Bir mozaik olarak Türkiye (21) – Türkiye’de Keldaniler | Ferit Banipal Ruşen Çakır’a anlattı

Bir mozaik olarak Türkiyenin 21. bölümünde Ruşen Çakır konuğu Ferit Banipal ile Türkiye’de Keldanileri konuştu.

Keldaniler kimler? Keldaniler nerelerde yaşıyorlar? Nüfusları ne kadar? Keldanice konuşan kaç kişi kaldı? Kültürleri günümüze nasıl geldi? Keldanilerin yaşadıkları sorunlar neler? Keldanilerin tarihi nedir? Tarih boyunca neler yaşadılar? Süryanilikle ilişkileri nedir?

Bir mozaik olarak Türkiye (21) – Türkiye'de Keldaniler
Bir mozaik olarak Türkiye (21) – Türkiye’de Keldaniler

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’ yayın dizimizin 21. bölümündeyiz ve sıra Keldaniler’e geldi. Yok olmaya yüz tutmuş bir kültür, bir halk, bir topluluk söz konusu. Bizi bu konuda Ferit Banipal bilgilendirecek. Kendisi de bir Keldani. Ama bu konunun tarihine, her şeyine çok vakıf. Ferit, merhaba.

Ferit Banipal: Merhaba Ruşen Bey, nasılsınız?

Ruşen Çakır: Sağ olun. Şimdi, yıllardır duyduğumuz bir topluluk. Ben mesela Güneydoğu’ya defalarca gittim, Keldani adını hep duydum, ettim ama çok da merak etmedim. Bir de nedirler, ne değiller, varlar mı, yoklar mı bilmiyordum. Şimdi ama son dönemde daha fazla adını duyar olduk. Bize hızlı bir şekilde anlatır mısın, Keldani nedir? Bir etnisite midir, bir dini inanış mıdır, nasıl bir şeydir?

Ferit Banipal: Şöyle başlayalım; Türkiye’de insanların fazla bu kelimeyi duymamasının sebebi aslında biraz nüfusla ilgili. Türkiye’de yani Keldaniler dediğimiz takdirde tabii işin içinde olan insanlar bir şekilde fikir sahibi. Yani bu konu hakkında biraz bilgiye sahip ama büyük çoğunluk Türkiye’de Keldaniler kimdir, aslında bilmez. Onun da en büyük nedeni şu anda Türkiye’de belki diyebiliriz maksimum 500 Keldani’nin yaşıyor olması. Bunların da en büyük kısmı İstanbul’da yaşıyor. Halbuki bizim yaşam alanımız aslında Güneydoğu, yani Diyarbakır’dan Hakkari’ye kadarki alanda yaşadığımız bir coğrafyaydı. Bugün o coğrafyada toplam belki 10 hane yoktur, öyle diyelim. Ama biraz daha derine inersek Keldaniler kimdir diye, Keldaniler deyince aslında 500 yıllık bir olgudan bahsedebiliriz. Doğu Asur Kilisesi’nin ya da Asur halkının 1553 yılında Batı’dan gelen misyonerler aracılığıyla Katolikliği kabul eden kısmı. Yani bugün kısaca şöyle diyebiliriz: Keldaniler Katolik olan Asurlardır.

Ruşen Çakır: Peki, şöyle bir şey de duyuyorum, okuyorum: Hristiyanlığı ilk kabul eden halklardan diye. Doğru mu bu?

Ferit Banipal: Doğrudur. Şöyle, biliyorsunuz Hristiyanlık aslında bugünkü İsrail, Lübnan, Filistin bölgesinde yayılmaya başladı. O zaman da şöyle göz önünde bulundurursak, tabii bölgenin kontrolüne hem Persler hem de Romalılar hâkim, bölgeye onlar hâkim. Asurlarda o güne kadar bu toplulukların içinde yaşıyor. Çünkü Asur İmparatorluğu milattan önce 612 yılında yıkılıyor ve 600 yıl boyunca aslında o bölgeyi kim kontrol ediyorsa, onlar orada yaşamaya devam ediyor. Ama Asur halkının ikiye bölünmesi, bir taraftan Suriye ve batısı Roma’nın kontrolü altında, bugünkü Irak ve doğusu da Perslerin kontrolü altında olduğu için, bu halk aslında Hristiyanlığın ilk yüzyılında ikiye bölünüyor. Doğrudur, ilk Hristiyanlığı kabul eden belki Yahudilerden sonraki halk diyebiliriz. Çünkü direkt İsa’nın öğrencilerinden bir tanesi, Aziz Thomas, direkt Hristiyanlığı aslında Asur halkına getiriyor ve Asurlar bu inancı benimsiyorlar.

