağlamda da söz konusu görüşmelerin yapılmasının yararı olmayacağı düşüncesini dile getirenler de var. Siz ne dersiniz?
Yeter ki bu sorun çözülsün, Sayın Erdoğan tekrar aday olabiliyorsa ve vatandaşta seçiyorsa yeniden Cumhurbaşkanı olsun. Aynı şekilde sürece destek veren ana muhalefet partisi ile katkı sunan diğer siyasi partiler de oluşacak başarı algısından istifade ederek iktidara yürümeye çalışabilirler. Bu ihtimallerden korkarak başlaması muhtemel sürece karşı pozisyon almak Türkiye’nin yararına olmayacaktır. Bu sorun çözülürse Türkiye’nin önü açılacak. Türkiye’nin demokratikleşmesinin, gelişmiş bir demokrasiye ulaşmasının önüne bugüne kadar konulan engeller aşılacak. Özgürlük taleplerinin kısıtlanmasının altında şiddet ve terör gerekçesi yatıyor. Eğer bu gerekçe ortadan kalkarsa Türkiye’nin gelişmiş bir demokrasiye evrilmesinin önündeki en büyük engeli kaldırıyor olursunuz. Eğer bu sorun çözülmek suretiyle Sayın Erdoğan bir dönem daha Cumhurbaşkanlığına gelecek gibi bir korku taşıyorsa bazı kesimler, bu benim Sadullah Ergin Ergin olarak bir şahsi kanaatim, korkmayın bundan.
“Bu olay ortadan kalktığı zaman siyaset kurumunun bahanesi kalmayacaktır”
Şimdi şu tartışma gelebilir. Türkiye’nin demokratik standartlarının yükseltilmesinin önünde engel miydi bu sorun? Evet. Şiddet ve terör duygusu geniş kesimlerin demokrasi taleplerinin yükseltmesinin önünde bir bariyerdir. Bunu görmek lazım. Ve siyasal iktidarların da demokrasiyi güçlendirmek, bireysel hak ve özgürlükleri genişletmenin önünde gerekçe olarak sundukları en önemli argüman terördür. Bu olay ortadan kalktığı zaman siyaset kurumunun bahanesi kalmayacaktır. . O açıdan şöyle olursa bu olur gibi gerekçeleri bir tarafa bırakmak ve Türkiye’nin selameti için bu sorunu çözmek hayati önemdedir.
“Bu Türkiye’nin kadim bir meselesidir”
Bu sorunun çözülmesine katkı sunan aktörlerin tamamı siyaseten ihya olsunlar, siyaseten elleri genişlesin, siyaseten başarılı olsunlar. Bu niye korkutuyor ki bizi? Bu Türkiye’nin kadim bir meselesidir. Türkiye’nin ayak bağı bir meselesidir. Bu meseleyi Nordicler’deki ülkelerden değil, yurt dışından, Avrupa’dan, Amerika’dan, Atlantik ötesinden değil, kendi içimizde, kendi insanımızla sorunun taraflarıyla çözebilmek bu ülkenin başarısı olur.
“Nihayetinde bir tek Tayyip Erdoğan yoktur”
- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllarca yakın çalışma arkadaşlarındandınız. Bugün bu tartışmalar kapsamında Erdoğan’ın samimi olduğunu düşünüyor musunuz?
Sayın Cumhurbaşkanını bu 22 yıllık süreçte tek bir değerlendirme ile tanımlamak doğru olmaz kanaatindeyim. 2001’deki Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın duygu dünyası, beklentileri ya da hedefleriyle 2024’teki Tayyip Erdoğan’ın bakış açısı ve duygu dünyasının aynı olduğunu söyleyemem. Bu süreçte yaşadığı ayrı evreler vardır. Bu evrelerin toplumsal hadiselerle de alakalı boyutları vardır. Ama nihayetinde bir tek Tayyip Erdoğan yoktur. Aşamalarda farklı duygularla farklı reflekslerle ortaya koymuş bir siyasi aktörden bahsediyoruz. Samimi olduğu dönemleri de gördük. Siyaseten yapılan işlerin olduğu dönemleri de gördük. Ama bunu tek bir cümleyle betimlemek doğru olmaz kanaatindeyim.