Ruşen Çakır: Peki, Süryanilikle ilişkisi nedir? Sonuçta Süryanilik etimolojik olarak herhalde o da Asur’la alakalı bir kelime diye… Bilirkişi değilim, bilirkişi olarak sana soruyorum. Keldanilerin Süryanilerle aynı olup ama sadece inanç açısından farklı olduğu yolundaki önermeler doğru mu?

Ferit Banipal: Şöyle diyelim; aslında biraz daha konuyu belki geriye sararsak biraz daha net olabilir. Biliyorsunuz Mezopotamya’da aslında medeniyet Sümerlerle başlıyor. Sümerlerden Asurlara, Babillere kadar dört tane medeniyet kuruluyor. Sümerler, daha sonra Sami toplulukları geliyor. Sami topluluklarından da harmanlanması, bunlar içinde Akadlar, Babiller ve Asurlar var. Aslında bugünkü Asurlar dediğimiz veya Süryaniler dediğimiz veya Keldaniler dediğimiz halklar, Akadlarla Sümerlerin harmanlanmasıyla ortaya çıkan bir halk diyebiliriz. Bugünkü Süryaniler dediğimiz takdirde tabii nasıl bir bağ kurabiliriz Asurlarla? Az önce dediğim gibi, yani 1. yüzyılda Hristiyanlığın kabul edilmesiyle birlikte Asur toplumu, Asur halkı iki farklı imparatorluk içinde yaşamaya başladı. Romalılar ve Bizanslılar tarafında yaşayanlar daha çok Yakubi Kilisesi’ni oluşturuyor. Yani bugünkü aslında Süryani Ortodoks Kilisesi. Maruniler, Süryani Katolikleri oluşturdu. Doğu tarafta yaşayan Asurlar, ilk yüzyıllarda Pers Kilisesi olarak adlandırılıyordu, daha sonra Nasturiler olarak adlandırılmaya başlandı. Daha sonra Doğu Kilisesi olarak ya da Doğu Hristiyanları olarak adlandırmaya başlandı. Bugün ise Doğu Hristiyanları dediğimiz, yani eski tabirle Pers İmparatorluğu içinden gelen Asurlar, bugün üç farklı kiliseye bölünmüş bulunuyor. 15. yüzyılda da son bölünmeyle aslında Keldaniler, bu Doğu Hristiyanlarının içindeki bir kolu diyebiliriz. Yani Doğu Asurların Katolik olan kısmı, kısaca diyebiliriz. Süryaniler ise aslında batıda kalan, Roma İmparatorluğu ve Bizans İmparatorluğu içinden kalan, daha sonra bunlar da kendi içinde alt dallara ayrılan Süryani Katolikler, Süryani Ortodokslar, Maruniler ve bunun dışında tabii Hristiyan olmayan topluluklar.

Ruşen Çakır: Peki, şunu sormak istiyorum güncel bir konuyu gündeme getirip. Sizin de yakınınız olduğunu biliyorum. Bir karı koca kayboldu. Nerede kayboldu? Şırnak Beytüşşebap’a bağlı Kovankaya Köyü’nde, 65 yaşındaki Şimoni Diril Hanımefendi ve 71 yaşında Hürmüz Diril Bey. Bunlar kayboldular ve bunlar Keldani. Oğulları da İstanbul’da Keldani Kilisesi Papazı Remzi Diril, yanılmıyorsam. Bu olay Türkiye’nin gündemine Keldaniliği getirdi. Hanımefendinin cenazesi bulundu en son durumda, değil mi? Hâlâ Hürmüz Bey’in cenazesi bulunamadı diye biliyorum, yanlışsam düzeltin. Bu olayda herhangi bir, nasıl söyleyeyim, yani çok direkt sorayım: Bir ayrımcılık olma ihtimali var mı? Yani Keldani oldukları için başlarına bir şey gelmiş olabilir mi? Sizler bunu topluluk içerisinde, bu son çok acı vakayı nasıl yorumluyorsunuz?