“Bu kimseyi rahatsız etmesin, bu kimseyi korkutmasın”
2009 ve 2012-13 dönemlerinde samimi bir arzusunun olduğu dönemler yaşandı. O akil heyetlerle yapılan toplantılardaki diyalogları, kapalı toplantılardaki olayı sahiplenişini biliyoruz. Bu açıdan sürecin kitlenmesiyle ilgili hadisede dikkat ederseniz ben şu hatalıdır, bu yanlıştır, bu yapmıştır gibi değerlendirmelerden kaçındım. Çünkü karşılıklı eksikler de var, yanlışlar da var ama nihayetinde iki taraf için şu bozdu, bu bozdu değerlendirmesinden ziyade eksikler nelerdi diye bakmak lazım.
“Türkiye kazanır diye bakıyorum”
Bu önemli. . Bu tür aksaklıklara sebep olan hadiseler tekrar yaşanmasın diye tedbir geliştirelim ve bu yeni dönemde bu noksanlar yaşanmasın ve netice alınmaya dönük bir zemin oluşsun. Bu durum kimseyi rahatsız etmesin, bu kimseyi korkutmasın. Bu korkuyu aşarsak, bu netice elde edilirse herkes kazanır. İktidar grubu da kazanır, muhalefet tarafı da kazanır, Türkiye kazanır diye bakıyorum.
- Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’a silah bırakma çağrısını nasıl yorumlarsınız? Bahçeli, Öcalan’ı muhatap mı alıyor?
Sayın Bahçeli’nin zaman zaman öngöremediğimiz hamleleri yaptığına şahidiz. Şöyle bir 20 yıla, 25 yıla, 30 yıla bakarsanız, kritik rol oynadı. Çok kritik aşamalarda aldığı inisiyatifler daha doğrusu ondan beklenmemesine rağmen attığı adımlar olmuştur geçmişte de. Bütün bunlar Türkiye’de oyun kurucu, oyun değiştirici sonuçlar da üretmiştir. O açıdan bu hamleleri Türkiye’nin hayrına sonuç verecek olanlara destek vermek lazım. Şimdi birisiyle kavga ettiniz, gidip amcası oğluyla barış yapamazsınız. Kimle kavga ediyorsanız, ‘biz görüşmeyiz, muhatap almayız ve savaşırız, mücadele ederiz’ yaklaşımı doğru değil. Edersiniz ama mücadele ettiğiniz bir mahalle çetesi falan olur, anlarım. Bir mafya örgüt yapılanması olur anlarım. Bu biraz farklı bir mesele.
“Bu İspanyol Adalet Bakanlığı’nın bana verdiği cevaptır”
Şöyle bir anekdot paylaşayım. İspanyol Adalet Bakanı’yla bir görüşme yapıyoruz ve sitem ediyorum. ‘Biz sizden suçluların iadesini talep ediyoruz. Siz bizim istediğimiz suçluları bize iade etmiyorsunuz’ diye. Yani uluslararası mevzuat çerçevesinde bunu istiyoruz. O da dedi ki:
‘Sayın Bakanım size samimi bir şey söylemek istiyorum. Sizin bu örgüt dediğiniz yapının silahlı elemanları ne kadardır mesela. Türkiye’nin dağlarında bir 4-5 bin civarında. İşte Kandil’de bir o kadar. 8-10 bin. Sınır ötesi bir takım kamplar var vs. 10 bin civarında toplamda bir silahlı unsur. Peki yine bu örgütün siyasal temsilcisi olarak yorumladığınız partiler var. Bu partiler ne kadar oy alıyor. 5-5,5 milyon oy alıyorlar. Şimdi Sayın Bakanım, bakın Avrupa’daki terör örgütü saydığımız örgütlere bakınız. BASK bölgesinin bağımsızlığı için savaşan ETA, birkaç yüz tane silahlı eylemcisi vardır. İRA, İrlanda Kurtuluş Ordusu, 150-200, 250’yi geçmez. Arkasında geniş kitlesel destekler de yoktur. Yunanistan’daki 17 Kasım Hareketi. Onlar marjinaldir. Şimdi siz burada milyonlarca sandıksal desteği olan bir hareketi terör örgütü diye niteleyip, bunları o örgütün mensubu olarak istediğiniz zaman, muhataplarınızda bu bir soru işareti oluşturur.’ Bu İspanyol Adalet Bakanlığı’nın bana verdiği cevaptır.