Ferit Banipal: Bu konuya değindiğiniz için de teşekkürler ayrıyeten. Doğrudur, özellikle maalesef böyle bir acı olay sonrasında Keldaniler biraz daha Türkiye’nin gündemine oturdu. Yani insanlar biraz, “Keldaniler kimdir?” diye sormaya başladı. Hürmüz ve Şimoni benim bizzat Hürmüz amcam ve eşi. Bundan 4 yıl önce diyebiliriz, 2020 Ocak başında biliyorsunuz Şırnak’ın Kovankaya Köyü’nde maalesef çok acımasız bir şekilde yengemin bedenini bulduk, amcama henüz ulaşamadık maalesef. Yani direkt bu konu hakkında bu tarz fikirler öne sürmek doğru olmaz. “Keldani oldukları için başlarına bu geldi”, yani bu şekilde yorumlamak kişisel olarak diyebilirim doğru olmaz. Ama şöyle bir şey var tabii; doğuda Keldani dediğimiz veya Hristiyan diyeceğimiz neredeyse kimse kalmadı. Yani Hakkâri, Şırnak coğrafyasında şu anda 3-4 köyde biraz Keldani yaşıyor. O da son yıllarda aslında geri dönenler. Tabii orada insanlar yaşadığında, etrafta biliyorsunuz, büyük bir coğrafyanın içinde farklı bir etnisiteye sahip olmak, farklı bir dini görüşe sahip olmak kolay değil. Her ne kadar çok iyi komşularımız varsa da ama uç kesimde olan maalesef insanlar da var. Yani bizim oraya dönmemizden rahatsız olan insanlar da muhakkak var. Ama bu olayı tabii bir yere çekmek istemiyoruz. Aslında bunu aydınlatması gereken devlet yetkilileri. Bizim bu konu hakkında bu tarz fikirler öne sürmemiz çok doğru olmaz. Acı olan şudur ki, 4 yıl geçti maalesef. Amcam Hürmüz’den herhangi bir en ufak bir haber yok maalesef.

Ruşen Çakır: Peki, şunu sorabilir miyim bu olaydan ayrı olarak, çok dikkatli konuştunuz, takdir ediyorum. Çünkü bunun ayrımcılık olduğunu iddia etmek doğru olmaz, belli değil en azından, çünkü olay aydınlanmadı. Ama tahmin ediyorum ki böyle küçük bir grup, tarih boyunca birtakım ayrımcılıklara maruz kalma ihtimali de barındırıyor. Yani bir ihtimalden bahsediyorum. Ayrımcılığın iki yönü var biliyorsun; bir, toplumdan gelen ayrımcılık, bir de devletten gelen ayrımcılık. Keldanilerin tarihine baktığımızda bunlar yaşandı mı? Böyle tarihinde, Anadolu’daki tarihinde birtakım acı örnekler var mı?