“Yurt dışındaki aktörlerin Türkiye’nin bu sorunlarından kurtulmasını istemediklerini de görmek lazım”
Şimdi Türkiye uzunca yıllar bu meseleye, bu pencereden baktı. Evet, bu örgüt çok acımasız infazlar yapmıştır, tartışılmayacak vahşette bir takım eylemler olmuştur vs. Bunların hepsini not etmek, kaydetmek lazım. Bunları görmezden gelemeyiz. Ancak bir de 40 yıla aşkın bir süredir Türkiye’de yakın tarihte devam eden hadiselere bir bakmak lazım ve bu meselenin çözümünde yurt dışındaki aktörlerin Türkiye’nin bu sorunlarından kurtulmasını tam anlamıyla istemediklerini de görmek lazım.
- Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un yeni bir sürecin olmayacağına ilişkin açıklamaları var. Bu açıklamayı nasıl değerlendirirsiniz?
Şimdi o bir siyasi aktör olmalı cevap vermem için. Ben ona cevap vermem. O idari birimde çalışan bir kamu çalışanı. Dolayısıyla siyaset yapanların muhatabı siyasetçilerdir. Onun değerlendirmesini AK Parti kendi içerisinde, Sayın Cumhurbaşkanı kendi çalışma ekibinde kendisi değerlendirir. Onun için fazla kıymetlendirip onun üzerine tartışmaya girmeyi ben doğru bulmuyorum. Kendi fikridir ama o bir kamu çalışanıdır, siyasetçi değildir.
“Pişmanlık duymuyorum”
- Geçmiş dönemde yürüttüğünüz çözüm süreçlerine ilişkin herhangi bir pişmanlığınız oldu mu yoksa?
Keşke o eksiklikleri yapmasaydık. Eksik koyduğumuz noktaları tamamlayıp netice alabilseydik. Türkiye bu meseleyi 10-15 sene önce çözmüş olsaydı da şu anda dünya üzerindeki yarışta farklı konumda olurdu. Bizim ülke insanımız da bugün 12 bin dolarlarda değil de 25-30 bin dolarlarda yıllık milli gelire sahip olabilselerdi. Buna hayıflanırım ama pişmanlık duymuyorum.
“Eksikler yapmış olabiliriz, yanlış hamleler yapmış olabiliriz”
Şunun için duymuyorum pişmanlık. Bu yapılan çalışmalardan özel bir çıkarımız yok. Kendimize, şahsımıza aslında yük aldık. Parlamentoda çalışmalar yaparken bize ‘bunun hesabını veremezsiniz’ diye çok parmak sallandı. ‘Yarın birileri gelir sizi yargılar’ dendi. Hatta o çözüm süreçleri noktasında tehditler aldık. ‘Bu vatana ihanet suçudur’ dendi. Bugün aynı duyguyla hiçbir pişmanlığım yok. Eksikler yapmış olabiliriz, yanlış hamleler yapmış olabiliriz. . Bunu yaparken ki duygu dünyamız bu ülkeye hizmet, bu ülke insanına hizmet, toplumsal barışı sağlamış, kendi iç barışımızı sağlamış Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada ve dünyada çok daha güçlü bir hale gelmesi hedefiydi. Bizi motive eden şey buydu. Bunu yanlış görenler olur, onların fikrine saygı duyarız ama bizi motive eden duygu bu olduğu için bundan pişmanlık duymam.
- 2009 ve 2012 süreçlerinde yürütülen çalışmalara örtülü yada doğrudan bir şekilde herhangi bir müdahale, sabotaj gördünüz mü? Buna şahit oldunuz mu?
Bir sabotaj görmedim. Birden çok gördüm.