Ferit Banipal: Yani şöyle diyelim; belki Osmanlı zamanından günümüze değerlendirecek olursak, tabii Osmanlı döneminde doğudaki Hristiyanlar, gerek Ermeniler, gerek Asurlar, bütün bu farklı kilise ya da dini inanç gruplarını bir arada tutarsak, Keldaniler, Süryaniler veya Nasturiler dediğimiz toplulukları göz önünde bulundurursak, bugüne kıyasla çok kalabalık yaşıyorlardı. Yani 1. Dünya Savaşı öncesinde çok kalabalık yaşıyorlardı. O zaman belki insanlar bu kesimleri çok daha iyi tanıyorlardı. Ama o zamanlarda bile, biliyorsunuz, Hristiyan azınlıklar ya da azınlık olması önemli değil ama Hristiyan olması, ister istemez onları ikinci bir kategoriye sokuyordu. Bazı alanlara mesela biz, cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte dokunamıyorduk, bazı iş alanlarına mesela giremiyorduk. Benim lise yıllarımda, liseden mezun olduktan sonra üniversitede bir öğretmenim vardı, Bulgar birisi. Ben deniz okulunda okumak istediğimi söyledim. Denizcilik üzerine tahsil görmek istediğimi söyledim. Dedi ki: “İstiyorsan okuyabilirsin ama bilmelisin ki belli bir süre sonra eleneceksin.” Çünkü belli kategorilerde maalesef bizim yerimiz yoktu. Yani belli alanlarda bir Hristiyan… Burada Hristiyan dediğimiz şey, yerli Hristiyanlar. Bu bir Alman Hristiyan olursa farklı olurdu ama yerli Hristiyanlar bizim coğrafyamızda sanki devlete karşı bir tehlike olarak görülüyordu. Şu ana kadar, belki son yıllarda daha iyi ama hep böyle bir algı vardı; “Bunlar Hristiyandır, devlete karşı mutlaka bir şeyler olabilir, o yüzden bazı alanlara dokunmasınlar. Onun dışında ticaret yapsınlar, ama bazı alanlara dokunmasınlar.”

Ruşen Çakır: Peki toplumla ilişkiler… Bölgede, Güneydoğu’da, Hakkari’de, diğer yerlerde, Diyarbakır’da vesaire tarihte bakıldığı zaman iç içe yaşıyorlar birçok yerde. Belli ki bazı köyler Keldani köyü ama komşu köy var vesaire var. Oralarda sorunlar yaşandı mı?

Ferit Banipal: Şöyle bir şey diyebiliriz. Tabii halkımızın, kalan Keldanilerin büyük kısmı büyük şehirlere göç etmiş. Bu aslında büyük kısmı İstanbul oluyor. İstanbul’da yaşadığınız zaman tabii çok farklı ama doğuda yaşadığınız zaman… Bugün İstanbul’daki Keldanilerin büyük kısmı Mardin ve Diyarbakır’dan göç etme. Bugün Diyarbakır’da bir aile kalmış, Mardin’de keza bir aile kalmış. Yani bu şekilde değerlendirdiğimiz takdirde şu soruyu sormak lazım: İnsanlar neden orada kalmak istemiyor? Sadece ekonomik olarak mı ya da moda sadece büyük şehirlerde yaşantıyı bize sunduğu için mi acaba insanlar kalmak istemiyor? Şöyle diyebilirim, tabii ki komşularımızla çok iyi komşuluklar kurdular ama her zaman biz doğuda, biliyorsunuz yerel dil Kürtçe, bize “fılah” ya da “Bunlar bizim işçimiz” gözüyle ya da biraz daha kaba tabiriyle ‘‘Bunlar bizim kölemiz’’ tabiriyle maalesef. Yani bu da şu şekilde, acı oluyor bunu söylemek ama tabii bunu sakladığımız zaman da kendimizi açıklayamıyoruz net bir şekilde. Yani biliyorsunuz 1915 öncesinde çok yoğun Hristiyanlar vardı bölgede, özellikle Hakkari’den Diyarbakır’a kadar Keldani, Süryani ve Nesturi dediğimiz Asurlar çok yoğun yaşıyordu. Ama 1915’ten sonra, mesela Hakkari, Şırnak bölgesinde sadece 9 tane köy kaldı. Bize babalarımız, dedelerimiz anlattığı zaman işte, ‘‘Kürt komşularımız bizi sakladılar, o 1915 kıyamında bizi sakladılar’’ diye anlatırlardı. Ama o günden sonra hep bize şu tabiri kullandılar: “İşte bunlar bizim fılahımız, işçimiz” gözüyle baktılar, “Biz onların ağasıyız.” Babalarımız anlatıyordu mesela; 90’lara kadar, köyler boşaltılıncaya kadar işte birisi, bir ağa, eğer işçi lazım olursa “Şu köyden bana şu işçiler gelsin, çalışacak” diyorlardı.

Ruşen Çakır: Evet. Peki, dilden bahsettin. Sizin bir diliniz var, çok eski bir dil. Yaşıyor mu, insanlar, gençler konuşuyor mu, yoksa sadece yaşlıların bildiği bir dil mi? Mesela İstanbul’a göç etti büyük bir kısmı diyorsunuz ya da Avrupa’ya, değil mi? Sen de şu anda mesela Avrupa’dasın. Başta dil olmak üzere kültür yaşatılıyor mu, yoksa kayıp olmaya yüz tutmuş bir halde mi?

Ferit Banipal: Yani dil, evet çok eski bir dil konuşuyoruz. Avrupa’da daha çok konuştuğumuz dili tanımladığımız zaman insanların daha iyi anlaması için, özellikle Avrupa’da, “İsa’nın konuştuğu dil” diye söyleniyor. Halbuki aslında konuştuğumuz dil çok eskidir, Semitik bir dildir. Arapça, İbranice ve Asurca çok eski bir dildir. Sümerlerle birlikte çivi yazısını geliştiren bir halktır. Daha sonra Fenikelilerden aldığı aslında alfabeyi de geliştirerek bugünkü Arapça alfabenin oluşumuna büyük katkı sunmuşlardır bu insanlar. Dil uzun yıllardır, belki diyebiliriz 12. yüzyıla kadar çok iyiydi, yani yazıyorlardı, Asurca yazıyorlardı, doğuda çok etkiliydi. Hatta 11. yüzyılda, yani büyük bir coğrafyada etkin bir dildi, insanlar konuşuyordu. Ama maalesef günümüzde, yani belki son bir yüzyılı ele aldığımız takdirde, bütün Yakın Doğu coğrafyasında, Lübnan’dan İran’a kadar olan halkımızın özellikle 100 yıl önce çok yoğun olarak yaşadığı coğrafyada kendi okullarımız varken, bu dili aktif bir şekilde kullanırken, yazı dili ve edebiyat dili olarak kullanıyorken, bugün halkın %95’i diasporaya göç etmiş maalesef. Bunun büyük kısmı Amerika’da, Avustralya’da, Kanada’da, Avrupa’da ve Rusya’da. Tabii çok farklı ülkelere dağıldığınız takdirde bir arada kalamıyorsanız. Bir arada kalamadığınız takdirde okul inşa edemiyorsunuz. Okul inşa edemediğiniz takdirde, bu kez insanlarınız da daha kolay o ülkenin yerel dilini, ana dilini öğreniyorlar, kendilerini daha iyi ifade ediyorlar. Bu şekilde olunca, tabii yavaş yavaş bu dil geriliyor. Yani bugün bakarsak, İstanbul’da kalan insanların %90’ı, belki %95’i bu dili, Asurca’yı veya Süryanice’yi veya Aramice’yi, farklı adlandırmalarımız var, bu dili maalesef konuşamıyor. Konuşamıyor, çünkü onlar da ailelerinden öğrenmemişler, o fırsatı bulamamışlar. Keza diasporada göç eden insanlar, ilk göç ettiklerinde 1. jenerasyon bu dili çok iyi kullanıyordu ama bugün Amerika’da baktığınız zaman, 4.-5. jenerasyon ortaya çıktı, insanlar yavaş yavaş bu dili kaybediyorlar. Mücadele etmeye çalışıyorlar ama maalesef dediğim gibi buradaki en önemli şey, bir topluluk olarak bir arada yaşayamadığınız takdirde okul inşa edemiyorsunuz. Okul inşa edemediğiniz takdirde artık kitap yazamıyorsunuz, hikaye yazamıyorsunuz, şiir kitabı oluşturamıyorsunuz ve yavaş yavaş bu dil kalitesini yitiriyor.

Ruşen Çakır: Dilin dışında ve Katolik inancı farklılık, kültürel olarak Keldani deyince neler geliyor akla? Mesela bir mutfağı ya da bir folkloru vesaire var mı, yoksa bölgedeki yaşadığı toplumların kültürel özelliklerini mi sahiplenmiş?