“KCK operasyonları sabotajdı”
- Nelerdi bunlar?
“Sayın Abdullah Gül’ün başlattığı süreçten sonra ve bir iki somut adım atıldıktan sonra ne yaşandı Türkiye’de? Diyarbakır merkezde KCK operasyonu başladı. Bu nedir? Emniyet yargı operasyonudur. Bu kadar siyasetçiyi plastik kelepçelerle kozluk kadayıf gibi adliye avlusuna dizerseniz, sizce bu bir operasyon değil miydi? Bunun gibi çok örnek sayılabilir. Tek tek sayarak o günkü bu işlerin içinde yer almış kamu görevlilerini itham etmek istemiyorum. Ama kronolojiye bakarsınız, o kronoloji içerisinde size olağan gelmeyen hadiseleri bu gözle tekrar gözden geçirmek gerekir.
“Bilhassa yaşanmışlıklardan ders almak lazım”
Bunun gibi terörist zannıyla sivillerin bombalanması hadisesi gibi. Bilhassa yaşanmışlıklardan ders almak lazım.
Şu anda başlatılmaya çalışılan süreci düşünün. Bu süreci bir kriminal girişim olarak değerlendiren unsurlar var mı Türkiye’de? Var. Hemen buna karşı çıkan unsurlar var mı? Var. Dikkat etmek lazım. Bu süreçte titiz, şeffaf, hukuki altyapıyı inşa ederek, katılımcı, mümkün olduğu kadar bu sürece katkı verecek siyasal, sivil toplum aktörlerini bir araya getirerek ve toplumla da iyi iletişim kurarak aşamalarda doğru enformasyonlarla toplumu buna hazırlayarak yol yürünür ise başarılı olmaması için özel bir neden görmüyorum. Tarafların farklı niyetleri varsa o ayrı bir şey.
- Muhataplar kim mesela bugün açısından?
Bir tarafında iktidar var elbette. O tartışmasız. Karşı tarafta Dem Parti var şu anda. Dem Parti gibi bölgede siyaset yapan birkaç parti daha var. Onları da belki bu süreci güçlendirmek açısından katkı sunabilir. Bu sorunun çözülmesi için katkı sunabilecek pozisyonda olan herkes bu sürecin tarafıdır aynı zamanda.
“Bahçeli, İmralı’ya çağrı yapıyor…Onun bir katkı sunabileceğini düşünüyor”
- İktidar Abdullah Öcalan ve Selahattin Demirtaş’ı muhatap alır mı?
İmralı…Sayın Bahçeli, oraya çağrı yapıyor. Niye yapıyor? Onun bir katkı sunabileceğini gördüğü için yapıyor. Aynı şekilde Selahattin Demirtaş kendi bulunduğu siyasal hareket içerisinde ve o partiye oy veren seçmen nezdinde bir siyasal aktör. Siz kabul edin etmeyin ama 5-5,5 milyon insan Selahattin Demirtaş eş başkanlığındaki bir partiye oy veriyorsa siz bunu dışlayamazsınız. Yani dışlarsınız ama istediğiniz neticeye ulaşamazsınız. O açıdan sürece katkı sunabilecek tüm faktörleri buraya ortaklaştırdığınızda bu sürecin başarı şansını arttırırsınız.
“Bu defa o noksanları ikmal edip netice almak istiyorsak iyi niyetli bir girişim yapılır”
2009’da bu hiç olmadı ve tıkandı. 2012’de toplumsal kesimleri buraya kattık ama siyasal katılım eksik kaldı, yasal altyapı eksik kaldı, olmadı. Bu defa o noksanları ikmal edip netice almak istiyorsak iyi niyetli bir girişim şart. Yüzde 100 netice alınır diye durum söz konusu mu? Elbette garantiyi kimse veremez. Çünkü nihayetinde çok taraflı bir sorun, çok bilinmeyenli bir denklem. Hülasa böyle bir çalışma olacak ise 2009 ve 2012-13 denklemlerini noksanlarıyla netice aldığı başarılı yönleri masaya koyup oralardan ders çıkartarak yol yürünürse daha sağlıklı bir zeminde ilerlenir diyorum.