Ferit Banipal: Bu da biraz aslında değişkenlik arz ediyor. Şöyle diyebiliriz, yani genel olarak, bunu çatı olarak Asur halkından bahsedecek olursak bizde de bütün toplumlar gibi Fransız Rönesansı’ndan çok etkilendiler. Özellikle İran’da yaşayan Asurlar ilk edebi eserleri oluşturmaya çalıştılar. Çok büyük çalışmalar yaptılar. Müzik alanında, keza Irak’ta ve İran’da büyük çalışmalar yaptılar. Belki müziğin öncülerinden bir tanesi diyebiliriz. Ama Türkiye’ye baktığımız takdirde maalesef bugün çok azınlıkta kaldığımız için bu çok alt yerlerde kalıyor. Yani İran ve Irak’la kıyaslayamıyoruz; çünkü nüfus kalmadı. Nüfus, biliyorsunuz şu anda en büyük nüfus Süryani Ortodokslarda kaldı. Keza bunların da büyük kısmı gene kendi dilini kullanamıyor. Yani biz Keldani Türkiye bazına baktığımız takdirde, çalışmalar çok alt seviyede. Yani bütün alanlarda, sadece dil değil; folklorik anlamda, sanatsal anlamda, mutfak alanında. Türkiye’de tabii komşularımızdan çok etkilendik. Mesela Mardin coğrafyasını aldığınız takdirde mutlaka Kürt komşularımızla iç içe yaşadıkları için çok etkilendiler. Irak’a gidersek, Irak’ta kiminle yaşıyorlarsa özellikle, mesela Musul ve kuzeye kadar komşularından çok etkilendiler. Şöyle diyebilir miyiz, tamamen başka kültürlerin mutfağını aldılar? Yok, kendi mutfağımızı da burada koruyoruz. Mesela Fransa’ya göç eden insanlar ya da Almanya’ya göç eden insanlar, 30 yıldır, 40 yıldır burada yaşayan insanlar hala 30-40 yıl önce nasıl yaşıyorlardı, mutfaklarda ne pişiriyorlardıysa bugün de onu pişirmeye devam ediyorlar. Biliyorsunuz doğuda mesela ortak yemeklerden bir tanesi dolma. Bugün Amerika’ya giderseniz, oradaki Keldaniler dolma yapıyorlar, Rusya’ya da giderseniz dolma yapıyorlar, burada Avrupa’ya da gelirseniz dolma yapıyorlar. Ha, bu demek değildir ki yaşadıkları ülkenin kültüründen etkilenmiyorlar. Tabii ki o kültürü de harmanlıyorlar kendi kültürleri içinde.

Ruşen Çakır: Şöyle toparlayalım, nedir beklentileri Keldanilerin? Yani şimdi artık bu konularda birtakım şeyler, özellikle yeni kuşakların içerisinde sizin gibi insanlar daha sorguluyor, ediyor, sahip çıkmaya çalışıyor. Bir de siz Katolik olduğunuz için bir anlamda Vatikan’ın da bir desteği de vardır diye varsayıyorum. Ama yok olmakta, yok olma tehlikesindeki bir topluluktan bahsedebiliyoruz herhalde ve anladığım kadarıyla temel mesele yok olmamak, bunu muhafaza etmek. Yanılıyor muyum?

Ferit Banipal: Evet, doğru söylediniz. Tabii ki bütün gruplar gibi ya da bütün halklar gibi, biz bir halk olarak da kendi dilimizle, kültürümüzle, müziğimizle yaşamak istiyoruz. Yaşam alanımız aslında Yakın Doğu’dur, yani bugünkü Irak, Güneydoğu Bölgesi, İran’ın Kuzey bölgesi, Suriye’nin Kuzey bölgesi, belki Lübnan’a kadar. Ama bugün maalesef bu halkın çok az kısmı o bölgede kalıyor. Çünkü orada yaşam alanı maalesef az. Yani bu da şöyle bir şey; mesela Irak’a baktığınız takdirde çok farklı bir yapıya sahip, Türkiye gibi üniter bir yapı değil. Kültürel bir şekilde mesela komşularımızın kültürlerine baktığımızda bir şekilde kendi dillerini orada koruyabilecek bir otonom bölgeye sahip. Halkımız, keza Musul bölgesinde çok mücadele etti. Orada da Yezidilerle birlikte, Yezidiler ve Asurlar bütün bu ufak gruplar birlikte orada bir otonom bölge olsun, kendi dilini yaşatabilsin, kendi kültürünü, yani bütün alanlarıyla ufak bir halk olsun, bu zenginliği bir sonraki nesillere versin. Ama maalesef bugün görmekteyiz ki bu neredeyse imkansız. Bu kez bu halk diasporada bu mücadelesini vermeye çalışıyor. Diasporada dernekler açıyorlar, organizasyonlar yapıyorlar, müzik festivalleri yapıyorlar, yemek festivalleri yapıyorlar. Bir şekilde bunu, yani yapabildikleri kadar maksimum, bir sonraki jenerasyona aktarmaya çalışıyorlar. Ama Yakın Doğu’da yakın bir zaman için düşünürsek, büyük bir beklenti içinde değil bu halk maalesef. Türkiye bazında baktığımız takdirde, Mardin’e geri dönen insanlar oluyor, Hakkari-Şırnak bölgesinde Avrupa’dan oraya dönmek isteyen insanlar var, ama hiç kolay değil maalesef. Tabii burada devletin desteğini, insanların, bölgedeki insanların hoşgörüsünü tabii ki bekliyoruz, ki tekrar bir arada yaşayabilelim. Çünkü insanlar ne kadar diasporaya gidiyorsa da, bir kuşak, iki kuşak, üç kuşak, yani bir zaman geliyor, tekrar insanlar diyorlar; “Bizim köklerimiz nerede?” Yani Avrupa’da ya da Amerika’da yaşıyorsanız diyorsunuz, “Tamam ben buraya adapte oldum, dilini öğrendim, kültürünü kavradım.” Ama gene diyorsunuz, “Benim yerim burası değil. Neden kendi coğrafyamda yaşayamıyorum? Bu yaptığımı, bu yaşantımı neden kendi coğrafyamda yapamıyorum?”

Ruşen Çakır: Yani burada anladığım kadarıyla, başka örnekler başka topluluklarda da gördüm, toprak çağırıyor, değil mi? Özellikle belli bir yaşa gelen insanlar… Mesela şimdi çok alakasız gibi gelebilir ama şunu da çok duyuyoruz; İç Anadolu’da, Doğu Anadolu’da Alevi köylülerinin büyük bir kısmı boşaldı, büyük kentlere göç etti ama yaşlandıkça insanlar köylerine geri dönmeye, oraya evler yapmaya falan çalışıyorlar. Şimdi benzer olayı Süryaniler için de duyuyoruz. Siz daha fazla duyuyorsunuzdur. Avrupa’daki Süryaniler’den, özellikle batıdaki Süryaniler’den, belli bir yaşta ve belli bir imkana kavuşmuş olanların dönmek istediğini de duyuyoruz. Keldaniler’de de siz bahsettiniz ama, hani ‘‘Ben geri geldim‘‘ deyip gidip bunu yapmak kolay değil. Mesela bir de şöyle de bir şey var açıkçası; Avustralya’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayıp, Beytüşşebap’ın Kovankaya köyüne dönmek de kolay olmasa gerek. Yani orada bir yaşama intibak etmek de kolay olmasa gerek.

Ferit Banipal: Hiç kolay değil. Geçen hafta burada, bizim buradaki Kovankaya’dan göç etmiş insanlardan bir grupla tartışıyorduk bu konu hakkında. Yani insanlar da bu konu hakkında ‘‘Acaba dönebilir miyiz?’’ diyor. Yaşlılar da öyle. Yani şu anda bakarsanız, gerçek üzerinden değerlendirirsek, insanlar aslında biraz nostaljik olarak dönmek istiyor. Onun dışında orada bir yaşam alanı kurmak… Yani buradaki hayat koşullarını, oradaki hayat koşullarını karşılaştırıyorlar. Diyorlar ki, ‘‘Orada çok bir şey değişmemiş.’’ Yani biz yıllarca gittik geldik, gerçekten öyle. Bir gün umarız değişir, yani kanunlar batıda nasılsa doğuda da öyle olur. Hakimiyet devlette olursa, herkes için kanunlar eşitse… Şöyle diyelim; yani orada aşiret sistemi bir gün çökerse, gerçekten birey olarak devlet baz alırsa insanları her bölgede yani bu sadece Güneydoğu için değil, insanlar o zaman diyecekler ki, ‘‘Bireysel olarak benim değerim var bu toprak üstünde yaşamaya.’’ Ama bir grup kalabalık, başka bir grup 10 kişiden oluşuyor. Tabii ister istemez sizin üzerinizde bir baskı var. Kendinizi özgür hissetmiyorsunuz. Özgür hissetmediğiniz takdirde de… Coğrafya, evet nostaljik oluyor. Yaşamak istiyor, çünkü dedelerimiz orada, dedelerimizin dedesi orada; ama yani bir baskı altında da yaşamak istemiyorsunuz her gün. Yani bir bedel vermek istemiyorsunuz. Rahmetli yengem ve şu ana kadar bulunmayan amcam da aslında bunun büyük bir örneği. Üç defa İstanbul’a göç ettiler, tekrar kendi köylerine döndüler. Toprak sevdası vardı. Ama maalesef koşullar, hem politik hem coğrafi koşullar izin vermedi. Yani bölgedeki koşullar ve bölgedeki hala o çözüm bulunamamış gerçek sorunlar, bu olayın gerçekleşmesinde büyük etken oldu.

Ruşen Çakır: Peki, nasıl toparlarız, nasıl bir gelecek görüyorsunuz? Sen ve genel olarak toplulukta genel eğilim, Keldaniliğin geleceği hakkında ne tür öngörüleriniz var diyeyim, yani temenninin ötesinde gerçekçi bir perspektifte bakarsak?

Ferit Banipal: Yani şöyle bir şey, bunu tabii biz Türkiye genelinde konuşuyoruz ama bunu tabii biz Keldaniler üzerine veya Asur halkı olarak düşündüğümüz takdirde, yani gerçekçi olmak gerekirse şu anda Türkiye coğrafyasında hani ‘‘Şunu yapmak isteriz, devlet şunu karşılasın’’ filan, biraz nostaljik olarak yaklaşabiliriz. Realite, biz ancak bugün eğer bu dili biliyorsak bir sonraki kuşaklara aktarabiliriz. Eğer büyüklerimizden bu kültürle ilgili bir şey aldıysak, bu mirası bir sonraki jenerasyona nasıl aktarabiliriz, biz şu anda onun mücadelesini veriyoruz. Onun dışında, yani Türkiye’de sadece bir dini yapı olarak kalabiliriz. Onun dışında maalesef daha ileri gidemiyoruz, çünkü şu anda mesela Türkiye’deki Keldaniler veya Hristiyan olarak baktığımız takdirde, neredeyse büyük toplum içinde erimiş. Çünkü dil yok, kendi kültürüyle ilgili neredeyse bir şey yok, yani büyük kısmı neredeyse eridi, bu büyük potanın içinde eridi. Onu da normal karşılıyorum, yani o da normal ama biz bu varlığı, bu mirası bir sonraki kuşaklara aktarmak istiyoruz. Şu anda bunu yapabileceğimiz coğrafya, maalesef diaspora.

Ruşen Çakır: Evet, Ferit, çok teşekkür ediyorum. Senden bir şey rica edeyim kapanırken, izleyicilerimize kendi dilinizden bir mesaj verir misin?

Ferit Banipal: Raba psikhli qam khazunnawkhun. Yawin shlama l’Atra. Shlama u iqara

Ruşen Çakır: Ne dediğini de çevirirsen sevinirim.

Ferit Banipal: Tabii ki. “Sizi gördüğüme çok sevindim. Vatana selamlarımı yolluyorum. Selam ve saygılarımla” dedim.

Ruşen Çakır: Evet, siz de kendinize iyi bakın. Tüm Keldanilere buradan selam ve sevgi iletelim. Umarım hak ettiği şekilde varlığını sürdürür Keldani topluluğu. Ferit Banipal, ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’nin 21. bölümünde bize Keldanileri anlattı. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.